“Bir sanatçı için halk kitlelerinin her gün yeni başarılar elde ettiği bir çağda yaşamak ve yaratmak büyük bir mutluluktur” diyen Sovyet besteci Dimitriy Şostakoviç’in, yaşamını ve çağını anlattığı bu kitap, bir müzik dehasını anlamamıza katkıda bulunduğu kadar, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumdaki sanat pratiğine ilişkin değerli gözlemleriyle bilgimizi zenginleştiriyor.

2. Paylaşım Savaşında insanlık düşmanı Nazilerin Sovyet kenti Stalingrad?ı kuşatması karşısında elde kürek siper kazarak yurdunu ve halkını savunan besteci Dimitri Şostakoviç?in, hayata ve sanata bakışını kendi dilinden bu kitapla aktarılıyor. Ve çeşitli gazetelerde, dergilerde, kitaplarda, konferans ve ansiklopedilerde Sovyet sanatı ve sanatçıları hakkında akla hayale sığmayan asılsız karalamalarda bulunanlara ve bulunmaya devam edenlere en güzel yanıt Şostakoviç’in kendisinden geliyor.

*Şostakoviç’in genç yaşta bestelediği beşinci ve altınca senfonileri, yeni imgeleri yansıtmaya yatkın yeni bir tür olan, birkaç senfoni alanında Sovyet bestecilerinin yeni yapıtlar vermesinde esin kaynağı olmuştur. Bu senfonilerin, Sovyetler dışında başka ülkelerdeki müzik gelişmeleri üzerinde de etkisi olmuştur. Şostakoviç’in senfonileri, sovyet senfoniciliğinin düşünsel ilk yapıtlarıdır da diyebiliriz. Temelde lirik olmalarına karşın, bu yapıtlarda öznellikten ve onları toplum çıkarlarından ayrı tutan hiçbir aykırılık bulunmaz. Tam tersine bu senfoniler toplum çıkarlarıyla bütünlüklü temalarla şekillenmişlerdir. Bunlar aynı zamanda senfonik müzikte de, gerçek anlamda düşünsel lirik örnekleriyle, yani çatışma ve mücadelelerle dolu, yanı sıra zaman zaman biraz da trajediyle süslenmiş olan bu senfoniler, sosyalist hümanizma anlayışıyla yorumlanarak, yaşamı tüm çelişkileriyle geniş bir şekilde yansıtmıştır.

Klasik müzikte yenilikler
Burada özellikle beşince senfoni üzerinde biraz daha ayrıntılı durmak gerekiyor. Şostakoviç’in beşinci senfonisi birçok açıdan klasik müzikte yeniliklerle doludur. Bu yeniliklerden en önemlisi, romantik senfoni ile Bach?ın entelektüel yaklaşımı ve çoksesli düşünmenin birleşimini ortaya çıkarmıştır.
Hiç kuşkusuz bu birleşim toplumsal yaşamın dramatik yanlarını entelektüel içeriğiyle, daha doğrusu müzikte düşünce sürecini yakalamak, düşünceleri harekete geçirmek vb. birçok yönüyle yansıtmakta büyük olanaklar sağladı. Makamların çok tonluluktan giderek tonsuzluğa dek varan yeni, ince ve daha basit anlaşılır bir biçimde işlenmiş, toplumun ve bireyin iç çelişkilerini daha ezgin anlatım gücüyle yansıtıp, imgeleri yaşama daha yatkın ve daha gerçekçi kılmasının olanağını açmıştır. Öncesinde ise, geleneksel senfonik yaklaşımda, yaşamın derin düşünsel yorumunu işleyen bir müzik türü olarak senfoni anlayışı, bir konser parçası ses oyunları, çalgılar için müzik vb. olan ve senfoniye doğru bir geçiş yaşanmaktaydı. Ve 20. yüzyıla gelindiğinde birçok batılı besteci, senfoninin artık zamanını doldurduğunu savunarak, senfoniyi terk etmeyi düşünürken, Şostakoviç senfoniye getirdiği yeniliklerle onun devamlılığını sağladı. Bunun aynı zamanda, Sovyet müziğinin insan duygularının değişik yanlarını ortaya koyması bakımından da önemli bir işlevi olmuştur.

Hayranlık içinde bıraktı
Gerek toplumsal yaşamın bütün olgularını, düşünsel bağlamda ve gerekse dinleyicilerin ruhlarını doyuracak yan besinlerle doludur beşince senfoni. Bu senfoninin getirdiği yeni düşünsel ve duygusal çalışmalardan, yeni biçimde düşünülmüş şeylerden doğal bir estetik zevk tattırmaktır dinleyiciye. Beşince senfoni, dinleyicisine bu estetik zevki tattırmasında öylesine başarılı bir eserdir ki, dünyanın dört bir yanında konser salonlarında çalındığında, dinleyicileri hayranlık içinde bırakmıştır.
Sanatçı, diğer Sovyet sanatçıları gibi, dünya emekçilerinin geleceğine dair duyduğu sorumluluk, emekçi halklar arasındaki dayanışma ve barış duyguları, gerek ikinci paylaşım savaşı döneminde, gerekse sonrasında, yani savaşın iğrençliğini konu eden sorunları ele alıp besteledi. Onun yedinci Leningrad Senfonisi, dokuzuncu ve onuncu senfonileri buna en iyi örnektir. Genelde içerik bakımından, temelde iyimser, aydınlık ve mizahla dolu olan dokuzuncu senfoni, özellikle üçüncü ve dördüncü bölümlerinde görültülü korellerinde ve uzun ve hüzünlü bas sololarında anlaşılacağı gibi, toplumun ve dünyanın geleceğine dair duyduğu endişe ve huzursuzluk yaratan anılarıyla bütünlüklü bir şekilde yansıtılmıştır. Yedinci Leningrad Senfonisi ise, Nazilerin Leningrad’ı işgal etmesi ve bu işgale karşı başlatılan ulusal direnişi konu edinmektedir. Stalin Ödülü’nün verildiği yedinci senfoni, ulusal direnişin sembolü olarak kabul edilmiştir.

Dinleyin…
Onuncu senfoni, özellikle ikinci bölümün cehennem fırtınası yanında o ünlü, ağır Adagio?da toplumsal yaşam üzerine derin imgelerle doludur. Bu imgeler (daha doğrusu düşünceler) her ne kadar kişisel olarak ele alınmışsa da bu kişisellik, toplumsal yapı dünyanın geleceğine dair duymuş olduğu derin sosyalist hümanizmayla bütünlüklüdür. Özellikle batılı burjuva eleştirmenlerin, onuncu senfoniyi imgelerin birbirinden kopuk ve bütünlükten yoksun olarak görmelerinin nedeni de bu bütünlüğü görmemelerinden ya da görmek istememelerinden ileri gelmektedir.
Onuncu senfoninin lirik yanı ise, bireylerin bütünleyici bir parçası olarak, ortaya çıkar kaygısı getiren bir deneyim olarak, Sovyet kolektif toplumunda, yani toplumsal kolektif yaşamdan, bireylerin geleceği üzerine düşünmekten alınan öğelerle, yaşamın en derin yanlarına dek sızan alt öğelerin çok çeşitli bir tarzda yansıtılmasından/ yorumlanmasından ve birbiri içinde eritilmesinden oluşan bir lirikliktir.
Dinleyin, kolektif toplumun heyecan ve coşkusunu duyumsayacaksınız.?

Şostakoviç’in Hayatı ve Eserleri Üzerine Söyleşi
** Nazım Hikmet Kültür Merkezi Müzisyenler Atölyesi, 2006 Eylül?ünde Şostakoviç’in 100. doğum yıldönümünde ?Bir Sanatçı Duruşu: Şostakoviç? çalışmasını gündemine aldı. Ve bu çalışmayı 2007 Mayıs ayından itibaren bir radyo programıyla devam ettirdi. Bu radyo programının tamamlanması ise güzel bir tesadüfle Ekim Devrimi?nin 90. yıldönümüne denk geldi.
Şostakoviç?i yaratan dönemi, öncesi ve sonrasıyla birlikte karşılaştırmalı olarak araştıran, eserleri ve hayatıyla her Pazar Açık Radyo?da dinleyicilere sunan NHKM Müzisyenler Atölyesi?nden Emin İgüs, Seyhan Şahin, Nimet Çakıcı ve Özgür Ay?ın, Ekim Devrimi?nin 90. yıldönümü vesilesiyle Şostakoviç çalışmaları üzerine yaptıkları söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
Bir sanatçı duruşu: Şostakoviç
Nimet Çakıcı: Öncelikle radyo programımızın adını Emin İgüs’ün önerisiyle ‘Bir Sanatçı Duruşu: Şostakoviç’ koyduğumuzu belirtmeliyim. Aslında bu adla yol almamızda, sahip çıktığımız değerlerin bize sunduğu ?kabuller?in çok yardımı olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Şostakoviç çalışmamızın başlangıç noktası objektif olmayı işaret etse de, geçmişe objektif olarak bakmanın her ne olursa olsun, sonucu itibariyle bir öznel ağırlığı mutlaka oluyor. Buna bağlı olarak, radyo programını gerçekleştirmemizin, Şostakoviç?in hayatıyla, müziğiyle ve en önemlisi de yaşadığı tarihle kurduğu ilişkiye tanıklık etmemizin tahminimizin de ötesinde sonuçları oldu. Bu sonuçlardan en temel olanı , ?Bir Sanatçı Duruşu: Şostakoviç? sözünün ağırlığına ve dayandığı karşılığa duyduğumuz saygının kat be kat artması?
Şimdi bu çalışmaya, birikimi ve özverisiyle yön veren sevgili Emin İgüs?le, Açık Radyo?da Şostakoviç?le ilgili program yapma düşüncesinin Müzisyenler Atölyesi?nin gündemine nasıl geldiğinden, bu fikrin nasıl oluştuğundan bahsederek sohbetimize başlayabilir miyiz?
Emin İgüs: Tabi. 2006 Şotakoviç?in 100. doğum yılıydı, buna bağlı olarak dünya sahnelerinde birçok Şostakoviç yapıtı seslendirildi ve besteci hakkında birçok yazı yayınlandı. Bu yazıların birçoğu da ne yazık ki, Solomon Volkov?un ? Tanıklık Tutanağı? isimli kitabını referans alarak yazılmış yazılardı. Hâlbuki Şostakoviç, bir tek kaynağa dayanarak anlaşılacak ve yazılacak bir besteci değil ya da öyle olmamalı. ?Daha farklı ve çoklu kanalları zorlayarak ne yapabiliriz? diye sorduk kendi kendimize ve Müzisyenler Atölyesi?nde bir gündem oluşturduk; bu gündemin etrafında da çalışmaya koyulduk ve tam da 100. yaş günü olan 25 Eylül 2006?da ön çalışmalarımızı toparladığımız bir toplantıyla yola koyulduk. Bundan sonraki süreçte bu çalışmaların bir radyo programı olup olamaması konusunda fikir yürütmeye başladık ve nihayetinde 6 Mayıs 2007 tarihinde Açık Radyo?da 26 hafta sürecek olan bir programa başladık.
Seyhan Şahin: Şostakoviç konusu Müzisyenler Atölyesi?ne geldiğinde uzun süre tartıştık. İlk olarak, Şostakoviç, yaşadığı dönem itibarı ile (1906-1976) dünya tarihinde çok önemli bir döneme tanıklık etmişti ve bunu da bir sanatçı olarak karşılamış, üretimleri sırasında çok önemli gerilimlerle karşılaşmış bir insandı. Bir taraftan bakıldığında da 20.yüzyılın en önemli bestecilerinden biri olarak kabul ediliyordu. Ama biraz önce Emin?in bahsettiği gibi besteci-müzik kriterleri değil de daha çok siyasi kriterler baz alınarak anlatılmaya çalışılıyordu. Bunu biraz daha araştırmaya başladıktan sonra, durumu daha net görmeye başladık ve başka bir pencereden bakabilir miyiz diye düşündük ve çalışmak için karar aldık, 6 Mayıs 2007 tarihinden itibaren de bu çalışmalarımızı radyo da dinleyicilerle paylaşmaya başlamış olduk ve sanıyorum belirli bir ölçüde de başarılı da olduk.
Emin İgüs: Dünya yakın geçmişte 74 yıllık bir Sovyetler Birliği deneyimi yaşadı. Bu deneyim siyasi anlamda, bugün yaşadığımız dünyada ciddi bir red ile karşılanmakla birlikte kültürel anlamda daha da yoğun bir yok saymayla anılıyor ya da hiç anılmıyor. Hâlbuki bu 74 yıllık deneyimin, durduğunuz yer neresi olursa olsun, dünyaya nereden bakarsanız bakın, insanlık tarihi için çok önemli bir deneyim olduğu açıktır. İkinci Dünya Savaşı?nın bitimiyle başlayan Soğuk Savaş sürecinin Sovyetler Birliği?nin dağılma sürecini getirmesi ile bu dönemde yaratılmış bütün kültürel değerler de yok sayılmıştır. Hâlbuki bizler, sadece siyasi tercihlerimize göre değil insanlık tarihi adına bu 74 yıllık kültür birikimine sağlıklı bir şekilde sahip çıkılması gerektiğine inanıyoruz. İşte bu yüzden hemen hemen bütün SSCB dönemine tanıklık etmiş olan Şostakoviç?i konu edinerek bir anlamda SSCB?nin kültürel yaşamına da bakmaya talip olduk.
Nimet Çakıcı: Buradan devam edecek olursak, dosya çalışmamıza başlamadan önce Kemal Okuyan, dönemin siyasi ve kültürel yapısına dair birikimlerini bir sunumla Müzisyenler Atölyesi?nde paylaşmıştı. Ve işte o sunumdan hafızamıza kazınan ?Ekim Devrimi ideallerinin uygulanması sürecinin, kültür-sanat hayatına bir gerilim unsuru olarak yansıması? tespiti önemli bir referans noktası oldu bizim için. Bunu biraz açıklamaya çalışırsak?
Hepimizin bildiği gibi Ekim Devrimi 1800?lü yıllarla başlayan bir süreç aslında. Yani 1917?yi önceleyen sürecin arka planı özellikle kültür-sanat adına önemli kodlar sunmuş. Başa sararsak? Sovyetler?in ilk kültür bakanlığını dönemin önemli entelektüellerinden Lunaçarski yaptı. Bu dönem tam da Lenin?le başlayan, geçmiş dönemin kültürel mirasını koruma ve halkla bütünleştirme çağrılarının yapıldığı dönem. Ve tabi Sovyetler?in kuruluş süreci sancılarının baş gösterdiği dönem? (Bu sancılar o topraklarda yaşayan herkesin, her şeyin ?daha iyisi için? yaşadığı sancılardı?) İşte bu dönemi kültür hayatında hızla, Lunaçarski?nin bayrağını resmi olmayan bir şekilde Gorki?ye devrettiği dönem takip etti. Bundan sonrası yine kültür-sanat alanında artık hem Şostakoviç hem de genel olarak Sovyet sanatçıları için her anlamıyla gerilim unsurunun önplana çıktığını söyleyebiliriz. Bu gerilimin haklı sayılabilecek sebepleri elbette vardı. Buna ABD?deki ?29 bunalımını ve Avrupa?daki toplumsal çürümeyi kaynak olarak gösterilebiliriz. Gorki, işte bu süreçte kültürel anlamda yürüttüğü politikalarla sanatçılar nezdinde ciddi riskler almıştır. Bir tür korumacılık refleksiyle, ?batıdaki çürümeye karşı? Sovyet sanatının kapılarını belli ölçülerde dışarıya kapattı. İşte tüm bu sancılar ve sonrasındaki dönem bir müzisyen için hakikatten ülkesine ve insanlarına karşı bambaşka bir duyarlılığı da korumasını gerektiren (sınırlı da olsa) öznellikler sunmuş.
Evet devamı ise zaten İkinci Dünya Savaşı ve savaşın izlerini taşıyor. Ve bu izlerin özellikle sanatçılar üzerinde yarattığı mistisist ve hümanist etkiler var. Fakat işte Şostakoviç?in bir sanatçı duruşu tanımlamasını hak etmesinin önemini her dönem olduğu gibi bu dönemde daha çok fark ediyoruz. Özellikle makalelerinde kendisinin, devrimin ideallerine olan bağlılığına tanık olabilirsiniz. Ve yine özellikle bu ideallerin kültür-sanat alanına da taşınmak istenmesine ve Şostakoviç?in bunları konservatuardaki genç öğrencileriyle paylaştığına da?
Bu sancılı dönemin Sovyet sanatçılarının ve özellikle Şostakoviç?in sürekli üretimiyle sonuçlanması çok önemli.
Bu durum kültür-sanat alanında da karşı kutbun oklarına maruz bırakmıştır bestecimizi. İşte Şostakoviç?i dosya konusu yapmamızın önemli bir sebebi de; bir müzisyenin eserlerinden çok yaşadığı dönem ve yine o dönem içinde yaşadığı gerilimlerin daha fazla ilgi görmesi, sayfalarca yazılması, analiz edilmesi ve hatta bazen, ?kendisinin anlatamadıkları? ibaresiyle yazılı kaynak haline getirilmiş olması…
Bu birinci sebebin ışığında, tüm süreci enine boyuna Şostakoviç?in kendi hayatı ve yazdıklarıyla (aslında Şostakoviç kendisi hakkında kuşku bırakmayacak açıklıkta ve özde tüm yaşadıklarını her anıyla kaleme almış) karşılaştırmaya ve kavramaya çalıştık. Bu arada karşılaştırmalar esnasında bazen yüzümüzü güldüren, bazen ?yok artık? dedirten enteresan anekdotlara rastladığımız oldu.
Özgür Ay: Benim ek olarak söyleyebileceğim şu olabilir; Şostakoviç bir sanatçı olarak SSCB?de yaşadığı tüm gerilimlere rağmen ülkesinde kalmış bir sanatçı? Mesela Prokofyev ülkesini terk etmiş ancak daha sonra geri dönmüştür, Haçaturyan, Kabalevski, Tanayev gibi besteciler de? Şimdilerde yazıldığı gibi ağır şartlar altında müzik yapmışlarsa ve buna rağmen ülkelerini terk etmemişlerse (ki bu fırsatları her zaman vardı), bu bile Emin ağabeyin dediği gibi 74 yıllık bir deneyimin yok sayılmasının pek de mantıklı olmadığı sonucunu çıkarır.
