Türk edebiyatında farklı ve çoğu noktada sıradışı bir izleğe sahip olan Hasan Ali Toptaş metinleri çoğunlukla ?taşra?nın içinden bireyin iç dünyasına, bilincin derinliklerindeki dehlizlere uzanan bir anlatım evrenine sahiptir. Postmodern anlatı olarak değerlendirilebilecek bu izlek imgesel nitelik barındıran söz varlığı, sözcüklerin yinelenmesi, parodi, postiş adı verilen teknikler ve metinlerarasılıkla karşımıza çıkmaktadır. 21. Yüzyılın taşrasının dönüşüm ve değişimiyle ?Köy kanonu?nun değişmesini peşi sıra getiren roman dili Toptaş?ın bütün metinlerinde metnin içinden dış dünyaya yapılan göndermelerle karşılığını bulmuştur.
Anlam birliğinin yerini anlamda kayganlığın aldığı, uzam ve mekan kavramının geçirgen ve değişken kılındığı Toptaş metinleri tüm müphemlikleriyle, sınırların belirlenmediği anlatım evreniyle yazarca bir özgürlüğün yazınsal karşılıkları olarak da görülebilir. 19. Yüzyıldan başlayarak batılı romanın romantik, realist üslubunun peşi sıra ilerleyen roman tarihimizde ?Sınırlı olanın reddiyle başlayan sınırsızlığın keşfine? yol alan postyapısalcı anlatının tüm verimlerini taşıyan Toptaş metinleri anlamın ve nesnenin alegorisini önceleyen, giderek kendi ?mit?inin büyülü ormanında yol alan yazarca ve özgü bir masalın güncellenmesi olarak farklılık kazanır. Ben ve bireyin düş ve masalıyla çıkılan ?yolculuk? metaforu yazarın metinleri için vazgeçilmez bir izlektir ;roman bir yandan şiirselleşirken diğer yandan biçimin merkezleştiği, anlamın bulanıklaştığı yeni bir anlatı diline evrilir.
Yazarın metinlerindeki esas sorunsal ?Varolmak? ve ?Yokolmak? hallerinin taşraya yansımalarıdır. Metnin satır aralarının deşilerek çıkılan okurca yolculuk yazarın yolculuk halleriyle de kesişir bu anlamda. Yazarın Ömer Türkeş?in ifadesiyle kırık, anlamlandırılamayan, çok katmanlı, dehşetin egemen olduğu gerçeğe çekinceli bakışıyla yansıyan Toptaş?ın kahramanları kasabadan doğan, esin kaynağını taşradan alan yazma eyleminin, yerini kelimelerin arasında bulan düşsel bir anlatı ormanında yerini bulur. Yazarın içindeki dünyadan kaçma isteğiyle ortaya çıkan yazarlık hali ?Kayıp Hayaller Kitabı?, ?Uykuların Doğusu?, ?Gölgesizler? gibi metinlerinde yaşamdan yola çıkan, değişen, dönüşen ve rüya ve hayal öğeleriyle ?Masal?laşan bir anlatı yapısı kazanmıştır.
Akif Kurtuluş?un ifadesiyle yazarak ve de yazdıklarıyla çatışan bir yazarlık halidir söz konusu olan. Onun metinlerinde çoğunlukla sahici görünen düşle yer değiştirirken, yalnızlıklarıyla yola çıkan tüm kahramanların sıkışmış, gerçeğin tekdüzeliğinde boğulmuş, parçalanmış taşralı halleri düşe yatmaya, tekrarın tekrarı hayatlarının içinde masallarının içinde kaybolmaya başlar. Tasavvuftaki edebi döngüyü çağrıştıran romanlardaki döngüsel yapıyla postmodern anlatının biçimci koridorları okuru da yazarın düş evreninin içine sokar. Bin Hüzünlü Haz?da Alaaddin? bulmak için düşsel yolculuğun içinde kentten, ormana uzanan serüvenin içinde okur da yerini tüm Toptaş metinlerinde olduğu gibi alışılmamış metin izleğinin peşi sıra bir yazar olarak bulur bu açıdan. Toptaş metinlerinde satır aralarındaki yazar okurla yazarcılık oyunu oynarken metnin iç aklının rehberliğinde sözcükler birer notaya dönüşür. Metinlerde bir Tanrı yazarın mürit katipliğini yapan bir yazara dönüşen Toptaş anlatıcılığında metin ritmik ve müzikal bir hüviyet kazanır bu doğrultuda. Çocukluk dönemlerinin metnin çatlaklarından sızdığı , kasaba ve taşranın köşesinden metne sindiği bu çok katmanlı anlatı evreni görünmeyeni görünür kılma düşüncesinin de bir sonucu olarak okura yansır. Gerçeklerin bir kısmının gerçek olmadığı, arkaik romantizmin ?sonsuzluk ilkesi?yle kimi zaman eski zaman masal ve söylencelerine dönüştüğü kayboluşlar ve yokoluşların dile gelişidir bu.
