“Mutluluk paylaşılabilir ama acı asla”

Şu fragmanlar, sanırım herkesin hak vereceği bir içeriği dile getirmektedir: “İnsan eylemde bulunurken öyle olmalıdır ki bireyselliğinin bütünü eyleminin her anında orada bulunsun.”

“Şimdi sonsuzluğun formudur; şu an olmakta olan durum üstüne verilen yargılar sonsuzluk üstüne verilen yargılarla aynı formu taşırlar.”

“İnsanın çocukluk hali yeni doğmuş bir hayvanınkinden olduğu gibi, daha yeni çimlenmiş bir bitkininkinden de çok daha acınaklıdır, çünkü burada ruh bütünüyle sırra kadem basmıştır, sır bu yüzden bir tek insandır yetiştirilmek, beslenip bakılmak gereği duyan.”

“Suçlu, suçluluk duyan insanın karşıt kutbudur. Nitekim suçluluk duyan suçu üstüne alırken, suçlu suçu bir başkasına atar.”

“Suç ve ceza iki ayrı şey değildir, bir ve aynı şeydir.”

“Mutluluk paylaşılabilir ama acı asla.”

“Yaşlı insan için şimdi yoktur, yalnızca öncesizlik-sonrasızlık vardır.”

“Özgürlük ile evrensellik düşünceleri özdeş olsalar gerek.”

Umarım şu fragmanlara da kimse itiraz etmez: “Kişi daha başka hiçbir durumda bir dinden mahrum olduğundakinden daha çok çürüyemez içten içe.”

“Tanrı iyileşme isteğidir, sağlıklı olma düşüncesi.”

Ama yine de bu son fragmanla öncekiler arasında temel bir ayrım söz konusu gibi geliyor bana: Öncekiler, felsefi bir anlayışa, belli bir felsefeye dayanırken, bu son fragman bana öyle geliyor ki, felsefi bir anlayıştan çok, bir yaşantı tecrübesini itiraf ediyor; tıpkı şu fragman gibi: “kadına duyulan düşmanlık, kişinin büyüyüp olgunlaşmayı beceremeyişi nedeniyle tam bir erkek haline gelemediği için bir türlü üstünden atamadığı kendi cinselliğine yönelik nefretinden daha başka bir şey değildir.”

Bu fragmanlar, Viyanalı düşünür Otto Weininger’e ait. Hem trajik hem de hayranlık uyandıran bir durum da söz konusu burada. Weininger’in doğum ve ölüm tarihleri şu gerçekliğe işaret ediyor. Weininger, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir vatandaşı, ve henüz yirmi üç yaşında iken ölmüş. Trajik olan, Weininger’in yirmi üç yaşında intihar etmiş olması; öyle sanıyorum ki bir benzeri de olmayan tarzda hayranlık uyandıran ise, Weininger’in, henüz yirmi üç yaşında felsefesini ortaya koymuş olması. Yani yukarıda okuduğunuz, belli bir felsefi anlayışın özetini dile getiren özlü sözler, kemale ermiş bir bilgin veya bir sanatçı kişinin değil, henüz yirmili yıllarının başında olan bir filozofun sözleridir.

Yeni bir felsefi düşünce
Gerçekten de ilginç ve bir o kadar da hayranlık uyandırası bu durum nasıl mümkün olmaktadır; bu denli genç ve bu denli felsefe. Weininger, yaşadığı dönemde ve ertesinde “deha” kavramıyla niteleniyor, ama bugün bizim içinde yaşadığımız bu dönemde, “deha” kavramının açıklayıcı bir gücü yok. Felsefi bir sorun olarak, bu denli bir genç filozofluğu nasıl açıklamak gerekir?

Weininger’in şu fragmanı, belki bize biraz yardımcı olabilir: “Sanatçı felsefeciden çok daha az değerli bir şey yaratmak zorundadır, ân’a felsefeciden çok daha bağımlıdır da ondan.” Buradan en azından şu argümanı çıkarabiliriz: Tecrübenin, belli bir andaki yaşantının sonucunda olan, sanatçının yaptığı şeydir, felsefecinin değil. Felsefi argüman, yaşantıya veya tecrübeye değil, farklı ve yeni bir felsefi düşüncenin sonucudur. Weininger’in felsefesi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Almanya’da daha netleşecek olan, insanı bedensel varlığının, bitki ve hayvanın bedensel varlığından daha zayıf olduğu dile getiren insan felsefesi anlayışlarının başlangıcı gibi görülmektedir. Ama dile getirişindeki tarzı bakımından Witgenstein’ı daha fazla etkilemiş görünmektedir. David G. Stern&Bela Scabados’un Wittgenstein Reads Weinninger adlı çalışmaları bu bakımdan dikkat çekici.