Nimet Çakıcı: Kendimize kışkırtıcı bir soru soracağım? Şostakoviç, konusu itibariyle Müzisyenler Atölyesi için bir hesaplaşma konusu muydu? Nasıl bir amaç ya da ne tür bir iddia barındırıyor bu çalışma?
Özgür Ay: Biz müzik tarihçisi değiliz, müzik eleştirmeni de değiliz. Biz bu konuyu ele alırken mümkün olduğunca objektif olmaya çalıştık. Yaptığımız araştırmaları, etkinliklerimiz ve söyleşilerden edindiğimiz bilgileri, kitaplardan okuduklarımızı toparlayarak dinleyici ile paylaşmaya çalıştık. Şostakoviç?i araştırırken amacımız, SSCB?de uygulanan kültür politikalarının karşısında ya da yanında olmak değildi. Konuya mümkün olan en objektif haliyle yaklaşmaktı amacımız. Siyasi bir görüşümüz var tabii ki. Ancak bu görüşümüzün gerçekleri gölgelemesine izin vermemeye çalıstık. SSCB?de, besteciye yapılan haksızlıkları da kabul ettik. Çünkü bunlar da birer gerçekti. Ancak, Volkov?un kitabı başta olmak üzere incelediğimiz kitaplar ve okuduğumuz birçok yazıda da şunu gördük, bestecinin yaptığı sözsüz müziklerine bizzat bestecinin bir düşünce belirtmemesine rağmen, birçok eleştirmenin yaptığı yorumların ne kadar kişisel ve gerçeklikten uzak olduğunu fark ettik. Ya da yapılan yorumlar çok da gerçekçi, daha doğrusu samimi gelmedi doğrusu. İşte bu yüzden Şostakoviç programında genelde konuştuk tartıştık. Daha fazla müziğe yer verebilirdik ama o zaman program çok sıradan bir program olurdu diye düşünüyorum. Sonuç olarak bu programda dinleyicilere bazı sorular sordurabildiğimizi, daha gerçekçi bazı bilgiler sunabildiğimizi sanıyorum.
Seyhan Sahin: Çoğu müzik eleştirmenlerinin yazılarında, Şostakoviç?in hemen her eserinde SSCB?de yaşadığı sıkıntıları anlatmak istediğini okuduk. Sanki besteci her eserinde SSCB?deki politikaları hicvediyormuş gibi… Hatta Özgür?ün de bahsettiği gibi sözsüz eserleri için bile müzik dışında öyle anlamlar çıkarılmıştı ki, işin başka taraflarına da bakmak gerekliliği zaten doğdu. Tabii ki madalyonun diğer yüzünde de tuzağa düşebilirdik. Dolayısıyla tarafsız ve daha bilimsel bakmaya çalıştık. Burada da mümkün olduğunca bestecinin kendi sözlerine kulak verdik. Çünkü Şostakoviç?in içinde yer aldığı kültürün tek taraflı değerlendirmesi vardı ortada ve biz tüm bu tek taraflı yorumlara karşılık olarak, besteci bizzat neler yapmış, neler söylemiş ona bakmaya çalıştık. Şostakoviç, çok güçlü olmasına rağmen, yurt dışında da tanınmasına rağmen ülkesinde kalmayı tercih etti. Bütün programlarımızda Gelenek Yayınları?ndan çıkan, bestecinin kendi yazılarından derlenen ?Şostakoviç?in Eserleri ve Hayatı? isimli kitaptan alıntılar yaptık. Bu kitapta okuduklarımızda ise yapılan yorumlardan farklı olarak, bestecinin son yıllarına kadar ülkesindeki kültür politikaları ile ne kadar ilgilendiğini, ülkenin hemen her yerini gezdiğini buradaki sanat etkinliklerini desteklediğini sadece bir müzisyen değil aynı zamanda bir kültür elçisi gibi hareket ettiğini gördük. Sonuç olarak besteci, devlet kademelerindeki insanlarla ciddi gerilimlere girmiş ama ülkesinde kalmayı tercih etmişti.
Özgur Ay: Sonuç olarak dünyanın sayılı bestecilerinden olmasına rağmen ve dünya kültüründe önemli bir saygınlığı varken Prokofiev ve diğerlerini yeniden yurduna geri döndüren nedenler ile Şostakoviç?in kalmasını sağlayan nedenlerin, ciddi bir kesişim noktası olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bir örnek verelim, bakın Şostakoviç 14. senfonisi için ne diyor:
??14. Senfoniyi büyük bir hızla yazdım. Bu konudaki ilk düşüncelerim 1962 yılına kadar gidiyor. Mussorgski?nin her zaman hayranlık duyduğum eseri ? Ölümün Şarkı ve Dansları?nın orkestrasyonunu gerçekleştiriyordum, bu eserin tek eksikliğinin kısalığı olduğunu düşünüyordum, tüm bir dizi sadece dört başlıktan oluşuyordu. Cesaretimi toplayıp bu diziyi sürdürüp sürdüremeyeceğimi düşündüm. Ancak o dönem bu zorlu görevin altından nasıl kalkacağımı bulamadım. Böylece büyük Rus ve yabancı klasik müzik eserlerini dinlemeye koyuldum. Aşk, yaşam, ölüm gibi ?ebedi? temalarla uğraşırken sahip oldukları bilgelik ve sanatsal güç beni bir kez daha çarptı. Ben de yeni senfonimde kendi yaklaşımımı gerçekleştirmeye çalıştım? Nikolay Ostrovski?nin şu sözleri beni etkiledi: ?İnsanın sahip olduğu en değerli şey yaşamdır.? Bir insan ölüm döşeğindeyken şunları diyebilmelidir: Bütün yaşamımım ve enerjimi dünyadaki en güzel şeye, insanoğlunun özgürleşmesi mücadelesine adadım. Benjamin Britten?e adadığım yeni senfonimi dinlerken izleyicilerin bunları düşünmesini bekliyorum. Sosyalist bir toplum adına ileri sürülen en iyi ve ilerici düşünceler hatırına, ülkeleri ve halkları hatırına, onları dürüst ve yapıcı bir şekilde yaşamaya zorlayan şeyin ne olduğunu düşünmelerini istiyorum. Bu senfoniyi bestelerken aklımdan geçen düşünceler bunlardı.? (Kaynak: Şostakoviç Hayatı ve Eserleri, Gelenek Yayınları)
Simdi bu senfoni için yapılan elimize geçen bir yorum:
?Bu senfoni çoğu zaman (Soljenitsin ve Lev Lebedinski dâhil) karamsar bir çalışma olarak nitelendi. Bazılarına göre diktatörlerin keyfi uygulamaları sonucu ölen masum insanlara yapılmış göndermeydi??
Şimdi burada kararı okurlara bırakıyorum, lütfen kararı siz verin.
Nimet Çakıcı: Çehov?un, ?kayıtsızlık ruhun felcidir, bir çeşit erken ölümdür? sözü Şostakoviç?in hayatıyla da anlam buluyor. Şostakoviç bu sözü adeta hayatı boyunca üzerinde taşımış gibi? Hatta hayatının her kesitinde müziğini bu sözle var etmiş gibi. Sermaye düzeninin sanatçıyı sıkıştırdığı ?kayıtsızlık? cenderesinden kurtulmuş, toplumuyla, tarihle, siyasetle soluk alıp vermiş. Sadece eserlerine baktığınızda bile ülkesinden, insanlarından, hayallerinden izler taşıdığını rahatlıkla anlarsınız. Çünkü Şostakoviç?in, kendi gelişkinliği ile ülkesinin ideallerini her şart ve koşulda, bir doğrultu etrafında sürekli üreterek buluşturma gayreti her zaman koruduğu duyarlılığının bir kanıtı… Tüm bunların zaten kendi içinde bir doğrultu tarif ettiğini düşünüyorum. Bizim çalışmamızın en azından şu an için ve kavram olarak bir hesaplaşmadan çok bir kavrayış ya da anlama çabası olduğunu söyleyebilirim.
Emin İgüs: Elbette? Şostakoviç dosyasının iki temel amacı vardı. Birincisi Şostakoviç dosyasının Müzisyenler Atölyesi?nin, kendi içinde temel prensibi olan, atölyede çalışan herkesin birbirinin hem öğrencisi hem de öğretmeni olmasına katkıda bulunması idi. Bu açıdan bakıldığında bu çalışma, katılan herkes için öğretici olmuştur. Araştırmalarımızı birbirimize aktarmak, tartışmak ve paylaşmak; nihayetinde de ortak akıl yürütmek adına çok yol katettiğimizi düşünüyorum. İkinci ve temel amaç ise; Şostakoviç?i ve SSCB?nin kültürel yaşamını tanımak ve anlamaktı… Bu ülkedeki kültürü, bu kültürün emekçilerini, bu kültürün emekçilerinin hayata nasıl baktıklarını, hayati nasıl algıladıklarını ve bu kültür emekçilerinin algıladıklarını nasıl hayata geçirdiklerini merak ettik. Bunu anlamaya çalışmak önemliydi, çünkü soğuk kültürel savaş süreci başka bir boyutta devam ediyor ve tek taraflı bir kültürel işgale dönmüş durumda… Bugün bu kültürel işgale karşı bir karşı duruş oluşturacaksak, en azından bunun için çaba sarf edeceksek, Şostakoviç gibi, Ruhi Su gibi, Nâzım Hikmet gibi, Aziz Nesin gibi, Yılmaz Güney gibi insanlara ihtiyacımız var. Bu insanlara duyduğumuz ihtiyacı da, ancak bu insanları doğru ve daha kapsamlı tanıyarak anlamlı kılabiliriz. İşte Şostakoviç çalışmasının bir hedefi de buydu ve buradan baktığımızda bu çalışma oldukça başarılı olmuştur. Ben bu çalışmadan çok şey öğrendim ama asıl öğrendiğim şey ?bir sanatçı duruşu?dur , ?bir sanatçı duruşu?nun nasıl olduğuna dair ipuçlarıdır.
Nimet Çakıcı: Geçen yıldan beri belli çevrelerin yine belli başlıklar çerçevesinde Şostakoviç?i tartıştıklarını takip ediyoruz. Bir dönem dünyadaki her tür gelişmenin bir üst belirleyeni haline gelen iki kutuplu dünyadan, 2007 yılına geldiğimizde ve ülkemize baktığımızda Şostakoviç nerede duruyor?
Emin İgüs: Ülkemizde ateşli ve kapsamlı bir tartışma olduğunu söyleyemeyiz. Dünyadaki Şostakoviç tartışmaları ise önceki müzik tartışmalarından oldukça farklı bir zemine gelmiştir. Müzik tarihine baktığınızda 1980?lere kadar hiç bir bestecinin tarihte bu şekilde yer aldığını göremezsiniz ve müzik tarihçileri, müzikologlar, müzik adamları, eleştirmenler yazılarında ve tartışmalarda her zaman müziği veri kabul etmişler, müziğin toplumsal ve siyasal boyutundan uzak durmuşlardır. İşin toplumsal ve siyasal boyutunu ele alan çalışmalar daha çok toplumbilimciler, sosyologlar, tarihçiler vb. tarafından yapılmıştır. Peki, ne olmuştur da 1980?den sonra müziğin toplumsal ve siyasal yanına dokunmayan müzik tarihçileri, müzikologlar, müzik adamları, eleştirmenler birdenbire filozof kesilmişler, sanki bir yerden bir işaret almışçasına ve yarışırcasına müziğin siyasete ya da siyasetin müziğe ettiklerini konuşmaya başlamışlardır. Burada olan sudur; Şostakoviç dik duran bir kültürün, dik duran en önemli temsilcilerindendir; senfonik müzik için bitti dendiği bir aşamada 15 tane senfoni ve onlarca orkestra yapıtı bestelemiş ve tüm dünya müzik topluluğu da bu yapıtları bir müzikal değer olarak kabul etmek zorunda kalmıştır. Aynı Şostakoviç, yaşamı boyunca bir kültür elçisi ve kültür emekçisi olarak çalışmıştır ve ülkesinden de ayrılmayı düşünmemiştir. Üstüne üstlük bir de komünisttir… İşte size işgal zararlısı dev bir kale… O halde yıkılması gerekir ve yapılması gerekenler için de her türlü ?fedakârlık? göze alınacaktır! Yani soğuk kültürel savaştan kültürel işgale geçerken Şostakoviç önemli bir anahtardır.
Bütün bunlar Şostakoviç?in yaşadığı kültürel ve siyasi süreci tartışmalardan uzak tutmak anlamına gelmez. Bu sürecin gerilimli bir süreç olduğu açıktır ve Şostakoviç düzeyinde bir sanatçının birçok şeye çoğunlukla farklı duyarlılıklarla yaklaşması son derece olağandır.
Özgür Ay: Sovyetler Birliği?nde devlet hakikaten sanata çok önem veriyor ve asıl amacı sanatı ve sanatçıyı toplumla bütünleştirmek, bütün gerilimlerin temel sebebi bu düşünceden çıkıyor. Bugün görülen bu kültürel yozlukla kıyaslarsak böylesi bir gerilim sanatçının gelişimi ve üretimi için büyük şans olabilir. Bir anekdot aktarmak istiyorum; bir kutlama sırasında Savunma Bakanlığı çalışanlarının orkestra kurup eser çalmaları ya da sanatçının eserlerinin toplum için sürekli değerlendirilmesi durumu çok ilgi çekici. Ancak değerlendirmelerde bazen çok sert kararlarlar verilmiş. Bu da yapılan hatalardan biri aynı zamanda. Jdanov, Şostakoviç?i eleştirirken sanırım şöyle bir açıklaması yapıyor; ?SSCB sanatçıları, ilericilik adına, daha iyiyi yapma adına halktan kopan, halkın anlamadığı eserler verirlerse bulundukları yapı bir Manastır gibi olur ve halktan kopar?? Yani tabiri caiz ise kendileri çalar kendileri dinlerler? Bugün çoğu klasik müzik bestecilerinin ve hatta caz müzisyenlerinin geldiği durum bu değil midir, diye sormak gerekir.
Seyhan Şahin: Özgür?ün söylediğine ek olarak şunu söylemek istiyorum; 1917 Ekim Devrimi?nden sonra sanatçıların rolü de bir emekçi gibi düşünülmüş. Her emekçi gibi onlar da toplum için çalışıyorlar. Yani her emekçi gibi o topluma ve o toplumun kültürüne bir şeyler katmaya çalışıyorsunuz. Dolayısıyla şimdiki gibi sanatçı bireysel hayatını yaşamıyor. Sanatçı toplumun içinde, her çalışan, her emekçi kadar değerlidir. Tarım işçisi, fabrika işçisi, mühendis, doktor, sanatçı hepsi el ele yaşadıkları toplumun daha iyi şartlarda daha güzel bir hayat sürmesi için uğraşıyorlar. Sanatçının rolü de herkes gibi? Bu beni açıkçası çok etkiledi. Şostakoviç?in yazılarından da bu duyguyu hücrelerine kadar hisseden bir insan olduğunu anlıyorsunuz. Bir sanatçı olarak diğer insanlardan farkı olmadığını biliyor, açıkçası sanatçılarda çok rastlanan kibirin, kendisinde olmadığını görüyorsunuz.
Nimet Çakıcı: Bu çalışmanın Müzisyenler Atölyesi için sonuçlarına bakacak olursak…
Emin İgüs: Evet aslında. Şostakoviç çalışması, Müzisyenler Atölyesi açısından nicelik olarak yeterince başarılı olamamıştır yani başlarken öngördüğümüz katılım gerçekleşmemiştir ama nitelik açısından çok başarılıdır. Önemli bir kollektif çalışma örneğidir ve bundan sonraki çalışmalarımız için oldukça önemli bir birikimdir.
Nimet Çakıcı: Bu söyleşi, aynı zamanda bir deneyim paylaşımı da olsun. Bu alanda gelişmek isteyenler için şunu eklemek lazım belki: Müzik de, diğer sanat dallarında olduğu gibi, ciddi bir emek talep ediyor. Akımları, dönemleri bilmek, toplumsal-tarihsel süreçleri araştırmak, en az dinlemek kadar, enstrüman çalışmak kadar önemli. Önümüzdeki dönemde, Müzisyenler Atölyesi olarak biz, ?çalışmaya? devam edeceğiz. Bizimle birlikte öğrenmek isteyen tüm dostlarımızı da çalışmalarımıza bekliyoruz.

“Benim için Mozart çocukluğumun en parlak, en mutlu anıları ile özdeşleşmiştir. Mozart, müziğin çocukluğudur, dünyaya canlandırıcı bir sevinç ve içsel bir armoni veren taze bahardır.”

Dmitriy Şostakoviç
( 12 Eylül 1906 – 9 Ağustos 1975) Rus Besteci; SSCB döneminin ünlü bestecisi ve virtüözü.
SSCB Yüksek Sovyeti Milletvekili, Lenin Nişanı sahibidir.  20. yüzyılın en önemli senfonilerini yazan besteci film müziği, şarkı, caz dahil olmak üzere pek çok türde eserler verdi.
Şostakoviç’in Başlıca Yapıtları

Operalar: Burun (1930); Katerina Izmaylova (1963); (1932’deki Mtsenskli Lady Macbeth, yeni şekli).

Baleler: Altın Çağ (The Age of Gold) (1930); The Bolt (1930); Parlak Nehir (Bright Stream) (1935).

Senfoniler: No.1, Fa Minör (1925); No.2, Ekim, Si Majör (1927); No.3,1 Mayıs, Mi Bemol Majör (1929); No.4, Do Minör (1936); No.5, Re Minör (1937); No.6, Si Minör (1939); No.7 Leningard, Do Majör, (1941); No.8, Do Minör (1943); No.9, Mi Bemol Majör (1945); No.10, Mi Minör (1953); No.11, 1905 Yılı, Sol Minör (1957); No.12, 1917 Yılı, Re Minör (1961); No. 13 Babi-Yar, Si Bemol Minör (1962); No.14 (1969); No. 15, La Majör (1971); Ekim (1967).

Konçertolar: Piyano: No.1, Do Minör (1933); No.2, Fa Majör (1957); Keman: No.1, La Minör (1948); No.2, Do Diyez Minör (1967); Çello: No.1, Mi Bemol Majör (1959); No.2 (1966).

Oda Müziği: 15 yaylı çalgılar kuvarteti; Piyanolu Kentet (1940); 2 piyanolu trio; yaylı çalgılar sekizlisi için 2 parça; keman-piyano, viyola-piyano sonatları.

Piyano: Sonatlar: No.1 (1926); No.2 (1942); 24 Prelüd (1933); 24 Prelüd ve Füg (1951).

Şarkılar, tiyatro ve film müzikleri, koro yapıtları.

Kitap hakkında bilgi
Şostakoviç-Hayatı ve Eserleri, Gelenek Yayınları, Çeviren ve yayına hazırlayanlar: Hakan Güçlü, Mehmet Kıvanç, 343 sayfa


*Hasan Çakmak?ın “Heyecan ve coşkunun bestecisi” adlı yazısı tarihinde www.evrensel.net?te yayınlandı.

** 23 Ekim 2007, Sol Gazetesi

Previous Story

Friedrich Nietzsche: Neden Böyle Bilgeyim?

Nietzsche
Next Story

Friedrich Nietzsche: Neden Böyle Akıllıyım

Latest from Biyografi Kitapları

Sait Faik’in Dünyası – Afşar Timuçin

Edebiyatımızın yapı taşlarını düşündüğümüzde ilk akla gelen kişilerden biri de Sait Faik’dir. Öykü sanatının bu büyük ustası gerçek bir insancı ve kılı kırk yaran

Deniz Gezmiş’i Anlatan 5 Kitap

Bizim Deniz – Mare Nostrum En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim O, onun en güzel yüz metresini koştu En sekmez luverin namlusundan fırlayarak
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