Nikolay Gavriloviç Çernişevski’nin bu eseri, Ivan Sergeyeviç Turgenyev’in “Asya” adlı uzun öyküsünün üzerine Çernişevski’nin yazdığı bir makaledir. Turgenyev’in “Asya” adlı öyküsü, Sovremennik dergisinin 1858 tarihli 1. sayısında yer almış; Çernişevski bunun üzerine 1858-1859 yılları arasında Rusya’da yayınlanan “Ateney” isimli aylık modern tarih ve edebiyat dergisinin 18. sayısında bu öykü üzerine aşağıdaki makaleyi yayınlamıştır. Aynı makale daha sonra Çernişevski tarafından üzerine eklemeler yapılarak 1862’de Sovremennik dergisinin nisan sayısında tekrar yer almıştır. Bu çeviri, makalenin Sovremennik dergisinde yer almış halinin çevirisidir.
Fikrimce, Turgenyev’in “Asya” adlı öyküsünü okumak, Çernişevski’nin makalesinde bahsettiklerini daha iyi özümseyebilmek adına faydalı olacaktır. Öykü Türkçeye aynı adla çevrilmiştir.
Makalenin daha iyi anlaşılabilmesi için birkaç dip not eklemeyi uygun gördüm. Her bölümün dip notları, o bölümün çevirisi altında yer almaktadır. Pınar Dinlemez
Turgenyev’ in “Asya”sının İncelemesi Üzerine Görüşler 1 – Nikolay Gavriloviç Çernişevski
Vazifelerimize dair sınıf suçlamasında bulunan hikâye çalışmaları okuyucu üzerinde çok ağır bir etki bırakır, bu bakımdan ben bu hikâyelerin avantajlarının ve asaletinin farkında olmama rağmen edebiyatımızın böylesine dışlayıcı ve kasvetli bir yön benimsemesinden bütünüyle memnun değilim.
Ülke sorusu tüm fikirlerin ve diyalogların yegâne konusu haline gelene dek insanlardan bahsetmek epey akıllıca, hatta tercihen daha iyidir. Bu insanların kelimeleri adilane veya değildir bilemem fakat benim için vazife hikâyelerinden ziyade, daha ilk sayfalarında, bir davayla ilgili gerçekleşmesi muhtemel olayların anlatıldığı, eşsiz nitelikte olduğu anlaşılan iyi bir öykü okumaya başlamadan önce bu tür fikirlerin etkisi altında kalmak benim için pekâlâ mümkündü. Bu hikâyelerde şiddet ve rüşvet yoluyla dalavere yapma, pis hileler, resmi zorbalıklar yoktur; ince bir dille anlatılan sosyete iyilikseverleri, küçük burjuvalar, mujikler ve küçük memurlar, tüm bu korkunç ve mide bulandırıcı insanlar vardır. Aile hayatımızın tüm kötü koşullarının oldukça dışında yaşarlar. Hikâyedeki tüm kişiler, bu aramızdan insanlar, epey biçim verilmiş, son derece insancıl kişilerdir ve en soylu fikirleri taşırlar. Hikâyenin açıkça şiirsel, ideal bir yönü vardır, hayatın ?kara parti?siyle ilgili bir endişe taşımaz. Bu noktada biraz durayım ki ruhum tazelensin diye düşünürüm. Ve gerçek olan şudur ki, ruhum, hikâye nihai dakikasına varırken bu şiirsel fikirlerle tazelenmiştir. Fakat hikâyenin son sayfaları ilk sayfalarıyla benzer değildir ve hikâyenin incelemesinden sonraki etki, mide bulandıran bir rüşvetçinin utanmaz hırsızlığına dair yazılmış bir öyküye nazaran daha ıssızdır. Bu kişiler kötülük yapar ama her birimizin kötü olduğunu da kabul ederler, onlardan hayatımıza dair bir gelişim beklemeyiz. Bir güç toplumunda onların zararlı etkisine bariyer koymanın, yaşamımızın asil karakterini değiştireceğini düşünürüz. En acı görüntüye sahip bu sanrı, en hafif beklentilerimizin ilk yarısını uyandıran bu hikâyede reddedilmiştir.
Burada kişi, kalbi tüm yüce hislere açık, dürüstlüğü sarsılamaz, tüm fikirleri kendi içinde kabullenmiş ve çağımızın asil emellerini referans almış kişidir. Ayrıca bu kişi ne yapar? Son rüşvet yiyiciyi bile utandıracak bir sahne oynar. Sevdiği kıza en güçlü ve saf sempatiyi duyar, onu görmeden birkaç saat yaşayamaz, tüm gün aklı fikri ondadır, tüm gece onun güzel görüntüsünü resmeder, kalp tatmin içinde atarken ?aşk zamanı? diye düşünürsünüz. Hiçbir şeyin mutluluklarını sarsmadığı Romeo?yu ve Jülyet?i görürüz, kaderlerinin çözüldüğü dakika yaklaştığında bu Romeo sadece : ?Seni seviyorum, eğer sen de beni seviyorsan?? der. Ve Jülyet fısıldar: ?Evet??. Jülyet?le randevulaşan Romeo (hikâyenin yazarının bizi soyadıyla bilgilendirmediği kahramana adıyla seslenmeliyiz) ne yapar? Jülyet Romeo?yu titreyen bir aşkla kabul eder, onu seviyordur, şimdiye kadar aralarında söylenmeyen bir söz bundan sonra söylenecektir, sonsuza kadar birlikte kalacaklardır; zevk, yüksek ve saf bir zevk onları beklemektedir, coşkunluk, bu karar anının ağırbaşlılığını karnında taşıyan dünyevi bir organizmadır. İnsanlar küçük zevkler için ölmüşlerdir. Korkmuş bir kuş gibi, sevgi güneşinin ışığından olma sevgilisinin yanında oturur, hızlı nefesler alır, titrer, gözlerini yere indirerek ismini söyler, ona bakmak ister ama bakamaz; elini tutar, soğuktur, avucunda ölü gibi yatmaktadır, gülümsemek ister ama soluk dudakları gülümseyemez. Onunla konuşmak ister ama sesi engel olur. Uzun bir süre ikisi de sessiz