Hitler’in, “Dünyada tek bir haklı Yahudi vardı, o da kendisini öldürdü” sözünü, Weininger’in intiharı üzerini söylediği dile getirilir. Gerçekten de Weininger’in Yahudilik üzerine analizleri, başka bazılarının da söylediği gibi, 2. Dünya Savaşı’nın düşünsel-eskizleri biçiminde yorumlanmaya elverişlidir. Ama ben, Weininger’in, Yahudilikle ilgili analizlerinin, siyaset ve ideolojiyle değil, felsefeyle ve kendi teolojisini de problem edinen felsefesiyle bağlantısında ele alınması gerektiği kanısındayım. Analiz konusu etmekteki tarafsızlığın kararlılığı konusunda, felsefe, dinden daha güçlüdür. Weininger’in, yeniçağdan beri sürüp gelen epistemolojinin hükmünü tamamladığı bir dönemde, ontolojinin şafağında, yirmili yaşlarına geldiğini gözden yitirmemek gerekir. Kendi varoluşunu ve varoluşunun gerçekliğini, ele aldığı problematiğin dışında tutan bir filozoflar döneminden, kendi varoluşuna ve kendi varoluşunun gerçekliğine eğilen ve felsefesini buradan geliştiren bir filozoflar dönemine geçilmektedir artık. (“Somut durumun somut tahlili olarak felsefe” anlayışının da bu dönemde vücut bulmuş olması, bu nedenle rastlantı değildir.) Weininger’in, gerek cinsellikle/kadınlarla ilgili felsefesine, gerekse Yahudilikle ilgili analizlerinin neliğine buradan hareketle yaklaşmak gerekir. Weininger’in, suçluluk duygusu ile tanrı kavramıyla ilgili analizleri, birbiriyle ilgili olduğu kadar onun cinsellik ve Yahudilik analizleriyle de bağlantılıdır. Daha önemli olan ise, Weininger’in felsefesinde, bir eşcinsel ontolojinin temellerini bulmak mümkün gibi görünmektedir. Kadınla erkeğin ontolojisinin, eşcinsellik ve lezbiyenliğin ontolojisinden hareketle bir analizi söz konusu gibi Weininger’de.

Otto Weininger’e, bugünlerde yayımlanan Söz Kalıntıları adlı kitabından dolayı değindim. Weininger’in başyapıtı, hayattayken yayımlanan tek kitabı, 600 sayfa civarındaki Cinsiyet ve Karakter: Temel İlkeler Üstüne Bir Soruşturma (1903) adını taşıyor. Weininger, kitabının yayılamaması ve olumsuz eleştiriler üzerine İtalya gezisine çıkar. Bu gezi sırasında kaleme aldığı fragmanlar, ölümünden sonra Gündelik Not Defteri ve Bir Arkadaşa Mektuplar adıyla yayımlanacaktır. Söz Kalıntıları, Weininger’in yapıtlarından, sistematik bir biçimde yapılmış seçme fragmanlardan oluşuyor.

Pharmakon Yayınevi, hem telif hem de çeviri felsefe kitapları yayımlayan yeni bir yayınevi. Yayınevi, dizilerini de felsefe kavramlarına göre düzenlemiş; “arkhe dizisi”, “aletheia dizisi” ve “tekhne dizisi” biçiminde. Yayınlarından bazıları şöyle: Tekhne dizisi: Poetika, Aristoteles (Grekçe aslından çeviren Nazile Kalaycı). Arkhe dizisi: Kısaca Felsefe, Kurtuluş Dinçer. Aletheia dizisi: Heidegger ve Poetik Düşünme, Senem Kurtar, Korku ve Titreme, Sören Kierkegaard (Çev. N. Ekrem Düzen) ve Söz Kalıntıları, Otto Weininger (Çev. Abdülbaki Güçlü).

Yücel Kayıran
26.12.2014 http://kitap.radikal.com.tr/

Söz Kalıntıları
Otto Weininger
Çeviren: Abdülbaki Güçlü
Pharmakon Kitap
2014, 328 sayfa

“Çağımız yalnızca en Yahudice olanı değil, aynı zamanda bütün çağlar arasında en kadınsı olanı da. Devletin de hukukun da değerinin hiç bilinmediği en katışıksızından bir anarşizm çağı. Tarihin düşünülebilecek bütün yorumlarının en sığ olanının çağı (tarihsel materyalizm), hem bir Kapitalizm Çağı hem bir Marksizm Çağı; tarihin, yaşamın, bilimin, düşünülebilecek her şeyin ekonomi ile teknoloji olmanın dışında hiçbir şey haline gelmiş olduğu bir çağ; dehanın bir delilik biçimi olduğunu ilan etmiş ama gelin görün ki artık bundan böyle ne büyük bir sanatçısı ne de büyük bir filozofu olmayan bir çağ; özgünlükten yoksun oluşun zirve yaptığı ama büyük bir telaş içinde özgünlüğün en çok peşine düşüldüğü bir çağ; bakirelik düşüncesinin yerini baştan çıkarma kültünün almış olduğu bir çağ. Yalnızca cinsel ilişkiyi olurlayıp ibadete çevirmekle kalmamış, aynı zamanda gerçek yaşam pratiğinde bunu bir ödev haline getirmiş bir çağ bu çağ; Romalılar ile Yunanlıların Baküs şölenlerinde yaptıkları gibi unutmanın bir yolu olarak değil, kendini bulmak, kendi kasvetli sıkıntısına anlam vermek için birinci olmanın hep bir ayrıcalık olduğu bir çağ bu çağ aynı zamanda.”
(Tanıtım Bülteninden)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir