Kürt Şiiri Antolojisi – Antolojiya Helbesta Kurdî – Selim Temo

Kürt Şiiri Antolojisi, binlerce yıllık bir şiir serüveninin en büyük fotoğrafıdır. Yalnızca yok sayılanı değil, yok sanılanı da ortaya çıkaran, geniş bir coğrafyaya yayılmış Kürtçe?nin edebî servetine odaklanan bir çalışma. 293 şairin, 520 şiirini Türkçe çevirisiyle birlikte sunan bu antoloji, yalnızca güncele değil, tarihsele de ışık tutacak bilgi ve belgeler içeriyor.
Kürt Şiiri Antolojisi, hem Kürtçe ve Kürt edebiyatıyla, hem de genel olarak klasik Doğu edebiyatıyla ilgili genelgeçer belirlemeleri tartışmaya açan ve tartışılır kılan bir kitap. Kürt şiirinin tarih içinde geçirdiği aşamalar ile Kürt şairlerinin değişen sosyolojik-sınıfsal profillerini ortaya seren bu kitap, büyük mesnevilerden en eski cem şiirlerine, mevlitlerden öncü şiirlere, tekke ve saray edebiyatının önemli şiirlerinden Batınî mezheplerin kodlanmış şiirlerine ve kozmogoniye ilişkin şiirlerden çağdaş şiire açılan geniş bir edebî pencere.

Dilî şad ez dilî zareş xeber nî
Selametrû zi bîmareş xeber nî
Ne teqsîrî te în resmî qedîm e
azad ez giriftareş xeber nî
***
Mutlu gönlün garip gönülden haberi olmaz
Sağlıklı olanın hastadan haberi olmaz
Senin kusurun değil, kadim bir resimdir bu
Hür olan kişinin köleden haberi olmaz
Baba Tahir – Baba Tahirê Uryan (935/938-1010)

*İnan Kızılkaya’nın 04/10/2007 tarihli evrensel.net’te çıkan “Kürt şiiri antolojisi bir başlangıç” adlı yazısı
“Kürtçe şiirin ilk antolojisini hazırlayan Selim Temo, Kürt edebiyatı üzerine birçok çalışmanın sırada olduğunu söylüyor.
Kürt edebiyatı ilk defa bir şiir antolojisine kavuştu. Şair ve yazar Selim Temo?nun beş yıllık yoğun bir çalışmanın ardından hazırladığı ?Kürt Şiir Antolojisi? Agora Yayınevi tarafından iki cilt halinde yayınlandı. 1200 yıllık Kürt şiir tarihinin birikimini ortaya koyan eser, 293 şairin 520 şiirini içeriyor. 1600 sayfalık antolojide, şiirlerin Kürtçe asıllarıyla birlikte Türkçe çevirileri de yer alıyor. Kürtçenin bütün lehçelerinde yazan şairlerin kısa özgeçmişlerine de yer verildiği antolojide, ilk cilt 20. yüzyılın başına kadar olan dönemi, ikinci cilt ise son yüzyılda yaşamış şairleri kapsıyor. Bu kapsamlı antolojiyi hazırlayan Temo ile proje aşamasından Kürt uluslaşmasına, yazılı ve sözlü Kürt kültürüne, Kürt kadın şairlerden Ahmede Xane?ye değin söyleştik.

Antoloji fikri nasıl oluştu?
Antoloji hazırlama fikri, hocam Prof. Talât Halman?a aittir. Kendisi, Kemal Varol?la bana, bir güldeste hazırlamamızın iyi olacağını söylemişti. Ancak süreç içinde güldestenin yetersiz kalacağını düşünmeye başladım. Çalışma giderek genişledi ve ilk haliyle çıktı. İlk hali diyorum, çünkü bu şiir üzerine çalışmaya devam ediyorum. En geniş çalışmayı yapmama rağmen, külliyatın küçük bir bölümüne ulaştım. Aslında bir amaçtan çok, bir sonuçtan söz edebilirim. 1200-1300 yıllık şiirlerin bugüne kalabilmiş olması ve bir başvuru kaynağı belgelenmesi önemliydi. İlginin oluşması belki paradigma değişimine yol açabilir.

Size göre Kürt şiirinde belirgin temalar nelerdir? Tarih içinde hangi temalar öne çıktı ve nasıl dönüştü?
Aslında bu tür soruları biraz geçiştiriyorum. Nedeni, ilerideki çalışmalarıma girecek belirlemeleri kıskançlıkla saklamamdır belki. Ama tabii giriş yazısında da sözünü ettiğim gibi kimlik vurgusu çok belirgin. Yine doğa ve aşırılığı anmak lazım. Siyaset, karşı çıkış, ret gibi temaları da anmalı. Bunların yanında bilgelik, tasavvuf, aşk ve maharet gösterme gibi özellikler de seçilebiliyor. İnsana ilişkin her durum, doğal olarak Kürt şairlerinin de ilgisini çekmiş. Modern dönem şairlerinde ise, modern dönemde yaşanan korkunç trajedilerin, travmaların izlerini görmek mümkün.

Kürt şiirinin geçmişi ve geleneği ile bugünkü şiir arasında ne gibi bağlardan söz edilebilir?
Kürt şiiri geçmişinden koparılmış bir şiirdir. Pek çok şair geleneğin farkında bile değil. Tek tek bugünkü ülkeler üzerinden gitmek gerekiyor sanırım. Her bir parçanın kendine özgü özelliklerinden söz edilebilir. İran?da yazılan şiir, kendine yeten bir şiirdir, diye düşünüyorum. Bunda, uzun süre yaşayan devletler kurmalarının etkisi vardır. Diğer parçalardaki gibi Batılılaşma travması yaşamıyorlar. En başta kullandıkları alfabe sayesinde gelenekle ilişkileri güçlü. Irak?ta ise, en yaygın şey, savaşım. Savaş ve savaşım, uzun süre şiire soluk aldırmayacak kadar yaygındı. Iraklı Kürtlerden hayatının bir döneminde pêşmergelik yapmayan şair yok gibi. Suriye?de bir Hawar bakiyesinden, bu ekolün halen yaşayan şairlerinden söz edilebilir. Ancak genç şairlere poetik anlamda etkilerinden söz etmek güç. Suriyeli şairlerden Ehmed Huseynî?nin, bütün genç kuşaklar üzerinde ciddi bir etkisi var. Eski Sovyetlerdeki şairlerde ise folklor söylemi çok yaygın. Bu anlamda şiire yeni olanaklar açan bir isimden söz etmek güç. Türkiye?deki Kürt şairlerinde ise, öbürlerinden farklı olan şeyin kimlik travması olduğunu düşünüyorum. Aidiyetleriyle ilgili travmatik bir algıları var.

Türkiye?de gelişen Kürt uluslaşması, Kürt dilinin yerleşmesi için ne tür olanaklar yaratabilir? Hem devletin, hem de Kürtlerin atması gereken adımlar nelerdir?
Sorduğunuz sorular, daha çok siyasi alanla ilgili. ?Uzmanlaşma?dan yana değilim, ama bazı alanların birbirinden ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Yani, benim gibi sıradan bir edebiyat tarihçisinin Kürtlere ve devlete verecek aklının olmadığını düşünüyorum. Şöyle düşünelim, bir Rus şiiri antolojisi söz konusu olsaydı, hazırlayıcıya siyasi konular sorulmaz ve siyasetle ilgili fikri alınmazdı. Tanzimat aydını tipinin siyaset ve kültür hayatından çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu aydın, her şeyi bilir, her şey hakkında bir fikri vardır. Bu doğru değil, gerekli de değil. Benim ufkum edebiyatla sınırlı. Kawa Nemir, ?Helbestkar welat afirand, welêt bêbextî kir? (Şair vatanı yarattı, vatansa ihanet etti ona) der. Edebiyatçı bir dili yaratır, dil ise bir ulusu. Bu anlamda şiirin içinden bakıldığında, uluslaşma sürecinde iki farklı yönelim olduğu görülür: Birincisi bu sürece hizmet ediyor, ikincisi ise sürecin her şeyi kendinde toplamasına karşı.

Antolojinin önsözünde Ehmedê Xanî?ye yönelik bir eleştiriniz var, biraz açar mısınız?
Eleştirim Ehmedê Xanî?ye değil, onu ve eserini yorumlama biçimine. Yani onu ve eserini içinde yeşerdiği edebî gelenekten, klasik edebiyatın birtakım özelliklerinden soyutlarsanız, her şeyi söyleyebilirsiniz, ama pek azı doğru olur. Mesela Kürtçe yazma gerekçesinin geleneğe gönderme olduğunu söylüyorum. Zamanın moda dilleriyle yazmayan şairler, anadillerini överler. Türkçeden de Âşık Paşa?yı örnekliyorum. Bir şairin kendini öne çıkarmak için söylediği bir sözü ya da hamisine yönelik övgülerini gerçek ?bilgi? sayarsak, yanlış bir değerlendirme yapmamız kaçınılmaz olur.

Önsözde Kürt edebiyatının sözlü geleneğe yaslandığı kabulüne de karşı çıkıyorsunuz…
Ziya Gökalp, ?gelişmiş milletlerin kültürü, ilkel kavimlerin folkloru vardır? der. Kürt kültür yazımı da tarih yazımı gibi reaksiyonerdir. Egemenler zengin bir edebiyat ve kültürden mi söz ediyor, Kürtler de kendileri için tam tersini söylerler. Tabii bunda, belli başlı eserlerin yasaklanması, hatta yok edilmesi de bir etken olarak anılabilir. Yine olgunun siyasi, sosyolojik, tarihsel boyutları da var. Ancak günümüzde bu eserlere ulaşabiliyoruz artık. Kürt coğrafyası son yüzyıllık süreçte ilk kez bugünkü kadar birbirine yaklaştı. Yeterli olmamasına karşın pek çok kitap yayımlanıyor. İnternet sayesinde en uzak insanlarla diyalog kurmak mümkün. Sürgün pratiği Kürt edebiyatçılarını kendi ülkelerinin binlerce kilometre uzağında bir araya getirdi. Birbirlerinin serüvenlerini öğrendiler. Kürt dilinin lehçeleri birbirine hızla yaklaşıyor. Aslında 1990?lı yılların başında zikredilen Rönesans gerçekleşmeye başladı. Sözlü gelenek ise, Kürt iktidarlarının, devletlerinin, mirliklerinin yıkılmasından sonra öne çıkmıştır. Tabii, bütün Batı dışı uluslaşmalarda halk kültürünün yüceltilmesi söz konusu. Batı uluslaşmalarının sınıfsal boyutları da var. Batı dışı uluslaşmalarda ise, folklorun yüceltilmesi, ?yerelliği seferber etmek? düşüncesine dayanıyor. Aynı şeyi Türk uluslaşmasında da görüyoruz. 1900?lerin başından günümüze, bu etkenin edebiyattaki izini sürmek mümkün. Geleneğin, klasik şiir geleneğinin reddi, Kemalist modernleşmenin Osmanlıdan farklı bir kök arayışına bağlanabilir. Ancak Kürt uluslaşmasında da bir ret söz konusu. Kemalist modernleşmeden farkı, geleneği hiç bilmeden reddetmesidir.

