“Günboyu eğleniyorum onla; o da bana kızıyor, bütün kurallarının mantıki nedenlerini anlatıyor bana. Oysa, ayrıntıda ne mantıki şeyler vardır da bir bütün yaptıklarında büyük aptallıklara dönüşürler; tabii babamla böyle “ince!” konular konuşmuyoruz. Göl suyunun ısı dereceleri, kuyu pompasının ne zamanlar çekileceği ve banyodaki tuvalet kağıdının küvete değil de yandaki kovaya atılacağı üstüne “diyalektik” tartışmalar yapıyoruz.”
Gölbaşı, 2 Ağustos 71 Pazartesi
Sevgili Mümtaz,
İşten çıkıp akşam eve geldiğimde kapının dibine düşmüş mektubunu sevinçle kaptım ve hızla okudum; hızla okudum çünkü “canavar Mithat”ın arabasının klâkson sesleri çalıyordu durmadan. Beş gündür, babacığımla balayı yaşıyoruz burda. Arka bahçede salatalıklar, biberler, domatesler, soğanlar büyümüş. Toprağın bu güzelim cevapları oldum olası büyüler beni. Doğal olan her şey gibi. Hava boğucu, Ankara kenti dayanılmazlaştı iyice.
Babam başlı başına bir roman. Hiç durmuyor. Akşam buraya gelir gelmez ülkesini! teftiş ediyor. Sanırsın Mümtaz kampına geri dönmüş. Akıl almaz bir dikkatle herkesin hatalarını, yanlışını gözlüyor ve yorulmadan düzeltiyor. “Kızım bak benim tertibim böyle”; lamba buraya asılacak, peynir buzdolabının şurasına konacak, v.b. Büyük, küçük bütün eşyalarına tutkun ve bu küçük eve durmadan yeni eşyalar taşıyor; yeni gâz lambaları, ocaklar, mutfak rendeleri. Her yeni eşyacığı onu mutlaka ve mutlaka bütün “Anayasayı ihlâl” davalarından daha çok ilgilendiriyor. Muammer Hoca’nın içerde olması konusunu beş dakkadan fazla konuşmaz, ama yeni aldığı gaz lambasının nasıl da kullanışlı ve dahiyane! olduğu konusunda yarım saat ayrıntılı bilgi verebilir. Burada uzun bir süre kalırsa eşyadan kımıldanmaz duruma getirecek, taa ki anam gelip ayıklayana dek! Muammer Hoca’yla iyi boy ölçüşebilir bu alanda. Düşünüyorum da, babamı “Gölbaşı Dağı Kır Gerillaları” olarak ihbar etsem orada ne şenlik olur; bir yanda “Hoca”nın takım taklavatı, öbür yanda babamın fenerleri, ocakları, copu, tornavidaları, çekiçleri, şunları, bunları; 1. No.lu Ceza Evi’ne asla sığamaz olursunuz.
Günboyu eğleniyorum onla; o da bana kızıyor, bütün kurallarının mantıki nedenlerini anlatıyor bana. Oysa, ayrıntıda ne mantıki şeyler vardır da bir bütün yaptıklarında büyük aptallıklara dönüşürler; tabii babamla böyle “ince!” konular konuşmuyoruz. Göl suyunun ısı dereceleri, kuyu pompasının ne zamanlar çekileceği ve banyodaki tuvalet kağıdının küvete değil de yandaki kovaya atılacağı üstüne “diyalektik” tartışmalar yapıyoruz.
Pazar günü burası tam bir yeryüzü cenneti oldu. Kaya, Karin, üç çocukları, Kaya’nın iki arkadaşı, karıları, çocukları, Oğuz’un bir arkadaşı, Doğan-Gönül, Aylin, Kaya’ların köpeği, sonra gelen konuklardan birinin bir Paşa dostu, karısı, oğlu, ve biz Gölbaşı sakinleri (ben, babam, İzzet) çok sakin bir hafta sonu geçirdik; tam senlik, burada olsaydın Mamağı mumla arardın—Bir de biz mayolu güzelleri görmek için, Gölbaşı’nın tüm kıyıları doluymuş gibi, beyaz donlu ve bellerine şişme kamyon lastiği geçirmiş vatandaşlar tarafından kuşatıldık! Babam bütün gün “beyaz donlu vatandaş kovma harekâtı”nı başarısızlık, ama ısrarla yönetti. Benim “adamcağızlar bakar elbet, biz mayolu gezersek!” mantığım onu hiç yumuşatmadı.
Ayrıca 141/ 1 örgütüne dahil (nam-ı diğer bir berber bir berbere) şahıslar arasında, babamın yeni köpeklerini unuttum. Bu köpekleri Kaya mahallesinde bulup, acıyıp, babama “Cins Çoban Köpeği” diye yutturmuş. Büyüdükçe ne olduğu belirsiz, şekilsiz hayvancıklar oluyorlar. Babam “bir de boynuzları çıkarsa şaşırmayacağım, belki soylarına keçi de karışmıştır” diyor ve Kaya’ya köpürüyor. Sonra buranın en önemli özelliğinden söz etmedim sana, sokan sivrisinekler ve ısıran karasinekler. Onlara iyice alıştım. Ne var ki, sevgili vücudum sinek ısırığıyla kabardı. Geceleri yatmadan önce, babamla, “Sinekle Mücadele Cemiyeti” tavrıyla işbaşı yapıyoruz. Ne var ki bu çabamız karşılığı bize para veren yok. Babam evin duvarlarına “Sinekler her görüldükleri yerde ezilmelidir” diye levhalar asacak, asmasına ya, ben yılıyorum bunca sinekten—
İş bildiğin gibi. Seri yazıyı okumaya ben de başladım. Daha doğrusu, benden fotoğraf! istemeye geldiklerinde duruma muttali oldum. Şöhrete alışık değilim ki yanımda fotoğraf gezdireyim!
Her rastladığım sana selam söylüyor. Bütün selamları yazsam, mektuplarım asker mektuplarına benzeyecek; babam, İzzet, Ela, Ahmet selam eder, Doğan da selam eder, Kaya da selam eder…
Canım,
Herkeslerin kocaları Müsteşar, genel müdür falan olurken sen tutuklu kalmakta devam et! Komşuların yüzüne bakamıyorum! Biz ne zaman “birlik ve beraberlik içinde” balayımızı yaşayacağız?
Böyle giderse ben de greve gideceğim ve “Sıkıyönetim dışında seni boykot” edeceğim.
Sevgili,
Şimdi romana devam edeceğim. Üç sayfa yazabilirsem ne mutlu bana! Çok sevgi sana, benim değerli yakınlığım, koparılamazlığım.
Sevgi
NOT:
Bu mektup, Mümtaz Soysal’ın henüz iddianamesi olmadığı halde iki aydır tutuklu bulunduğu Mamak Cezaevi’ne, evlenmelerinin üzerinden henüz bir ay bile geçmemiş ve Sevgi Soysal daha hiç tutuklanmamışken yazılmış.
FUNDA SOYSAL
Kaynak: http://t24.com.tr/ 22 Kasım 2016