Türkiye?de vulgarize edilmiş ?Açık Toplum? söylemi,? Açık Toplum?un kendisine karşı delişmen bir rüzgarın saçlarımızı savurduğu Yenikapı sahilinde Filiz, Ben, Pusat ve arkadaşlar topluluk halinde yürümekteyiz. 1990 Aralık ayının puslu, kapanık bir öğleden sonrası. Boşuna söylememiş ozan Ahmed Arif ?Aralık sevmem, çok netameli aydır?. Biraz da anlayışsız öğrenci yurdu görevlilerine içerlemiş olan Can haykırıyor: ?O gün geldiğinde bu ülkenin yoz egemenlerine en ağır devrimci şiddetini uygulayacağız?. Bu defa ben içerliyorum. ?Devrim, asla keyfi ve hukuksuz olmayacak, olanaklı en az acıyla, acının insanlığın gündeminden adım adım kalktığı bir tarihsel dönemi atacak devrimci eylem. Hiçbir insan harcanamaz, en gereksiz insan dahi feda edilmemeli. Her birimiz her an diğer insanların başta yaşama hakkından sonra da esenliğinden sorumluyuz.? Söylediklerim bir sevgi insanı olan Filiz?in özüne değiyor, dokunuyor, hoşnutluğunu elini daha sıkı kavrayarak belli ediyor. Filiz, Filiz içinde bilincinde çın çın öten bu söz bu ad. Yaşamının ve tazeliğin yeşil rengiyle çağrışıyor belleğinde. Dingin huzurlu bir uyku gibi, ebedi barış gibi, her şeyin gelecekte iyi olacağını kesin bir inanç gibi. Devrim de keyfi olamaz, devrimin de bir hukuku olacak. Evet.
O gün ve tüm 20?li yaşlarım boyunca ?Açık Toplum? sözcüğü çağrışımlılık olumlu bir sözcüktü dağarcığımda. Oysa bunları söylediğim o yeniyetmelik yıllarımda ?Açık Toplum? kavramının anlamını bile doğru düzgün bildiğimi söyleyemem. En köktenci eylemlerde dahi herkesin herkese karşı bir adalet duygusunu, değerini konumlanışı gerekliydi naif düşüncem duygum.
İstanbul?un Yenikapı semtine karşı duyumsadığım sevgim, tuhaf bir büyüsü olan Şeyh Galip?in ?Hüsn?ü Aşk? yapıtıyla depreşmiştir. Şeyh Galip?in önceki dergahı Yenikapı Mevlevihanesi idi. Ayrıca Attila İlhan üstadımızın şiirlerindeki dokunaklı Yenikapı imgeleri, depresif günlerimde iki tek attığım ayaküstü meyhaneleri, ağır düş kırıklıklarımı yakıştıran tüm Slav ve Slovak güzellikleri kadın varlığında toplayan Tanya?nın kızıl saçları ve buğulu koyu kahverengi gözleri. 1990?da yaşanan o kapanık Aralık gününden bu yana
20 yıl geçti, köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye?mizde uzun yıllardır ?Açık Toplum? ve ?Demokrasi? kavramları, aydınlanmacı kazanım ve değerlere karşı birer ideolojik savaşım aracı olarak kullanılmakta. ?Açık Toplum? ve ?Demokrasi? kavramları kullanılarak ve ilgili dönemin tarihsel/toplumsal gerçekliği de göz ardı edilerek Cumhuriyete ve Mustafa Kemal?in yüksek kişiliğine insafsızca, vicdansızca saldırılmakta. Sureti haktan ve halktan görünen bu demokrasi çığırtkanı zevatın hiçbir inandırıcılığı yoktur. Bir düşünceyi, değeri içtenlikle savunuyor olmanın açık kanıtı bunun için özveride bulunulmuş olmak, bedel ödemiş olmaktır. Bu ikinci cumhuriyetçi kumpanyaya ve bağlaşığı sonradan türediği badem bıyıklı demokrasi aslanlarına sormak gerekir: Türkiye?de demokrasi mücadelesi adına ne bedel ödediniz? Öyle akşamdan yatıp sabah uyanıp demokrat olunamaz. Bu ülkede ülkücüler bile düşünceleri uğruna sizden çok bedel ödediler. Türkiye?nin demokrasi tarihinde en ağır bedelleri tartışmasız sosyalistler ödemişlerdir. Kim yar kim yutar bu demokrasi aslanlarının demokratlık numaralarını. Hem şampiyonluğunu yaptığınız kavramların, kuralların temel bilgisini dahi vakıf değilsiniz. Eminim pek çoğunuz ?Açık Toplum? kavramını Platon?un, Hegel?in, Marx?