Ercüment Akdeniz’in Reyhanlı’dan Antep’e, İzmir’den Çağlayan’a kayıt dışı çalışan pek çok Suriyeli işçiyle yapılan röportajları derleyerek oluşturduğu “Suriye Savaşı’nın Gölgesinde Mülteci İşçiler” adlı çalışması; bize işçi sınıfının vatanının olmadığını, kapitalist ülkelerde mültecilerin ucuz iş gücü olarak görüldüğünü, bunun üzerinden ırkçı bir dalga yaratıldığını, Türk, Arap, Kürt, Sünni, Şii fark etmeden bütün emekçilerin tek yumruk olması gerektiğini tekrar anımsatıyor.

15 Mart 2011’de başlayıp Nisan 2011’de ülke geneline yayılan ve Arap Baharı olarak bilinen Orta oğu’daki protest hareketin parçası olarak lanse edilen gösteriler zamanla Suriye’de bir iç savaşa dönüştü. Emperyalist güçler ve onların “sevgili” yardımcılarıyla beslenen bu iç savaştan çok sayıda insan kaçarak komşu ülkelere sığındı. Devlet büyüklerinin “misafir” dediği ancak sayıları gün be gün artan, yabancı kartıyla ülkemizde yaşayan mülteciler Antakya’dan Antep’e, İzmir’den İstanbul’a pek çok büyük şehre gelip yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar. “Savaş mağduru din kardeşlerimize kapılarımızı açıyoruz, onların can güvenliğini sağlıyoruz,” diyen yetkililer işçi sınıfına dâhil olan Suriyelilerin kayıt dışı çalıştırılmasına göz yumup din söylemleriyle ülkesini, evini, eşini, dostunu bırakıp gelmiş insanların üzerinden kendi propagandalarını yaptılar.

Türkiye’ye geldiklerinde cennete kavuşacaklarını düşleyen Suriyeliler ya iş bulamıyor yahut hiçbir hak ve güvencesi olmadan yevmiye usulü, patronun keyfine bağlı olarak asgari ücretin altında maaşlar alarak kayıt dışı çalıştırılıyor, tek göz odalarda, barakalarda, sağlıksız koşullarda barınıyor. Suriyeli oldukları için dışlanıyor, bir örnekten yola çıkan vatandaşımız hepsine dilenci muamelesi yapıyor, devletin kendi vatandaşından ziyade Suriyelilere yardım ettiğini, mülteciler yüzünden ücretlerin düştüğünü belirterek tek derdi ekmek paralarını kazanmak olan insanları ötekileştiriyor.

Ercüment Akdeniz’in “Suriye Savaşı’nın Gölgesinde Mülteci İşçiler” adlı çalışması Reyhanlı’dan Antep’e, İzmir’den Çağlayan’a kayıt dışı çalışan pek çok Suriyeli işçiyle yapılan röportajlardan oluşuyor. Çağlayan’daki merdiven altı işyerlerinde çalışan Ali Ahmad’in, Ahzani’nin söylediklerini okurken Türkiye’nin en büyük adalet sarayının Çağlayan’da açıldığını hatırlayınca derin düşüncelere dalıyor, Ayakkabıcılar Sitesi’nde patrona duyulan öfkenin Suriyelilere yansıtılmasının doğuracağı sonuçları hesaplarken Adana’da, Büyüksaat’te, izbe bir atölyede top veya misket yerine elinde deri parçaları tutan küçük Mohamed’in ağzından çıkan birkaç cümleden dolayı insanlığınızdan utanıyorsunuz. Çünkü “Memleketsiz ve mektepsiz kalmışsa bir çocuk, bilin ki düşleri de çalınmış demektir.” (s. 67)

Israrla “En az üç çocuk yapın,” diyerek sürekli nüfus artışını destekleyen ve Türkiye’yi Avrupa’nın Bangledeş’i haline getirmeye niyetlenen yetkililer Türkiye’de kayıt dışı çalıştırılan Suriyelilerle sermaye çevrelerinin istediği nüfus artışını kısmen de olsa sağlamış bulunuyor. Mülteciler köle gibi çalıştırılarak Türkiye vatandaşı olan işçiye de “İşine gelirse çalış, gelmezse çalışma,” deyip baskı uyguluyor. Zaman zaman çatışmaların yaşanması hep bu baskının yarattığı kör algıdan kaynaklanıyor. Oysa işçi sınıfının vatanı yoktur. Kapitalist ülkelerde mülteciler ucuz iş gücü olarak görülür ve bunun üzerinden ırkçı bir dalga yaratılır. Türk, Arap, Kürt, Sünni, Şii fark etmeden bütün emekçilerin tek yumruk olması gerekliliği aşikârdır.

“Kobane İzmir’in neresine düşer?” Kitapta iki oğlunu IŞID’le yaşanan çatışmada kaybeden, geriye kalan altı çocuğuyla beraber Tepecik’te bir tarafında duvarı bile olmayan bir harabede yaşamlarını sürdürmeye çalışan Dünya Ana’nın anlattıkları bize bu soruyu sorduruyor. “Cuma ailesinin yaşadıkları; Suriye’deki savaştan kaçıp gelen 1,5 milyon mültecinin yaşam özeti gibi. Zira bu öykü barınma, sağlık ve beslenme hakkı kadar insanca yaşama hakkının da nasıl ayaklar altına alındığını gösteriyor. Mülteciler, hükümetin söylediği gibi bu topraklarda mutlu değil. Üstüne üstlük öyle dendiği gibi de çok iyi karşılanmadılar ve “Çağdaş İzmir”de bile hâlâ “öteki” konumundalar.” (s. 101)

Öznur Özkaya
http://ilerihaber.org/ 06-02-2015

KÜNYE: Suriye Savaşı’nın Gölgesinde Mülteci İşçiler, Ercüment Akdeniz, Evrensel Kültür Kitaplığı, Kasım 2014, 155 sayfa.

Previous Story

Austen ailesinin 52 özel mektubu

Next Story

“Kısa Süren Saltanat”: John Steinbeck’in yegâne siyasi hicvi

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