Çoğu zaman takip edilebilir bir olay örgüsünden kaçılan muğlak, köy romanının dilindeki dönüşümün bütün verilerini içinde barındıran, dış dünya ve iç dünyanın geçişken olduğu Toptaş metinleri, Gölgesizler romanında da olduğu gibi ?Kayboluş? izleğinin peşi sıra yürür, Kayıp Hayaller Kitabı?ndaki düşlerin dışında yavan, boğucu taşra atmosferi Gölgesizler?de de karşımıza çıkar. Cıngıl Nuri?nin kayboluşuyla başlayan ve bireyin bütün güç savaşının içindeki yalnızlığını ortaya koyan roman atmosferi, Aynalı Fatma?nın kuşa dönüşü, köy ve şehirdeki berber dükkanın geçişkenliği, Muhtar ve Dede Musa?nın yokluk/hiçlik üzerine derinlikli sorgulamaları, Güvercin?in bir simgesel nitelik de taşıyan kayboluşuyla söz konusu postyapısalcı anlatı izleğiyle karşımıza çıkar. Ayna motifiyle gerçekliğin iyiye iyiye göreceli hale geldiği metin Pelin Aslan?ın ifadesiyle kendince başlı başına bir aynadır zaten. Hem de dış ve iç dünyanın geçişken olduğu bir yansıtıcıdır bu ayna. Düşsel kent ve düşsel köyün birbirinin yerine geçtiği ve birbirini beslediği, yeni öyküleri yarattığı ?tekrarların tekrarı? yaşamların yansıtıcısı olan bir aynaya dönüşür roman bu açıdan.Bir yandan Muhtar?ın kayboluşuyla bekçinin muhtarlaşması iktidar erkinin döngüselliğini de ortaya koyarken, Bin Hüzünlü Haz ve Uykuların Doğusu?nda olduğu gibi masallardaki döngüsel zaman, anlatıcının muğlaklaşması ve metinlerarasılık Gölgesizler?in de izleğinde yer almaktadır.
Bireyin varoluş serüveninin yer aldığı söz konusu anlatıda olaylar adı verilmeyen bir şehirde, içi müşteriyle dolu bir berber dükkânında başlar. Berber metnin kimi zaman anlatıcısı kimi zaman söz konusu ayna metaforu doğrultusunda uzamsal muğlaklığın aynadaki yansıtıcısı gibidir. Dükkânda berber, çırak, zindan karası tespihi olan bir adam, içeri sonradan gelen bir müşteri ve keçi sakalı olan bir adam vardır. İçeriye sonradan gelen müşterinin bir roman yazdığı öğrenilir. Koltukta oturan müşteri gittikten sonra berber koltuğuna keçi sakallı müşteri oturur. O sırada roman yazdığı öğrenilen kişi ?Yeni bir oyun başlıyor.? (s. 6) diye geçirir içinden. Metnin oyunlaştığı bu anlatım öykünün içine yeni öykülerin girmesiyle beslenir. Bu sırada berber roman yazarına niçin konuşmadığını sorar. Roman yazarı olan müşteri ise ne anlatması gerektiğini berbere sorar. Berber, bu soru karşısında ?Ne anlatırsan anlat,? yeter ki anlat? (s. 6) cevabını verir. Anlatılması gereken de öte giderek nasıl anlatıldığının belirleyen olduğu, olay ve mekanların iç içe geçtiği düşsel bir anlatı evreninin içindedir artık tüm kahramanlar. Çoğu noktada düşün gerçekle yer değiştirdiği bu anlatı evreninde kahramanlar yalnızlıklarının ve taşra sıkışmışlığın yansımalarını yine düşe yatkın bilinçlerinin derinliklerinde fark ederler. Anlatıcı ve kahramanlar acısından romantizmin ve arkaik anlatının birbirini beslediği bir izlektir bu. Yıldız Ecevit, Hasan Ali Toptaş?ı ?romantik özelliği ağır basan bir postmodernist? olarak nitelendirmekle birlikte, dünya edebiyatında önemli bir postmodernist olan Kafka?ya da benzetmektedir: ?Türk edebiyatında bir Kafka?dır o.? Kafka?daki bilinç altındaki bunalmışlık ve sıkışma halinin Toptaş?ın anlatıcıları için de söz konusu olduğu düşünüldüğünde doğru bir belirleme sayılmalıdır bu kuşkusuz, üstelik Uykuların Doğusu?ndaki radyoevi sunucusunun bezgin, sıkılgan ve ruhsal sıkışmışlık halinin Kafkaesk bir yanı olduğu da varsayılabilir bu anlamda.
Uykuların Doğusu tam da anlatı düzeyinde üstkurmacanın tüm izleksel yönleriyle karşımıza çıkmaktadır. ?Metin? romanda ana erek konumundadır. Anlatı kişilerinden biri olan ?metin? kendi kendini anlatan, ortaya koyandır. Her türlü yoruma açık, açık uçlu ve üstkurmaca düzlemine ulaşan bir metin olarak çok katmanlı, her türlü yoruma açık, özgür anlatının Türk edebiyatında deneysel örneğini ortaya koyar Uykuların Doğusu. Romanı, geleneksel boyutların dışına çıkan, karmaşık dokulu, Yıldız Ecevit?in ifadesiyle simülasyon diye adlandırılan başka, kırılmalarla dolu gerçeklik anlayışı çizgisinde ele almak gerekir, kendi gerçekliğinin içinde varoluşunu yaşayan bir anlatıdır karşımıza çıkan. Çoğulculuk anlayışının tüm izleklerini okurla beraber çıkılan bir yazma ve okuma eylemi belirler anlatıcı açısından bakıldığında. Ayrıca, romanda tek ve mutlak olan yoktur; bütüncül bir anlayıştan çok, farklılıkların, karşıtlıkların yan yana kullanıldığı bir çoğulcu yapı dayının hikayeleri, dedenin şehre göçü, dönüştürücü öğe olarak selin yarattığı dinamik, boğucu ve karamsar dünya, Haydar?ın selin tellallığını yapması, radyo ve mızıkanın dönüşümlü ve tekrarlı yapısıyla bilinmeyen/müphem şehrin yansımalarıyla okur başlıbaşına düşsel dünyanın içinde döngüsel bir gezintiye çıkarılır. Her biri şehrin yalnızlıklarıyla beraber kendi yalnızlıklarını da devşirirler özgün ve geçişken metin yapısı bağlamında.
Belirsizliğin anlatısı sayılabilir bu açıdan Uykuların Doğusu. Bu belirsizlikle birlikte anlatı boyunca her şey bir anda gelişmektedir. Örneğin, radyoevindeki adam birdenbire eve kapanmıştır, Haydar birdenbire gözden kaybolmuştur, birdenbire ellerinde ve ceplerinde şarap şişeleri taşıyan kırmızı suratlı adamlar çıkmıştır ortaya. Hokkabazın da sonu da bir belirsiz bırakılır, Toptaş metinlerindeki genel metafor sayılabilecek olan birdenbire kaybolma hali karşımıza çıkar. Zaman da belirsizdir: ??o gün orası birdenbire?uzak zamanlı cümlelerle dolmuş? Uzam da belirsizdir anlatıda. Hatta bu belirsizlikten anlatı kişileri de etkilenirken metinlerarasılıkla yer yer mesnevilerden, söylencelere kadar nice arkaik metne gönderme yapılmıştır.