ın felsefi bilgeleme uygulayan Karl Popper ?ı bile okumamışsınızdır. Ortada dillerde plesenk olarak dolaşan öteki, ötekileştirme kavramlarını en iyi biçimde işleyen Emmanuel Lévinas ve post yapusalcı düşünürleri iyi çalıştınız mı acaba? Demokrasi kuramına ilişkin onca bilimsel çalışma var. Bu işler yine öyle okumasız, kitapsız, kültürsüz gazetecilerden resepsiyonlarda edinilen üç beş kulaktan dolma lafla olmaz. Ancak yazık ki artık kitle yayın organlarında ve üniversitelerde dahi ağır bir entelektüel erozyon gözlenmekte.
Kavramlar nesnel gerçekliği, olguları açıklamakta kullanılmalı. Yoksa bilincimizde yanılsamalı bir dünya algılaması oluşturmakta değil. Yukarıdaki geniş girişi dil toplum bağlantısında ?Açık Toplum? kavramının toplumsal tarihindeki anlamsal seyrini vermek için yaptım. Kavramlar;, sözcükler, duygu tonları, duygusal çağrışımlar üretirler. ?Açık Toplum? kavramını böyle bir sosyal-psikolojik iklim içerisinde ele alıyorum. Aşağıda Karl Raimund Popper felsefesine ilişkin kısa açıklayıcı kenar notları, eski dilimizde söylersek ?dert kenarlar? bulacaksınız.
Karl Raimund Popper 2. Dünya Savaşı?ndan sonra felsefi, toplumbilimsel ve siyaset bilimsel tartışmalarda kendisine çok yollamalarda bulunulan bir düşünür. Özellikle iki temel yapıtı büyük ilgi uyandırıyor. Bunlar ilkin ?Açık Toplum ve Düşmanları? ( The Open Society and Its Enemies,1944 ) yapıtı ve ikinci olarak ?Tarihselciliğin Sefaleti? ( The Poverty of Historicism, 1944-45 ) yapıtlarıdır. Özellikle bilim felsefesi ve siyaset kuramı açısından pek değerli yapıtlardır bunlar. ?Açık Toplum ve Düşmanları? yapıtının 1. cildi, ?Açık Toplum?un örnek bir düşmanı olarak Platon?u ve Platon felsefesini yerer. Yapıtın 2. cildi ise ?Açık Toplum?un tipik düşmanları saydığı Hegel ve Marx felsefelerini ele alır. Toplumsal gerçekliğin tüm zamanlar için geçerli bir kavramlaştırması, bir bengi kurgulaması olası değildir. Siyasa ve toplumsallığa ilişkin bütüncü ve saltık öngörüler olsa olsa toplumun özgürlük alanlarını daraltır. Dünyada bir yeryüzü cenneti kurmak iddiası, gerçekdışı bir savdır. Tarihin ve toplumun, doğa bilimlerindekine benzer bilimsel yasaları yoktur. Tarih ereksel değildir (teleolojik değildir. Telos eski Grekçe?de amaç, erek demek idi.) Batı düşününde tanrısal istem, seçilmiş ırkın misyonu, tarihsel ve diyalektik tarihin yasaları gibi kavramlar üzerinden tarihe bir erek yüklenmek istenilmiştir. Geleceğe ilişkin mutlak bir öndeyi (prediksiyon) olanaklı değildir. Dolayısıyla tarihselcilik savı güden her türlü öğreti geçerli değildir. Biz insanlar geleceği öngörebilir ve biçimlendirebilir değilizdir. Bilim felsefesi de tarihselciliği yadsımakta/yalanlamaktadır. Bir olgunun bin kere aynı biçimde yaşanması, bin birinci kere de aynı biçimde yaşanacağının kesin güvencesini veremez. Dolayısıyla geçerli ve etkili bilimsel araştırma yöntemi tümevarımdır (indüksiyon). Kapalı bir toplumsal kuramla, devingen toplumsal yaşamın bütün bozukluklarını sağaltma iddiası bilimdışıdır.