Son olarak, antoloji hazırlık sürecinde ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
En başta, pek çok Kürt aydınının kütüphanesini kapatmasını anmalıyım. Bürosunda dergi tıpkıbasımlarını okuduğum insanlar oldu, bir hafta incelememi bırakın, fotokopi yapmama bile izin vermediler. Pek çok insan, topluma sunması gereken yazılı belgeleri kendi mülkü gibi saklıyor. Aynı aymazlık, evlerinde dedelerinin, büyüklerinin divanlarını saklayan insanlarda da vardı. Tabii sonuncusu sadece aymazlık değil. İnsanlar hâlâ korkuyorlar. Yüzyıllardır sakladıkları kitapların yok edilmesinden, yok olmasından korkuyorlar. Darbe dönemlerinde çok değerli elyazmalarını yok eden insanlar var. Ancak, özellikle antoloji çıktıktan sonra, evlerindeki divanları fotokopi yaptırıp gönderen insanlar ortaya çıkmaya başladı. Bunlar, edebiyat açısından altın değerinde kitaplar. Bu daha başlangıç. Şiir yıllıkları hazırlayacağız

Kürt şiiri üzerinde çalışmaya devam etme düşüncesi, antolojiyi genişletmekle mi sınırlı?
Hayır, birkaç düşüncem daha var. Öncelikle ilki 2009?da çıkacak olan şiir yıllıklarına başlayacağım. Bu şekilde dünyanın her tarafındaki Kürt edebiyatı dergilerini buluşturmayı planlıyorum. Tabii yıllıklarda söz konusu yıldaki şiire ilişkin gelişmeler, çeviriler, kitaplar da zikredilecek. Bu şekilde sonraya bir birikim de bırakılmış olacak. Yıllıklar Kurmancî olacak, ama tabii bütün lehçelerden de şiirler olacak. Tek tek her şairin serüvenini takip edeceğim. Bir de Kürt yazarları sözlüğü hazırlığım devam ediyor. Ek olarak Kürt şiiri tarihine yönelik bir çalışma yapmayı düşünüyorum. Lehçeler arası farklılıkları birbirine yaklaştıran bir de sözlükçe hazırlama düşüncem var.

Bütün bunların gerçekleşmesi durumunda anadilinize borcunuzu da ödemiş olacaksınız…
Bir borç ödeme olarak düşünmüyorum. Bir edebiyat tarihçisinin aşka çok fazla benzeyen heyecanı olarak tanımlıyorum. Bu dili, bu dilin lehçelerini biraz bilmek, akademik açıdan bir avantaj, o kadar. Bu anlamda Kürt şiiri, benim için bir araştırma nesnesi. Onunla arama doğru ve yeterli bir mesafe koymam gerekiyor. Edebiyatlar, yükselmek için yöntembilimsel çalışmalara ihtiyaç duyarlar. Benim nesnem fazlasıyla dağınık. Onu toparlamak, bir araya getirmek, görünür kılmak, belki başka dillerde de yankılandırmak gerekiyor. Edebiyata hizmet etmek, edebiyat yapmaktan daha anlamlı geliyor. Kürtçenin kadınları…

Kürt şiirinde kadın şairlerin olması da oldukça şaşırtıcı. Yazmaya devam eden genç kadın şairler de var….
13. yüzyıla değin, özellikle Yarsancı kadın şairlerin belli bir ağırlıkları var, nicel olarak da öyle. Ancak Sünni İslamın yükselişi ve yaygınlaşmasıyla kadın şairler yok oluyorlar adeta. Son olarak, 19. yüzyılda yaşayan ve Doğu?nun ilk kadın tarihçilerinden olan Mestûre Kurdistanî?yi anmak lazım. Sonrasında ise, özellikle Jîn dergisinde, Hawar ve Gelawêj?de birkaç kadın şairle karşılaşıyoruz, ancak hayatları hakkında pek bir şey bilinmiyor. Nihayet 1990?lı yıllarda Kürt siyasetlerinin de modernleşmesiyle kadınların toplum içinde olduğu gibi şiirde de etkinlikleri artıyor. Sebrîya Hekarî, Nezîre Ehmed, Hêvî Berwarî, Kejal Ehmed, Bêrî Bihar, Xelat Ehmed, Bêwar Brahîm, Fatma Savcı, Jana Seyda, Yıldız Çakar, Gulîzer. Tabii Xurşîd Xanima Dawaşî, Fatma Bozarslan, Jîla Huseynî gibi son yüzyılda yaşamış, ama şimdi aramızda olmayan şairler de var. Yine özgeçmişlerini bulamadığım Venus Faîq, Çoman Hardî, Kulsum Osmanpûr, Selwa Gulî gibi şairler var. Toplumun geleneksel değerlerine hemen hepsinin karşı çıkmasından söz edilebilir.

**Söyleşiyi Yapan: Sema Aslan – Kaynak: http://www.selimtemo.com/semaaslan.html
Belki de pek çok okur, bir antoloji oluşturacak kadar çok şiir olduğunu bile düşünmemiştir Kürt edebiyatında. Nasıl bir fikirle bu antolojiyi oluşturmaya başladınız?

Giriş yazısında da belirttiğim gibi, antolojiyi hazırlama fikri, değerli hocam Talât Halman?a aittir. Doğrusu, ben de başladığımda yüz kadar şairden yüz kadar şiirlik bir güldeste yapabileceğimi düşünmüştüm; bu şiirin ortalama bir okuru ve şairiydim. Ancak merakımı kışkırtan o kadar çok özellik belirdi ki, mutlu bir kaşif olarak bu şiirin fizikî coğrafyasında dolaşırken, olağanüstü bir edebî servetle karşılaştım. En geniş çalışmayı yapmama karşın, hâlâ şiirlerini ya da özgeçmişlerini bulamadığım 487 şairin peşindeyim. Kitabı beş yıl sonra, beş cilde çıkarmayı planlıyorum, yoksa içim rahat etmeyecek.

Kitabı incelerken özellikle merak ettim: Bunca geniş bir tarih aralığı, bunca geniş bir coğrafya ve bunca şair. Bir arkeolog gibi çalışmış olmalısınız. Nasıl ulaştınız bu isimlere, bu şiirlere?

Sri Lanka?dan Mısır?a, Sibirya?dan Madagaskar?a Kürtçe şiirler yazılmış. Bazı şairler kendi mezheplerini yayma ya da sürgün gibi nedenlerle buralara gittiklerinde Kürtçe şiirler yazmışlar. Bunlar, icat ettiğim değil, keşfettiğim şeyler tabii. Dolayısıyla çeşitli kitaplarda, yazılarda, dipnotlarda vardılar zaten. Bazı kitapların izini sürdüm, dört-beş yıl aradığım kitaplar oldu. Dostlarım vardı, ismi bende mahfuz dostlarım; Tahran?da hocalarının kütüphanelerinden rica minnet adlarına imzalanmış kitapları alan, Londra?da yasak olmasına karşın aradığım kitabı fotokopi yaptırıp gönderen. Yine belli yayınevleri ve dergilerin karşılıksız katkılarını anmalıyım. Kürdî diller hemen her yerde yasaklandı. Kitaplar, yazılı eserler yok edildi. Ama özellikle Batınî mezheplerin, dergâhların, tarikatların temel kitapları koruduklarını fark ettim. Gizlice alıp, fotokopi yaptırıp yerine bıraktığım kitaplar bile oldu. Yani aslında arkeologdan çok bir tür dedektif gibi çalıştım.

Biz Kürt edebiyatını sözlü geleneğe yaslanan bir edebiyat olarak biliyorduk. Siz giriş yazınızda bunu eleştiriyorsunuz; biraz açar mısınız?

Kürtçenin asıl yazılı edebiyatının zengin olduğunu ileri sürüyorum. Yazılı kültür, gelişkin bir toplumsal yapıyı gerektirir. Pek çok veri var; sözgelimi Katip Çelebi, bütün Osmanlı coğrafyasında felsefe ve doğa bilimleri öğretilen tek bölgenin ?Beled-i Ekrad? (Kürtlerin Ülkesi) olduğunu söylüyor. Molla Câmî gibi dev bir şair, şöhretinin doruğundayken Mehabad?daki Medresa Sor?a (Kızıl Medrese) giderek ilimdeki eksikliklerini tamamlıyor. Tabii özellikle klasik şiirin saray bağlamı, iktidar bağlamı da var. Antolojide hâmilerine şiirler yazan pek çok şairle karşılaşılacaktır. Bu şairler devlet ya da mîrlik saraylarında gözetiliyorlardı. Divan katipliği gibi memuriyetleri vardı. Ancak modern dönemde bu iktidarlar yıkılıyor ve sözlü kültür öne çıkıyor.

Çalışmanızda çok ilginç sonuçlar var. Mesela, kadın şairlerin sayısının iki dönemde çok yoğunlaştığını, fakat aradaki dönemde bir sessizliğin hüküm sürdüğünü belirtmişsiniz. Sizi de şaşırtan, bu çalışmanın sunduğu derli toplu bilgilerle ulaşabildiğiniz başka sonuçlar oldu mu?

Bütün ilgimi şiirlere yoğunlaştırmama rağmen, klasik dönemdeki şairlerin çok uzun ömürler yaşamaları, modern dönemdeki şairlerin ise, çok kısa ömürler yaşamaları dikkatimi çekmişti. Öldürülen çok sayıda şair var, idam edilen, bombalı paketle yok edilen, akıbeti bilinmeyen, işkenceyle öldürülen çok fazla şair var. Hayatında işkence ya da siyasi mücadele olmayan şair yok denecek kadar az. Üstelik edebî bir mirasın oluşmasının önü kesildiği için kendi geleneklerini bilen de yok pek. Arada hep bir bilim insanı-araştırma nesnesi mesafesini gözettim, ama çok etkilendim o hayatlardan.

Bu kadar yerleşmiş kanılar karşısında, hemen hepsini çürüten bir çalışma yapmak nasıl bir duygu?

Gerçekten çok fazla yerleşmiş kanı var. Kitabımın önüne geçmek istemem, ama ben bir edebiyat tarihçisiyim. Bir edebiyat tarihçisinin de arayıp da bulamayacağı şey, bunca yanlışı barındıran bilgileri tartışmaya açmak olur herhalde. Bu yüzden ?sadece yok sayılanı değil, yok sanılanı da ortaya çıkaran çalışma? dedik.

Bu söyleşi, Milliyet gazetesi tarafından sitede görülen haliyle yayımlanmıştır. Söyleşinin orijinalini de sunmanın yararlı olacağını düşündük.

*** Söyleşiyi Yapan: Ceyhun Tuna – http://www.selimtemo.com/ceyhuntuna.html
Hazırladığınız Kürt Şiiri Antolojisi?nde dikkatimi çeken özelliklerin başında, klasik dönem şairleri ile bazı modern dönem şairlerinin metinlerindeki aşırı dinî duyarlık geliyor. Bu noktada Kürt şiirine, yazıldığı dönemin sosyal dokusunu önemsemeden yönelen bir bakış, bu durumu yadırgayabilir diye düşünüyorum. Kürt şiiri üzerinde etkisi bulunan dinler ve/veya çeşitli doktrinler şairleri, dolayısıyla şiirleri etkilemiş. Sizce bunun Kürt şiiri adına bir dezavantaj olduğu düşünülebilir mi?

Tabii klasik şiir yorumları, çeşitli bağlamları göz önünde tutmak zorunda. Yoksa gerçekten anakronik yorumlara gitme tehlikesi var. Klasik şairlerin dinle, mezheplerle ilişkileri ve angajmanları da önemli. Kürt şairlerinde din ve mezhep kurucularının da manzum akideler yazdıklarını görüyoruz. Bu anlamda Yarsancılığın kurucusu Balûlî Dana, Yezidiliğin kurucusu sayılan Şêx Adî (aslında bunun sonradan atfedildiğini söyleyebiliriz, nitekim Sünni inanca bağlıdır ve akide de yazmıştır) gibi şairleri hatırlamakta fayda var. Yine Elî Herîrî, Ehmedê Xanî, Şêx Şemseddînê Qutbê Exlatî gibi isimler ise, Kadirî-Nakşî geleneğe bağlı olmaları itibariyle, birer alim ve şeyh aslında.

Doğal olarak bu şiir, türlü toplumsal gerçekliklerle ilişkili. Bazı şairlerin memurluk gibi, diplomatlık gibi, divan katipliği gibi işleri de var. Elbette bütün bu bağlamları göz önünde tutmak lazım. Öte yandan dünyevî alan da söz konusu. Sözgelimi Evdilsemedê Babek?in ?bahariye?si, bu noktada önemli. Doğa betimlemeleri öne çıkıyor bu şiirde, yaşama sevinci ve pişmanlık tabii. Unutmayalım ki klasik şair, hemen hemen ne anlatırsa anlatsın, anlatıcıyı bir ?mutsuz? olarak kurgular.

Şiirlerin konuştuğumuz çerçevedeki toplumsal bağlamlarını ya dipnotlarla ya da özgeçmişler bölümünde veriyorum. Bütün bunlar, daha sağlıklı veriler üzerinden biçimlenen yorum imkânları için düşünüldü. Bu yüzden şiirleri seçerken, anlatı tekniklerine de değinmekten kendimi alamadım. Bu, mümkün olan her yorumu kendi yapmak anlamına gelmiyor. Ama 313 yıldır var olan Mem û Zîn gibi üzerinde çok fazla çalışılmış bir metnin, özellikle son bölümünün hâlâ anlatı tekniği açısından ele alınmamış olmasını anlamak güç. Edebî eleştiri açısından bakıldığında burada 3 tür anlatıcıyla karşılaşılıyor. Bir kalem, bir ben-anlatıcı, bir de şairin kendisi. Üçü de söz alıyorlar bu bölümde ve her biri başka bir açıdan bakıyor, Rashamon filmi gibi. Elbette bu tür özelliklerin genel olarak klasik Doğu şiiri geleneğine bağlanan yönleri var. Ancak ?biricik? diye tanımlayabileceğimiz özellikler olduğu da ortada.

Bütün bu özelliklerin elbette toplumsal gerçeklikle, dinle, doktrinlerle ilişkisi var. Ancak ben her metin gibi bu metinlere de yakın gözlükle bakıyorum. Bunu yaparken avantaj-dezavantaj noktasından değil, mevcut olanı gelenek-farklılık noktasından değerlendiriyorum. Ortaya çıkardığım şey, neredeyse bütün referansları alaşağı eden bir çalışma. Huysuz bir akademisyen ya da anahtarı elinde tutan banka memuru gibi davranma ucuzluğuna düşmeden farklı yorumlar için veriler sıralıyorum. Bu anlamda, bir tür ?tabula rasa? koşulu çıkıyor ortaya. İçinde Kürt sözcüğü geçen her bağlamı politik çerçeveye çekme ?yeteneği? var, ama bunların öncelikle birer şiir olduğunu unutmamak lazım.

Ben de tam sözünü ettiğiniz “biriciklik” noktasından bakarak sorgulamaya çalışmıştım bu durumu; zira bugünün modern şairlerinde bile sanat dışında yaptığı işin, mesleğin jargonunu şiirinde kullananlar mevcut. Burada tıp terimleriyle dolu bir şiirin yazarının doktor olmasının, okurun metne yaklaşımını ne ölçüde etkileyebileceğiyle değil; bir dilin şiirinin başlangıç ve ilerleyen aşamalarında neredeyse bir kast oluşturacak denli dinsel bir yoğunlukta olmasının alımlayanını irkiltebileceğiyle ilgilendim. Elbette diğer dillerin şiirinde de benzeri durumlar var, fakat Kürt şiirinde biraz fazlaca var gibi. Neyse ki enformasyon noktasında bir sorunumuz yok artık; bu antolojiyi sebepleriyle-sonuçlarıyla bu olguyu açımlayabilmiş düzeyde hazırlamışsınız.

Borges?in bir öyküsü vardır, iki ressamı anlatır ve resimle ilgili teknik kavramları kullanırken sık sık ?mesleki jargon için özür dilerim? der. ?Yürek? sözcüğünü mesleği kasaplık olan bir şairle devrimciliğinden dolayı hapse tıkılan bir şairin farklı anlamlarda kullanacakları açıktır. Gerçekten de şiir için, mesleki jargon bir tehlike olarak öne çıkıyor. Elbette şiir olamayacak pek az sözcük vardır, ama böyle bir tehlike de var. Özellikle klasik şairlerin dinsel metinlere, büyük anlatılara, tasavvufa yaptıkları pek çok gönderme var. Burada bir sorun yok tabii. Çünkü bu şiirin o zaman da bir alımlayıcısı vardı ve göndermeleri, özel sözcükleri, imaları çeşitli düzeylerde alan ve anlayan bir okur söz konusuydu.

Dinsel öğeler ve göndermeler kümesi bilindiğinde, şiirin pek bir şey kaybetmediği görülebilir. Ancak bunun modern şiire taşınması ya da belli bir doğrultu yaratmış olması yorumlanabilir tabii. Yine de modern dönemde tekrarlanan özelliklerin içeriğinin farklı olduğunu, şiirin bağlamı içinde yeni ve farklı bir yere yerleştiğini düşünüyorum. Bu anlamda belki metin-merkezli bir yorumdan okur-merkezli bir yoruma geçiliyordur. Tanıdığımız formları mı arıyoruz orada? Bu şiirin yabancılığı karşısında tanıdığımız formlar üzerinden mi bir yoruma gidiyoruz?

Yanlış hatırlamıyorsam on kadar mevlit metnine yer verdim antolojide. Seçimlerimde elbette belli bir ayıklama ve seçme edimi olarak yüksek bir estetik algıyla hareket etmeye çalıştım. Ancak bir itiraf değilse bile, bir kuşkuyu paylaşabilirim. Benim beynim hâlâ mevlit sesiyle, nazmıyla dolu. Melayê Bateyî?nin, Xasî?nin ya da Süleyman Çelebi?nin mevlitleri hemen her zaman yakınımda olur. Halen bile mevlitler yazılıyor. Özellikle Kirmanckîde (Zazaca) 2000?den sonra yazılan iki mevlit var. Yine Kurmancîde biri 1963?te yazılmış, ki antolojide yer almıyor, öbürü ise, yine 2000?den sonra yazılmış olan mevlitler söz konusu. Hepsini değil, ama birkaçını göz ardı edemezdim. Özellikle Kirmanckîde 3 mevlit kullandım, yeni olan iki mevlidi ise, bulmama karşın kullanmadım. Çünkü bu lehçede şiirin geldiği noktayı bulan şiirler de yazılıyor ve doğru bir temsiliyet için bu şiirleri öne çıkarmam gerekiyordu.

Antoloji üzerinden modern Kürt şiirine baktığımızda, klasiklerin etkisinin günümüzün en gençlerinde bile, modernliğin getirdiği ölçütlerin yanı sıra sürmekte olduğunu görüyoruz. Metinler üzerinden konuşursak Kürt şiirinde büyük çaplı bir kopuş yaşanmamış gibi görünüyor. Yaşanmışsa bile eskiden gelen bir ses duymak güç olmuyor günümüz Kürt şiirinde. Bu şiirleri çevirirken aynı zamanda metinler üzerinde dönemsel bir incelemede de bulunduğunuz için bu konuda daha doğru tespitlerde bulunacağınızı düşünüyorum.

Tabii klasik şiiri devam ettiren isimler de var. Özellikle gelenekten, Kürt dili ve edebiyatının ?akademi?si olarak tanımladığım medreseden gelen isimleri anmalı. Ancak geleneği çok iyi biçimde bildiklerinden kuşkuluyum. Daha çok yirminci yüzyılda geleneği ulusal ve evrensel öğelerle donatan isimlerden etkilendiklerini düşünüyorum. Çünkü klasikler hemen her yerde yasaklanmıştı. Bunların bir bölümü yeni yeni ortaya çıkıyor. Bazı divanları buldum çalışma sürecinde. Bazı divanlar kitaba yetişmedi, bazısının izini bile bulamadım. Tabii ellerinde çok büyük arşiv bulunduran isimler var, bir bölümüyle ne yazık ki yenilerde iletişim kurabildim. Kürt şiirinde gelenekten kopuş konusunda üç yönelimden söz edilebilir: Birinci olarak, geleneğin kendi dönüşümü var. Sadeleşme, dünyevîleşme ya da klasik şiirdeki özelliklerin yerini ulusçu ve devrimci kodlara bırakması durumu var. İkinci olarak, dünya şiiriyle tanışma ile birlikte biçim ve içerikte bir değişim gerçekleşiyor. Gerçi Kürt şiirinde özgül bir durum da var. Düşünsel anlamda da, biçimsel anlamında da, içerik açısından da, Batı şiirini tanımadan gerçekleşen dönüşümler söz konusu. Üçüncü olarak, 1970?li yıllarda, ?Tevgera Tuwange? ile birlikte avant-garde akım hız kazanıyor. Ancak ?Tevgera Tuwange?, Soranî içinde ortaya çıkıp yaygınlaşan bir akım. Kurmancî ve Kirmanckî şairleri ise, sürgün pratiği sayesinde bu yenilikle tanışıyorlar.

Kimi Kürt şairlerinde, eskiden gelen dilsel şatafatın yanı sıra, en zorlu yaşama biçiminin bile metne aşırı naif bir yansımasını görmek mümkün olabiliyor. Bu elbette şiirin doğasından, şairin üslûbundan vs. kaynaklanıyor. Ancak kendini alttan alta sezdiren bir sadelik eğilimi var gibi. Genç şairlerden Osman Mehmed?in ?Qiyameta Din? (Öteki Kıyamet) adlı şiirinin son dizeleri örneklenebilir: ?sayî me û ji zû ve ketime rê / ji bo windabûn û mirinê? (duruyum ben ve nicedir yoldayım / kaybolmak ve ölmek için). Oysa toplumsal yaşam, siyasi süreçler, coğrafi etkenler vs. düşünüldüğünde böyle birkaç örneğin bile çok geldiği bir şiir hayal ediyor insan. Bu noktada, bir okur olarak yanılgı payımı da saklı tutuyorum; ancak bu şiirlerin çevirmeninin konuyu açımlamasıyla bu bakımdan daha sağlıklı bir okumaya da geçebilmeyi arzuluyorum.

Dikkatiniz çok yerinde. Bir sadeleşme eğilimi var. Verdiğiniz örnek de, son dönemde şiir üzerinde en çok düşünen parlak şairlerden birine ait. Ancak duyarlık anlamında, bu kadar korkunç bir trajedi içinde şekillenen şairlerin naif olmaları şaşırtıcı gerçekten. Belki toplumsal anlamda trajediye karşı çıkışın araçlarının benzer biçimde ?sert ve ölümcül? olmasından, daha açık deyişle ?silahlı? olmasından kaynaklanıyordur. Şiir, bir tür ?nezaket? olarak mı kurgulanıyor? Uzlaşımsal mı bu şiir, belli bir estetik ideal, yine daha açık deyimle, rindane hava içinde mi algılanıyor? Gerçekten çok can alıcı bir soru. Ama Osman Mehmed?in ?Heyva li Kavilan? (Yıkıklardaki Ay) şiiri de vardır. Çevirip antolojiye almadım, çünkü çok uzun bir şiirdi ve parlak genç şairlerden genellikle üçer şiir alıyordum. O şiirde işte, sözünü ettiğiniz gerçekliğin göz alıcı biçimde şiirleştirildiği görülecektir. Öte yandan Kürt şiiri üstündeki toplumsal durum yükünü de atıyor. Bu, Kürt toplumunun haklarına çeşitli düzeylerde ulaşmasından kaynaklanıyor olabilir. Bütün olumsuzluklarına karşın sürgün pratiği de büyük bir birikim yarattı. Hem birbirlerinin şiirini, hem de dünya şiirini tanımaya başladılar. Başka dillerde yazanların da büyük başarıları var. Sözgelimi bu yılki Mallarmé Ödülü?nü, Şeyhmus Dağtekin aldı. Ehmed Huseynî gibi isimler, sözünü ettiğiniz toplumsal gerçekliği şiirin araçlarıyla taşıyor diye düşünüyorum. Bunu yaparken, dünya şiirinin geldiği yeri biliyor, Kürt şiirinin iki (halk ve klasik) damarından gelen özelliklerini temellük ediyor ve hepsinin sonucu olarak şiirinin anlatıcısını korkunç şeyler yaşamış bir seyyah olarak kurguluyor. Ancak genel anlamda, belirttiğiniz gibi şairin yaşadığı toplumsal gerçekliği anlatıcına da yaşatması durumu yaygın değil. Bunun yerine betimleyen bir anlatıcının varlığı göze çarpıyor. Gerçeklik korkunç, ama anlatıcı ?normal!?

