Savaş, erkeklerin iklimi
Yeri geldikçe “bilgelerin sesini duymayı bıraktığımızdan beri dünya bambaşka bir hal aldı; pek çok şey kötüye gitti” deyip duruyorum. Onların karamsarlığı veya iyimserliği fark etmez; önemli olan, hayatımızla ve dünyayla ilgili hangi teşhisleri koydukları ve bunda doğruluk payı bulunup bulunmadığı. Şayet bir şekilde doğruluk payı varsa orada izlenmesi gereken bir şeyler var demektir.
Albert Caraco, ömrü boyunca karamsar bir adam olarak kaldı ve bildiği çizgiden hiç şaşmadı. Esti gürledi, üstelik eleştirdiği gidişatın, daha iyiye doğru yol alıp almamasıyla ilgilenmedi bile. Gördüğü yanlışları kendince ifade edip doğruları söyledi. Hatta bu yüzden kendisine “karanlıkların peygamberi” bile dendi. Etrafıyla büyük problemleri vardı ve bu, öfke dozu yüksek metinler kaleme almasını sağladı. “Kaosun Kutsal Kitabı”, bu anlamda Caraco’nun en bilindik eseri. Söylediklerini bir kez daha hatırlamak; arada ondan feyz almak isteyenler için yeniden gündemde. Kimileri onun için “yirminci yüzyıla hitap ediyordu, bugün modası geçti” gibi beylik laflar etse de Caraco’nun, zamanını aşan bir yazar olduğu rahatlıkla söylenebilir. “Kaosun Kutsal Kitabı”nın da…
Çoğalan insan, yaşama nedenini yitirir
Caraco’dan söz edeceksek annesine duyduğu nefrete ve babasının ölümünü izleyen saatlerdeki intiharına da değinmek gerekir.
Sırf yazmak için inzivaya çekilen ve çöktüğü dipten güç alan Caraco, aklının izinden giderken itirazlarını da eksik bırakmaz. Bu yüzden kalemi hiç durmaz; konudan konuya atlar, tarihi eşeler, felsefeye bulaşır ve meseleyi ahlakla bağlar. Caraco’nun sesi dışarıdan geliyor ama hep yanı başımızda. Yani aslında hiç bitmeyecek ve kendini sürekli yenileyecek sorunlardan dem vuruyor. “Şu ölümlü dünyada…” dercesine konuya girmesi de manidar. Belki de bununla “Şu anlamsız hayatta…” demeye getiriyor. Caraco okurken ısrarlı bir karamsarlıkla yüz yüze olduğumuzu hiç unutmamalıyız.
İnsanoğlunun, kendisini her şeyin üstünde tutma telaşına kızgın gibidir Caraco. Ölümün, külliyen bir temizlik yaptığı yeryüzünde, bir önceki aşamanın yalnızlık olduğunu ve “bu okula çoğunluğun giremediğini” de söyler. Üstelik, şehirleri de ölümün okulları olarak niteler ve insanların, fütursuzca ve anlamsız şekilde oraya yığılmasını yadırgar. Şehir kaostur ona göre ve insan, oralarda çoğalıp durdukça yaşama nedenini yitirir.
Caraco, bağımlı insanın, kendisini özgür hissetmesini büyük bir sorun olarak görür. Uygarlık denen sistem, çarklarını hep bu bağımlılık esasına göre döndürür. Bu düzenin sonucu ise savaştan başka bir şey değil. Tarihin, bunun örnekleriyle dolu olduğunu söyler Caraco. “Düzenle savaşın uyuştuğu ilişki” biçimi, insanoğlunun asıl dramıdır. Düzenle savaşın uyumu, aynı zamanda ölçüzlüğün serpilmesinin de baş nedeni; Caraco, bunun deliliğe yol açtığı görüşünde.
Gereksiz özgüven
Ölümün yüceltilmesi ve deliliğe tapılmasının Caraco’da derin izler bıraktığı çok açık. Yazarın hiç durmadan buralara eleştiriler getirmesine şaşmamalı. Olup biteni resmederken kendince çözüm de sunuyor: “Bütün sorunlar nesnellik, ölçü ve tutarlılıkla çözümlenir ama çoğu insan bunu yapamadığından bütün sorunlar çözümsüz kalıyor; salaklıkları ve delilikleri nedeniyle hak ettikleri felaket, alçakların eğitileceği tek okul. Bahsettiği alçakları, ne duanın ne de büyünün kurtarabileceğini söylüyor Caraco; vahiy ve din eskimişken buradan medet umanlara da neredeyse “geçmiş olsun” diyor. Kaostan zevk alan ve özgürlüğünü ölümlere dayandıran insanlara “dünyayı yeniden düşünün” çağrısında bulunuyor.