Yine Karl Raimund Popper ?a göre devletin görevi her yurttaşının her bir derdini giderme amacı olamaz. Devlet olsa olsa büyük kamusal risklerin önlenmesini yönetmelidir. Toplumsal mutluluğu ise herkes kişisel dünyasında ve yakın çevresinde çabalayarak sağlamaya çalışmalıdır. Devlet kurumu, her türlü kişisel sorunun dert kapısı, dert babası olmamalıdır. Popper ?a göre Platon?unki, Hegel, Marx?ınki gibi büyük boy toplumsal anlatılar, insan özgürlüğünü boğucu nitelikte yapıda anlatılardır. Çünkü mutlak doğrular hiç kimsenin, hiçbir kesimin tekelinde değildir. Daha doğrusu ?mutlak doğru? diye bir şey de yoktur. Popper ?ın felsefesi eleştirel akılcılık ya da akılcı eleştirellik olarak adlandırılmaktadır. Popper ?ın kendisi ustası İmanuel Kant olduğunu, Kant ?tan aldığı feyzle felsefe yazdığını söyler.
Popper ?ın söylemleri bilimsel jargonlarla işlenmiş, felsefe sosuna batırılarak tatlandırılmaya çalışılmış siyasal ve ekonomik liberalizmin bildik söylemleridir. Bildik (laissez faire laissez passer) bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler?ci, mutlak doğrunun bulunmadığı doğrunun daha çok öznel kaynaklı olabileceği vb. gibi söylemlerdir. Genelde ekonomik ve siyasi liberalizm felsefesi özelde ise Popper kuramı pek çok veçhesiyle eleştirilebilir. Şurası açıktır toplumsal ve yönetsel süreçlerin saydamlığının istenmesi yerinde bir gerekliliktir. Hukukun üstünlüğü ve yasalar önünde eşitlik ilkesinin uygulanması ise aklı başında ve toplumcu bir kişinin uygulanmasının en çok isteyeceği normlardır. İdeolojik savaşımda bu yaldızlı sözlerle gözden saklanan ise hep somut yaşamda Plütokrasinin (zenginler iktidarının) ve bir özel mülkiyet düzeninin yaşandığı gerçeğidir. Bireyin kültürel hakları, bireyin dokunulmazlığı konularda mangalda kül bırakmayan azgın liberallerimiz konu bireyin sosyal ve ekonomik haklarına gelince sus pus olup bunları geçiştirmektedirler. Davutpaşa?da, Tuzla tersanelerinde iş kazalarında ölenlerde bireylerdi ama şansızlıkları ?işçi bireyler? olmalarıydı. O yoksul işçileri lütfen ?ötekileştirmeyiniz?. Kısaca söylersek Türkiye?mizde artık ?Açık Toplum? söylemi ?Açık Toplum?un kendisine karşı bir hal almıştır. Kurulu düzenin sözcüleri ?ezber bozmak? sözünü bellediler, ezberlediler. Bu tür bir ?ezber bozma? ancak kafa karışıklığa yarar. Gelin biraz biz sizin ezberinizi soldan bozalım. Ne diyordu Hegel baba ?sav, karşı-sav; olumsuzlama, olumsuzlamanın olumsuzlanması.? Biraz kafanız mı karıştı. Hoçcakalınız!
Saygılarımla.
Yazan: Mert sarı