Bu şiirden çeviriler yaparken, yaşanılan dönemler hakkında da bilimsel bir tarih bilgisine sahip olmanız gerekiyordu. Ancak Kürt tarihi metinlerinde, Mehrdad R. Izady?nin deyimiyle, bir bilgi eksikliği değil de bilgi fazlalığı ve bunların nesnelliğinin çok su götürüyor oluşu söz konusu. Bu durum sizin, şiirleri çevirirken nasıl bir tarih araştırması yaptığınızı düşündürttü bana. Diyelim ki bir klasik şiiri çevirirken yazıldığı dönem hakkında edindiğiniz bilgileri nasıl sınadınız? Tarihsel yaklaşım noktasında sizde şüphe uyandıran bir dönem oldu mu, olduysa bu şüphe o dönemden çevirdiğiniz şairlere yaklaşımınızı değiştirdi mi?

Aslında bu can alıcı soru da, çalıştığım alanın ne büyük badirelerle dolu olduğunu gösteriyor. Çünkü bir ulusal tarih var, bir egemenlerin inkâr ve karartma tarihi var, bir Marksist tarihçilik var, bir edebiyat tarihi var? Elbette metin biriciktir, ama metnin size söylemediği, söylemek zorunda olmadığı öğeler de var. Kürt şairleri arasında sultanlar da var, paşalar da, beyler de, mîrler de, şeyhler de, memurlar da. Arka kapağa taşınan ifadeyle söylersek, ?tarihin insafı?yla bugüne ulaşabilen şiirler var, ama şiirlerin üretildiği sarayların arşivleri yok. Ehmedê Xanî?nin bir kütüphane kurduğunu, pek çok divanı buraya topladığını biliyoruz. Ama İshak Paşa Sarayı?ndaki bu kütüphanenin 1926 yılında yakıldığını da biliyoruz. Şiir ulaşıyor, ama şairin hüviyet cüzdanı ve bazen de tarihi ulaşmıyor. Bir şiire tarih düşülmüşse, orda bir sorun yok, ama düşülmediyse dilsel özelliklerden, göndermelerden, taşıdığı yöresel sözcüklerden bir çıkarıma gitmek gerekiyor. Mesela bu şair, Sadî?den sonra yaşamıştır diyebiliyoruz, çünkü ona yaptığı bir gönderme var.

Kaçınılmaz olarak belirttiğiniz anlamda bir tarih araştırması da söz konusu oldu. Yeni bilgilerle yeniden çevirdiğim şiirler oldu. Çünkü yeni bilgi, şiirin bağlamı gibi çevirisini, hatta üzerinde çalışan kişi olarak benim için anlamını bile değiştirebiliyordu. Hem öyle yerlerden bulduğum bilgiler ki. Neredeyse, Marquez?in kahramanını getirip bir yerde tıkamasından sonra dışarı çıkması ve karşı evdeki kızın çamaşır asmasından ilhamla kahramanını çamaşır asarken uçurması ?kıssa?sına benzeyen türden.

Öte yandan, edebiyat tarihlerinde de çelişkiler göze çarpıyordu. Teyit edemediklerimi kullanmadım. Ama klasik şiir için elimizde tarih gibi, ebcet hesabı gibi ?kimya testi?ne benzeyen anahtarlar vardır. Denk gelince, bu teknikleri kullandım. Yine mahlasları yeni bir şair saymak yanılgısına düşmemeye çalıştım. Hatta Siwadî ile Haris Bitlîsî?nin aynı şair olduğunu fark ettim, sonrasında bu konuda bir yazı da bulunca antolojiye bu bilgiyle ekledim.

Bu çerçevede yaptığım tarihsel araştırmalarda, klasik şiirlere yansıyan ?asalet? vurgularının da, Kürtçe konuşulan devletler, mîrlikler ile, Kürtçe yazan şairleri himaye eden saraylardan kaynaklandığını fark ettim. Bu anlamda bu toplum için söylenegelen pek çok şeyin, doğru olmadığı da ortaya çıktı. Tabii benim alanım tarih değil, olsa olsa şiirin üretildiği toplumsal bağlam ile, edebiyat sosyolojisiyle ilgiliydim. Ancak bu şiirin böyle de bir toplumsal tarihi çıktı ortaya.

Şiiri bir dilden başka bir dile çevirmenin, şiiri yeniden yazmak olduğunu öne süren bir çeviri kuramı var. Ranka Kuic’e göre bir şiiri çevirirken geçilmesi gereken aşamalardan birisi “yaratıcı aşama”dır ki bugün de genel kabul gören bir yaklaşım. Sizin deneyiminizde bu yaratıcı aşama nasıl gerçekleşti? Şairliğinizin çevirmenliğinize etkisini hissettiğiniz oldu mu hiç?

Uzun süredir Kürtçe ve Türkçe şiirler yazıyorum. Çevirdiğim şiirlerin öncelikle benim şiirimi etkilediğini görmeye başladım. Kafiye çok arttı yazdığım şiirlerde. Hatta en uzak durduğum özelliklerden olan yalınlığa doğru gitmeye başladım. Şairliğimin çevirilere etkisini ise, doğrusu kestiremiyorum. Daha çok amacımdan, yaklaşımımdan söz edebilirim. Bir dilde güzel duran bir metin, çevrildiği dilde de güzel durmalıydı. Yine her şiiri bütün biçimsel özellikleriyle çevirmeyi doğru bir yöntem saydım. Aruz dışında bunu gerçekleştirdim de. Sesi, derinliği, göndermeleri, biçemi çeviride de göstermek amacını güttüm. Kürtçesini okuduğumda esridiğim şiirlerin çevirisinde de aynı etkiyi yaşıyor muydum, bunu, deyim yerindeyse test ettim. Her şey bu kadar doğru yürümedi tabii. Sözgelimi Ş. Ş. Q. Exlatî?nin ?Ez ge Mestê Meyyê Eşq?? şiirinin çevirisinde bir hece eksik. Bu şiiri çok fazla seviyorum, ama çevirisinde bir hece daha olmalıydı, çünkü aynı tartım yok.

Öyle mazmun veya söz öbekleri var ki, ya tekrar edeceksiniz (çok kötü de olmaz, ama çeviri de olmaz) ya da kısaltacaksınız. Bu yüzden çeviriyi de şiirin ana bağlamı üzerine kurarken fazla gördüklerimi atmadım, ama ?temsil?i taşıyabilecek öbekleri seçtim. Bu anlamda şiir çok şey kaybetmedi. Bununla birlikte şiirin aslı, şiir çevirisi için bir tür ideal olarak kalmak durumunda. Çeviri ve çevirmenin böyle bir kaderi var. Bu yüzden bu antolojide 500 kadar ?şiirim? var diyorum. Çevirilerde yeğlediğim anlam gibi bir durum söz konusu olmadı, ama şiirsel yükü arttırmak için aynı anlama gelen bir ifadeyi çevirideki bağlama taşıdığım oldu. Sözgelimi Melayê Cizîrî?nin bir şiirinin son sözcükleri, ?bes tu bixwaz? şeklindeydi. ?Yeter ki iste? de denebilirdi, hatta şiirin aslının bağlamı içindeki anlamı buydu. Ama ?yeter, isteme sen de? demeyi yeğledim. Çünkü benim çevirimdeki bağlamda böyle olunca daha anlamlı oluyordu. Bu anlamda ?yaratıcılığı? da asılla birlikte düşündüm.

Bir yanda dini kurumlara sığınan şairin Kürt şiirini yaşatması, öte yanda dinin toplumsal etkisinin yükselişte olduğu dönemlerde kadın şairlerin azalması gerçeği. Çok çetrefilli, üstelik paradoksal bir durum. Neyse ki bugün bu durum azalmış gibi görünüyor, nitekim antolojinin son şairi bir genç kadın şair ve aşkı anlatıyor, aşktan tarihe bakıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz; kadın şairlerin azalmasına karşın şiirin hayatta kalmasıyla mı teselli bulmalı?

Birinci kuşak Kürt kadın şairleri, Yarsancılığın yükselişiyle ortaya çıkıyorlar. Ne mutlu ki, erkek şairler gibi kadın şairlerin de şiirleri kaydedilmiş. Cem şiirleri bunlar, cemxanelerde (cemevi) saz eşliğinde icra edilmişler. Kutsal olmaları da, bugüne kalmalarında belirleyici. Çünkü bu şiirleri icra edip ibadet eden bir topluluk var, Yarsan topluluğu. Ancak tabii Sünni İslâmın, aynı zamanda Sünni itikadı taşıyan Kurmancînin yükselişi, bu şiir gibi bu kadın şairleri de yok ediyor neredeyse. 19. yüzyılda bir iki Yarsancı kadın şair var, bir iki de Sünni kadın şair.

Kürt şiirinin son döneminde de kadın şairlerin yükselişi var. 1970 ve sonrasında doğan şairler içinde % 43?lük bir oranları var. Gerçekten de çok çarpıcı. Birinci kuşak kadın şairlerde bir cinsiyet vurgusu, imâsı, ?zaman-zemin? ilişkisi açısından bakıldığında doğal olarak yok. Ancak ikinci kuşak kadın şairlerde bu çok belirgin. Şiir onlar için dişil bir şey. Anlatıcının bir kadın olduğu belli. Aşka, cinselliğe, kuşatılmışlığa, gerçekliğe kendi pencerelerinden bakıyorlar. Hem öyle pencerede filan da durmuyorlar, çarşılara, meydanlara, sokaklara çıkan anlatıcılar bunlar.

Şiirde yankılanan açısından bakıldığında, bir toplumsal dönüşüm olduğu gözlemlenebiliyor. Bu anlamda tarihte olan bitenleri yargılama anlamında bir şey söyleyemem, ancak bana teselli veren şey, birinci kuşak kadın şairlerin de şiirlerinin bugüne kalabilmesi. Şiir yazmaları, pagan toplumların özelliklerinden, görece kadın erkek eşitliğinden dolayı değil. Bu kadın şairlerden saraylarda yaşayanlar da var, asil olanlar da, vali eşi olanlar da. Hatta Asya?nın ilk kadın tarihçilerinden sayılan şair Mestûre Kurdistanî?nin kocası, Erdelan devletinin Sine valisi olan Xesrew Xan da şairdir. Ama bu yıl Tahran?da Mestûre?nin doğum günü kutlandı, kocasını ise hatırlayan yok!

Kürt toplumunun yirminci yüzyılda maruz kaldığı baskılar, şairlerinde didaktik bir duyarlığı geliştirmişe benziyor. Süreç, şaire, şiirini bir ikaz metni, bir itiraz metni, bazen de unutulan geçmişi hatırlatan bir bellek metin olarak yazmasına neden olmuş sanki. 1994?te, Erbil meydanında kardeş kavgasını yazdığı uzun şiiri okuyarak protesto eden ve ülkesini terk eden Abdulla Peşêw?in, deyim yerindeyse çarpıldığım, ?ez piştekî birîndar im, li ber qamçiyê xwe rabûme? (ben kamçısına başkaldıran yaralı bir sırtım) dizesi, bütün bir Kürt şiirini açıklayan bize dize gibi. Bu antolojiyi çıkarmanızda da, yukarıda değindiğim ikaz, itiraz ve bir bellek metin oluş bakımından böyle bir ?tavır? sezdiğimi söylemek isterim. Zira, sizin sözlerinizle, ?yalnızca yok sayılanı değil, yok sanılanı? da gün ışığına çıkarmasıyla, benzeri bir örneğe tekabül ediyor. Yanılıyor muyum?

Bu şiirlerden bir bölümü, meydanlarda okunsun diye yazıldı tabii. Bir kısmı, Kürt toplumunu bilinçlendirmek, insani ve ulusal haklarına sahip çıkmasını öğütlemek amacıyla yazıldı. Bu anlamda bazı şiirlerdeki retorik tonun nedenlerinden söz edilebilir. Bu söylemde yaygın kabul gören kimi özellikler var. Bunlardan birisine göre, Kürt toplumu, Medlerin yenilmesinden beri aynı acıları çekiyor. Bütün ulusçuluklar gibi yapıntı bir yanı var bunun. Çünkü antolojideki ya da doğru düzgün kitaplardaki tarih bu söylemi doğrulamıyor.

Elbette çalışmamın türlü boyutları, yankıları, yansımaları olacak. Önceden kestirdiğim ya da amaçladığım bir şey yok. Bir şiir vardı, bu şiirin dilini biliyordum, diğer dil ve lehçelerini bir ölçüde öğrendim, büyük bir şiir olduğunu fark ettim ve ortaya serdim. Tabii bu çalışma, pek çok insanın zihninde Kürt dili ve edebiyatıyla ilgili olarak büyük bir etki yaratıyor, yaratacak. Bir kere bugüne kadar söylenmiş hemen her tanımlamayı ya çürütüyor ya da tartışmaya açıyor. Ancak bu, bütünüyle çalışmamın yetkinliğinden kaynaklanmıyor. Çeviri öğesi de önemli, çünkü bir edebiyatı ancak çeviri bilinir kılabilir.

Çalışmamı kıskançlıkla gözetmeme karşın, bir kenara geçmiş bu şiiri, bu dili birilerine karşı savunmuyorum. Bu çalışmanın bir CV?de, GBT?de ?şık? durmayacağının farkındayım. Bu anlamda bir karşıtlığım var mı, şaşıracaksınız, ama yok. Edebi bağlamda sonuna kadar var, ama işin politik yönünü etimde tırnağımda hissetmeme ve doğal olarak bilmeme karşın, politik anlamda bir karşı çıkışım yok. Daha doğrusu var olan tutum ve tavır, bu kitabın dışında, edebiyatın, edebi eleştirinin dışındadır. Bu bir dilin, daha doğrusu Kürtçelerin şiiridir, edebiyatıdır, bütün anlamı bu. Kitabın hemen ötesinden başlayan bir gerçekler dünyası var, evet. Ama kitabı kendi bağlamından dışarıya taşırmıyorum.

Bugün gençleriyle, ustalarıyla yaşayan bir Kürt şiiri, konuşulan, yazılan bir Kürtçe var. Ancak büyük bir dağınıklık, kopukluk sorunu da var şairlerin ve dilin önünde. Bu sorunu çözmek sanatın, sanatçının elinde de değil üstelik. Daha çok siyasi, toplumsal sorunlar yumağı olarak çözülmesi beklenen bu kültürel kopuklukların en önemlilerinden biri alfabe sorunu. Bu konuda Irak?taki Kürdistan Bölgesi?nde çalışmalar yapılıyor, aşamalı bir şekilde Latin alfabesine geçiliyor. Yazı dili olarak da Sorani lehçesi ön planda tutuluyor değişime koşut bir şekilde. Sizin bu konudaki öngörüleriniz nelerdir?

Alfabe sorunu, yalnızca Kürtçeye özgü değil, başka dillerde de ortak alfabe sorunu var. Alfabeyi sorunsallaştırmak, bir ulus inşasının, ulusun bütün öğelerini bir potada toplamak düşüncesinin ürünüdür. Yoksa Irak, İran ve Suriye Kürtleri Arap-Kürt alfabesi kullanıyorlar ve Arap alfabesi de Kürtçe uyarlamasıyla bu dili taşıyor zaten. Ancak dünyanın geldiği yer noktasından bakıldığında, İran Kürtleri dışında Latin-Kürt alfabesine doğru ilerleyen bir süreç de gözlemleniyor.

Kürtçede Latin alfabesinin tarihi, 1921?e kadar uzanıyor. Kafkas Kürtleri arasında Ermeni alfabesinden de yararlanarak böyle bir alfabe hazırlanmış ve kullanılmıştır. Bugün yaygın biçimde kullanılan Mîr Celadet Alî Bedirxan?ın alfabesinin temelleri ise, 1919?a dayanıyor. O yıllarda hazırlanmıyor, ama bir düşünce olarak C. Bedirxan?ın kafasında şekilleniyor, yazılarından öğreniyoruz bunu. C. Bedirxan, sonra, 1932 yılında çıkarmaya başladığı Hawar dergisinde, aşamalı olarak bu alfabeyi geliştiriyor ve kullanıyor.

Kürt uluslaşmasının geç kalmış bir uluslaşma olması, tek bir Kürtçenin oluşmasını engellemiştir. Bugün için gerçekleşmesi çok zor bir durum. Olsa bile, ortak ve tek Kürtçe, belli bir model ışığında kurgulanabilir ancak. Doğal olarak her dilin lehçelerinde bağımsızlaşma yönelimi olabilir. Soranîde de böyle bir yetenek var tabii. Bu anlamda çok daha derin kökleri olan, edebiyatı da çok daha eski ve gelişkin olan Kurmancî ikinci plana itilecek gibi, en azından şimdilik. Çünkü devletleşme, Soranînin bir kazanımı şu anda. Elbette son yüz yıldır ilk kez şu son dönemde Kürt toplulukları arasında yoğun bir kültürel, ekonomik, politik ilişkiler gelişiyor. Kurama tam oturmasa da, bir pazar dili var ve bu dil, Soranî. Bu yüzden diğer lehçelerin içine doğru bir nüfuzundan söz edilebilir.

Antolojide modern Kürt şiirinin İstanbul?a, Osmanlıya bağlanan bir yönünden de söz ediyorsunuz. Bunun yanında kimi Kürt ve Türk şairlerin birbirlerinden etkilenmiş olduklarını öğreniyoruz. Bu noktada ekleyeceğiniz birçok şey olduğunu tahmin ediyorum.

Taner Timur?un, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik adlı kitabında, Osmanlı toplumunda yaşanan modernleşme deneyiminin anasıra da yayıldığı ileri sürülür. Kuramsal açıdan çok sorunlu bir kitap olmasına karşın, orada özellikle Balkan sahasındaki dillerin yazarlarının bu modernleşmeden etkilendikleri gösteriliyor, Kadare ve Andriç örnekleniyor. Ben çalışmamı yaparken, Kürt edebiyatında da benzeri bir durumu fark ettim. Bu anlamda önsözde bu durumdan, birkaç isimden, Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet?in bilinmesinden söz ettim. Yine Tanzimat kuşakları, Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî kuşakları üzerinde, sonradan Kürt şiirinin en önemli isimlerinden olan birkaç şairin etkisinden söz ettim. Tabii, Kürt toplumu diğer unsurlar gibi Osmanlı egemenliğini doğrudan tanıyan bir toplum değil. Osmanlıyla çok ciddi çelişkiler yaşıyorlar. Ancak Osmanlı ve Türk edebiyatının merkezi olan İstanbul?dan kaynaklanan edebî gelişmelerin Kürt şiirinde de yankıları var.

****Özdemir İNCE, 4 Kasım 2007 tarihli Hürriyet gazetesi ?Kürt şiiri sözcüğü keşfetti? adlı yazısı
İKİ ciltlik “Kürt Şiiri Antolojisi”ni (Agora Kitaplığı) hazırlayan Selim Temo ile yapılan söyleşiye Birgün Gazetesi?nin attığı başlık: “Kürt şiiri sözcüğü keşfetti!” (14 Ekim 2007). Gökhan Gencay?ın yaptığı söyleşiyi çok dikkatli okudum. Bu cümleyi Selim Temo söylememiş, marifet gazetenin. Bir metin sözcüğü keşfetmeden zaten şiir olamaz. Gazeteciler şiir, edebiyat ve sanat işlerinde çok daha dikkatli olmalı.

SAKAL-BIYIK İŞLERİ
Selim Temo?nun antolojisi toplam 1526 sayfa. Ciddi bir çalışmanın ürünü olduğu her halinden belli. Bu yazıyı Selim Temo?yu ve Agora Kitaplığı Yayınevi?ni kutlamak için yazıyorum. Kürtçe bilenlerin ve özel ilgi duyanların dışında Türkiye edebiyat ortamı Kürt şiiriyle tanışacak. Bu çok önemli. Çünkü bir halkın zihinsel ve duygusal yapısının en gizli, en gizemli doku ve dokumaları şiirlerde bulunur.

Selim Temo, “Kürtçe yazmak kahramanca bir eylemdir. Ama bu edebiyatın okuru oluşmalı. Daha çok kitap çıkmalı, daha çok dergi olmalı, Kürt dili ve edebiyatı üstündeki baskılar tamamen kaldırılmalı. ?Daha çok? dediğim her konunun, güncel siyasal durumla ilgisi var elbette. Anadilde eğitim olmazsa, bir okur kuşağı nasıl oluşabilir?” diyor.

Selim Temo böyle bir soru sormakta haklı. Kürtler edebi Kürtçeyi bilmeden nasıl şiir yazıp, nasıl okuyacaklar? Bunun tek yolu anadilde eğitim mi, yani Kürtçe eğitim-öğretim mi? Bu sorunun yanıtı politikayı ilgilendirir: Anaokulundan doktora sonrasını da kapsayacak bir Kürtçe öğrenim sisteminin uygulanma olanağı ancak federal bir ortamda olabilir. Federal sistemin bir adım sonrası da bağımsızlık. Önümüzdeki günlerde çok tartışılacak konular?

Ama üniter sistemde de okullarda Kürtçe, Kürt edebiyatı öğretmek ve öğrenmek mümkün olabilir. Bu Kürtçe öğrenim anlamına gelmez. Sakal-bıyık işleri canımı sıkıyor!

Zaman Gazetesi?nin yayınladığı Kitap Zamanı?nın 22. sayısında “Kürt şiiri antolojisi” hakkında bir haber okudum: Selim Temo, kendisi de aralarında olmak üzere, Türkçe yazan Kürt şairleri antolojisine almamış. Antolojiyi inceledim. Haber doğru. Haberi yazan M. İlhan Atılgan şöyle bir yorumda bulunuyor: “Demek ki, şair, yazdığı dilin şairiydi. Demek ki, bir yazarın aidiyetini milliyeti değil yazdığı dil belirliyordu. Demek ki, yazarlar yazdıkları dilde kalıcı oluyor, o dilin edebiyatına ekleniyor, o dil sayesinde yüceliyorlardı. Frankfurt Edebiyat Evi?nde, Türk edebiyatını temsilen İngilizce yazdığı bir hikáyeyi İngilizce okuyan Elif Şafak?ı dinlerken bunları düşündüm.”

AİDİYET DNA?SI
Türkiye?de Kürt milliyetçiliğinin yükselişe geçmesi, Türkçe yazan Kürt kökenli yazarları sıkıntıya soktu. Bunun üzerine, kendi varlıklarını meşrulaştırmak için Türk şiiri yerine Türkçe şiir formülünü icat ettiler. Hürriyet Gazetesi?nde ve edebiyat dergilerinde bu formüle şiddetle karşı çıktım, edebiyatta tek ölçünün “yazılan dil” olduğunu defalarca yazdım. Selim Temo, derlemesine sadece Kürtçe yazan şairleri alarak ve çalışmasına “Kürt Şiiri Antolojisi” adını vererek “Türkçe şiir” sapıncını ileri sürenlere doğru yolu göstermiş oluyor.
Yazarların, şairlerin anayurdu, aidiyet DNA?sı içinde yazdıkları dildir!

*****MAHMUT TEMİZYÜREK’in 12/10/2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde kitaba dair çıkan yazısı
Mezopotamya’nın en eski halklarından olan Kürtlerin şiir birikiminden derlenmiş özenli bir çalışma bu antoloji. Geç kalmışlığın kederini taşıyan, kendinden öncekileri de görmenin erinciyle hazırlanmış.
Kürtler geldi. Şiirleriyle Türkçeye konuk oldu Kürtler. Eşikte çok beklemiş, bekletilmiş olsalar da yılgın değiller, Türkçeyi deste deste çiçeklendirdiler, edebi bir şenlik getirdiler Türkiye’ye. Sol sayfa ile sağ sayfada iki dil kavuştu birbirine. Bin yılı aşkın süre boyunca iç içe yaşamış iki dil, aradaki kasıtlı kör noktaları atlayarak 1610 sayfa boyunca bakışık bir düzende birbirine dönüştü bir antolojide.
Selim Temo’nun tam beş yıl süren yoğun emeğiyle hazırlanmış Kürt Şiiri Antolojisi’nden söz ediyorum, kuşkusuz sevinç, neşeyle. Sümer edebiyatı üzerine bir dostuyla sohbet etmek isterken Muazzez İlmiye Çığ, “Sümerlerde edebiyat mı var?” şaşkınlığıyla karşılaşır. Bundan daha tuhaf bir sorunun ömrü uzun sürdü ve şuydu: “Kürtçe diye bir dil mi var?” Bu soruyu soranları dibinde bırakıp görünmez kılacak (ya da en azından utandıracak) kalınlıkta Kürtçe yazılmış şiir birikimi var artık Türkçede. Mezopotamya’nın en eski halklarından olan Kürtlerin şiir birikiminden derlenmiş yoğun, özenli bir çalışmanın örneği bir antoloji var. Geç kalmışlığın kederini de faziletini de taşıyan, kendinden öncekileri de görmenin erinciyle hazırlanmış bir antoloji. Bu büyük edebi emeği, yazdığı zarif bir önsözle selamlayansa Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı Prof. Dr. Talat Sait Halman. Türkçenin dünyaca tanınmasındaki emeği asla unutulmaz bir edebiyat adamının, Halman’ın yazısı, zengin anlamları kadar gönül doyurucu da. “Dünya şiirinin ihmal edilmiş bir kesimini gün ışığına çıkarıyor” sözleriyle antolojiyi alkışlayan Halman, “Hayatta olsalar, Prof. Fuat Köprülü, Nâzım Hikmet, Cahit Sıtkı Tarancı ve Aziz Nesin, sanırım, sevinirlerdi” diyor.
Kürtçe şiirin ulaşılabilen en eski örneğinden alarak (MÖ 300) 2300 yılı aşan birikimini kapsayan bu antolojinin yeniliği ne, bir ilk mi gerçekten?
Yeniliği, Cumhuriyet tarihi için hem bir ilk oluşunda hem de kapsayıcılığında. Bu çalışma her şeyden önce geniş bir tarihsel ve edebi süreci belgeliyor. Mesnevilerden, cem şiirlerine, mevlitlerden koşmalara, tekke ve saray şiirlerinden halk şiirlerine, Tasavvuf şiirinden modern şiir biçimlerine kadar geniş bir yelpaze sunuyor antoloji. Nâzım Hikmet’in Mayakovski’den aldığını söylediği ‘merdivenli yapı’lı şiirler bile var, Melayê Cizîrî’nin yazdıkları gibi. Ama şaşırtıcı yanı şu: Yazılış tarihi 20. değil 17. yüzyıl. Bir başka şaşırtıcı boyutsa kadın şairlerin bolluğu. Bolluk, 10 ve 11. yüzyıllarda bir de yeni dönemde beliriyor. Bunun nedenlerine dair çok şey söylenebilir; ama şiirlerin ulusal niteliğine her dönemde diyecek söz yok. Etkin dillerin ve kültürlerin arasında kendi ulusal ve dilsel benliğini koruyabilmiş bir süreklilik var Kürt şiirinde. Antolojinin bir önemi de bu; Kürtçeye karşı önyargıların etkisini kıracak niteliklere sahip olması. Kürtçe edebiyatın dil değerini, bu dilin ruhunu, bilincini, neşesini, görgüsünü, sevinç ve kederini temsil ediyor antoloji.

Bir yazı dili olarak Kürtçe
Antolojinin bir başka özelliğini de Kemal Varol, Kitap Zamanı’nda vurguladı: “Kürtçe sözlü edebiyat dili olduğu kadar yazılı edebiyat dilidir de.” Bu yargının kanıtını taşıması bakımından, Kürtçenin bir yazı dili olarak eskiliğinin de belgesi bu antoloji. Kuşkusuz Selim Temo’dan önce bu köklü edebiyatın değerini ortaya koyan çalışmalar vardı. Bundan da önce 1920’de İstanbul’da ilk Kürtçe antoloji yayımlanmıştı (Emin Fevzi Bey’in Encumenî Edîbanî Kurd). Cumhuriyette yinelenmedi bu çalışma. 1960 sonrasında Kürt aydınlarının ve 1970’lerde birçok Türk şair ve yazarın denediği çevirileri de vardı Kürtçe şiirin. (İsmet Özel, Ataol Behramoğlu ve Özdemir İnce çevirileri dahil). Tüm bir yapıt olarak Ehmedê Xanî’nin Mem û Zin, Cegerxwîn’in Lenin Şafağı ve bir iki şiir kitabı daha çevrilmişti, hepsi bu. Çevirilerin birçoğu başka dillerin dolayımındandı ve birkaç ünlü şairi kapsıyordu. Bu kez, hem Türkçe çevirisiyle hem de şiirlerin ana dili Kürtçesiyle yan yana basıldı.
Kürtçenin edebi varlığını ve zenginliğini kanıtlama çabası yeni değil kuşkusuz. Örneğin Mehmed Uzun, yazdığı onlarca Kürtçe romanın yanı sıra geçmiş örneklerini Antolojiya Edebiyata Kurdî (1995) kitabında gelişkinliğini ortaya koyduğu dil, Kürtçe bilenler için eşiz değerdeydi. Bu kez bu yeni antolojiyle Kürtçe yalnızca şiirdeki zenginliğiyle varlığının boyutlarını duyuruyor ve geniş bir coğrafyanın ve kapalı bir tarihin ışığını şiirden yansıtıyor.
Bu antolojide MÖ 300’den günümüze kadar 293 şairin 520 şiiri Kürtçe ve Türkçesiyle bir araya geliyor. Daha önce şairliği ve incelemeleriyle göz dolduran Selim Temo’nun şu sözleri Antolojiyi yeterince tanımlıyor: “Bu çalışmayla Kürt şiirinin uzun tarihi ve “parça”ları, ilk kez bu kadar bütüncül bir şekilde ortaya seriliyor. Alfabeler, lehçeler ve devletler arasında bölünmüş olan bu şiir, büyük bir fotoğrafın öğeleri olarak bir araya geliyor. Burada yaptığımız şey, yalnızca yok sayılanı değil, yok sanılanı da, belgeleriyle ortaya sermek olmuştur.”
Temo, oldukça kuşatıcı bir dille seçiminin ilkelerini sıralarken konuyla ilgilenecek olan herkese kılavuz niteliğinde bir araştırma yöntemi ve malzemesi sunuyor aynı zamanda. Kitap, kapsamlı bir ‘bibliyografya”nın yanı sıra bir ansiklopedi niteliği de taşıyor. Her şairin yaşamöyküsü yer alıyor kitabın sonunda. Temo çevirideki zorlukları tanımlarken, vezinler ve mazmunlar konusunun bağlayıcı etkisine önemle işaret ediyor. Ortadoğu’da yeşermiş din, dil, kültür ve edebi çeşitliliğin birbirlerini ezmedikçe nasıl bir zenginlik oluşturduğunu da temsil ediliyor ansiklopedi. Bazı şairlerin ulusal kökeni bile tartışmalı olabiliyor kimi durumlarda. Örneğin Baba Tahir Uryan. Daha önce Talat Halman tarafından şiirleri Aşk Çırılçıplak adıyla Türkçeye kazandırılan Baba Tahir Üryan, Pers mi, Arap mı, Kürt mü? Bu tartışmada, Melametiliğin babalarından olan şairin din, dil ve ulus üstü tutumunun da rolü var. Yalnızca Melameti kültürü değil, hemen bütün dinlerin etkisini içermiş bir Orta Doğu kültür tarihi beliriyor antolojide. Mazmun ve vezin çeşitliliği de bunun bir kanıtı. Aşk ve kadim inançlar gibi bazı izlekler var ki, her dönemde ısrarla sürdürülmüş. Şu Zerdüştî şiir, 8. yüzyılda yaşamış Balûli Dana’nın: Ama dolaşıyorlar tek tek şehirleri/Diriltmek için eski İran dinini. Antolojinin son şiiriyse 1979 doğumlu Gulîzer’in. Son şiirin adı ‘Mem’ ve üç dizesi şöyle: Çoktandır Zin’im ben/Keşke Mem olsaydı/Yüreğinin bir köşesi de.

Her şey politiktir
Antolojiden anlaşılıyor ki, Ortadoğu’nun hemen her yerinde yaşayan Kürtçenin şairleri, çevrelerindeki bütün dillerin sesleri duymaya çalışmışlar; Hindistan’dan Britanya’ya, Pampalardan Sibirya’ya. Bir yandan da kendi olmayı her zaman önemsemişler, ki antoloji bu olgunun bir belgesi niteliğinde. Örneğin, 12. yüzyılda yaşayan Logerî’nin şu şiiri bir özelliği apaçık taşıyor: Buhara Loger’den daha güzeldir, bütün akıl sahipleri bilir bunu/Ve fakat Kürt bırakmaz yabani ve doğal hayatın güzelliğini. Selim Temo’nun bir özeni de, politik indirgemelerden olabildiğince uzak durmaya çalışması. Bir sanatın, bir kültürel hazinenin başına gelebilecek en berbat şeylerden birinin politik bir anlama indirgenmesi olduğu bilinciyle davranmış Temo. Ama başka bir boyutunu da unutmadan: Her şey politiktir aynı zamanda. Özellikle yasaklıysa bir dil, bir kültür; her tutum kaçınılmaz olarak politiktir.
Bu şiirler, Kürtçenin bağrında biçimlenmiş ama Ortadoğu’da ve dünyadaki farklı onlarca dilin de derdini taşıyor aslında: Ay kadar, güneş kadar belirgin olan varlığı ile yok sayılması arasındaki o kahredici çatışmayı taşıyor. Aralarından bir şair diyor ki: Bir şey varsa herkeste olmalı, değil mi/Yahudi ve Ermeni, Boşnak ve Türk gibi. (Mela Mihemed Koyî)

******YAVUZ EKİNCİ’nin 04 Kasım 2007 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde kitaba dair çıkan yazısı
İhmal edilmiş şiirin antolojisi
Selim Temo’nun hazırladığı iki ciltlik “Kürt Şiiri Antolojisi”nde, M.Ö. 300’den günümüze kadar 293 şairin 520 şiiri karşılıklı sayfalarda Kürtçe ve Türkçe olarak bir arada veriliyor.
Mezopotamya’nın en eski halkalarından biri olan Kürtlerle ilgili dogma derecesine varmış yaygın bir inanış, Kürt toplumunun sırtını zengin bir sözlü kültüre dayadığıdır. Bu söz, o kadar kanıksandı ki bunu her fırsata Kürt aydını ve yazarları da dile getirdiler. Bu da zamanla Kürtlerin yazılı edebiyatları olmadığı savının ortaya çıkmasına neden oldu.

Dille ilgili yasaklar
Bu dilin yazılı edebiyatı üzerindeki kalın toz tabakası ise Kürtçe ile ilgili yasaklar ve olumsuzluklardan kaynaklandı. Yazılı edebiyat adeta raflarda unutuldu. Öyle ki “Kürtçe diye bir dil mi var?” sorusunu soranların sayısı da hızla arttı. Bu tartışma yıllarca sürdü. İşte bütün bu tartışmalara son verecek bir çalışma “Kürt Şiir Antolojisi” adıyla Agora Kitaplığı’ndan iki cilt olarak çıktı.
Çalışmayı hazırlayan ise daha önce şiir ve incelemeleriyle tanıdığımız Selim Temo.
Beş yıl gibi uzun bir zamanda hazırladığı bu antoloji için Temo şunları söylüyor: “Bu çalışmayla Kürt şiirinin uzun tarihi ve ‘parça’ları ilk kez bu kadar bütüncül bir şekilde ortaya seriliyor. Alfabeler, lehçeler ve devletler arasında bölünmüş olan bu şiir, büyük bir fotoğrafın öğeleri olarak bir araya geliyor. Burada yaptığımız şey yalnızca yok sayılanı değil, yok sanılanı da, belgeleriyle ortaya sermek olmuştur.”
Temo ‘yok sanılanı da belgeleriyle ortaya sermeye’ çalışırken “Kürtçe diye bir dil mi var?” sorusunu durmadan dillendirenleri mahçup edecek kalınlıkta bir antoloji hazırlamış. Bu antolojinin bununla da sınırlı kalmayacağını Temo antolojideki “Eksiklikler Listesi”nde şöyle müjdeliyor:
“… Bu alandaki çalışmamız devam etmektedir. İlerleyen süreçte ek ciltlerle bu fotoğrafı büyüteceğiz.”
Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı Prof. Talât Halman bu çalışmayı önsüze yazdığı şu cümlelerle alkışlıyor. “Dünya şiirinin ihmal edilmiş bir kesimini gün ışığına çıkarıyor.”
Antolojide M.Ö. 300’den günümüze kadar 293 şairin 520 şiiri karşılıklı sayfalarda Kürtçe ve Türkçe olarak bir arada veriliyor.
İlk şiir 8. yüzyılda yaşamış Balülî Dana’nın. Bu çalışma geniş bir tarihsel ve edebi süreci de belgeliyor. Antoloji; mesneviden cem şiirlerine, mevlitlerden koşmalara, tekke ve saray şiirlerinden halk şiirlerine, tasavvuf şiirinden modern şiir biçimlerine kadar geniş bir yelpaze sunuyor.

Kadın şair çokluğu
Antolojide kendini fark ettiren bir başka durum da, başka edebiyatlara nazaran kadın şair sayısının fazla olması. Kadın şairlerin sayısı 10.-12. yüzyıllar ile 1900’lü yıllarda daha belirgin.
Temo antolojiye aldığı şair ve şiirlerin seçiminde ‘edebilik’ ve ‘tarihilik’ ölçütlerini temel aldığını söylüyor. Öyle ki Kürt şiirleriyle ilgili olarak yapılmış çalışmaların tamamına ulaşamadığı için antolojiye şair Mela Hamdun’un tek beyitini bile almış: “Dünyayı saran belalı bir gün ki bugün / Herkes ciğerimi yakarak gider bugün.”
Şair bu şiiri I. Dünya Savaşı sırasında ilan edilen seferberlik için yazmış. 17.yüzyıl da yaşamış Melayê Cızîrî daha o dönemde şiirde biçimciliği deneyerek merdivenli şiirler kaleme almış.
Selim Temo’yu edebiyat çevreleri yazdığı başarılı Türkçe şiirler ve yaptığı incelemelerle şimdiye kadar tanıyordu. Üç şiir kitabı, bir de romanı Türkçe olarak yayımlandı. “Uğultular” adlı eseri Varlık dergisinin düzenlediği Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü kazandı. Temo, daha önce de Mehmed Uzun’un romanlarını Türkçeye başarıyla çevirmişti. Antolojideki şiirlerin çevirilerini de şiirsel bir uslûpla ve şair yetkinliğiyle yapmış..
Sevgili Mehmed Uzun’un cenaze töreninde konuşan Yaşar Kemal farklılıklara dikkat çekerken “Kültürler birbirini öldürmez. Kültürler birbirini yaşatır” demişti. ”
Kürt Şiiri Antolojisi”, kültürler ve diller arası dinamikler için çok önemli bir kaynak; şair ve yazarların sırtlarını dayayabilecekleri Ortadoğu edebiyatı adına büyük bir hazine. Prof. Halman’ın dediği gibi; “Böylesine kapsamlı ve dolgun bir seçki eminim, okurlara da memnunluk ve heyecan verecektir.”

******* Mehmet Şah Erincik, Sonra 4 (Kasım-Aralık 2007): 117-18.
?Antolojîya Helbesten Kurd? olarak Kürtçe?ye çevrilebilecek olan Selim Temo?nun hazırladığı Kürt Şiiri Antolojisi son yılların en önemli şiir bibliyografisi çalışmalarındandır. Şimdiye kadar Kürt şiiri üzerine yapılmış en büyük iki dilli çalışma niteliğiyle de önemli bir veribankası görevi görmesi söz konusu. Kürtçe metinlerin yanı sıra çevirilerinin de olması, Kürt ve Türk şairlerin birinci başvuru kaynaklarından biri haline gelmesine vesile olacaktır. Zira bibliyografik çalışmalar; akademik nitelikleriyle neden ve sonuçsallıklarıyla, anlam ilişkilerini daha iyi kurabilme köprüleri olmuşlardır daima. Kürt şiiri açısından önemi de kuşkusuz bu özelliğinin yanı sıra, Kürt şiirinin dağınık görüntüsünün toparlaması ve kronoloji yöntemiyle geleneği anlatmasıdır. Zira şiir geleneği şiirin yapıtaşıdır. Şiir geleneğinden beslenmeyen metin, altyapıdan yoksundur. Özellikle Kürt şairlerin metinlere ulaşma problemleri öteden beri varolagelmiştir. Bu problem gelenekle bağın tam manasıyla oturamamasına sebep olmuştur. Bu bibliyografik antoloji bir nebze olsun temel problemi çözmeye katkı sağlayacaktır.

Bir dilin gelişimi salt o dilin kullanılması değil, aynı zamanda o dilinin canlı bir varlık olarak dönüşümlerinin incelenmesi ile olur. Dilin bu organik değişimi, şairin muhayyele dünyasına yansıyarak, imge ve görsel-imajitatif şiir kurulumunu inşasında temel etken olur. Dile hâkim olmak bu organik yapının bütün evrelerini bilmek ve elde edilen bu sonuçlardan yola çıkarak dili kullanmaktır. Böyle de düşündüğümüzde bu antoloji modern Kürt şairinin kullandığı ya da kullanacağı dilin, imgenin ve metaforun hangi evrelerle ilişkili olduğunun izahına da kaynaklı edecektir.

Kürtçenin lehçelerinin şiirlerine yer veren Selim Temo, lehçeler arası dil değişimlerinin de görülmesini kısmen de olsa olanaklı kılmıştır. Tümüyle olanaklı kılamaması salt materyal eksikliği olarak düşünülmesi hata olur. Yüzlerce yıllık ayrılıkların (sosyolojik ve siyasal) ve temelde kesin bir dil birlikteliğinin olmamasının bunun yanı sıra bu lehçelerin diğer dillerden etkilenimlerinin ayrı ayrı oluşu bu kısmenlik olgusunu güçlendirecektir.

Antolojide kadın şairlere de yer verilmiştir. Altı çizilmesi gereken husus olmamakla birlikte, ataerkil bir toplum olarak gözüken Kürt toplumunda kadının da şiirle ilişkili olduğunun kanıtlarıdır. Özellikle 10 ve 11. yy?da kadın şairlere rastlanır. Akabinde 13. yy ve 16. yy kadın şairlerin varlığı söz konusu. Bu şairlerin ?yarsan? inancına mensup oldukları ya da ?yarsan? inancına yakın oldukları gözlemlenenler arasındadır. Yine bu şairler genellikle Loristan bölgesinde yaşamıştır. Diğer yüzyıllarda sözlü gelenekte sıkça rastladığımız kadın unsuru yazılı verilerde görünmemektedir. 1900?lü yıllardan sonra özellikle sanayileşmenin Kürdistan bölgesine gelmesiyle yine kadın şairler ortaya çıkmıştır. Kadın şairlerin varlığının az olması Kürtlerin İslam diniyle sıkı ilişkileridir.

Yine antolojide şair kronolojisine bakıldığında, Kürt şiirinin tasavvuf ve medreseyle sıkı ilişkilerinin olduğudur. Özellikle Mela (molla)ların şiir geleneğini sürdürdüğü bilinmektedir. Doğal olarak Kürt şiiri de Türk şiiri gibi üç evre geçirmiştir. İslâmiyet?ten Önceki Kürt Şiiri, İslâmiyet?ten Sonraki Kürt Şiiri ve Sanayileşme Sonrası Kürt Şiiri. İslâmiyet?ten sonraki Kürt şiirinde dinsel öğretiler sıkça vurgulanmaktadır. Bu dönemin temel dinamikleri din ve sosyal yaşamdır. Olaylar anlatılırken çeşitli divan edebiyatı unsurları kullanılmaktadır. Özellikle gazel ve mesnevi yazınları göze çarpmaktadır.

19. yy?dan itibaren modernleşme unsurları şiirin asli unsurlarını ve konularını etkilemiştir. Yine antolojide birden çok şairi gözlemleyebildiğimizden şunu görüyoruz, modern Kürt şiirinde yapı serbest şiire kaymış, imge yoğunluğu artmıştır. Düşünsel devinim ve aşk siyasal olanla birleşmiş. Lirik ve epik karışımı bir dil ortaya çıkmıştır.

Varoluş sorgusu felsefe ile içkinliktir, görülen o ki modern Kürt şiiri varoluşa doğru evrilmektedir. Hasan Kaya?nın Serp-Serâb isimli şiirinde şu mısralar geçer ?Digerim/ li evînên berşîrkî/ kedizê/ keçelok/ asoya zaroktiya erdnigariya xwe; dolaşıyorum/ emzikten aşkları/ kel/ Samanyolu/ coğrafyasının çocukluğuna ufuktur?

Rojan Barnas?ın uzun epik şiirlerinde geçen imgeler yine Kürt şiirinin evirilmelerine işaret olarak göze çarpmaktadır. Tüm bunları bu antolojide sunan Temo, bu çalışmasıyla bir dilin arkının ve varoluşunun görmezden gelinen koridorlarını göstermiştir.