kalır, derken konuşmaya başlayınca kalbindeki buzlar erir. Burada Romeo, Jülyet?le konuşur ve ona ne söyler? ?Bana karşı suçlusun? der, ?beni kaygılandırarak şaşkına çevirdin ve ben de senden memnun değilim, beni tehlikeye attın ve sana karşı davranışlarıma bir son vermeliyim, seni bırakmak çok nezaketsizce ve beni buradan uzağa göndermekte son derece haklısın?. Bu nedir? Bunun neresi düzgün bir insandır? Olağanüstü! Kelimelerinden doğacak kaderinin kararını beklemek, değişmez bir biçimde tüm ruhunu buna adamak ve tehlikeye girmesine sebep olanı azarlamak, bu silik insanın özellikleridir. Bu gülünç insafsızlık nedir? Bu bayağı çiğlik? Böyle alçakça davranan bir adam bu zamana dek asil olarak gösterildi! Bizi kandırdı, yazarı kandırdı. Evet, şair, düzgün bir insan anlatmayı imgeleyerek büyük bir hata yapmıştır. Bu kişi berbat ve aşağılık biridir. Romeo?muzun Jülyet?e olan beklenmedik davranış değişikliklerinin birçok kişide yarattığı izlenim budur. Duyduklarımızın çoğunda hikâye, bu şok eden sahnesiyle kirlenmiş, ana kişinin karakteri varlığını sürdürememiştir; eğer bu kişi oyunun ilk yarısındaki gibi biriyse böylesine basmakalıp bir çiğlik içinde davranamaz, davranabiliyorsa da başından beri bize değersiz bir insan olarak sunulmuş olmalıdır.
Yazarın gerçekten yanıldığını düşünmek bir hayli teselli edici olurdu ama hikâyenin üzüntü veren avantajlı tarafı, bu karakterin toplumumuzda gerçekten var olmasıdır. Eğer karakter, buluşmasındaki çiğlikten hazzetmediğimiz, aşkın görmeyi istediği kendisini açığa vuran karakter olsaydı hikâye ideal-şiirsel bir his kazanırdı. İlk buluşma sahnesindeki coşkunluk, diğerleri tarafından da takip edilir, ilk yarının yüksek şiirsel dakikaları ve sessiz cazibesi, acınası bir büyüleyiciliğe sahip ikinci yarıya kadar yükselir, Peçorin[1] tadı aldığımız bir ilk izlenimden ziyade gerçek Romeo ve Jülyet?e veya hiç olmazsa George Sand romanlarından birine yakın bir şey elde ederdik. Hikâyede şiirsel bütünlük arayan her insan, tatlı beklentilerle baştan çıkaran karakterin birden bire yok olarak yerine Maksa Pikkolomini[2] gibi başlayıp Zahara Sidoriça gibi bitiren, ucuz bir seçim tarafından oynanan; adicesine utangaç bir egoizmin yerleştiği, gülünç bir şekilde koşuşturan bir adamın geldiğini gösteren yazarı ayıplamalıdır.
Yazar, kahraman hakkında kesinlikle yanılmış mıdır? Eğer yanılmışsa bu hatayı ilk kez yapmıyordur. Hikâyeler aynı duruma kaç defa öncülük ederlerse etsinler, kahramanlar bu durumları, bizden daha önce utanarak terk etmişlerdir. ?Faust? [3]ta kahraman kendisine, inancın kimseye ciddi bir duygu öğretmeyeceğini, onun işinin oturmak, hayal kurmak olduğunu söyler; fakat sabırla kelimeler yoluyla da olsa bağlantı içinde olanı, inancın onu sevdiğini söyleyeceği doğrultusunda cesaretlendirir ama bunu önceden tahmin etmemiştir ve gözüyle görse bile bundan bahsetmeye cesaret edemez. Bir açıklama beklemesi gereken kadın bu açıklamayı kendisinin yapmasına zorlandığında ?tatmin duygusunun damarlarında özgürce dolaştığını? ?tahmin? eder, ?aklı başından gitmiştir? ?bayılmamış olması çok yazıktır. Kendine gelmeye zaman bulmuş olan adam, sevdiği ve sevdiğini açıkça söylediği bu kadına yaklaşır ve ne hissettiğini sorar. Kadının ?kafası karışmıştır?. Gözde kişinin bu davranışından sonra (davranış derken bu beyefendinin hareketlerinin yansımasından söz ediyoruz) zavallı kadına sinirsel bir ateş basar, doğal olarak sonrasında kaderine ağlamaya başlar.
?Faust? ta olan ?Rudin?[4]le aynıdır. Rudin?de kahraman önceki kahramanlara göre başta daha düzgün bir adam olarak davranır. Daha kararlıdır, Natalya?ya aşktan bahseder (kendi özgür iradesiyle davranamamasından dolayı bu konuşmaya zorlanmıştır) ve bir randevu ister. Fakat bu randevuda Natalia annesinin rızası olarak veya olmayarak onunla geleceğini söylediğinde ve ?Senin olacağım? dediğinde, Rudin?in nidalı cevabı şu olmuştur: ?Aman Tanrım!? ?Nida, heyecan taşımasından ziyade karmaşıktır- devamı o kadar iyi işler ki, korkaklık ve ruhsuzluk derecesine varır. Natalya kendisini onu karar vermesi gereken bir buluşmaya davet etmek için zorlar. Natalya annesinin kendisine deklare ettiklerini, onu Rudin?in karısı olarak görmektense ölü olarak görmeyi tercih ettiğini söyler ve Rudin?in kararını sorar. Rudin?in cevabı hala ?Aman Tanrım, aman Tanrım? şeklindedir. ?Çok hızlı oldu! Ne yapmam gerekiyor? Başım dönüyor, hiçbir şey düşünemiyorum!? . Fakat daha sonra boyun eğmenin gerekli olduğuna karar verir. Natalya?yı korkaklıkla suçlamaya başlar. Hikâye, gücenmiş kızın ona sırtını dönmesi ve kuvvetle muhtemelen korkağa duyduğu aşktan utanmamasıyla nihayete erer.
Fakat belki de Turgenyev hikâyelerinin özelliği kahramanlarındaki bu acınası özelliklerdir? Belki de onun yeteneğinin karakterleri, bu tür karakterlerin yansımasını reddediyordur? Bu kişilerin hepsi gerçekte var değiller, bu yüzden yeteneğin karakterleri bize hiçbir şey ifade etmiyor. Günümüzün en iyi şairlerini bir öyküde toplarsak, bu öyküde de ideal bir parti varsa emin olun ki bu partinin temsilcisi, Turgenyev?in karakterleriyle aynı şekilde davranırdı. Örneğin Nekrasov[5] böyle bir şahsiyet değildir, Turgenyev gibi, birçok eksiklik bulunabilir fakat kimse onun enerjisinde ve katılığında yetenek olmadığını kimse söylemeyecektir. ?Saşa? şiirindeki kahraman ne yapar? ?Ruhu zayıflatmaya gerek yok? der çünkü ?gerçeğin güneşi dünya üzerinde yükselecektir? ve bu gereklilik, emelleri harekete geçirmeyi sağlayacaktır. Beltov?[6]un hareketlerini anımsayalım, bu biçim, yoldan çıkma yönünde kesin bir adımdır. Benzer birçok örnek vermek mümkündür. Her yerde, nerede kahramanının hareketlerinde şairin şahsi fikirleri varsa, kahraman tüm diğer düzgün insanlarla aynı biçimde davranır, boşa zaman harcamaya gereksinim duyar, boş bir kafayı veya boş bir kalbi karşılıklı konuşmalar veya hayallerle doldurur, oldukça kıvraktır-kahramanların pek çoğu değişmeye ve dilde yavaşlamaya başlar. En cesurlarından pek azı her nasılsa tüm gücü ve dili bir şeyi tutuk bir şekilde ifade etmeye, fikirleri hakkında muğlâk görüşler sunmaya vakit bulur.
Bizler o ?diğer tüm insanlarız?-geri kalan hepsi bizim Romeo?muza benzer. N.[7] , Asya için büyük bir sorun mu değil mi, her halükarda bilinmiyor, cesur bir karar vermesi istendiğinde kati bir biçimde sinirlenmesi Asya için büyük bir problem mi, bilmiyoruz. İlk olarak büyük bir problem olmadığı fikrine kapılıyoruz, aksine, tanrıya şükür, Romeo?muzdaki karakterin değersiz güçsüzlüğü, çok geç olmadan etkisini kızdan uzaklaştırıyor. Asya birkaç hafta yas tutuyor. Birkaç ay sonra ikisi de her şeyi unuttuklarında onlara konuya daha layık bir duygu verilebilir. Tüm bu problemler içinde daha layık bir insan bulmak ihtimali, Romeo?muzda ve Asya?da da yer alan üzücü komik tavırlar içerisinde oldukça güç. Bu tür şeyler bizim gibi insanların başına gelmez. Asya sadece birbiriyle benzeşen insanların arasında mutlu olabilecektir, bir konu sunulduğunda üzerinde iyi muhakeme yapabilen, konuşmaların infaz edilmesinin kabul görmediği insanların tavırları arasında küçük dilini yutacak ve ellerini birleştirecektir. Aynı zamanda herkes onun ne kadar tatlı, ne kadar asil bir ruha sahip, ne kadar beklenmedik derecede güçlü bir kişiliğe sahip, ne denli hürmete layık olduğunu söylediğinde mutlu olacaktır lakin tüm bunlar Asya?nın kişiliği, asil ve kararlı bir hareket istidadı içinde olduğu farz edilen sözlerle sunulursa; zorla, beklentileri haklı çıkaran küçük bir adım atacaktır, onun karakterinden ilham almış yüzlerce ses hemen ağlayacaktır: ?Pardon, mümkünse bu gerçekten çılgınlık!?
Genç adamla randevu ayarlamak! Aslında kendini mahvediyor ve bu mahvoluş kesinlikle faydasız! Bu kesin, her şey bir tarafa itibarını kaybedeceği kesin. Kendini böyle delicesine riske atmak mümkün mü? Kendini riske atmak? Başkalarını da ekleyin. Bırakın kendiyle ilgili istediğini yapsın fakat diğerlerine sıkıntı çıkarmak ne için? Bu zavallı genç adamı ne hale koydu? Düşünmediyse de neden daha öteye taşıyor? Onun bu sorumsuzluğuna ne yapmalı? Eğer peşinden giderse kendini mahvedecek; reddederse adı korkağa çıkacak ve kendini küçümseyecek. Boyun eğmemiş insanların aynı tatsız durumlara sokulması asilce mi bilmiyorum, görünen o ki herhangi bir özel durum, birbiriyle bağdaşmayan hareketler doğurabiliyor. Hayır, kesinlikle asil değil. Ya zavallı erkek kardeş? Onun rolü ne? Ona kız kardeşi tarafından hangi acı hap verilmiş? Tüm hayatı bu acı hapı hazmedememekle geçiyor. Söylenecek hiçbir şey yok sevgili kız kardeşe! Tartışmıyorum, tüm bunlar lafta iyi- hepsi asil emeller ve kendini kurban etme ve tanrı bilir ne iyi şeyler ama tek bir şey söylemeliyim: Asya?nın erkek kardeşi olmak istemezdim. Dahasını söyleyeyim: eğer erkek kardeşinin yerinde olsaydım onu bir yarıyıl odasına kilitlerdim. Kendi iyiliği için kilitlemek gerekli. Kendisi yüksek hislere büyük bir ilgi duymayı arzu edecektir ama onun yükselen arzuları yüzünden oluşan başka bir karmaşayı çözmeye ne gerek var? Hayır, onun hareketlerini ve karakterini ?asil? olarak isimlendirmemeliyim çünkü başkasına düşüncesizce ve hayâsızca zarar vermeyi asalet olarak isimlendiremem. Sağduyulu insanların muhakemesinin genel haykırışı böylece açıklanacaktır. Bir bakıma bu muhakemenin bize mükemmel geldiğini itiraf etmek bizim için utandırıcı fakat aynı zamanda gerekli. Gerçekten Asya sadece zarar vermiyor, ona nadiren de olsa yakın olan her şey, ilişkisinde şanssızlık yaşıyor. Kendi keyfinin tüm tanıdıklara zarar vermesi ne için, işte bunu kınamalıyız.
Asya?yı kınarken, Romeo?muzu makul gösteriyoruz. O gerçekten suçlu mudur? Sorumsuz davranması için sebep verilmemiş midir? Kabul edilemeyecek bir harekette bulunması için onu kışkırtan nedir? Nahoş hareketlerindeki kendini beğenmiş kafa karışıklığı nedir? Sözlerimin sert olmasına kızıyorsunuz, hoyrat olarak adlandırıyorsunuz. Fakat doğru her zaman hoyrattır. Tatsız cümlelerimden ötürü beni kim suçlayacak, benden çıkan nahoş işlerden kimin kafası karışacak ve karışmaktan memnun olduğum bu belaya beni kim itecek?
Asya?nın bayağı hareketine neden böylesine haksızca hayran olduğunuzu ve Romeo?muzu kınadığınızı biliyorum. Biliyorum çünkü o sizin içinizdeki yüzeysel izlenimi bir anlığına yakalıyor. Siz ve başka ülkelerdeki insanlar nasıl davranıyorsa onları okudunuz. Ama başka ülkelerde durum nedir düşünün. Başka yerlerde bilinen şartlar her zaman açık ve münasip değildir. Örneğin İngiltere?de konuşulan dilde ?sen? diye bir kelime yoktur, imalatçıdan işçiye, arazi sahibinden toprak işçisine, beyefendiden uşağına kadar herkes ?sen? kelimesinin geçtiği her konuşmada ?sör? kullanır, Fransız ?mösyö?sü de aynıdır ve Rusçada bu tür kelimeler bulunmaz ve efendinin mujiğe seslenişinde bir nezaket vardır: ?Sen Sidor Karpiç, bana bir çay içmeye gelme iyiliğinde bulun ve sonra da bahçedeki patikayı düzelt?. Sidor?la böyle bir nezaketle konuşursam beni kınar mıydınız? Aslında İngilizlerin dilini kabul etsem gülünç olurdum. Genelde sizi memnun etmeyeni kınadığınızda ideolog olursunuz, bu en eğlenceli ve kulağınıza söyleyeyim, aydınlıktaki en tehlikeli insandır, pratik geçerlilikte ayağınızın altındaki sağlam desteğin kaybıdır. Bundan korkun, fikirlerde pratik bir insan olmaya çalışın ve ilk olarak Romeo?muz üzerinden uzlaşmayı deneyin. Sadece Asya?yı ilgilendiren bir sahne üzerinden değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir sahne üzerinden vardığım bir sonucun yolunu anlatmaya hazırım; kendimde gördüğüm her şeyle barıştım, yaptıklarıma sinirlenmiyorum, hiçbir şeye acılanmıyorum (ilişkilerdeki başarısızlıklar hariç, benim kişisel favorim bu), dünya üzerindeki hiçbir şey ve hiç kimseyi kınamıyorum(şahsi çıkarlarımı bozan insanlar hariç), hiçbir şey dilemiyorum( kendi çıkarım hariç)-bu huysuz melankolik kişiden pratik ve sadık kişiye döndüğümden beri bir söz söyleyebilirim ki, sadakat ödülü alsaydım benim için sürpriz olmazdı.
Bu gözlemin başlarından itibaren insanları öyle ya da böyle suçlamak gereksizdir çünkü çoğu kez gördüm ki en akıllı insanda bile bir sınırlama payı var, yetiştirildiği ve yaşadığı toplumdan fazla uzağa gidemez, en enerjik insanda bile bir miskinlik dozu var, rutinin ilerisine geçemez ve söylediklerine göre, su akar yolunu bulur. Ortalamada Paskalya zamanında yumurta boyar, kek haftasında kek yapar, üstelik herkesin boyalı yumurta yememesine ve hemen hemen herkesin kekin ağırlığından şikayet etmesine rağmen. Tek bir şeyde değil, her şeyde israfta bulunur. Örneğin kızlara göre erkeklerin daha serbest yetiştirilmesi gerektiği kabul edilir ve her baba, her anne çocukları bu kurala göre yetiştirmenin sebepsizliğine ikna olmuştur. Zenginlerde iyi bir şey gerçekleşir ve herkes mutlu olur, senede on bin ruble kazanmaktansa yirmi bin rublelik mutlu bir ilişki biçimini kabul etmeye başlar, mantıklı bir biçimde tartışmak gerekirse, her akıllı insan bilir ki ilk kazançta erişilemeyen, ikinci kazançta erişilebilen şeyler temelli bir mutluluk getirmez. Örneğin, on bin gelirle 500 rublelik bir balo düzenlemek mümkünse, yirmi bin ile 1000 rublelik balo düzenlemek mümkündür, sonuncusu ilkinden biraz daha iyi olacaktır fakat aynı özel ihtişam olmayacaktır, yeterince düzgün bir balodan öte adlandırılmayacak ve düzgün balo da yine ilki olacaktır. Dolayısıyla 20 bin gelirdeki gösterişli his 10 binden biraz daha tatmin edici, pozitif denilebilecek bu hisler arasındaki fark ise katiyen hissedilemezdir. 10 bin geliri olan kişinin 20 bin geliri olan kişiyle tastamam aynı masası, tastamam aynı şarabı, operadakilerin bazılarıyla aynı iskemleleri vardır. İlki yeterince zengin insana işaret eder, ikincisi aynı biçimde uç derecede zengin insan sayılmaz-ikisinin durumundaki asıl fark mevcut değildir ve her nasılsa bir toplulukta kabul görmüş rutinin bir parçası olan her kişi, zevklerinde her hangi bir artış fark etmeyecek olmalarına rağmen ondan yirmiye olan gelir artışından memnun kalacaklardır. İnsanlar genelde rutinin korkunç köleleridir: bunu aşmaları için onları daha derinine inerek eleştirmek gerekir. Bir bey ait olduğu sınıfa ait bağımsız düşünceleriyle kafanızı karıştıracak; size, sınıfsal önyargıları olmayan, kozmopolit bir kişi gibi görünecektir. Öğenin kendisi size ve arkadaşlarınıza, saf bir ruhtan yansıyormuş gibi görünecektir. Fakat kozmopoliti daha titizlikle inceleyecek olursanız pasaportunun altında sınıflandırılmış, o ulusa ait tüm kavramlar ve alışkanlıklar Fransız adamı veya Rus olarak belirecek; statüsünün tüm gölgeleriyle toprak sahibi veya memur, tüccar veya profesör olarak karşınıza çıkacaktır. Eminim ki bu birbirine kızacak, birbirini suçlayacak derecede birbirlerine alışkın insanlar, aynı sınıfın idaresi altında olan, bir şeyin başka bir şeyden ayrıldığı ve ayrılan kişinin diğerlerince hoş karşılanmadığı yerde insanları denetlemek amacıyla gözetim altında tutan kişilerdir ve bu analiz sizi aklınızı çelecek, dikkatinizi çekecek ve ruhunuza devamlı olarak yatıştırıcı etkiler gönderecektir, öyle ki bunun arkasına saklanamayacak ve kısa zamanda şu sonuca varacaksınız: ?Her insan-her yerdeki tüm insanlar-birbiriyle aynı?. Dahası, ikna olmuş siz bu aksiyomda daha sağlam davranmaya başlayacaksınız. Ayrım sadece bu sebeple önemli görünür, bir yüzeye oturur ve belirgindir, görünenin altındadır. Ve hangi durumda insan tabiatın tüm kanunlarıyla çelişki içerisinde olur? Gerçekte, tabiatta bir sedir ve çördük çiçek açar, bir fil ve bir fare hareket eder ve yer, aynı kanunlar altında mutlu ve kızgın olurlar; bir maymunun ve bir balinanın,bir kartalın ve horozun organizmalarının iç kimlikleri, formlarının dış farklarının altında yatar. Sadece bir sınıfın muhtelif esanslarının değil, esansların muhtelif sınıflarının da aynı başlangıçlar üzerinde düzenlenmiş ve yaşıyor olduğunu da görmeliyiz; bir solucanın burun deliği, nefes borusu, ciğerleri olmadan bir memeliyle benzer şekilde nefes alması gibi, bir memelinin, kuşun ve balığın organizmaları özdeştir. Her bireyin ahlak yaşantısının anahtar kuralları ve kaynaklarının benzersizliğinin tanınmaması sadece diğer esansların analojisini değil, bireyin psikolojik yaşamının analojisini de kıracaktır. Nabzı aynı sayıda atan, aynı duygu durumu ve aynı yaştaki iki sağlıklı kişiden biri, kesinlikle diğerinden az biraz daha güçlüdür ama bu ayrım mükemmel midir? Bilimin bunun üstünde durmamasının bir önemi yok. Farklı yaşlarda veya farklı koşullardaki iki insanı kıyasladığınızda, çocuk nabzı yaşlı adamınkinin iki katı hızla atar, bir hastanınki sağlıklı birininkinden, bir kadeh şampanya içmiş birininki bir bardak su içmiş birininkinden daha az veya fazladır. Ayrıca burada herkes için açık olan şudur ki fark, gözlemlenen organizmanın koşullarına göre incelenir, donanımına göre değil. Yaşlı adamın nabzı çocukken, kıyasladığınız çocuğunki kadar sık atıyordu; sağlıklının nabzı, hastayla aynı hastalığa yakalansa zayıflardı, Piyotr bir kadeh şampanya içseydi nabzı İvan?ınki kadar büyürdü.
Her insanın diğer insanla aynı derecede iyi olduğu basit gerçeğini teyit ettikten sonra neredeyse insan bilgeliğinin sınırlarına vardınız. Günlük selametiniz için bu inancın vebalinden bahsetmiyorum, yoksa kızmayı keser ve acır, içerlemeye ve suçlamaya son verir, yumuşak bir şekilde bakmaya başlarsınız ama tartışmaya ve kavga etmeye hazır olduğumuz konuya geçmeden önce böyle bir davranışta bulunan kişiye -yerinde olan herkes aynı davranırdı- kızmaya veya ondan şikâyet etmeye nasıl başlarsınız?
NİKOLAY GAVRİLOVİÇ ÇERNİŞEVSKİ
(Rusça aslından çeviren: PINAR DİNLEMEZ)
[1] Peçorin: Lermontov?un ?Çağımızın Kahramanı? adlı romanındaki ana karakter
[2] Maksa Pikkolomini: Alman yazar Friedrich Schiller?in ?Wallenstein? adlı drama üçlemesinin ?Piccolomini? bölümünde yer alan bir karakter
[3] Faust: Ivan Turgenyev?in ?Faust? adlı öyküsü
[4] Rudin: Turgenyev?in aynı adlı kitabındaki karakter.
[5] Nekrasov: Nikolay Alekseyeviç Nekrasov. Rus yazar ve şair. ?Saşa?, şairin ilk büyük şiiridir.
[6] Beltov: Herzen?in ?Suçlu Kim?? adlı eserinde bir karakter.
[7] N. : Turgenyev?in ?Asya? adlı öyküsünde yer alan karakterlerden biri.
Turgenyev? in ?Asya? sının incelemesi üzerine görüşler 2
Ruhunuzda, bir Brahman?ın* meditasyonu esnasında ağzından sessizce tekrar edilen ?om-mani-padmehum? ** sözleri kadar yumuşak ve tatlı bir şey yoktur. Gündelik çıkarlar ve bu çıkarlar sayesinde kazandığınız yüksek miktarda paraların, bilge adam tarafından müsamaha gösterilmediği, kabul görmeyen ruhunuzdan bahsetmiyorum bile. Yanlış kararlar almanızı sağlayan çıkarlarınızın elinizin altından kayıp gitmesinden utanç duyacağınızı söylemeyin sakın. Sizin yerinizde olsalardı aynı şekilde davranacaklarını düşündüğünüz insanların gösterdiği ölçüsüz nezaketten utanır mıydınız? Burada ayrıntısına girmeyeceğim bu çıkarlar her insanın tabiatında vardır, tamamen bilimseldir ve inancın teorik önemine işaret eder. O halde her insan aynıysa davranışları neden farklıdır? Asıl gerçeğin arayışı içerisinde bu sorunun cevabını aydınlatan gelişim sürecini ve sonuçlarını bulabiliriz. Hepsinin sosyal alışkanlıklara bağlı olduğu apaçık ortadadır. Sonuç olarak her şey koşullara dayanır. İnsanı suçluyorsunuz ama geçmişine bakın. O zaman insanı mı suçlardınız yoksa toplumun koşullarını ve alışkanlıklarını mı? Daha yakından bakın, belki ortada hatadan çok problemli bir ego vardır. Bu, hayatın pratik bir sorunudur.
Bir zamanlar çıraklarının dişlerine sıcak ütü değdiren bir terzi tanımıştım. Onu suçlayabilir ve cezalandırabilirsiniz ama çıraklarının dişlerine sıcak ütü basan bir terzi örneği oldukça nadirdir. Bu bir hata değil, tamamen bir felakettir. Yine de hemen hemen tüm zanaatkarlar bir eğlencede sarhoş olup bir kavgaya karışabilir. Tek bir bireye ceza kesilmesi yerine tüm bir sınıfın yaşam koşulları değiştirilmelidir. Razboynik*** bir adamı soymak için bıçaklamıştı ve suçu şaraba atmıştı. Dikkatsiz avcı, adamı kazara yaraladığı için acı çekiyordu ama bu da bir hata değil, bir felaketti.
Şimdi Razboynik?ten söz açılmışken, bu adam nerede yaşıyordu? Soğuk havada bir mağarada saklanmak, tatlılara uzaktan iç geçirmek ve açlıktan titremek yerine İngiliz Kulübü?nde rahat sandalyelerde oturarak turta yemeyi veya sessizce oturarak puro içmeyi tercih etmez miydi?
Romeo?muz da Asya?yla soğuk ve zalim bir kabalığın içinde olmak yerine karşılıklı bir aşkın, mutluluğun tadını çıkarmayı yeğlerdi. Lakin, Asya tarafındaki ağır sıkıntılar Romeo?muza bir çıkar sağlamıyor, zevk vermiyordu ve yazıktır ki ?olayın en acı verici tarafı da budur ?bu bir hata değil, tam anlamıyla bir felakettir. Romeo?muzun yaptığı zalimlik toplumumuzdaki birçok düzgün olarak adlandırılan insan tarafından yapılabilir. Bu, epidemik**** bir hastalığın semptomundan başka bir şey değildir. Romeo?muz tarafından gerçekleştirilen sahne, bu hastalık sendromu, tüm ilişkilerimizi mahveden kabalıkla tamamen aynı şeydir. Bizler neden Romeo?muzla aynı hastalığın içine düştüğümüzü analiz etmeliyiz.
Başlangıç olarak, zavallı genç adam bunun sebebini anlamamaktadır. Aslında mesela açıktır ama genç adam kendi aptallığına saplantılıdır. Bu kör bir aptallıktır. Hiçbir hilesi ve numarası olmayan kıza şunları söyler: ?Bana ne oldu bilmiyorum. Bazen ağlamak istiyorum, bazen de gülmek. Beni bu yaptıklarımdan dolayı yargılamamalısın.? Kız da aşk içinde boğulduğunu, kendisini suya atlamış gibi hissettiğini anlatır.
Bu sözler o kadar açıktır ki yavaş akıllı bir Romeo bile eve dönerken şunu düşünür: ?Beni seviyor mu?? Aklında bu düşünceyle yatağa giren Romeo sabah uyanınca kendine bu soruyu sorar, ?Beni gerçekten seviyor mu??
Aslında bunu anlamak o kadar zor değildir. Asya ile iki görüşmeden sonra Asya?nın erkek kardeşiyle olan yakınlığından dolayı kıskançlığa boğulur ve Gagin?in aslında onun erkek kardeşi olmadığını düşünür. Asya?yla görüşmeme kararı alır ama dayanamaz ve onu görmeye gider. Gagin?in, Asya?nın sadece erkek kardeşi olduğuna ikna olduktan sonra bir çocuk kadar mutlu olur ve evine dönerken sevinçten gözyaşlarına boğulur. Tüm düşünceleri Asya?ya odaklanmış bir halde, ondan başka bir şey düşünemez hale gelir. Birkaç kez aşık olmuş bir adamın bu işaretlerle gelen duyguyu anlamış olması gerekir öyle değil mi? Kadınları anlayan bir adamın, Asya?nın ruhunda olup biteni de anlaması gerekir. Fakat Asya ona onu sevdiğini anlatan mektubu yazdığında bu mektup onu bir hayli şaşırtır. Önceden Asya?nın kendisini sevip sevmediğine dair ikilemleri varken artık emindir: Asya ona aşıktır, bunu görebilmiştir ama o Asya?ya karşı ne hissediyordur? Kesinlikle bu sorunun cevabını bilmemektedir. Zavallı! On üç yaşındayken amcası ona uyumaya giderken burnunu silmesini ya da kaç bardak çay içmesi gerektiğini anlatmıştır. Ama duygularını veya düşüncelerini anlama konusunda böyle gülünç bir yetersizliğe sahip biri ya bir çocuktur ya da bir aptal. Oysa Romeo oldukça akıllı bir adamdır, hayat konusunda belli bir tecrübe sahibidir, kendisi ve başkalarıyla ilgili oldukça zengin gözlemleri vardır. O halde bu yavaşlığının kaynağı nedir? Bu, iki faktörden kaynaklanır. Birincisi yaşamın güzelliğini anlayamayacak kadar sığ ve ruhsuz bir insan olmasındandır. İkincisi, utangaç ve korkak biri olmasıdır. Asil bir biçimde riske girmesi gereken yerlerde geri çekilecek derecede güçsüzdür çünkü hayat ona geri çekilmeyi öğretmiştir. Tüm hayatı boyunca gümüş bir parayla yazı tura oynamış ve tüm tecrübelerini ve sanatını kaybetmiş biri gibidir, en saçma hareketleri yapar. Bir denizci gibidir, bütün hayatı boyunca Kronstadt?tan Petersburg?a gidip gelmiş, küçük teknesini, ezbere bildiği koyların ve suların arasında akıllıca zapt etmeyi başarmıştır. Peki, bu denizci birden bire okyanusun dibinde bir mücevher parçasıyla karşılaşınca ne yapar? Tanrım, neden kahramanımızı böyle sertçe analiz ediyoruz? O, diğerlerinden ne anlamda kötü? Hepimizden ne kadar kötü?
Bu adamların görüntüsü mükemmel bir aldatmacadır, uzun boyludurlar, saçlarını uzatır, sakal bırakırlar ve alın size optik bir illüzyon, bir halüsinasyondan fazlası olmayan tanıdık bir görüntü! Bir çocuk, erkek olarak büyür, erkek olarak orta yaşa varır ve erkek olarak yaşlanır ama bu onu asil bir karakter sahibi yapmaz. Bu kişiyi toplumsal hislerin ve ilişkilerin etkilerinden ayırmak doğru değildir. Ceplerinde sığ endişeler ve zevkler taşırlar. Bu insanların yaşamsal aktivitelerini uzaktan gözlemlerim. Kime göz atarlarsa atsınlar bu adamlar alçak ve korkaktır, ne kadar zeki ve asil yönleri var gibi görünseler de toplumsal meselelerden bahsederken, hatta bahsetmedikleri her an boş laflar ederler. Gereksiz veya ahlaksız kabalıkları vardır, iki türlü de anlamsız klişelerle konuşurlar. Diyaloglarının doğası hemen anlaşılır. Böyle bir çevrede yetişmiş bir adam düşünün. Onun deneyimlerinin sonucu ne olabilir? Sonuçları sıradan ve önemsizdir. Her şeyi çok iyi anlar ama bir yandan da hiçbir şey anlamaz çünkü hiçbirini deneyimlememiş veya görmemiştir. Tanrı bilir kitaplarda ne muhteşem şeyler okumuştur. Hatta bunların sadece kitaplarda değil, dünyada da var olduğuna veya var olması gerektiğine bile inanır. Tahmin edebileceğiniz gibi beklenmedik bir durumla karşılaşınca da bu durumu anlamsızlık ve kabalıkla deneyimlemeye çabalar. Hiç şampanya üzümünün bağını görmedim ama şampanyanın köpüren bir şarap cinsi olduğunu biliyorum. Şampanya adı altında şarap ikram ediliyorsam nasıl bunun sahte olmadığını söylememi beklersiniz? Damak tadıma göre iyi bir şarap olduğunu söyleyebilirim ama sahte bir şarap olmadığını nereden bilebilirim? Hayır, ben sahteliğin uzmanıyım, iyiyi kötüden ayırabilirim ama hakiki bir şarabı değerlendiremem.
Ancak düşünceleri ve sonuçlarını önceden tahmin etmekten bizi alıkoyan, hazırlık yapmadığımız, iyinin veya kötünün beklentisi ve öngörüsü içine girmediğimiz bir hayatta mutlu ve onurlu yaşayabiliriz. Fakat hayır, biz çıkar göz eden insanlar olarak bu zorluğun içine kendimizi sokacağız. Bulaşıcı kahkaha, bulaşıcı mutluluk toplumsal psikolojiyle örtüşmez ve bu bulaşıcılık bir fenomen halini almıştır.
Gönülsüzlük, utanç duygusunun ve korkaklığın kalbinden gelir, cesur bir adım atmak bu tür kişilerin günlük egzersizlerinden biri değildir. Bu sebeple sıra dışı bir olgunun en ölümcül ana kadar hayatlarına girmesini istemezler. Bunun tersine inanmak, adi bir aldatmacadır. Kayın ağacından korkan bir çocuk gözlerini sımsıkı yumarak kayın ağacının var olmadığını söyler, kendini onun verdiği korkuyu reddederek cesaretlendirir. Bizler akıllı varlıklarız, korktuğumuz şeylere karşı onun gerekli veya yüce bir şey olmadığına kendimizi ikna etmeye çalışırız, oysa sadece bir çocuk kadar korkağızdır. O zaman Turgenyev?in hikayesindeki Romeo?muza geri dönelim.
Mutsuzluğunu ön görebildiği ve tahmin edebildiği için gözlerini kapatıp geri adım attıktan sonra tırnaklarını kemirmiştir. Onun ve Asya?nın bir ömür boyu sürecek olan kaderi çok kısa bir zamanda, birkaç dakikada belli olmuştur ve hiçbir şey bu hatayı düzeltemeyecektir. Odaya girdikten sonra birkaç dikkatsiz, neredeyse bilinçsiz sözler sarf etmiş ve her şey çözülmüştür: sonsuz, geri dönüşü olmayan bir ayrılık. Asya?ya oldukça üzülüyorum, reddedilmenin en ağır kelimelerini duymuştur. Eğer Asya, Romeo?muzla iletişim içinde olsa bu Romeo için şüphesiz büyük bir mutluluk olacaktır fakat Asya?nın böyle bir ?beyefendi? ile iletişim içinde olabilecek kadar iyi biri olduğunu düşünmüyorum. Asya haklıdır. Romeo adına utanç duysam da kaderlerimizde rolümüzün olduğunu düşünüyorum. Hepimizin ailesinde sevgi eksikliği vardı. Fakat yanlış kitaplardan ve yanlış derslerden dolayı kafamızda oluşan ve gençliğimizi mahveden ön yargılardan, yarım akıllı fikirlerden sıyrılamıyoruz. Bunlar bize hizmet ediyor, eğitimimizi tamamlıyor gibi düşünüyoruz, sanki bunlar olmadan daha kötü olacakmışız gibi. Hikayede de giderek kahramanımızın doğru bir karar verdiği etkisi, düşüncelerimizi kaplıyor. Bağımsızlığı için hareket ettiğini, gördüğü rüyadan -tam olarak olmasa da- uyandığını düşünüyoruz. Kahramanımız ve Asya?nın erkek kardeşi için iyi şeyler diliyoruz. İçinde bulundukları koşullar sebebiyle gerçekleri şu an göremediklerini, bunları ancak onların çocuklarının ve torunlarının görebileceğine, onların ancak bu şekilde doğru ve dürüst vatandaşlar olarak davranabileceklerine, artık önceki rollerine uygun olmadıkları fikrine aldanıyoruz. Kulaklarının sağır, gözlerininse kör olduğunu düşünüyoruz.
Hayır, biz onların hala birbirlerine ve dışarıya söz verebilecek kapasiteye sahip olduklarına, başlarındaki sıkıntılardan kurtulabileceklerine, bu seçimi yapma bilgeliğinin peşinden gidebileceklerine inanıyoruz. Geçen günlerle beraber azalan umudumuzun ve enerjimizin bizi zayıflatmasına karşı, koşulları ve ortak düşünceyi iyileştirmenin önemini anlıyoruz. Sizin aranızda, beyler, iyi eğitim görmüş ve antik mitolojide mutluluğun nasıl tanımlandığını bilen birçok insan var: Uzun saç örgülü bir kadın mutluluğu rüzgarın önüne atar. Uçmadan önce onu yakalaman gerekir. Bir an elden kaçırırsan uçar gider. Kibirle kovalarsan yakalayamazsın, elinde tutamazsın. Koşulların iyileşmesini beklersen, muhteşem iki bedenin birleşmesi tekrar etmez, bu birleşme şu anda olmalıdır. Herhangi bir uygun zamanı kaçırmayın-bu yaşamsal koşulların iyileşmesinin en büyük şartıdır. Hepimiz için böyle bir imkan vardır ama nasıl kullanacağımızı bilmeyiz. Bu, insanlar arasındaki en büyük sanattır. Zaman talep ettiğinizde şu anda geliştirdiğiniz durumu ele almak için elbette imkan olacaktır.
Burada da soru şudur, sonsuz mutluluk mu, sonsuz acı mı? Düzenin yoluna ve kurallarına göre mutluluğu kaçırmamayı nasıl becereceğiz? Bunun için nasıl bir basiret göstermek gerektiğini söylemek çok mu zor?
Düşünün ki etrafımdaki herkesi suçladığım bir hukuksal davam var. Karşı tarafın da haklı olduğunu var sayalım. Kaderin adaletsizliğine alışmış biri olarak davanın karara bağlanmasını bekliyoruz. Birkaç yıl süren davada defalarca mahkemeye çağırılıyorum fakat gitmiyorum ve rapor veriyorum. Verdiğim raporda, ?yarın, olmazsa bir sonraki sefer? diye cevap veriyorum. Her seferinde davanın çözülmesi uzuyor, önce aylar sonra yıllar sürüyor ve dava çözülemiyor. Neden bu kadar uzadığına anlam veremiyorum ama baş hakimin bana bir iyilik yapacağını düşünüyorum. Derken bir dostum beni arıyor ve diyor ki, ?Senin davanın kararının daha fazla ertelenmeyeceği söyleniyor, mahkeme sanırım senin aleyhine sonuçlanacak. Kanunlar belli. Her şeyi kaybedeceksin. Mahkeme başkanı koşulları sana uyarlayacak. Bu aramızda kalsın fakat daha kötüsü de olabilir. Bugün cumartesi; pazar günü senin dosyan rapor edilmiş ve çözülmüş olacak. Benim bunu etkileyecek gücüm yok.?
Size tavsiyem de bu olurdu. Gününüzü kullanın, karşınızdakinden dünyayı isteyin. Karşınızdaki bunun ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu anlamazsa benim reçetemi uygulayın. Küçük hikayemdeki kişi, sonucun pazartesi belli olacağını öğrendi fakat bunun son karar olacağını öğrendikten sonra bütün inancını yitirdi. Siz bilincinizin ve insaniyetinizin sesini dinleyin. Cezai değerlendirmeye maruz kalmayın. Hoşgörülü, gönlü zengin olun. Ya da karşı tarafla mahkemelik olmamak için anlaşın. Yoksa karşı taraf size hakimi, hakim size infaz memurunu, infaz memuru da size hapishaneyi verir.
*Brahman: Hindu inancına göre ulaşılabilecek en yüksek ruhsal mertebe ve bu mertebeye ulaşan kişi.
**om-mani-padmehum: Budist inanışa ait bir mantra(dua). Sanskrit dilinde ?Om?, evren yaratılırken çıktığına inanılan ses; ?mani?,mücevher; ?padme? ise lotus çiçeği anlamına geliyor.
***Razboynik: Bir Doğu Slav-Kiev efsanesinde yer alan kahraman. Efsanenin adı ?Solovey Odikmantiyeviç? yani ?Hırsız Bülbül?dür. Epik bir şiir olarak yazılmıştır ve anonimdir.
****Epidemik: Salgın
NİKOLAY GAVRİLOVİÇ ÇERNİŞEVSKİ
(Rusça aslından çeviren: PINAR DİNLEMEZ)