Dünya, insanlığını unutmuşlara inat, sevdayı, aşkı andı bugün. Sevginin, emeğin, insanlığın tek umudu olduğu gerçeğini haykırdı herkes bir eksikle: Özgecan yok. Sonsuzluğa uğurlandı aşkın ve sevginin kutsandığı bugünde. Gökyüzü bile acıya boğuldu, gözyaşlarını esirgemedi ondan. Şairin deyişiyle “ Ölüyorum tanrım, bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür, biliyorum tanrım.
Acı doluydu kadın: dün, bugün ve yarın da. En fenasını bana yaptılar. Yalnızlığımdan yararlanarak izbe bir yere götürdüler, soyun dediler, direndim. Hayvanları tenzih ederek bir yaratık yaklaştı bana; görüntüsü bir şeye benzemiyordu, ağzından salyalar akıyordu yüzüme, gözlerimin içine, göremiyordum ne yeryüzünü, ne de gökyüzünü, kapkara bir dehlizdeydim. Babamın “ sevgi, kurtaracak seni, beni, herkesi” sözlerini duymuyordum, kulaklarım sağır, dilim lal olmuştu. Çocukluğumu anımsamaya çalıştım, gül kokan yüzünü anne, “ Her nerede olursan ol, hep yanındayım, sıkıştığında, dara düştüğünde, ağladığında, birileri sana zarar verdiğinde” diyordun ya anne! Sesim neden ulaşmaz sana, şimdi duymasan ne zaman anne, ne zaman?
Bağırıyorum, çağırıyorum duyan yok. Hava kurşun gibi ağırlaştı. Bir el boğazımı sıkıyor, nefesim daraldı, soluk soluğayım. Tüm gücümle direniyorum yine. Bir iken üç oldu. Üstüm başım paramparça. “Her zaman üstün başın derli toplu olsun” derdin ya anne, olmuyor, bir yerimi kapatmaya çalışırken öbür yanım açılıyor, üşüyorum lütfen ört beni anne!
Derin ve sonsuz bir uykuya dalmak üzereyim. Senin anlattığın masallar geliyor aklıma bir bir. Bir varmış bir yokmuş ile başlayan. Sonunu anımsamıyorum ama, nasıl bitiyordu anne? Prens, çirkin ördek yavrusunu prensese mi dönüştürüyordu yoksa? Bir prenses gibi toprağın altındayım. Bana zarar veren, üstümü başımı parçalayan, boğazımı sıkıp, kesen, beni yakan o yaratıklar yok anne! Huzur içindeyim.
Yıllardır yazma yolculuğunda bir kum tanesi olma derdinde olan ben, gecenin bir vaktinde yazdım bu satırları. Elbette ki Özgecan’ın yaşadığı vahşeti anlatmaya yetmez bu satırlar. Bir kadın olarak duyduğum ıstırabın yansıması hiç değil. Ruhum, zihnim, yüreğim kramplar geçiriyor. Ne içtiğim bir damla sudan, ne soluduğum havadan zerre kadar keyif almıyorum. Ne zaman bitecek bu kabus? İnsanlığımızı ne zaman kaybettik? Her sabah kara bir habere mi uyanacağız? sorularıyla yankılanıyor beynim.
Sözümü, bu şehrin yöneticilerine, belediye başkanlarına, sosyologlarına, psikologlarına, sosyal hizmet uzmanlarına, eğitmenlerine, akademisyenlerine, hangi partiden olursa olsun milletvekilliğine aday adayı olan insanlara ve yüreğinde insan sevgisini taşıyan herkese bir seslenişle bitirmek istiyorum. Bu vahşeti ivedilikle masaya yatırıp acil çözüm planı üretmek, bu şehri boydan boya, bütün reklam panolarını, dolmuşların, minibüslerin, otobüslerin camlarını; çocuğa, kadına, mazluma, güçsüze şiddeti kınayan afişlerle donatmak, bu şehrin televizyonlarında, radyolarında şiddeti kınayan programlar yapmak, uzmanların sesini daha çok duyurmak ama en çok da milletvekilliğine soyunan insanların panolardaki resimlerinin yanına “ şiddete hayır” sloganına yer vermelerini sağlamak , yıllardır toplu taşıma araçlarını kullanan bir vatandaş olarak talebimdir.