mimarın_soluğuİsviçreli mimar Peter Zumthor, 1990’larla birlikte gelen enformasyon ve iletişim yönelimli ikinci postmodern dalgaya en keskin direnci gösteren kültür muhaliflerinin başında geliyor. Yazılı ve sözlü siyasi bir karşı koyuş değil bu; yaptığı işle, söz ve imge dolaşımı üzerine kurulu bu dünyanın umurunda bile olmadığını bir kez daha dışavurmuş oluyor. Üstelik de her seferinde başka bir şekilde: Bir seferinde ilkel toprak kap yapma tekniğine öykünerek, bir başkasında kayaların tektonik dizilişinden ilham alarak, ötekinde ise kereste depolarına sığınarak ya da balık sırtından esinlenerek. Her seferinde malzemeyle ve durumla tamamen kendine has bir ilişki kuran işlerinin tek ortak yanı doğrudan duyulara dokunmak, duyuları uyarmak üzere kurgulanmış olmaları. Bu kitapta Peter Zumthor’un dünyası, kendisine 2008’de mimarlığın Nobeli sayılan Pritzker ödülünü getiren işleri ele alınarak irdeleniyor.

OKUMA PARÇASI
Neden Zumthor?, s. 11-14

Frederic Jameson’un ünlü makalesi (1988) birçok alanda olduğu gibi mimarlıkta da Postmodern’in alımlanışında bir dönüm noktasına işaeret eder. [1] O zamana kadar bir “ana akım” olarak değil, Modernizme karşı koyuş olarak alımlanmış olan Postmodernizmi Ernst Mandel’in ünlü kitabına referansla “Geç Kapitalizm”in kültürel ve gündelik hayatının tezahürü olarak adlandırır. Jameson’un yorumu bir statü değişikliğinden ibaret de değildi. Jameson’un kastettiği, Postmodern’in neliğiyle ilgili mecrayı da değiştiriyordu. O zamana kadar Modern’in eleştirisi olarak görülmüş olan Postmodern, Modern’in görmezden geldiği iki mecra üzerine kurmuştu hem eleştirisini hem de kendi hareket alanını. Avrupa kaynaklı “geçmiş” ve “hafıza” bir yanda, Amerika kaynaklı “popüler kültür” ve gündelik hayat pragmatizm”i öte yanda. Oysa Jameson, hareketin ve imgenin sorunsallaştırılmasında, alışveriş merkezlerinde, galerilerde, şeffaf asansörlerde, yürüyen merdivenlerde, plazalarda, aynalı gökdelenlerde arıyordu postmodernin izlerini. Dolayısıyla tüketim mekânlarında ve esasen de tüketimin kendisinde.
Jameson makaleyi biraz daha sonra yazmış olsaydı muhtemelen ancak hesaplamayla (computational) başa çıkılıp şekil verilebilen eğilip bükülebilir yüzeylerde, “yalın üretim”de ve tasarım ile imalatın arasındaki duvarların erimesinde arayacaktı yeni dönemin ruhunu. Böylece “ana akım”ın mecra değiştirmesiyle birlikte eleştirisi de değişti. “Geçmiş, hafıza”, “popüler kültür” ve “gündelik hayat pragmatizmi” kendilerini görmezden gelen aklın ve rasyonalitenin zaaflarını görünür kılan araçlar olarak değil, hareketi ve imge üretimini kışkırtan, maddeyi buharlaştıran kaynaklar olarak görülmeye başladılar. “Hareket”i sorunsallaştıran mekân efektleri esasen hızlanan sermaye dolaşımının ve sermaye birikiminin analojisiydi. Nitekim daha sonra daha kapsamlı bir içerik ve hacimde David Harvey tarafından yazılan Postmodernliğin Durumu, postmoderni artık kültürel alanla sınırlamayarak siyasal iktisadın alanına taşıyacak, üretim ve emeğin değerlenme süreçlerindeki, dolayısıyla da kapitalizmin yapısındaki dönüşümle de ilişkilendirecek ve zaman-mekân algısında hayli köklü bir dönüşüme işaret eden “zaman-mekân sıkışması”nı yeni dünyanın amblematik kavramı olarak sunacaktı. Söz ve imge üretimi de, yeni dünyanın paradigmatik sektörleri ve sermaye birikiminin ana mecraları olarak iletişim ile “enformasyon”u işaret ediyordu – yolun sonunda kimlikler ile markaların beklediği. Her şeyin ayrı ayrı adlandırılma imkânı anlamına gelen “fark” üzerine kurulu bir dünyadan, nominalizmden başka bir şey değildir bu da esasen.
Denklem, barındırdığı tüm unsurlarla birlikte değişmişti. “Ana akım”ın mecraı değişip önceki dönemin eleştiri öğeleri yeni statükonun kurucu unsurları ve ana eksenleri haline gelince yeni eleştiri unsurlarına da yer açılmış oldu [2]. Boşluk büyük oranda duyular dünyasına açılma kapasiteleriyle, varlık felsefesi ve fenomenoloji tarafından dolduruldu. Aklın ve köşeli mantığın olduğu kadar imgenin ve enformasyonun egemenliğine karşı da duyuların ve duyguların, soyutlayıp sınıflandırmanın karşısında da deneyimin statüsü yükseldi. Fenomenoloji [3] ve varlık felsefesiyle birlikte, endüstri toplumunun ezeli ikilemi olan tekil nesne çoğaltılmış nesne [4] karşıtlığını daha 1920’lerden itibaren sorunsallaştırmış olan Frankfurt Okulu da yeniden keşfedildi. Sanat eserinin sosyal statüsü yeniden konu edilmeye ve sorunsallaştırılmaya başladı. Grubun öncülerinden Adorno daha da ileri giderek, estetik düzlemde ve onun en rafine ifadesi olan sanatta yapısal olarak gündelik ilişkilerin yeniden üretimine karşı alternatif bir potansiyel de görüyordu (1973).
Peter Zumthor da, 1980’lerle 2000’ler arasındaki son dönemin bu eleştirel kaynaklarından beslenen eğilimler içinde en dikkat çekici ve pırıltılı odaklardan biri haline gelen Alman dilli İsviçre ekolünün en keskin, ilgi çekici ve tanınmış üyesidir. Onun insanların doğrudan duyularına değmek ve dokunmak üzere tasarlanmış işlerinin bütün dünya tarafından merakla izlenmesi, hareket, söz ve imge dolaşımı üzerine kurulu bir dünyada duyuların uyarılmasına yönelik bir ihtiyacın da paylaşıldığı anlamına geliyordu. Diğer yandan, Zumthor’un duyulara ve yaşantı deneyimine olan angajmanı onun mimarlık pratiğinde düşüncenin ikinci planda olduğu gibi bir yanlış anlamaya yol açmamalıdır. Tam tersine, bütün has entelektüeller gibi düşünmeyi ve akıl yürütmeyi maddi hayatın temsili olarak değil, başlıbaşına bir tarz, üslup ve yöntem işi olarak, deneyim ve beceri birikimi gerektiren bir zanaat, dolayısıyla bir pratik olarak görür Zumthor. Nitekim çeşitli üniversitelerde verdiği konferans metinlerinden derlediği ve Birkhaeuser yayınlarından yayımlanan kitabının adını Architektur Denken (Mimarlığı Düşünmek) koymuştur.
Notlar

[1] Makale kuşkusuz Postmodern’in kendisini değil, alımlanışını değiştirmiştir ve 60’lardan beri varolup, yenilik olarak altı çizilmemiş unsurların artan ve artacak önemine işaret etmiştir. Kısacası kimi eğilimlerin artan öneminin saptanmasıdır.
[2] Fenomenolojinin mimariye ilişkin yetkin bir yorumu için bkz. Pallasma 2005.
[3] Fenomenolojiye iyi bir başlangıç kitabı olarak bkz. Merleau-Ponty 2005 ve 1996. Fenomenoloji ile estetik’e yatırım yapan tutumlar arasındakiilişkiyi ağırlıkla 3. Bölüm’de tartışıyorum.
[4] Werkbund’un 1914 Köln Kongresi, tekil nesne-çoğaltılmış nesne karşıtlığı ön plana çıkarmış ve sanatçı ile tasarımcı çevreleri arasında keskin bir kamplaşmaya yol açmıştı. Henry van de Velde tekilliğin, dolayısıyla sanatın, Hermann Muthesius ise çoğaltmanın, dolayısıyla sanayinin sözcülüğünüyapmışlardı. Walter Benjamin’infotoğraf ve film üzerinden çağdaş sanatların biriciklik ve çoğaltılma tansiyonunu eksene aldığı erken tarihli bir metin için bkz. Benjamin 1992

KİTABIN KÜNYESİ
Mimarın Soluğu
İhsan Bilgin
Peter Zumthor Mimarlığı Üzerine Denemeler
Metis Yayınları
Yayına Hazırlayan: Emine Bora, Elif Simge Fettahoğlu
Kitap Tasarımı: Semih Sökmen
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Şubat 2016

İÇİNDEKİLER
NEDEN ZUMTHOR?
NE MÜNZEVİ NE DE STAR
MADDENİN YOĞUNLUĞU
ZUMTHOR’UN VAADİ
GUGALUN EVİ
KAYNAKÇA

İhsan Bilgin Hakkında Bilgi
Ortaöğrenimini 1960’larda İstanbul Erkek Lisesi’nde, yüksek öğrenimini 1970’lerde İTÜ Mimarlık Fakültesi’ nde yaptı. 1982-2004 arasında Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1984’te kurduğu bürosunda çok sayıda mimari proje üretti. 1990’larda Aachen RWTH’da Prof. Gerhard Fehl ile imar, iskân, barınma, yerleşme ve kentleşme tarihi konularında çalıştı. 1996’da İstanbul’da toplanan Habitat 2’nin danışma kurulundaydı. 2004’te İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne geçerek Mimari Tasarım Yüksek Lisans programının kurucu direktörü ve daha sonra 2009’da açılan Mimarlık Fakültesi’nin kurucu dekanı oldu. Santralistanbul’da şehir sergilerinin küratörlüğünü ve kitaplarının editörlüğünü üstlendi. 1987-2002 yılları arasında Metis tarafından yayımlanan Defter dergisinin editörleri arasında yer aldı. 2011-12’de Taraf gazetesinde köşe yazıları yazdı. Halen serbestiyet.com sitesinde düzenli yazıları yayımlanmaktadır.
Başlıcaları, Evidea yerleşmesi (Emre Arolat ve Nevzat Sayın ile birlikte), Şehrizar Konakları (Nevzat Sayın ve Han Tümertekin’le birlikte), Masumiyet Müzesi, Okur Yalısı restorasyonu, Karaca Mağazaları kurumsal mekân tasarımı, Osmanlı Bankası Müzesi olmak üzere çok sayıda uygulanmış mimari tasarımı bulunmaktadır.

Previous Story

Çanlar Kimin İçin Çalıyor – Ernest Hemingway (sesli inceleme)

Next Story

Muzun kirli hikâyesi

Latest from Denemeler

Orwellvari Bir Cehennem – Ulus Baker

Çağımız, kitleler karşısında duyulan bir korku içinde. Bu korku bir taraftan devletçi bir mutlakçılığın imgelerini, öte yandan kamu vicdanının elektronik bir denetimini de birleştirmekten

İnsan ve Dans – Sevcan Atak

İnsan kendi bilincine vardıktan sonra kendini var etme ve öz savunma mekanizması olarak toplumsallığını oluşturmuştur. Bir yandan doğadan, doğanın bağrından geldiği için onu taklit
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