Bir metni edebi metin yapan nedir? Eserin anlamı yazarın tekelinde midir? Kurmaca gerçekliği taklit mi eder? Okurun metinde yeri var mıdır? Üslubu meydana getiren nedir? Bir eseri anlamak için muhakkak yazıldığı bağlamı bilmek mi gerekir? Evrensel edebi değerler var mıdır? Teorinin Cini bu kilit sorular etrafına kurulmuş bir kitap. Amacı modern edebiyat teorisinin, özellikle de Fransız yapısalcılığının bu konulardaki temel tezlerini “sağduyu”yla, yani edebiyat konusunda sahip olduğumuz yaygın fikirlerle karşı karşıya getirmek, çarpıştırmak, bu şekilde teoriyi eleştirmek ve sonunda hem teorinin hem sağduyunun hakkını vermek. Kitap edebiyat teorisinin, dolayısıyla da edebiyat incelemelerinin 20. yüzyılda katettiği yola dair açık seçik bir panorama da sunuyor. Edebiyatı önemseyen herkese…
OKUMA PARÇASI
Giriş, Ne Kalır Aşklarımızdan Geriye?, s. 9-13
Şu garibim Sokrates’in yasakçı bir Cini var; benimkiyse dört dörtlük bir olumlayıcı, benimki eylemci bir Cin, savaşçı bir Cin.
Charles Baudelaire, “Tepeleyelim Yoksulları!”
(Paris Sıkıntısı)
Ünlü bir sözü taklit ederek söylersem: “Fransızlarda teori kafası yoktur.” En azından 1960 ve 70’lerin parlak ürünlerine kadar yoktu. Din değiştirmiş de imanı yaklaşık yüz yıllık bir gecikmeyi sanki şimşek hızında telafi etmesini sağlamışçasına, Fransız edebiyat teorisi o dönemde en şaşaalı günlerini yaşadı. Öncesinde Fransa’da edebiyat çalışmalarında Rus biçimciliğinin, Prag çevresinin, İngiliz-Amerikan New Criticism’inin (Yeni Eleştiri) benzeri bir şey hiç görülmemişti – Leo Spitzer’in üslupbiliminden, Ernst Robert Curtius’ un topolojisinden, Benedetto Croce’nin pozitivizm karşıtlığından, Gianfranco Contini’nin varyantları konu eden eleştirisinden, hatta F. R. Leavis ile Cambridge’deki tilmizlerinin kararlı teori karşıtlığından hiç söz etmiyorum bile. Avrupa ve Kuzey Amerika’da 20. yüzyılın ilk yarısını doldurmuş olan bu özgün ve etkili hareketlerin karşısına çıkarmak için Fransa’da ancak Paul Valéry’nin –Collège de France’taki kürsüsünün adını kullanırsak– “Poetika”sından söz edilebilir, ki bu kısa ömürlü disiplinin ilerlemesi de çok geçmeden ilkin savaşla, ardından da Valéry’nin ölümüyle akamete uğramıştı. Belki bir de Jean Paulhan’ın, hâlâ muammasını koruyan, dilin araçsal olmayan, genel retoriğe dayalı bir tanımını –yani yapıbozumun 1968 civarında Nietzsche’de yeniden keşfedeceği şu “Her şey retoriktir”i– kafası karışık bir şekilde aradığı Tarbes Çiçekleri (1941) anılabilir. René Wellek ve Austin Warren’ın Amerika Birleşik Devletleri’nde 1949’da basılmış olan elkitabı Theory of Literature (Edebiyat Teorisi) 1960’ların sonunda İspanyolca, Japonca, İtalyanca, Almanca, Korece, Portekizce, Danca, Sırpça-Hırvatça, Modern Yunanca, İbranice, Romence, Fince ve Gucaratça olarak bulunuyordu ama Fransızcada yoktu; bu dilde ancak 1971’de Seuil Yayınları’nın “Poétique” dizisinin ilk kitaplarından biri olarak La Théorie littéraire başlığıyla gün yüzünü gördü ama cep kitabı formatında hiç yeniden basılmadı. 1960’ta, ölmeden kısa bir süre önce Leo Spitzer Fransızların bu gecikmişliğini ve dünyadan kopukluğunu üç etmenle açıklayacaktı: Sürekliliği olan seçkin bir edebiyat ve entelektüellik geleneğine bağlı, günü geçmiş bir üstünlük duygusu; 19. yüzyılın bilimsel pozitivizminin etkisiyle hâlâ nedenleri araştıran, edebiyat incelemelerine hâkim zihniyet; metin şerhi/açıklaması denen okul pratiğinin, yani edebi biçimlere ilişkin yardımcı nitelikte olan ama daha karmaşık biçimsel inceleme yöntemlerinin gelişmesini engelleyen bir betimlemenin baskın olması. Ben de, bunlardan ayrılmaz olmakla birlikte, Gottlob Frege, Bertrand Russell, Ludwig Wittgenstein ve Rudolf Carnap’tan sonra Alman ya da İngiliz dilli üniversiteleri istila etmiş olanlara benzer bir dilbilimin ve dil felsefesinin eksikliğini, ayrıca –her ne kadar Almanya’da da Edmund Husserl ve Martin Heidegger’in art arda darbeleriyle altüst olmuş olsa da– yorumbilgisi geleneğinin Fransa’da zayıf olmasını eklemek isterim.
Sonra işler hızla değişti – kaldı ki Spitzer’in bu acımasız teşhisi koyduğu sırada hareketlenmeye başlamıştı zaten. O kadar değişti ki, düşündürücü denebilecek tuhaf bir tersine dönme sonucunda Fransız teorisi, sanki o güne dek daha iyi sıçramak için geri çekilmiş gibi (tabii bu çukuru bir çırpıda aşması –ilerleme yanılsamasını uyandıran bir masumiyet ve şevkle– barutu yeniden icat etmesini sağlamadıysa), aslında Cezayir savaşının bittiği 1963’ten ilk petrol krizinin yaşandığı 1973’e kadar süren şu şaşılası 60’lı yıllarda, kendisini birden dünyadaki edebiyat incelemelerinin öncü kuvveti konumunda buldu. Edebiyat teorisi 1970’e doğru doruğuna varmıştı ve benim kuşağımdan gençleri çok cezbediyordu. “Yeni eleştiri”, “poetika”, “yapısalcılık”, “göstergebilim”, “anlatıbilim” gibi adlar altında göz kamaştırıyordu. Yaşayanlar o masalsı yılları olsa olsa özlemle anabilir. Güçlü bir akıntı hepimizi sürüklüyordu. Teorinin desteğini almış edebiyat incelemesinin imajı o günlerde baştan çıkarıcıydı, inandırıcıydı, zafer tacını giymiş gibiydi.
Artık pek öyle değil. Teori kurumsallaşıp yönteme dönüştü; çoğu zaman –o sıralar ustaca sözlerle saldırdığı– metin şerhi kadar yavanlaştırıcı olan, pedagojik bir teknikçik haline geldi. Her teorinin okuldaki yazgısı durgunluğa varmak gibi görünüyor. 19. yüzyılın sonunda ilgi çekici ve gözü yükseklerde olan genç bir disiplin olarak edebiyat tarihi aynı hazin gelişimi yaşamıştı, yeni eleştiri de bundan kaçamadı. Fransa’daki edebiyat incelemelerinin biçimcilik ve metinsellik yolunda öteki ülkeleri yakaladığı, hatta geride bıraktığı 60’lı ve 70’li yılların hummalı çalışmalarından sonra Fransa’da teorik araştırmalar önemli gelişmeler kaydetmedi. Yeni eleştirinin derinlemesine sarsmayı başaramadığı, ancak geçici olarak üstünü örttüğü edebiyat tarihinin incelemeler alanında kurmuş olduğu tekelde mi bulmak lazım suçu? Bu açıklama –ki Gérard Genette’indir– yetersiz görünüyor, çünkü yaşlı Sorbonne’un duvarlarını yıkamamış olsa da, yeni eleştiri Milli Eğitim’e, özellikle de ortaöğretime çok sıkı kök salmıştı. Hatta onu kaskatı hale getiren de bu oldu muhtemelen. Bugün öğretmen seçme sınavlarında anlatıbilimin ince ayrımlarını ve dilini bilmeden başarılı olmak imkânsız. Nasıl ki vaktiyle caymacayı (anacoluthe) değişlemeden (hypallage) ayırt etmek ve Montesquieu’nün doğum tarihini bilmek gerekiyorduysa, bugün de önüne konan metin parçasının “özöyküsel” mi yoksa “yadöyküsel” mi, “tek anlatımlı” (singulatif) mı yoksa “yineleyen anlatımlı” (itératif) mı, “iç odaklı” mı yoksa “dış odaklı” mı olduğunu bilmeyen bir aday sınavı geçemez. Fransa’da yükseköğretim ve bilimsel araştırmaların kendine özgü yanını kavramak için üniversitenin ortaöğretim öğretmenlerinin işe alımı için yapılan sınavlara tarihsel olarak bağımlı oluşuna bakmak gerekir hep. 1980’den önce adeta pedagojiyi yenilemeye yetecek kadar teori sunulmuştu: nazım ve nesri açıklamak için biraz poetika/şiir bilgisi ve anlatıbilim. Tıpkı birkaç kuşak önce Gustave Lanson’un edebiyat tarihi gibi, yeni eleştiri de çabucak sınavlarda öne çıkmaya yarayacak birkaç formüle, numaraya, püf noktasına indirgendi. Teorik atılım, kutsallar kutsalı metin açıklamasına bir-iki bilimsel destek attıktan sonra donup kaldı.
Fransa’da teori saman aleviydi, Roland Barthes’ın 1969’daki “‘Yeni eleştiri’ çok çabuk yeni bir gübreye dönüşmeli ki sonrasında bambaşka bir şey yapsın” (Barthes, 1971, s. 186) dileği gerçekleşmişe benzemiyor. 60’lı ve 70’li yılların teorisyenlerinin halefleri olmadı. Barthes’ın kendisi azizler arasına katıldı, ki bir eseri canlı ve etkili tutmanın en iyi yolu bu değildir. Kimileri yön değiştirdi ve kendilerini ilk aşklarından çok uzak çalışmalara verdiler; Tzvetan Todorov ya da Genette gibi kimileriyse etik veya estetik yörelerinde ne varmış bir bakalım dediler. Genetik denen eleştiri modasının gösterdiği üzere, özellikle elyazmalarının yeniden keşfedilmesiyle, eskilerdeki edebiyat tarihine dönen çok oldu. Poétique dergisi çıkmaya devam ediyor ve esas itibariyle yaratıcılıktan uzak takipçilerin egzersizlerini yayımlıyor; 68 sonrasının bir diğer yayın organı, hep daha seçmeci olup Marksizme, sosyolojiye ve psikanalize kapısı açık olan Littérature dergisi de öyle. Teori uslanıp hizaya girdi, artık eskisi gibi değil: Teori hâlâ var tabii, ama edebiyat tarihinin yüzyılları hangi anlamda varsa o anlamda, bütün uzmanlıkların üniversiteye yanaşması, kendi yerini bulması anlamında var. İşine gücüne bakıyor, kimseye bir zararı yok, öğrencilerini belirtilen saatte bekliyor; bir disiplinden öbürüne gidip gelen öğrenciler olmasa, başka disiplinlerle de dünyayla da alışverişi yok. Diğer uzmanlıklardan daha canlı, daha hayat dolu değil; edebiyatı neden ve ne şekilde incelemek gerektiğini, edebiyat incelemesi ve öğreniminin şu anda neden önemli olduğunu artık o söylemiyor. Bu rolde onun yerine geçen de olmadı; kaldı ki edebiyat öğrenimi gören, incelemesi yapan çok yok artık.
“Teori geri gelecek, tıpkı her şey gibi, ve cehalet ortaya can sıkıntısından başka bir şey çıkaramayacak kadar derinleştiğinde teorinin sorunlarını yeniden fark edeceğiz.” Philippe Sollers Théorie d’ensemble’ın (Küme Teorisi) yeni baskısına yazdığı önsözde, daha 1980’de, bu geri dönüşü haber veriyordu. Kitap ilk olarak, Mayıs 68’i takip eden sonbaharda, matematikçilerden alınmış bir başlıkla, Michel Foucault, Roland Barthes, Jacques Derrida, Julia Kristeva ve Tel Quel dergisinin bütün ekibinin imzalarıyla, yani teorinin ibresi doruğu gösterirken, Sollers’in sonradan kabul ettiği üzere bir tutam da “entelektüel teröristlik” ile (s. 7) yayımlanmıştı. Teori o zaman pupa yelken yol alıyor, yaşama isteği veriyordu. “Hayatın gerisinde kalmamak için teoriyi geliştirmek” – böyle buyurmuştu Lenin; Louis Althusser de Maspero Yayınları’nda yönettiği dizinin adını “Teori” koyarak onun yolunda olduğunu iddia etmişti. Pierre Macherey yapısalcı hareketin ışıklarını saçtığı yıl olan 1966’da bu dizide Edebi Üretimin Teorisine Doğru’yu yayımlamıştı; kitapta teorinin Marksist anlamı (ideoloji eleştirisi ve bilimin iktidara gelişi) ile biçimci anlamı (dil süreçlerinin analizi) edebiyatın sırtında birleşip uzlaşıyordu. Teori eleştireldi, hatta polemikçi ya da militandı (tıpkı Boris Eyhenbaum’un 1927 tarihli kitabının endişe verici başlığında olduğu gibi: Edebiyat, Teori, Eleştiri, Polemik – bu kitabın bir kısmı 1966’da Tzvetan Todorov’un Rus biçimcilerinin metinlerini topladığı Edebiyat Teorisi seçkisi içinde çevrilmişti) ama bir edebiyat bilimi kurmak için de yanıp tutuşuyordu. “Teorinin nesnesi,” diyordu Genette 1972’de, “edebiyatın yalnızca gerçeği değil bütün potansiyeli’dir” (s. 11). Marksizm ve biçimcilik teorinin, edebiyatın değişmezlerini ya da evrensellerini araştırmayı meşrulaştırmasına, münferit eserleri gerçek birer eser değil de mümkün birer eser olarak; altta yatan edebiyat sisteminin basit birer örneklemesi, yani yapıya ulaşmak için gerçekleşmemiş, salt potansiyel halde kalmış eserlerden daha kullanışlı birer eser olarak görmesine yarayan iki dayanaktı.
Marksizmle biçimciliğin karışımı olarak teorinin modası 1980’ de geçmiştiyse bugün ne demeli? Teoriyi yeniden arzulayacağımız cehalet ve can sıkıntısına ulaştık mı?
ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER
Metin Yetkin, “Teori bir ironi okuludur”, gazeteduvar.com.tr, 1 Aralık 2022
Antoine Compagnon’un Teorinin Cini: Edebiyat ve Sağduyu, Savaş Kılıç çevirisiyle Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Hakikatin teori ve sağduyu arasında bir yerde konumlandığından yola çıkan kitap, şüpheci ve ussal bir yaklaşımla teoriye sınır çekerken okuru her zaman uyanık tutmayı amaçlıyor.
Hafızam beni yanıltmıyorsa bir konferansta Enver Ercan’dan şöyle bir anekdot dinlemiştim: Bir gün, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın kapısı çalar. Gelen, yoksul komşularıdır: Bir anne ve çocuğu. “Öğretmen sizin şiirinizi ödev verdi” diyerek şairin yardımını isterler. Şair buna gönülsüz olsa da yalvaran anne-oğulun ısrarına dayanamaz ve yardımı kabul eder. Aradan zaman geçer, şairin kapısı yıkılacakmış gibi çalmaya başlar. Gelen annedir, “Nasıl insansınız siz, oğlum sizin yüzünüzden sıfır aldı!” Çocuk sıfır almıştır çünkü öğretmenin sorduğu soru “Şair burada ne demek istemiş?” sorusudur. Cevap ise şairin değil öğretmenin kafasında belirlediği cevaptır. Kısaca burada bir ikiyüzlülük vardır. Şairin niyeti öğretmen tarafından temellük edilmiştir. Bu bir sağduyu meseledir, tıpkı teoride olduğu gibi. Nitekim Antoine Compagnon’un çıkış noktası da teori ve sağduyu ekseninde teori meselesini irdelemektir “çünkü hakikat her zaman ikisinin arasında bir yerdedir.” Ancak dikkat buyurun, “Şair burada ne demek istemiş?” sorusu alelade bir soru değildir. Bu soruyu çokça duymuşsunuzdur ki büyükbabanıza yahut büyükannenize sorsanız, onların da aynı soruyu duyduğunu teyit edebilirsiniz. Üstelik sadece Türkiye yurttaşlarına özgü bir durum değildir bu:
“Edebiyat teorisinin bu sancılı soruları bir daha dönmemek üzere silip attığı sanılmış olabilir. Ama cevaplar geçip gitse de sorular kalır. Sorular hep aşağı yukarı aynıdır. İçlerinden bir-ikisi vardır ki kuşaklar geçtikçe geri gelmeye devam eder. Teoriden önce, edebiyat tarihinden de önce soruluyordu bu sorular, teoriden sonra da neredeyse birebir aynı şekilde soruluyorlar.”
Nedeni, bu soruların muhtemelen doğal ya da mantıklı olduğu düşünülen yanıtlara sahip olmasıdır çünkü teori, tıpkı kendisi gibi mantığı da kurumsallaştırmıştır. Belli kuramlar, belli mantıki çıkarımları kapsar. Kısaca kuramlar reçetelere dönüşmüştür. Benzer teknikler üzerinden benzer sonuçlara ulaştırır eleştirmeni. Öte yandan eleştirmen-tarihçi arasında da ince bir çizgi vardır; eleştiri metinden, tarih ise bağlamdan hareket eder. Nitekim bir eleştirinin önermeleri “metne en küçük bir bağlam kazandırdığı” zaman edebiyat teorisine mi yoksa edebiyat tarihine mi dahil edilmelidir? Zira teori metni değerlendirmek, tarih ise açıklamak içindir. Bu bağlamda betimsel olan eleştiriler ne derece teoriktir? Üstelik edebiyat teorisi ile yazınsal kuram (çevirmen nüansa dair not düşmüş burada) kavramları da edebiyatla filolojiyi, edebiyatla analizi karşı karşıya bıraktığı için net bir ayrım içermez. Hem ikisi de edebiyatın açıklamaya ihtiyacı olduğu ön kabulünden yola çıkar. Üstelik edebiyatın teorisi ve pratiği arasında çoğu zaman ideolojiyle karşılaşırız! Böylelikle teorik başvuru polemikçidir. Başkasının önermesini yanlışlar, bir başkası da onunkini: Rakip olmadan ilerleyemez, kısırdır. Münferit eserlerin ardındaki değişmezleri bulmaya çalışarak evrenseli yakalamayı amaçlamak ve dahi bunu gramerlerle formüle etmeye çalışmak ilerleme midir? İşte burada Platon ve Aristoteles’in gayretlerinden fazlasını göremeyiz zira “günümüzdeki anlamıyla edebiyat teorisi retorik ve poetikaya sahip çıkıyor” olmakla birlikte modern edebiyat teorisi de betimleyici bir mahiyette meydana çıkar. Buradan daha çetin bir soruya atlamak gerekirse, edebiyat eleştirmenlerinin “unvanını hak etmeyen birer izlenimciden ibaret olduklarını” söylesek yanlış olur mu? Başka bir deyişle farklı kuramlardan hareket eden iki kişi “aynı normları benimsemiyorlarsa” edebi düzlemde diyalog kuramazlar…
İşte bu sorunsalları irdeleyen Compagnon; teorinin, eleştiriyi eleştiren bir üst-eleştiri olduğunu ve sorulan soruların arazını gün ışığına çıkartmasından dolayı da göreci olduğunu belirtir. Varılan sonuç ise teorisyen sayısı kadar teori olduğudur. Çoğu zaman teori güven veren bir unsur olarak karşımıza çıkar. Teoriden âzâde bir eleştiriye ne denli güvenilebilir? Teorinin yokluğu okuru tedirgin eder. Hiçbir teoriye yer vermediğini vurgulayan Compagnon ise yöntem olarak edebiyat teorisinden genel kavramları yani “ilkeler, ölçütler üstüne düşünme çabasını”, yazınsal kuramdan ise “edebiyattaki sağduyunun eleştirisini ve biçimciliğe başvuruyu” alır. Böylece kışkırtıcı sorular arasında gezinerek işleri zorlaştırmak ister:
“Dolayısıyla niyetim hiçbir şekilde işleri kolaylaştırmak değil, aksine tetikte tutmak, kuşkulu ya da kuşkucu hale getirmek, kısacası eleştirel ya da ironik hale getirmek. Teori bir ironi okuludur.”
Başlığı Baudelaire’in kendi eylemci Ciniyle, Sokrates’in yasakçı Cini arasındaki karşıtlığa atıf yapan kitap, edebiyat kavramının var olması için gerekli olan beş öğe (yazar, kitap, okur, dil, gönderge) ile niyet ifadesinin kapsamından yola çıkararak şu yedi başlığı içerir: Edebiyat, Yazar, Dünya, Okur, Üslup, Tarih, Değer, Sonuç: Teorik Serüven. Ancak böyle kapsamlı bir kitap olmasına rağmen üstte belirtilen tuzaklara düşmüş müdür? Şüphesiz düşmüştür ki bunu Compagnon da kabul eder. Ancak amacının bahsettiklerinden azade bir metinden ziyade okurun zihnini açık tutmak ve onu uyandırmak olduğunu vurgular.
Ek olarak, kitabın orijinal dilinde ilk defa 1998 yılında yayımlandığını ve Türkçeye yeni kazandırıldığını belirtmeli. Kısaca yazarın kurcaladığı sorunların bir kısmı güncelliğini yitirmiş olsa da çoğu “Şair burada ne demek istemiş?” sorusu gibi karşımızda kanlı canlı dikilmekte. Ancak Türkiye okuru bu yüzlerce engelle beraber daha çetin olanlarıyla da uğraşmakta. Mesela, teoriye dair eserlerin seneler sonra çevrilmesi sorunu. Üstelik farklı farklı yayınevlerinden. Bazen de aynı yayınevinden farklı çevirmenlerin elinden çıkmış metinler görüyoruz. Kısacası terminoloji sorununu aşmak için teoriye dair kitapları karşılaştırarak “niyetleri alımlamak” zorunda kalıyoruz. Üstelik çevirilerin seyri doğrultusunda teorik müktesebatı anakronik olarak takip etmek icap ediyor. Görüldüğü üzere sorunlar da sorunsallar da bitmiyor; katre derya içinde derya katre içinde, misali. İşte tam da bu karmaşık gidişatın kitabı Teorinin Cini. Amacı edebiyatı mitlerden temizleyerek en arı haliyle sunmak değil; aksine teorinin bu teskin eden, güven veren, iyimser yapısını kırarak okurun her daim uyanık kalmasını sağlamak. Bu temel amaç ile de teoriye ve edebiyata dair teolojik oluşumu yıkmayı hedefliyor; azizleri, imanları, müritleri, havarileri… Bütün bunların sonucu olarak ise bir okur olarak farkına vardığımız yahut yeni(den) idrak ettiğimiz en vurucu husus ise edebiyatın sınırsız, teorinin sınırlı olduğu hakikati olsa gerek:
“Edebi değer teorik olarak temellendirilemez: Bu da edebiyatın değil teorinin sınırlarından biridir.”
KÜNYE
Antoine Compagnon
Teorinin Cini
Edebiyat ve Sağduyu
Özgün adı: Le Démon de la Théorie
Littérature et sens commun
Çeviri: Savaş Kılıç
Yayıma Hazırlayan: Semih Sökmen
Kapak Tasarımı: Semih Sökmen, Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Ekim 2022
Metis Yayınları
İÇİNDEKİLER
Giriş: Ne Kalır Aşklarımızdan Geriye?
1 Edebiyat
Edebiyatın Kaplamı
Edebiyatın İçlemi: İşlev
Edebiyatın İçlemi: İçeriğin Biçemi
Edebiyatın İçlemi: Anlatımın Biçimi
Edebilik ya da Önyargı
Edebiyat Edebiyattır
2 Yazar
Yazarın Ölümü Tezi
“Voluntas” ve “Actio”
Alegori ve Filoloji
Filoloji ve Yorumbilgisi
Niyet ve Bilinç
Paralel Pasajlar Yöntemi
“Straight from the Horse’s Mouth”
Niyet ya da Tutarlılık
Niyete Karşı Öne Sürülen İki Argüman
Niyete Dönüş
Anlam İmlem Değildir
Niyet Önceden Düşünüp Tasarlamak Değildir
Niyetlilik Karinesi
3 Dünya
“Mimesis”e Karşı
Gayritabiileştirilen Mimesis
Gerçekçilik: Yansıma mı Uzlaşım mı?
Tartışmanın Koşulları
Taklitkarşıtı Tezin Eleştirisi
Dilin Keyfiliği
Tanıma Olarak “Mimesis”
Kurmaca Dünyalar
Kitapların Dünyası
4 Okur
Okumanın Devreden Çıkarılması
Okurun Direnişi
Alımlama ve Etkilenme
Zımni Okur
Açık Eser
Dilin Keyfiliği
Beklenti Ufku (Hayalet)
Okuma Modeli Olarak Tür
Kontrolden Çıkmış Okuma
Okurdan Sonra
5 Üslup
Her Haliyle Üslup
Dil, Üslup, Yazı
Yuh Olsun Üsluba!
Norm-Sapma-Bağlam
Düşünce Olarak Üslup
Üslubun Geri Dönüşü
Üslup ve Örneklendirme
Norm ya da Yığışım
6 Tarih
Edebi Tarih ve Edebiyat Tarihi
Akademik Edebiyat Tarihi ve Edebiyat Eleştirisi
Düşünce Tarihi, Toplumsal Tarih
Edebiyatın Evrimi
Beklenti Ufku
Kılık Değiştirmiş Filoloji
Tarih mi, Edebiyat mı?
Edebiyat Olarak Tarih
7 Değer
Şiirlerin Çoğu Kötü de Olsa Şiirdir
Edebiyatta Ulusal Geleneğe Dair
Klasiği Kurtarmak
Nesnelciliğin Son Savunusu
Değer ve Sonraki Kuşaklar
Ilımlı Bir Görecilik İçin
Sonuç: Teorik Serüven
Teori mi Kurmaca mı?
Teori ve Şaşkınlık
Teşekkürler
Kaynakça
Dizin