Bir arayış romanı saymamız gereken Bin Hüzünlü Haz da ilk cümlesinden son sayfasına kadar benzer bir biçimde uzamsız ve zamansız, oyuna dönüşen bir anlatı özelliği taşımıştır. Hayatın belirgin anlamlardan uzaklaştığı, mekanın şehir ve kır çerçevesinde değişkenleştiği, Binbir Gece anlatısının içi içe, katmanlı anlatı dünyasının izinden ilerlendiği anlatının ? Hayatın akıl almaz derecede oyuna dönüştü ğü, hayallerin sınırı aşıp aşıp gerçeklere karıştığı, yerini göğünü ne idüğü belirsiz kıpırtılarla uzun kuyruklu, güzel güzel yalanların doldurduğu ve her şeyin kelimelerle ya şatılıp kelimelerle öldürüldüğü, acayip ve soluk renkli bir dünya ?(s. 18) içinde şekillendiği görülebilir. Roman boyunca ?anlamlı? ve takip edilebilir bir olay örgüsünden bahsetmek de mümkün değildir üstelik. Roman, her gün akıl almaz cinayetlerin işlendiği, kanın gövdeyi götürdüğü, vahşet ve pornografinin bütün rahatsız eden görünümlerinin sergilendiği, ? herkesin gırtlağına kadar suça gömüldü ğü ve orta yere fırlayan bazı çığırtkanların da, yeni bir şey keşfetmişçesine işaret parmaklarını zamanın burnuna dayayıp ?Suç çağı, suç çağı!? diye haykırıp durdukları bir dünyada ?(s. 10), Alaaddin isimli düşsel kahramanın peşi sıra bir arayış çerçevesinde karşımıza çıkar. Şehirde, caddeler boyunca aranan düşsel kahramanın izinden Motel Rom, Asip Dağı, orman boyunca taşranın ıssızlığına ulaşan masalsı bir yolculuğa çıkılır. Orman imgesi aslında başlı başına edebiyat tarihiyle içkin bir metinlerarasılığı da taşır anlatıya. Bir metinlerarasılık ormanına dalarız. Oduncu Baba, Hansel ve Gretel?in hikâyesi, Kırmızı Başlıklı Kız, Kırk Haramiler, Alaaddin, Binbir Gece Masalları, Don Kişot (Cervantes), Dönüşüm (Kafka) v.b. eserler kendi izlekleriyle taşınır okurun bilinç altına doğru çıkılan okuma eylemi doğrultusunda. Masal ve gerçeğin birbirine karıştığı, yer değiştirdiği çok katmanlı bir ormandır söz konusu olan.
Toptaş?ın anlatı dünyası için adını anmamız gereken ?Kayıp Hayaller Kitabı? da benzer bir izleği taşra, çocukluk, taşranın içinde sıkışmışlık ve Hasan, Dede, Hamdi, Hasan?ın babası, Kevser gibi anlatı kahramanlarının ucu bucağı olmayan ve bir yerlere ulaşmayan düşleriyle karşılığını bulur. Dayanışma ruhunu yitirmiş taşranın içinde herbiri kaybolmuş, sıkıntılı, hayalleri kaybolmuş, kendi iç dünyalarının içinde yitip gitmiş bireylerdir. Babanın ertelenmiş ev yapma düşü, dedenin Kevser?in peşinden süregiden yitik sevda öyküsü, Hasan?ın yitirilmiş düşlerin mirasçısı olarak kaçma düşleri, evin ve taşranının içindeki şiddet olgusu taşranın romanda 50 ve 60?lardan sonra nasıl bir dönüşüme uğradığını ortaya koyarken Toptaş?ın masalsı diliyle zihin yanıltıcı ve köreltici kılınır, bilinç altının dehlizinde düşsel yolculukların peşi sıra okurla birlikte yazar da yolculuğa çıkar. Toptaş?ın metinleri bu açıdan düşün gerçekle yer değiştirdiği ?yalnızlığın?, ?hüznün? ve ?kaybolmuşluğun? metinleridir. Kolay tüketilemeyecek, çok katmanlı, dilin anlatım zenginliğiyle genişleyen başlı başınaa çağdaş bir masal, zihnin ve bilincin doğusuna yani unutulana gönderme yapan uzun bir yolculuk olarak görülmelidir bu metinler: yazarın okuruyla birlikte yola çıktığı bir yolculuk.
Erinç Büyükaşık
(Yurt Gazetesi Kitap Eki, 21.04.2013)