********Derya Tüzin, Virgül 112 (Kasım 2007): 24-25.”En Güzel Yüz Metre”de Kürt Şiiri Antolojisi

Dilî şad ez dilî zareş xeber nî
Selametrû zi bîmareş xeber nî
Ne teqsîrî te în resmî qedîm e
azad ez giriftareş xeber nî

Mutlu gönlün garip gönülden haberi olmaz
Sağlıklı olanın hastadan haberi olmaz
Senin kusurun değil, kadim bir resimdir bu
Hür olan kişinin köleden haberi olmaz

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan iki ciltlik Kürt Şiiri Antolojisi, on yüzyıl önce Baba Tahir?in (Baba Tahirê Uryan 935/938-1010) söylemiş olduğu yukarıdaki dörtlükle ve daha niceleriyle, yasaklar kıskacındaki bir dilin şiirinden herkesi haberdar etmiş oldu. Selim Temo tarafından uzun bir uğraş sonunda oluşturulan ve ?Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Türkçede yayımlanmış ilk Kürt şiiri antolojisi? olması bakımından kilit bir noktada duran seçki, Temo?nun da belirttiği gibi, ?sadece yok sayılanı değil, aynı zamanda yok sanılanı da gözler önüne sermekte.? Antolojinin ?Kürtçe Şiirin Yaşantısı? başlıklı önsözünü kaleme alan Prof. Talât S. Halman antolojinin, ?Kürt şiirinin, hem çevresindeki edebiyatlarla etkileşim içinde kalarak hem de kendi değerlerini koruyarak gelişim seyrini? örneklemesine dikkat çekiyor. Selim Temo da, Kürt şairlerin Türk şiiri ile de etkileşim içinde olduklarını belirtip ?Osmanlı döneminde Tevfik Fikret?i, Cumhuriyet döneminde ise Nâzım Hikmet?i tanıdıkları?nı ifade ederek, bu iki şairin şiirlerinden Kürtçeye çeviriler yapıldığı üzerinde duruyor. Türk ve Kürt edebi geleneğinin birbirleriyle ilişki içinde olduklarını öne çıkaran bu değerlendirme, Türk ve Kürt edebi geleneğinin açımlanması açısından antolojinin taşıdığı öneme işaret eder. Aynı coğrafyada yaşayan iki dilin kültür ve edebiyatlarının etkileşim içinde olması kaçınılmazken, ilk kez bu derece kapsamlı bir çalışmada bir araya gelmeleri, gelişim ve etkileşimin seyrini takip etme olanağı da sağlıyor. Nitekim, Selim Temo son dönem Kürt şairlerinin yaklaşımının da bu yönde olduğunu ifade ediyor:

Türkiye?de yazılan modern Kürt şiiri, özellikle 1970?li yıllardan beri, Türk şiirinin ve Türkçe üzerinden dünya şiirinin geçirdiği aşamaları tanıyan bir şiirdir. (s. Iix)

Selim Temo?nun, Kürtçenin beş farklı lehçesinde (Goranî, Kirmanckî, Kurmancî, Lorî ve Soranî) ürünler vermiş 293 şair ve ?eksikler listesi?ne dahil ettiği 487 isimle, bugüne kadar hazırlanmış en hacimli antolojiyi meydana getirmesi, yazılı kültürü, edebi geleneği olmadığı yönünde Kürtlere yöneltilen eleştirilerin temelsizliğini bir kez daha gözler önüne seriyor.

İki ciltten oluşan ve 293 şairin 520 şiirine Temo?nun Türkçe çevirileriyle birlikte yer veren antoloji, Kürt edebiyatını tanımak isteyen, Kürtçe bilmeyen okurlar için de karşılaştırma olanağı vermesi bakımından önem taşıyor. Selim Temo?nun beş yıllık titiz çalışmasının ürünü olan antolojide VIII. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar gelen süreci kapsayan şiirlere yer vermiş olması, geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Kürt şiir geleneğinin bir bütün olarak tanınmasına olanak sağlıyor. Bununla birlikte, antolojinin ikinci cildinin sonunda şairlerin yaşamöykülerine yer verilmesi, bu alandaki bilgi eksikliğinin giderilmesi açısından önem taşıyor.

Böylesi bir seçkiyi oluşturmanın zorluğunu giriş yazısında dile getiren Selim Temo, antolojide yer verdiği şairleri belirlemedeki kriterlerinin ?edebilik? ve ?tarihilik? olduğunu ve antolojide Kürtlerin sosyal gerçekliğine fazlasıyla eğilen şiirlere değil, edebi yoğunluk barındıran ürünlere yer verdiğini ifade ediyor. Dinsel ve siyasi kimlikleri öne çıkan kimi şairlerin şiirlerini antolojiye dahil etmesini ise, bu şiirlerin tarihilik özelliği taşıması kriterine dayandırdığını belirtiyor. Çağdaş şairlerin seçiminde ise, yayımlanmış kitap ölçütü ile sınırlama giden Temo, istisnalar dışında, şiirleri kitap olarak yayımlanmış şairleri tercih etmiş. Ayrıca şiir dışındaki türlerde yoğunlaşan isimlere de ?yine istisnaları olsa da- yer vermeyen Selim Temo?nun anonim şiirleri ve sözlü kültür ürünlerini antolojiye dahil etmediğini de belirtmek gerekir. Temo?nun böyle bir sınırlamayla gidişinin ardındaki nedeni ?bütünlük? kaygısı olarak açıklamak mümkün.

Antolojide ?eksikler listesi?nin verilmiş olması da önemli bir nokta. Selim Temo, çeşitli nedenlerle ya özgeçmişlerine ya da şiirlerine ulaşılamamış 487 şairin isminin bulunduğu eksikler listesini vererek, Kürt şiiri alanında yapılacak çalışmalar için yol gösterici bir seçki oluşturmuş ve haklarında bilgiye ulaşılamamış Kürt şairlerinin kayıt altına alınmasını sağlamış.

Kürt Şiiri Antolojisi?nin birçok açıdan ?ilk? olduğunu ve Kürtlerin toplumsal yaşamlarının anlaşılması açısından da önem taşıdığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Antolojinin, Kürt şiirinde ürün veren kadın şairlerin sanılandan fazla olduğunu göstermesi, bu yargıyı temellendirmek açısından önemli. Seçkide yer alan 293 şairden kırka yakınının kadın olması, Kürt şiirinin başlangıcından itibaren çeşitli devirlerde ürünler vermiş olan bu kadın şairlerin bir kısmının şiirlerini cemhanelerde saz eşliğinde söylemiş olmaları da, Kürtlerin gelenek ve yaşam tarzlarına dair ipuçları sunuyor. Dini şiirlerin yanı sıra aşk, özgürlük ve anneliğin ön plana çıktığı şiirler de yazan Kürt kadın şairlere, çok erken olduğu düşünülebilecek X.-XI. yüzyıllarda da rastlanmaktadır. Antolojide yer alan Celale Xanıma Loristani, Daye Tewreza Hewramî, Liza Xanım, Rıhan Xanıma Loristanî bu dönemlerde ürünler veren kadın şairlerden sadece birkaçı. Bu yönüyle, kadın şairlerin Kürt şiirindeki yeri tek başına bir araştırma konusu olarak ortaya konmuş, yine önemle belirtmek gerekir ki, bu imkânı veren Kürt Şiiri Antolojisi olmuştur.

Seçkide yer alan şairlerin hemen hepsinin özellikle Kürtlerin özgürleşmesine yönelik kaygıları ve umutları sıklıkla dile getirdikleri görülüyor ve bu şairlerin yaşamöyküleri incelendiğinde, tamamına yakınının bu alanda mücadele verdiğini ve türlü sıkıntılar yaşadıklarını gözlemlemek mümkün. Bu bağlamda şairlerin siyasi bir kimliği de kaçınılmaz olarak taşıdıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Dil ve kültürlerinin yaşadığı sıkıntılar düşünüldüğünde Kürtlerin şiirinin en önemli temalarından birinin umut-umutsuzluk ikilemi olduğu da antolojideki şiirlerin pek çoğunda kendini gösteriyor. Çağdaş Kürt şairlerinden olan W. K. Merdimîn?in ?Umut? adlı şiiri, bunun en güzel örneklerinden:

Xeyal? ma deşt û wareyan de mendo
Çi heyf, gurey ma vateyan de mendo
Her çi qas hevîyê ma nêbiryaya zî
La, aqibet? nêweş nûşteyan de mendo (s. 1064)

Hayallerimiz ovalarda, yaylalarda kaldı
Ah ne kadar da yazık, işlerimiz sözde kaldı
Gerçi daha umudumuzu kesmiş de değiliz
Ama hastanın akıbeti muskalara kaldı (s. 1065)

Son olarak belirtmek gerekir ki, Kürtçeyi ve Kürt edebiyatını dogmalardan sıyrılarak değerlendirmenin yolunu açan Kürt Şiiri Antolojisi, sadece Kürt şiirinden örnekler veren bir seçki olmanın çok ötesinde, son derece önemli açılımlar sağlayabilecek temel başvuru kaynağı niteliği de taşıyor.

KÜRT ŞİİRİ ANTOLOJİSİ
Hazırlayan ve Çeviren: Selim Temo, Agora Kitaplığı, 2 Cilt, 1610 sayfa

Selîm Temo’nun Kürtçe – Türkçe Hayatı
Selîm Temo, di 27 Nîsana sala 1972an de li gundê Mêrîna ku bi Batmanê ve girêdaye hatiye dinê. Dibistana seretayî li gundê xwe, yên navincî li Batmanê bire serî. Di sala 1992an de beşa Etnolojî ya DTCF (Fakulta Ziman, Dîrok û Cografîya) kar kir. Master û dozîna xwe li Zanîngeha Bîlkentê, beşa Zimanê Tirkî de temam kir. Di sala 1997an de xelata helbestê ya Yaşar Nabi Nayır, di sala 1998an de jî, xelata romanê ya Halkevleri wergirt. Heta niha ev berhemên wî çap bûne:

Ah! Tamara (Tirkî-Helbest, 1995)
Kırgın Nehirler Meseli (Tirkî-Helbest, 1997)
Çiftlere Cinayet Dersleri (Tirkî-Roman, 1998)
Uğultular (Tirkî-Helbest, 2000)

Werger:
Amidabad; Göç, Çocuk ve Irmak (Wergera Amîdabada Fawaz Husên, 2004)
Solgun Romans (Wergera çîrokên bijartî yên Firat Cewerî, 2005)
Abdalın Bir Günü (Wergera Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê ya Mehmed Uzun, 2005)
Sen (Wergera Tu ya Mehmed Uzun, 2006)
Yaşlı Rindin Ölümü (Wergera Mirina Kalekî Rind ya Mehmed Uzun, 2006)
Yitik Bir Aşkın Gölgesinde (Wergera Siya Evînê ya Mehmed Uzun, 2006)
Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık (Wergera Ronî Mîna Evînê, Tarî Mîna Mirinê ya Mehmed Uzun, 2006)

Çîrokên Zarokan:
Bi navê ?Serê Şevê Çîrokek? rêzepirtûkan amade kir ku ji alî Şaredariya Sûra a Diyarbekir ve dihatin çapkirin. Bela dewletê dest danî ser şaredariyê, ji 12an tenê 5 heb çap bûn.

Kürt Şiiri Antolojisi (Antolojiya Helbesta Kurdî, Kurdî-Tirkî, 2007)

Selim Temo, 27 Nisan 1972?de Batman?a bağlı Mêrîna köyünde doğdu. İlkokulu köyde, ortaöğrenimini Batman?da tamamladı. 1992 yılında DTCF Etnoloji Bölümü?nü kazandı. Master ve doktora çalışmalarını Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü?nde tamamladı.1997 yılında Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü, 1998 yılında ise, Halkevleri Roman Ödülü?nü kazandı. Şimdiye kadar şu yapıtları yayımlanmıştır:

Ah! Tamara (Türkçe-Şiir, 1995)
Kırgın Nehirler Meseli (Türkçe-Şiir, 1997)
Çiftlere Cinayet Dersleri (Türkçe-Roman, 1998)
Uğultular (Türkçe-Şiir, 2000)

Çeviriler:
Amidabad; Göç, Çocuk ve Irmak (Fawaz Husên?in Amîdabad adlı kitabının çevirisi, 2004)
Solgun Romans (Firat Cewerî seçme öykülerinin çevirisi, 2005)
Abdalın Bir Günü (Mehmed Uzun?un Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê romanının çevirisi, 2005)
Sen (Mehmed Uzun Tu adlı romanının çevirisi, 2006)
Yaşlı Rindin Ölümü (Mehmed Uzun?un Mirina Kalekî Rind adlı romanının çevirisi, 2006)
Yitik Bir Aşkın Gölgesinde (Mehmed Uzun?un Siya Evînê adlı romanının çevirisi, 2006)
Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık (Mehmed Uzun?un Ronî Mîna Evînê, Tarî Mîna Mirinê adlı romanının çevirisi, 2006)

Çocuk Masalları: ?Serê Şevê Çîrokek? (Her Geceye Bir Masal) adıyla hazırladığı dizi, Diyarbakır Sur Belediyesi tarafından yayınlanıyordu. Devletin belediye yönetimini görevden uzaklaştırması nedeniyle 12 kitaplık diziden ancak 5?i yayımlanabildi.

Bir yorum

  1. mamustê delal û hêja,ez te pîroz dikim,ger mûmkinbê helbestê min tu bi xwînê ezê gelek kêfxweş bibim..silav û rêz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir