“Sıkıntının temelde bir anlam krizine işaret ettiğinden yola çıkarak, sıkıntı mekânlarına ve zamanla ilişkisine, bir estetik kategori olarak kullanımına, siyasette uç verdiği anlara, edebiyat ve sinemadaki temsillerine ve ona karşı sunulan panzehirlere bakmak, bu coğrafyaya özgü anlam arayışlarına ve çatışmalarına dair kışkırtıcı sorular ortaya atabilir.” Aylin Kuryel, “Sunuş”tan
Son yıllarda Türkçenin en yaygın kullanılan sözcüklerinden biri, “sıkıntı”. En yaygın kullanım şekli de: “Sıkıntı yok”! Kalıbın bu kadar çok tüketilmesi, sıkıntının, sıkıntıların varlığına işaret ediyor olsa gerek. Zamanımızın kronik kriz hali, sıkıntıyı “toplumsal ortak duyu” haline getirmiyor mu? Elinizdeki derleme mekâna/zamana, siyasete, edebiyata ve sinemaya odaklanan dört bölümde, sıkıntının toplumsallığını ve potansiyelini inceliyor. Yani sıkıntının toplumsal nedenlerini, görünümlerini ve sıkıntı deneyiminin doğurabildiklerini… Zira sıkıntı, kimi kuramcılar veya ’68 hareketi “sıkıntı karşı devrimcidir” dese de, isyana da sevk edebilen bir insanlık durumu. Taşra sıkıntısından, “sıkıntı” diye hashtag açmaya uzanan gerçeklikleri var sıkıntının. Orhan Koçak’ın kitaptaki yazısında dikkat çektiği gibi, “hazza karışmış iç sıkıntısı”ndan, “bildiğimiz düpedüz can sıkıntısı”na, “herkesten ve her şeyden sıkılma”ya, “sıkıntıdan patlama”ya uzanan bir duygulanımsal yelpazesi var. Nelerin “sıkıcı” bulunduğu da, çok şey anlatır bize. Sıkıntı, ondan sıkılmazsanız, çok şey anlatır.
Aylin Kuryel’in derlemesi, Senem Aytaç, Barış Bıçakçı, Sevinç Çalhanoğlu, Ayşe Çavdar, Begüm Özden Fırat, Emre Tansu Keten, Orhan Koçak, Beno Kuryel, Efe Murad, Pınar Öğünç, Osman Özarslan, Necati Sönmez, Asuman Susam, Uğur Tanyeli, Mehmet Fatih Uslu, Sezen Ünlüönen, Nalan Yırtmaç ve Fırat Yücel’in katkılarıyla.
Kitapta yer alan bölümler
Sıkıntı Var: Sıkıntı Üzerine Denemeler Aylin Kuryel
Mekânda Sıkılmak, Mekândan Sıkılmak: Türkiye’de Toplumsallığı Kuran Beş Deneyim Rejimi (1823’ten Bugüne) Uğur Tanyeli
Taşra Sıkıntısı: Dar Zamanlar, Geniş Mekânlar, Toplumsal Cinsiyet Osman Özarslan
Sıkıcı, İlginç, Damak Tadıma Uygun Değil: Türkiye’nin Estetik Kategorileri Sezen Ünlüönen
Matematik Kaygısından Sıkıntı Kültürüne Beno Kuryel
Hasır Şemsiye Pınar Öğünç
Sıkıntı Yok: Kulturkampf, Kriz ve Eleştiri Begüm Özden Fırat
Sıkışmak, Sıkılmak, Sığınmak, Sığışmak, Savaşmak: … Ama Bir Türlü Esneyememek Ayşe Çavdar
Dijital Çağda Serbest Zaman ve Sıkıntı Emre Tansu Keten
Çocukluk Sıkıntısı ve Çarpışan Arabalar Sevinç Çalhanoğlu
Maddenin Sıkıntısı Efe Murad
Edip Cansever ve İç Sıkıntısı Orhan Koçak
Yesayan’ın Sıkılan Kadınları Mehmet Fatih Uslu
Sıkıntının İpi: Safiye Erol Romanlarında Sıkıntının Dönüştürücü Rolü Asuman Susam
Can Sıkıntısı Olarak Hayat Barış Bıçakçı
Ölü Zamanlar ve Yeni Türkiye Sineması’nda Yavaşlık Fırat Yücel
İsyan Edememiş Gençliğin Laneti Necati Sönmez
Sıkıntı ve Gündüz Düşleri Senem Aytaç
İsimsiz Nalan Yırtmaç
KİTAPTAN OKUMA PARÇASI
SUNUŞ
Sıkıntı Var: Sıkıntı Üzerine Denemeler AYLİN KURYEL
“Cansıkıntısıyla dinleniyorum ancak,” derdi. “Sıkılırken
dinlendiğimi anlamıyorum. İçimin yeni heyecanlar için
dolduğunu hissetmiyorum. Fakat, bilmeden yeni yaşantılara
hazırlıyorum kendimi. İçimde bir Selim ölürken kalan bütün
gücüyle yeni bir Selim yaratıyor.”
– Oğuz Atay, Tutunamayanlar, s. 392
50’li yıllarda ABD’de, beyaz orta sınıf ev kadınları, evlerinde
güçlü bir sıkıntı duygusu ile baş etmeye çalıştıklarını dile getirdiler. Ürünleri çeşitlenmekte olan tüketim toplumu kadınların
işlerini azaltmayı vaat etmesine rağmen rutin ev işleri ile bıkkın
kadınlar, sıkıntı kelimesini sıklıkla telaffuz ediyorlardı.1
Fransa’da 68 Mayıs isyanları başlamadan az önce Le Monde gazetesinde “Fransa sıkılıyor” başlıklı bir yazı yayımlandı.2
Yazara göre, dünyanın birçok yerinde isyanlar gerçekleşirken Fransa’daki öğrenciler can sıkıntısı hastalığına yakalanmış-
1 Bu konuda Betty Friedan’ın, ikinci dalga feminizmin yapıtaşlarından sayılan,
bahsedilen dönemde ev kadınlarının varsayılan mutluluğunun ardındaki sıkıntı, depresyon ve kaygıyı incelediği Kadınlığın Gizemi kitabına başvurulabilir (The Feminine Mystique, New York: Norton, 2001).
2 Pierre Viansson-Ponté imzalı yazı, 15 Mart 1968 tarihinde Le Monde gazetesinde “Quand la France s’ennuie…” başlığıyla yayımlandı.
tı. Oysa ki, sözü edilen gençlik, bu yazıdan birkaç hafta sonra
ayaklanacak, sokaklarda barikat kuracak, duvarlara yazdıkları
üzere hayal gücünü isyana çağıracaktı.
Bu duvar yazılarından bir tanesi de, Mayıs 68 ateşinin fitillenmesi ve sürecin şekillenmesindeki rolü yadsınamayacak Situasyonist Enternasyonel kolektifinin sloganlarından biriydi:
“Sıkıntı karşı-devrimcidir.” Onlara göre, modern kapitalizm,
gösteri toplumu ve onun kontrol altında tutmaya yönelik tasarlanmış şehir mekânı yalnızca sıkıntı üretiyordu ve bu sıkıntı eylemliliğe ket vuruyordu.
70’lerde İngiltere’de punk gençlik, olmayan geleceklerinden
ve toplum düzeninin mide bulandırıcılığından dem vururken
“Londra sıkıntı ile kavruluyor” diye bağırıyordu bir The Clash
şarkısı aracılığıyla.3
Sıkılmak onlar için hem isyanlarını dışa
vurma şekli, hem de isyan ettikleri şeyin ta kendisiydi.
2012’de, Adil Çalışma Derneği (Fair Labour Association)
başkanı, Çin’deki Apple fabrikasında on yedi işçinin intihar etmesinin sebebi olarak sıkıntıyı öne sürdü. İşçilerin çalışma koşulları “birinci sınıf” idi oysa ki.4
Öte yandan 21. yüzyılda, bu
işçilerin ürettiği telefonlar, kullanıcıları için sıkıntıyı ortadan
kaldırmayı vadediyordu; dünya bir tık uzaktayken ve olasılıklar böylesine çeşitlenmişken sıkılmak mümkün müydü?
Haziran 2018 genel seçimlerinden önce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir konuşması esnasında dinleyicilerine
“sıkıldınız mı?” diye sorması üzerine Twitter’da yayılan sıkıldık hashtag’i Türkiye’de bir gün, dünyada da birkaç saat Trend
Topic oldu. O günlerde yapılan bir şarkı: “usandık, her gün
başka biçimde yalandan, gözümüze bakarak talandan, senden
sıkıldık. #tamam #bıktık #sıkıldık” diyordu.5
On sekiz senedir değişmeyen iktidar süresince gençliklerini geçiren kesimin,
yükselen işsizlikten doğan boş zamanın, medyanın artan şekil
3 Orijinali, “London’s burning with boredom now” (The Clash, London’s Burning, 1977)
4 “Apple iPad plant conditions better than the norm: agency”, Reuters, 15 Şubat
2012.
5 Şarkı, “Tamam, Bıktık, Sıkıldık. Senden Sıkıldık!” ismiyle YouTube’dan anonim olarak yayıldı.
de teksesleşmesinden mütevellit tekrarların, günbegün imge ve
ses olarak beliren yüzlerin ve sözlerin coğrafyasında “sıkıldık”
sloganının belki de pek şaşırtıcı bir tarafı yoktu.
Bir yandan da, aynı dönemde gündelik hayatta en çok duyulan sözlerden biri “sıkıntı yok” idi. Sadece sokaklarda değil, televizyondan ve sosyal medyadan halka seslenen politikacıların da dilinden düşmüyordu bu söz. Nerede bir problem varsa orada “sıkıntı yok”tu. Zaten bir problemin olmadığını iddia
etmekten çok, karşısındakine o problemi “sıkıntı etmemesini”
salık verir, asıl problemin bu nasihate uymamak olacağını iddia eder gibiydi bu ifade.6
Türkiye’de son dönem siyasi söylemin doublespeak7
retoriğinin en iyi örneklerinden olan bu tabir,
bir diğer şarkıda şöyle dile gelmişti: “Sıkıntı bol, sıkıntı bol. Hayır! Sıkıntı yok, sıkıntı yok. Evet!”8
Geçen senelerin popüler televizyon dizilerinden olan Çukur’da görünen bir duvar yazısı bu söze dair söylenebilecekleri bir çırpıda özetliyordu sanki: “Sıkıntı yoksa sıkıntı var demektir”. İstanbul vapurunda üzerinde bu sözlerin yazılı olduğu
t-shirtler ile dolaşan gençleri görmek mümkündü artık. Aynı
cümleyi çoğaltan bardak ve çantalar satılmaya başlanmıştı. Ve
evet, sıkıntı vardı. Sıkıntı kavramı, bu kısıtlı ve çoğaltılabilecek
örneklerden sezebileceğimiz gibi coğrafya, sınıf, toplumsal cinsiyet gibi etkenlere göre şekillenen; anlamı değişken, şekli bulanık, hareket alanının kısıtlanmasından doğabildiği gibi harekete geçirme gücüne de sahip olabilen bir duygu durumu olarak var olduğu gibi, toplumsal örüntüleri anlamlandırmak için
verimli bir kavram olarak da var.
Bu derleme, sıkıntıya odaklanmanın bu coğrafyada bizi nerelere götürebileceği sorusundan yola çıkıyor ve temelde iki konuya yoğunlaşıyor: sıkıntının toplumsallığı ve sıkıntının potansiyeli. Modern deneyimin ana bileşenlerinden kabul edilen;
6 “Sıkıntı yok” ifadesine dair ufuk açıcı bir analiz Tanıl Bora’nın Zamanın Kelimeleri: Yeni Türkiye’nin Siyasi Dili kitabında bulunabilir (İletişim Yayınları, 2018).
7 Georg Orwell’in 1984 (1949) romanında türettiği bu kelime, kastedilen anlamın tam tersini söyleyerek kurulan retorik bir araç olarak tanımlanabilir.
8 Şarkı Tankurt Manas’a ait, 2017 yılında piyasaya sürüldü.
bıkkınlık, problem, anlam kaybı ile ilişkilendirilen; depresyon,
yalnızlık, melankoli ve ilham eksikliği ile bağlantılı; eleştiri ve
isyan ile irtibatı kuvvetli sıkıntının, modernitenin Türkiye’ye
özgü veçheleri, mekânları, zamansallığı ve öznelik biçimlerine
dair hangi ipuçlarını sunabileceğini sorguluyor. Türkiye bağlamında, taşra sıkıntısından, sıkıntı hashtag’ine giden süreçler
bize ne anlatıyor? Sıkıntı kavramı, bu coğrafyada hem tarihsel
olarak hem de bugünün koordinatları içindeki anlam arayışları, toplumsal hareketler, gündelik hayat ve kültürel pratikler
hakkında ne söyleyebilir?
Sıkıntı Var, bu soruların peşinden giderek, aşağıda ayrıntılandıracağım mekân/zaman, siyaset, edebiyat ve sinemaya odaklanan dört bölümde, Türkiye’de modernlik deneyimi,
duyguların politikası, gündelik dil, siyaset ve sanat gibi alanlara sıkıntının kavramsal çerçevesinden bakan denemeleri bir
araya getiriyor. Bu eleştirel çerçevenin içinden, daha önce sıkıntı üzerinden derinlemesine okunmamış bağlam ve temaların analizinin sıkıntı kavramını da yeniden düşünmeye ve genişletmeye olanak sağlayacağı düşüncesiyle hareket ediyor. Sıkıntının temelde bir anlam krizine işaret ettiğinden yola çıkarak, sıkıntı mekânlarına ve onun zamanla ilişkisine, bir estetik
kategori olarak kullanımına, siyasette uç verdiği anlara, edebiyat ve sinemadaki temsillerine ve ona karşı sunulan panzehirlere bakmak, bu coğrafyaya özgü anlam arayışlarına ve çatışmalarına dair kışkırtıcı sorular ortaya atabilir.
Türk Dil Kurumu’na göre sıkıntının ilk tanımı “işsizlik, tekdüzelik, bezginlik vb. sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk, cefa, eziyet”. Bu tanımları, “bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, mihnet”, “yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı”, “bulunmama durumu” ve son zamanlarda yaygınlaşan kullanımıyla “sorun, mesele, sendrom,
problem” takip ediyor. “Sık” kökeni hem fiziksel ve mekânsal
bir sıkışmışlık deneyimine, hem de tekrarı imleyen bir zamansallığa işaret ediyor. Kelimenin Türkçedeki tanımı, yan anlamları ve içinde geçtiği deyişler, sıkıntının, işsizlik, yokluk, yoksunluk gibi toplumsal durumlarla doğrudan ilintili olduğunu
açıkça ima ediyor. İç sıkıntısı, can sıkıntısı gibi tabirler ile geçim
sıkıntısı, sıkıntıya düşmek, sıkıntıda olmak gibileri arasındaki
ayrım, zaman zaman yapılan “varoluşçu” ve “durumsal” sıkıntı kategorizasyonlarını andırsa da, bu sıkıntı kategorilerini birbirinden ayırmak çoğu zaman kolay değil. Kitap boyunca yapıldığı gibi bu tabirlerin ayrıldıkları değil ayrılamadıkları noktalara bakmak belki de daha verimli. Kitapta sıkıntı kelimesi,
sıklıkla başka kavramlar ve benzer duygu durumları ile birlikte kullanılıyor, onlarla kıyaslanıyor, bazen yer değiştiriyor. Bu
bir oranda kavram karmaşası yaratıyor olsa da, sıkıntının birçok farklı duruma içre, dilin ise sıkıntı ve benzeri halleri açıklamak için kendini nasıl genişletmiş olduğunu gösteriyor aslında. Dolayısıyla, sıkıntıdan değil, sıkıntılardan, sıkıntının türlü
çeşidinden bahsedeceğiz kitap boyunca.
