Küçük Prens gönüldaşlara emanet

Dostluğu yücelten, “aşk, masumiyet, yalnızlık” gibi yetişkin temalarını derinlikle işleyen Küçük Prens, 71 yıldır pek çoğumuzun “hayat kitabı”. Eserin Tomris Uyar ve Cemal Süreya’nın elinden çıkan efsanevi çevirisi yeniden raflarda.

Antoine de Saint-Exupéry, süslü ama istenirse hayli masum tınlayabilen Fransızcayla, 20. yüzyılda yazılan en özel eserlerden biri olan Küçük Prens’i kaleme alalı tam 71 yıl olmuş.

Edebiyatseverlerin her yaşında yeniden ya da başka bir açıdan sevdiği kült novella hâlâ taptaze, hâlâ sıcacık. Sadece en çok yabancı dile çevrilen Fransızca eser olma sıfatını taşımıyor (250’den fazla dile keyifle çevrildi). Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi ve Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi’ni takiben 140 milyonun üzerindeki satış rakamıyla dünyada en çok satılan üçüncü eser olarak listeleri sallıyor.

Kitabı okuyan bilir: İşte yetişkinler böylesine meraklıdır rakamlara. Halbuki, Küçük Prens’i ilk defa eline alan, onun dünyasını ilk defa keşfeden bir çocuk için kendinin dışında kitabı okuyan diğer 139 milyon 999 bin 999 kişinin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan koyunun gülü yiyip yemediğidir. Aslında benim için de önemli olan koyun ve gül. Ama ne yazık ki yetişkin zihnimin kontrolü ele geçirmesine engel olamadığım anlar var. Mesela böylesine mühim, sevilen bir eseri bizzat himayesine alan iki gönüldaş, edebiyat dünyasının ilişkilerinden gözünü alamadığı iki efsanevi “uyumsuz” Tomris Uyar ve Cemal Süreya’nın kitabı birlikte yorumlayışlarını hayal etmek bana başka türlü keyif veriyor. Aklım koyundan da, gülden de gezegeninde üst üste kırk dört günbatımı izleyebilen prensten de uzaklaşıyor.

Tomris Uyar’ın Gündökümü’ndeki şu sözleri novellanın zaaflarını değil, Uyar’ın ince eleştirel ruhunu ortaya koyuyor: “Küçük Prens, kendi türünde biricik kitap olma özelliğini hâlâ taşıyor, ne var ki sevenlerin çokluğu gözümü korkutmuyor değil. Sağcısı, solcusu, orta-yolcusu, hayvanseveri, çevrecisi, feministi, masalcısı, gerçekçisiyle herkesin sevgilisi. Exupéry’in de yarattığı başkişi gibi birdenbire dünyadan uçup gitmesi, efsaneye bir efsane daha katıyor. Edebiyat yapıtlarının kitlelere malolması, sevinilecek bir olay ama bu kadar farklı dünya görüşlerinden, kültürlerden, sınıflardan gelme kişilerce aynı heyecanla kucaklanması, bağra basılması, yazarın anlamsız bir sevgi selinde boğulmasına yol açabiliyor, ortalamayı yakalamak gibi bir beceri çıkıyor ortaya. Exupéry yaşasaydı, eminim, bilmeden bir numara çevirmiş bir hokkabaz gibi şaşkınlığa düşerdi bu beklemediği ilgi karşısında. Oysa kendisi her nabza göre şerbet vermemiş de her nabız bu şerbeti nedense almış. Nedense?”

Exupéry’in romandan çıkardığı sayfalar
İki yıl önce bulunan Saint-Exupéry’in elyazmalarını görse fikri değişir miydi Tomris Uyar’ın merak ediyorum. Özel bir koleksiyonda bulunan yayımlanmamış elyazması sayfaları gözden geçiren yetkililer, Küçük Prens’e politik bir boyut kazandıran özgünlükteki bölümler karşısında şaşkınlıklarını saklayamamışlardı. Bu sayfalar hiç çıkarılmamış olsaydı, Uyar’ın eleştirdiği ortada kalmışlık yerini dönemin ruhunu da uygun bir şekilde savaş karşıtı bir tavra bırakabilirdi.