Peki, Caraco insanın sürüklendiği felaketten kurtulabilmesi için zarını nelerden yana atıyor? Öncelikle köhnemiş ahlak sisteminin değişmesinden. Sonra militan erdemlerin terk edilmesinin zorunluluğundan, erkeklerin iklimi dediği savaşların durdurulmasından, dişilikten ve elbette katillerin kutsanışına bir son verilmesinden… Bütün bunların tersini isteyen insanoğlu, kendi gücüne gereksiz yere büyük bir güven duydu ve Caraco, girilen o yolun can çekişmesinden başka bir şey getirmediğini vurguladı. Burada zaman aşırı bir yorum geliyor hemen: “Kendinin farkına varamayan bir gücün sonu kaostur.”
Uyuşukluk ve sersemlik
Var olan düzeni kabullenip onunla mutlu yaşayan herkese “sosyal böcek” demekten geri durmayan Caraco, üretme ve tüketmenin ancak tali amaç olabileceğini belirtir. İnsanın, mezarlar üzerinde yükselmesini kabullenemeyen yazar, kuru kalabalıklardan da şikâyetçi. Verilen vaazların dünyayı sıkış tepiş yaptığını ve bunun da kaosun bir parçası olduğu notunu düşüyor satır aralarında. Buradan bakınca umuttan söz edip insanları kandıranlara da çatıyor: “Dünya hiç bu kadar sefilce açıklanmamıştı, ağırlıklar ve ölçüler yanlış, referans noktalarının hepsi sorunlu; ben terimlerin kabulünden söz etmiyorum, fikirlerin kaosuna giriyoruz ve sözcüklerin fahişeliği bizi buna sürüklüyor. Hiçbir şey olduğundan fazla değil, her şey başka bir şey olma iddiasında, göründüğü gibi olmayı reddediyor; akıl almaz yüzlerce aldatmaca doğuyor böylelikle; yazarlar, saygınlık ve itibarla çevreli, ne yapacaklarını bilmez haldeler. Bunun sonucunda genel bir uyuşukluk yayılıyor her tarafa; eğer tarihin sesine kulak verseydik uyuşukluktan sersemliğe giden yolun, en kaygan yollardan biri olduğunu bilirdik.”
Ciddiyetsizlik ve nezaketsizlik, yazara göre bizi içten içe kemiren, etkileri dışa yansıyan bir hastalığa benziyor. İkisinin yalandan güç aldığı ise tartışmasız. Bu üçlü, hem korkunun yeryüzünde hüküm sürmesine neden oluyor hem de kuşaktan kuşağa aktarılarak geleceği de zehirliyor. Caraco, bu zehirle üretilen kötülük karşısında “mucizelerden” medet umulmaması gerektiğini ifade etmeyi de unutmuyor.
‘Hoşgörü bir aldatmaca…’
Caraco’nun meselesi, gelip demirlediği limanı göremeyen insanla ilgili. Bu yüzden günlük hayatta susmuş ama hiç aksatmadan yazmış biri o: “Bizler mahkûmuz ve içimizden bunu bilenler sesini duyuramıyor, duyurabildiğinde ise suskunluğunu korumayı tercih ediyor. Sağırlara vaaz vermek ve körlerin gözünü açmak neye yarar?” İlk bakışta hayli umutsuz bir tablo gibi görünüyor bu. Ancak Caraco, kara bulutların içinden veya paramparça olmuş yeryüzünden gerçekçi bir tavırla kafayı uzatıyor. Daha doğrusu satırlarıyla tehlikeye dikkat çekmeye uğraşıyor. O da insanın büyük bir aldanışa kapılmış olması, gereksiz yere ve her koşulda kendisini haklı çıkarmaya çabalaması; hem de kitleler halinde! Caraco bu durumu da özetliyor: “Hoşgörü bir aldatmaca ve saygı bir sayıklama, bunu işitmek için para ödüyoruz…”
Caraco’nun metni, birbiriyle tutarlı parçalardan oluşuyor. O tutarlılığı sağlayansa yaşama, insana ve var olan düzene dair haklı eleştiriler. Bu anlamda yazar, gününe seslenmekle kalmıyor, aynı zamanda bugün de pek değişmeyen sorunlarla bizi yüzleştiriyor. Buradan baktığımızda günümüze, hatta geleceğe de göndermelerde bulunuyor. Düzensizlikten bahsedip onun içine yeni bir düzen getirilmesi gerektiğini söylüyor; kitaptaki tüm yollar buraya çıkıyor.
Ali Bulunmaz
http://kulturservisi.com/ 24.02.2016
Kaosun Kutsal Kitabı, Albert Caraco, Çeviren: Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, 104 s.