Sıkıntıya odaklanmak gündelik hayatı ve onun imkânlarını
eleştirel teorinin merkezinde tutmaya olanak sağlayan bir kavramsal çerçeve. Bu yüzden, anlam krizlerinin ne tür arayışlara, terk edişlere, eylem ve örgütlenmelere olanak sağlayabileceği sorusunu açmayı da mümkün kılıyor. Dolayısıyla, kitaptaki yazılar sadece sıkıntının ne olduğuna değil, sıkıntının neler yapabileceğine de odaklanıyor. Sıkıntının, kişisel veya kolektif şekillerde zamanı farklı örgütleme, gündem yaratma, kısmen de olsa seçilmiş bir ritimle kültürel ve siyasal dayatmaların dışında adım atma süreçlerinde bir yoldaş olup olmayacağını sorguluyor.
Kitaptaki yazıların bu meseleleri nasıl irdelediğine daha ayrıntılı bir şekilde eğilmeden önce, sıkıntının düşünce tarihinde
baş gösterdiği bazı anlara kısaca bakalım ve kitabın iki ana eksenini, sıkıntının toplumsallığı ve potansiyelini açmaya çalışalım.
Tarih boyunca, sıkıntı ve ona benzer duyguların farklı dönemlerde farklı isimleri olmuştur. Latince taedium vitae, hayattan sıkılma, yaşam isteğinin kalmaması şeklinde çevrilebilir.9
Erken
dönem Hıristiyan metinlerinde karşımıza çıkan, can sıkıntısı-
9 Çok sonraları, iğrenme ile karışık bir sıkıntı olan bu duygu, Toohey’nin hatırlattığı üzere Jean Paul Sartre’ın Bulantı kitabının konusu olacaktır. (Peter Toohey, Boredom: A Lively History, Yale University Press, 2011.)
na benzer acedia’nın, kötü niyetli şeytanlar tarafından ruhlarına yerleştirildiğini düşünür Hıristiyanlar.10 Rönesans döneminde ise daha çok melankoli adı altında tanımlanan bu duygulanım, özellikle matematikçilere ve bilim insanlarına atfedilir.11
Fransızcadaki ennuie ve Almanca Langeweile kelimeleri daha eski olsa da, İngilizcedeki boredom kelimesi 18. yüzyılın sonlarına doğru, Sanayi Devrimi’ni takiben kullanılmaya başlanmıştır.
Kelimenin Türkçedeki anlam ve yan anlamlarına bakmadan önce, Batı’nın sıkıntı tarihinde biraz daha dolaşalım ve kitaptaki
yazıları da besleyen bazı fikirlere kısaca göz atalım.12
“Sıkıntı filozofları”ndan Arthur Schopenhauer, sıkıntının
“sihirli bir şekilde” harekete geçirici bir yanı olduğunu yazar.
Çekerek değil geri teperek harekete geçirir sıkıntı ona göre.
Schopenhauer gibi, Søren Kierkegaard da sıkıntıyı varoluşun
vazgeçilmez bir öğesi sayar, fakat onu “tüm kötülüklerin kaynağı” olarak adlandırır.13 Hiçliğin ta kendisidir sıkıntı ona göre, seslerin yankı bile yapamadığı bir boşluk. Üzerine diğerleri
kadar kapsamlı olarak yazmasa da, Friedrich Nietzsche’nin de
yazılarında boy gösterir sıkıntı. Hıristiyan pratiklerinin aslen
sıkıntıyı bertaraf etmek için oluştuğunu iddia eden Nietszche,
daha da ileri giderek, Schopenhauer’ın izinde, Tanrı’nın sıkıldığı için insanı yarattığını, ardından insanın da sıkılması üzerine onu eylemek için hayvanları ve kadınları yarattığını yazar.14
Martin Heidegger ise çokça uğraştığı ve düşünce külliyatı içerisindeki yeri ayrıntılı olarak incelenmiş olan sıkıntıyı, gündelik
varoluşun, dünya ile ilişki kurmanın önemli bir boyutu olarak
görür ve yüzeyseli aşan daha derin ve hiçliğin farkına varmayı
10 Tiffany Watt Smith, Duygular Sözlüğü: Acımadan Zevklenmeye, çev. Hale Şirin,
Kolektif Kitap, 2018.
11 A.g.e.
12 Burada, sıkıntıyı uyaran eksikliği ve rutinle ilişkilendiren ve çoğunlukla “tedavi edilebilir” bir durum olarak gören psikoloji disiplini veya sıkıntının dikkat
ile ilişkisi üzerine çalışmaya devam eden nörobilim alanlarına girmeden, sıkıntının eleştirel düşünce içindeki tarihine yoğunlaşmaya ve kitabın eksenini belirleyen teorik hattı belirginleştirmeye çalışıyorum.
13 Søren Kierkegaard, Either/Or, çev. Alastair Hannay, Londra: Penguin Books,
1992, s. 607-623.
14 Friedrich Nietzsche, The Antichrist, New York: Alfred A Knopf, 1931.
sağlayacak bir sıkıntının izini sürer. Ki bu da felsefenin kaynağıdır aslında Heidegger’e göre.15
Günümüze biraz daha yaklaşırsak, sosyoloji ve eleştirel teori
alanında, bu kitabın da ana eksenini oluşturacağı için aşağıda ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğim üzere, sıkıntı, modernite ve modern kent deneyiminin tanımlayıcı bir özelliği olarak kavramsallaştırılır. Sanayi Devrimi ile birlikte, kitlesel üretimin ve tüketimin genişlemesiyle, sıkıntı, boş zamanlarının bolluğu yüzünden
–veya sayesinde– sıkılabilen zenginlere özgü olmaktan çıkarak
herkesin deneyimleyebileceği bir duygu olmuştur. Bir yandan da
gündelikleşerek, kendisine benzeyen daha eski kavramların sahip olduğu metafizik çağrışımlarından uzaklaşmıştır.
Modernlik ve sıkıntı ilişkisi üzerine en kapsamlı çalışmalardan birini yapmış olan Elizabeth Goodstein, sıkıntının modernizmin kurucu öğelerinden olduğunu tartışırken, yenilik, hız ve
gelişme çağında, onun hem sebebi hem de sonucu olan sıkıntının hayaletinin nicedir Batı dünyasının üstünde dolaştığını söyler.16 Walter Benjamin’in deyişiyle, sıkıntı, mekanize olan gündelik hayattaki deneyim körelmesine (atrofi) bir tepki olarak ortaya çıkar ve 1840’lardan itibaren salgın boyutlarında hissedilmeye başlanır; hayaller yenilik ve gelişme derken, gerçekler sıkıntıya işaret ediyordur artık. Modernite vaatlerini tümüyle yerine getirememiş ve böylelikle beklenti içinde kalan öznenin deneyimi niteliksizleşmiştir. Dolayısıyla sıkıntının hayalkırıklığı ile
yakından ilişkisi vardır, diye yazar Goodstein. Bu anlamda, İngilizce kelimenin (boredom) 18. yüzyılın sonlarına doğru, Sanayi Devrimi sonrasında kullanılmaya başlanması tesadüf değildir.
Sıkıntının Felsefesi kitabına çokça referans verilen felsefeci
Lars Svendsen, sıkıntının, kişisel ve kolektif düzlemde, mitolojisini kaybetmiş ve hiperrasyonalize olmuş bir dünyada, anlam
arayışı projesini gerçekleştirememekten kaynaklandığını söyler. Modernlik, daha önce olmadığı kadar, kendini gerçekleş
15 Martin Heidegger, The Fundamental Concepts of Metaphysics, çev. W. McNeill
ve N. Walker, Bloomington: Indiana University Press, 1995.
16 Elizabeth S. Goodstein, Experience Without Qualities: Boredom and Modernity,
Standford University Press, 2005.
tirme fikrine önem vermiş, kişisel tercih ve eylemlerin değerli
olduğuna inanmış ve gündelik hayatın hep “ilginç” olması gerektiğini dayatmıştır. (İngilizcede ilginç ve sıkıcı sözcükleri aynı zamanda yaygınlaşır). Svendsen’e göre, her şeyin her zaman
ilginç olması gerekliliği, romantizmden kalan bir yüktür ve bizi sıkılmaya iter.17
Sıkıntı üzerine yaptığı ilham verici derlemenin önsözünde
Tom McDonough da sıkıntının, 19. yüzyılın ortalarından itibaren modern hayata verilen sosyal ve kişisel bir tepki olarak edebi ve eleştirel metinlerde boy göstermiş olmasına rağmen, gerçekten teorik bir analize tabi tutulmasının Birinci Dünya Savaşı sonrasına denk geldiğini söyler.18 Bunu yapanlar da Frankfurt Okulu teorisyenlerinden başkası değildir. McDonough’ın,
Frankfurt Okulu’nun, sıkıntıyı bir lanet olarak görenlerin aksine, onun diyalektik yapısını anlamakta ısrar ettiklerini hatırlatması oldukça önemlidir. Örneğin üst sınıfların sıkıntısı ile modern üretim ilişkileri arasındaki diyalektiğe işaret eden Benjamin, işçilerin tekrara dayalı emeğinin, üst sınıfların sıkıntısının
ekonomik altyapısını oluşturduğunu yazar.
Sıkıntının diyalektik yapısının yanı sıra hikâye anlatıcılığı ile
de yakından ilgisi vardır Benjamin’e göre. Modern şehirlerde
dinleme alışkanlığı gittikçe azalır, oysa ki sıkıntı hikâye anlatıcılığı ve dinleyiciliği için gereken rahatlamayı sağlar, “deneyimi yumurtadan çıkaran rüya kuşudur” sıkıntı.19 Sıkıntıyı deneyimi mümkün kılan bir “eşik” olarak gören ve dolayısıyla olası bir değişimin öncülü kabul eden Benjamin’den birkaç yıl önce, bir başka “sıkıntı filozofu”, Siegfried Kracauer da “Sıkıntı”
(1924) makalesinde, antenlerle birbirine yaklaşan kıtalar, ışıldayan reklamlar ve sessizliğe izin vermeyen anonsların dünyasında, yani Batı’da, bitmeyen bir sıkıntı ürediğinden bahseder.20 Fakat Kracauer, sıkıntıyı karşı-devrimci olarak adlandı-
17 Lars Svendsen, A Philosophy of Boredom, Londra: Reaktion Books, 2005.
18 “Introduction”, Boredom, ed. Tom McDonough, Whitechapel Gallery (Londra) / The MIT Press (Cambridge), 2017, s. 12-24.
19 Walter Benjamin, “The Storyteller: Reflections on the Works of Nikolai Leskov” [1936], Illuminations, NY: Harcourt Brace Jovanovich, 1968.
20 Siegfried Kracauer, Kitle Süsü, çev. Orhan Kılıç, Metis Yayınları, 2011.
ran Situasyonistlerin tersine onun, içinde bulunduğumuz durumla ilgili verili olandan gayri açıklamalar getirmeye ve alternatif bir gelecek tahayyül etmeye izin verebileceğini öne sürer.
İşlerini sıkılarak yapan insanların büyük ihtimalle daha az sıkıcı olduklarını söyleyen Kracauer’a göre, sıkılmaya zamanı olup
da yine de sıkılmayanlar, onları kendilerine getirebilecek olan
“radikal bir sıkıntı”dan mahrumdurlar ne yazık ki.
Bugüne biraz daha yaklaşalım. Modern şehrin ortaya çıkışından, küresel kapitalizmin egemen olduğu, iş ve boş zaman arasındaki ayrımların bulanıklaştığı günümüze gelelim ve son dönemde sıkıntı üzerine en kapsamlı derlemeyi yapmış olan Michael Gardiner ile birlikte soralım: sıkıntı, bu dönemde global
kapitalizmin sürekli yeniye ve verimliliğe yönelten ritminin sonucu olarak artıyor mu, yoksa buna direnmenin bir aracı olarak hak ettiği ilgiyi görmeyi mi bekliyor?21 Bu soruyu yanıtlamaya çalışırken bakacağımız tablolardan bir tanesi de belki, sıkıntının, son yıllarda sadece eleştirel teorinin değil, bir dizi kişisel gelişim kitabının ve çevrimiçi platformun da radarına girmiş olması. Bu platformlar, bir yandan sıkıntıdan kurtulmanın
altın kurallarını sunarken, diğer yandan akıllı telefonlarımızla
ötelediğimiz sıkıntıya yeniden kucak açarak, “dijital detoks” ile
daha sağlıklı ve üretken olmanın yöntemlerini sunuyor. Örneğin, sıkıntıya kucak açmayı tembihleyen, bu sayede çok işi aynı anda yapmaktan tükenen beyindeki sinirsel kaynaklarımızı kurtarmaktan söz eden çevrimiçi videoların sayısı az değil.22
Sıkıntıdan kurtulmayı salık veren birinci yaklaşım, verimliliği
ve tüketimi arttırmaya odaklı bir söylem. Sıkıntıyı kucaklayan
ikinci yaklaşım ise, sıkıntının toplumsal dinamiklerini es geçerek onu ontolojik bir hakikat olarak gören ve orta sınıfın teknoloji kullanımını baz alan bir kişisel gelişim retoriği. Sıkıntıyı hem verimliliğin önünde bir engel hem de kişisel gelişimin
kaldıracı olarak gören bu anlayışların karşısına, duyguları üre-
21 Michael E. Gardiner ve Julian Jason Haladyn, Boredom Studies Reader: Frameworks and Perspectives, Routledge Press, 2017.
22 Bir örnek olarak Manoush Zomoradi’nin Ted Talk konuşmasına bakılabilir:
“How boredom can lead to your most brilliant ideas” (2017).
KÜNYE
“Sıkıntı Var”
Sıkıntı Üzerine Denemeler
Aylin Kuryel (Derleyen)
İletişim Yayınları
1. baskı – Haziran 2020
398 sayfa
Aylin Kuryel (Derleyen)
Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisansını tamamladı. Yüksek lisans ve doktorasını Amsterdam Üniversitesi Kültürel Analiz (ASCA) programında, milliyetçilik(ler) ve imaj politikaları üzerine yaptı. Cultural Activism: Practices, Dilemmas and Possibilities (Rodopi Press, 2011) ve Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik (İletişim Yayınları, 2015) kitaplarının derleyenlerindendir. Amsterdam Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışıyor. Aynı zamanda belgesel ve kısa filmler yapıyor.