Olan oldu. Belki yayıncının ricası, belki Antoine de Saint-Exupéry’in otosansürü, bu sayfaları novelladan çekip aldı. Küçük Prens’i çok sevdiği Yahudi asıllı anarşist dostu, yazar ve eleştirmen Léon Werth’e ithaf eden Fransız romancının tavrını fazla da sorgulamaya gerek yok. Ama hayatını, özellikle uçaklara olan sevdasını ve kendi yazdığı romanlardan bir karakter gibi dünyayı terk edişini hatırlamakta var: Tam yüzyıl dönümünde, 1900 yılında Fransa’da doğdu. Bir aristokratın oğluydu. Babasını henüz küçükken yitirdi. 12 yaşında uçaklara olan ilgisi, derslerini ihmal etmesine neden olacak kadar arttı. Evlerinin yanındaki havaalanına gizlice giren küçük Antoine, ilk defa 12 yaşında uçtu. Ancak annesinin ricasıyla pilot olmadı. Kamyon satıcılığı, teknisyenlik gibi işlerle uğraştıktan sonra –ki bu arada yazmaya da başlamıştı- 1926 yılında Toulouse-Dakar arasında posta servisi yapan bir uçağı uçurmaya başlayarak çocukluk tutkusunu hayata geçirme şansı buldu. İlk romanı Güney Postası’nı bu yıllarda yazdı. 35 yaşındayken Küçük Prens’teki pilot gibi uçağı arızalandı ve Tunus’ta çöle zorunlu iniş yaptı. Tam dört gün çölde kurtarılmayı bekledi, ne şanslıydı ki oradan geçmekte olan bir Bedevi tarafından kurtarıldı. İkinci Dünya Savaşı’nın başında Fransa Almanlar tarafından işgal edilince New York’a gitti. Burada yazmaya devam etti; dünya ve savaş üzerine yazdığı iki eseri Dünya ve İnsanlar ile Savaş Pilotu çok beğenildi. Küçük Prens’i, bir yazar olarak sevgiyle kucaklandığı New York’ta, 1943 yılında kaleme aldı. İçindeki naifliği ve umudu, sanki savaş sonrası depresyonuna karşı insanlığa aşılamak istiyordu. Karakter olarak kendini ve bir Moskova yolculuğu sırasında trende gördüğü ve çok etkilendiği küçük bir Polonyalı göçmen çocuğu seçti. Ancak Küçük Prens’i yazmak içini rahatlatmadı. ABD’de sürgünde olmak ve Fransa’nın işgal altında oluşu onu etkiliyordu. Bir yıl sonra ABD ordusuna yazılarak yüzbaşı rütbesiyle Kuzey Afrika’ya göreve gitti. Bir keşif uçuşu sırasında Korsika’dan havalandı, uçağı vuruldu ve Marsilya açıklarında denize düştü.

Uçuş sırasında deneyimlediği sonsuz boşluk duygusu içinde zihnini en sürreal öykülere hazırlayan Antoine de Saint-Exupéry’in gerçekle hayalin tahterevallinin iki ucunda sırayla yükselip alçaldığı novellasının Uyar-Süreya çevirisinin (1981 tarihli ilk basımı hayli zor bulunuyordu) Can Yayınları tarafından yeniden yayımlanacak olması sevindirici. Tomris Uyar’ın mesafeli-eleştirel, gerçekçi-kötümser tavrı ile İkinci Yeni hareketinin kuramcısı Cemal Süreya’nın üst-gerçekçi şiiri, yine tahterevallinin iki ucuna çökmüş belli ki. Ortada bir yerlerde durmayı becerebildikleri anda hemhâl olmuşlar, Küçük Prens’e hak ettiği harika dili sunmuşlar.

Fransızların en pahalı prodüksiyonu
Küçük Prens’in dünyasını yeni keşfedeceklere bir de “hayal-destek-ünitesi” geliyor yıl sonuna. Pek çok kez sinemaya, operaya, tiyatro ve radyo oyunlarına uyarlanan eserin ayrılmaz bir parçası olan Exupéry’in kendi suluboya resimlerinin izinden giden bu kez bir sinemacı: Mark Osborne’un Ekim 2015’te vizyona girecek ve Fransız sinemasının bugüne kadarki en büyük bütçeli işi olan Le Petit Prince uyarlamasının ilk trailer’ı, yeni bir animasyon sineması başyapıtıyla karşı karşıya olduğumuz hissini uyandırıyor. Gişede ne kadar başarı gösterebileceğini Kung Fu Panda serisiyle ortaya koyan yönetmenin dehasının, 71 yıldır insanlığın huzur bulduğu garip gezegenler, âşık usandıran çiçekler, huysuz yetişkinler ve meraklı çocuklardan mürekkep masum dünyayı nasıl yorumladığını görecek olmak heyecanlandırıyor.

ZEYNEP YOSUN AKVERDİ
02.01.2015 http://kitap.radikal.com.tr/

KÜÇÜK PRENS
Antoine de Saint-Exupéry
Çeviren: Tomris Uyar, Cemal Süreya
Can Yayınları
2015, 112 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir