Yazmak Yaratmaktır Osman Şahin?de – M. Şehmus Güzel

Osman Şahin öykü yazmaya 1960?ların ikinci yarısında başladı. İlk öyküsü Kırmız Yel ismini taşır. Bu öyküsünü 1968?de yazıp bitirdi. Kırmızı Yel 1970?de TRT Büyük Ödülü?ne layık görüldü. Ve bunun da etkisiyle ilk öykü kitabı bir yıl sonra Kırmızı Yel başlığı altında okuyuculara sunuldu.
Bu yapıtını diğerleri izledi : Kıraleli, Acenta Mirza, Ağız İçinde Dil Gibi (1980 Nevzat üstün Öykü ödülü?nü aldı), Acı Duman, Kolları Bağlı Doğan, Ay Bazen Mavidir, Başaklar Gece Doğar (Yazarın ilk romanı) … Ve bunları diğerleri izledi, izliyor, izleyecek.
Osman Şahin?in bir özelliği de sinemaya en çok uyarlanan yazarımız olmasıdır. Birçok öyküsü senaryolaştırıldı, filme alındı. Sinemayla bu git-gel ve gel-git serüveni/süreçi içinde bizzat kendisi de özgün film öyküleri yazmaya başladı : Kurbağalar, Derman, Kum, Firar, İpekçe bu konuda en çok bilinen örneklerdir. Bu işi de sürdürdü, sürdürüyor.
Yaşamını artık bir yandan yayınevleri, öte yandan film çekimleriyle paylaşmak zorundaydı. Günümüzde de bu paylaşımını sürdürüyor.
Osman Şahin giderek adından en çok söz edilen öykü ve özgün film öyküsü yazarımız oldu.
Şahin yaşadıklarını, duyduklarını, dinlediklerini, kendisine anlatılanları, Yörüklerin alışkanlıklarını, hayat tarzlarını, deyişlerini, ağıtlarını, türkülerini, bizzat tanık olduklarını, gördüklerini kaleme alan ve onları okuyucularıyla paylaşmak isteyen bir yazar.
Yazdıklarında özgeçmişinden derin izler bulmak olası. Çocukluğundan günümüze yaşamını öykülerinden izlemek bile mümkün.
Yapıtlarında Toroslar, Çukurova, Antik Kilikya yani ve bunun son derece önemi var, yani o koskocaman Adana ovası, Mersin ve öğretmen olmak için eğitimini tamamladığı Dicle Köy Enstitüsü?nün bulunduğu Ergani (benim de doğduğum, büyüdüğüm şirin kasabam) ve ?ıssız istasyonu?, öğretmenlik yaptığı Şanlıurfa?nın ünlü Siverek ilçesine bağlı Kalemli köyünde dinledikleri, yaşadıkları, köylülerin, yoksul ve kimi zaman ezik Kürt köylülerinin yaşam ve çalışma koşulları üstüne dünya kadar bilgi, öğe, veri sunuyor. Tarihten, tarih öncesinden ve günümüzden. Olağanüstü bir zenginliktir bu. Anlattığı insanlar, destanları ve efsaneleriyle yaşayanlar kuşağındandır. Ayakları, vücutları yanı özetle fiziki olarak belki ?burdadırlar? ama akıl ve fikirleri ?burada? olmayabilir. Akıl ve fikirleri işte Şahin?in de zaman zaman aktardığı o derin destanlarıyla efsaneleriyle alış veriştedir çoğu zaman. Belki her zaman. Bu tür insanları iç konuşmaları ve dış konuşmalarıyla anlatmak ta kolay değildir. Maharet ister. İşte Osman Şahin de bu yetenek, bu maharet olduğu için onu diğerlerinden ayırtedebiliyoruz. Anlattığı insanlar çoğu kez dinlerin, mezheplerin veya Torosların işte o bildiğiniz aşılmaz duvarların arkasında veya içindedirler, bir hayat boyunca bu duvarları aşıp bir kente, bir kasabaya gitmeye veya ?inmeye? bile gerek görmeyenleri vardır ?kahramanlarının?. Onlar gerçek yaşamlarında da öyledirler.
Osman Şahin, Yaşar Kemal gibi, ?köylülerinin? bilerek veya bilmeyerek, bilinçli ya da bilinçsiz, belki bilinçaltı ve bilinçüstüyle, rüyalarıyla ve ölüleriyle, ölülerinden akıl ve fikirlerinde sakladıklarıyla, ölülerinden kendilerine ve kendilerinde, en derin ?içlerinde?, kalanlarla yaşadıklarını sergiliyor, sunuyor, gözlerimizin önüne seriyor.
Evet bu köylüler öyle sıradan köylüler değildir : Rüyaları ve ölüleriyle yaşayanlardandırlar. Peki. Bu yaşam tarzı ve davranış biçimleriyle, dilleri ve ağız içindeki dilleriyle ve onun kullanılışı, sesi ve sözüyle, bu insanların her biri bir ?kahraman? mıdır? Evet. Yazılınca kesinlikle. Hele Osman Şahin tarafından yazılınca. İşte yazma sanatının mucizelerinden biri de budur.
Osman Şahin kendisinden önceki birçok usta gibi, ve en başta Yaşar Kemal gibi, dinleyen ve yazandır. Önce dinleyen, sonra bu sözlü tarih unsurlarını, destanları, ağıtları, efsaneleri, anlatıları, kendince yeniden ?okuyan? ve yazandır.
Osman Şahin?in yazdıklarını, kendisine anlatılanların, anlatılmış olanların yeni tür bir ?okunması? biçiminde değerlendirmek de mümkündür. Bu nedenle yapıtlarını irdelemeye çabalayan ve yıllar önceki Fransızca makalede Fransızcada o yıllarda yeni üretilmiş olan bir terim bu yorumlamaya tam da uyuyordu : ?orature?. ?orale? (sözlü) ile ?lecture? (okuma) sözcüklerinin harmanlanmasından, birincinin ilk üç, ikincinin son üç harflerinin derlenmesinden, oluşan terimin aynı zamanda ?anlatmak? eylemini de içermesi, çağrıştırması amaçlanıyordu. Enazından bu terimi yaratanların amaçlarından biri de buydu : ?Orature? nam kişi, yazar, usta, anlatmak eylemini de üstlenen sözlü okuma işini yapan/yazan olmalı(ydı). Osman Şahin?in birçok öyküsünde yaptığı eylemin ta kendisi yani. Anlatılanların, anlatılan kişilerin yaşam koşullarının ve aynı zamanda ?iç yolculuk?larının aktarılması, yazılması, açıklanması, dışarıya, okuyucuya sunulması eylemi. Sözlü ve hemen sonra yazılı olan (ama ille yazılı olması da şart olmayan) ?şey?, öykü, anlatı böylece aynı anda bir eyleme de dönüşüyor. Birlikte yaratılıyor sunulan.
Daha vurucu olan şudur : Anlatılan ve/veya anlatan bir insanoğlu olabilir. Bu pek şaşırtıcı değil. Ama anlatılan ve/veya anlatan bir bitki, bir ağaç, bir hayvan, bir kuş, bir kartal, bir güvercin, bir şahin, bir dağ, bir nehir, bir su, bir çiçek, bir kurt, bir köpek, bir kuzu, bir patika, bir yol, bir karınca, bir örümcek, yeryüzü, yeraltı … da olabilir. Evet evet işte çarpıcı olan budur : Toroslar?ın, Fırat?ın sesini duymak ve bu sesi okuyucularına iletmek de az şey değildir hani. Osman Şahin bu işi onlar adına yapıyor yapıtlarında.
Osman Şahin?in köylüleri vücutla-canla ruh, canlıyla cansız arasında ayrım yapmazlar : İnsanoğlu, bitkiler, ağaçlar, hayvanlar hepsi canlıdır ve yaşıyor. Hepsinin bir ritmi, bir hareketliliği var. Gökyüzü ve yıldızlar, güneş ve ay ?yatıyor?, ?kalkıyor?, ?doğuyor?, ?batıyor?, büyüyor, güçlü kuvvetli anlar zamanlar yaşıyor, zamanı gelince ise pılını pırtını toplayıp onlar da ölüyorlar. Kaya, taş, araç ve gereç gibi şeylerin de bir ruhu var, onlar da kendilerini yaşatan ve hareket ettiren bir varlığa sahiptir.
Osman Şahin aynı zamanda Toroslar?da öteden beri yaşayan Yörükler?deki şaman alışkanlıklarına, izlerine ve artıklarına öykülerinde değiniyor. Birçok araştırmacı, halkbilimcisi, bilim kadın ve adamı Anadolu köylerinde Orta Asya Türklerinin şaman inanışlarının izlerini daha önceki araştırmalarında göstermişlerdi. Osman Şahin kendi yöresinin, kadim Toroslar?ın, bağrında yaşatılanlardan örnekler veriyor.
Son derece orijinal, coşkulu, çağlayan, bağırbağırbağıran, yeri gelince koşan, terleyen, ölüme yatmak isteyen, kendine özgü ve epey şaşırtıcı bir yazım tarzına sahip Osman Şahin?in yazmak ve yaratmak işine başlamasının ilk adımlarını aramak istersek yazarın bu konuda söylediklerine kulak kabartmamız gerekiyor :
?Siverek?in Kalemli köyünde ve Fırat yöresinde tanık olduğum, yaşadığım olaylardır asıl beni yazarlığa, yazmaya iten. Anlattıklarıma kimse inanmıyordu. Bari yazayım dedim. Kalemli köyü Fırat nehrine çok yakındı. Mayıs ayında taşan Fırat nehrinden odun çıkaranlar, Zengüçür çayında telp adı verilen tuzakla geceleri balık tutanlar, kavgalar, hırslar, sevinçler, toprağı, ağayı, ?reşim?i [dikkat resim değil. MŞG] yani harmanlara vurulan ağa mühürünü, ağalık kurumunu, aşiretlerin içyüzünü, yarıcıları, emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan marabaları, yakından tanıdım. Onlarla birlikte doğumlarında bulundum, ölülerine ağladım. Fırat sellerinin kenarına vurduğu ölülerin tutanağını tuttum. Unutulmaz olaylar yaşadım. Notlar aldım. İncelemeler yaptım. Sırası gelmişken söyleyeyim : Dünyanın en güzel insanlarıdır onlar. Onların önüne her zaman yüreğimi çıkarır da korum. Öylesine müthiş güzel insanlardır onlar. Yıllar sonra öyküleştirmeye çalıştığım insanlar işte o insanlardır. O insanların ağır dinsel korkulara, muskalara sürgün edilen umutları, içlerindeki yaradan sızan kanı, kısa, yalın sözcüklerle yazmaya çalıştım.
Fırat insanı, içgüdüleriyle, yaşamlarını kaplayan rezilliğe karşı çıkarken, dış görünümleriyle aynı düzene saygılılarmış gibi sürekli bir ikilemi yaşarlar. Çelişkilerle yüklü karşıtlıkların insanlarıdırlar. Fırat?ın öksüzleri, Güneydoğu tarımının Siyah köleleridir onlar. Kırışıklıklarla dolu yüzleri, binlerce yıllık Sümer tabletlerini andırır. Korku ve baskı yüzünden yaşama olan isteklerini asla dillerine vuramazlar. Duygularının adını anmaktan bile çekinirler. Topraksızlıklarının bir yazgı olduğunu ve bu yazgının hiç değişmeyeceğine inanırlar. Ağaları sırtlarını okşayınca : ?Ağam bana, kapımdaki köpek demiş!? diyerek çocuk gibi sevinirler. Bu ve buna benzeyen birçok gerçeği, o günlerde öğretmenlik günlerimde, yanımda taşıdığım defterime gizlice yazardım.
Beni yazmaya iten bir başka neden de, küçükten beri yaşamımın her anına sinmiş olan yoksulluğumun iç dünyam üzerinde bıraktığı izler olmuştur. Köy kökenli oluşumun zamanla hor görülmesi ve buna karşı duyduğum öfke olmuştur. Bu duyguların ayırdına daha çok kentlerde vardığımı söylemeliyim. ?Bu adam köylüdür. Kültürü de köylüdür? gibisinden alaylarla çok karşılaştım. İnsanlara tepeden bakan böylesi tuzak anlayışların, Beyaz Adamın Siyah Adama ?bakışından?, yani Avrupa-Amerikancı ?Ben Merkezci? yaklaşımdan kaynaklandığını biliyorum. İnsan insana, kültür ve gelir düzeyi ne olursa olsun, yandan, üstten bakmamalı. Günümüzde övünülecek, örnek alınacak insan, çağımızın ünlü insan-bilimcilerinden rahmetli Claude Levi-Strauss?dur, ve örnek alınacak anlayış da yine onun kültürleri ve yaşam biçimleri ne olursa olsun hiç kimseyi hor görmeyen, herkesin uygarlığına, yaşam tarzına saygı gösteren, sayan ve seven anlayışıdır.?
Bu başlanğıçtır : Yazar olacak kişiyi yazmaya iten, yazmaya teşvik eden. Peki sonrası nasıl gelişti? İşte yazarımızın yanıtı :
?Yazmaya ilkin inceleme ve makale türünde başladım. Malatya?da yerel gazete ve dergilerde mesleki sorunlar içeren yazılar yayınladım. Ankara?da yayınlanmakta olan Türkiye Bedeneğitimi Öğretmenleri?nin (Derneği?nin?) çıkardığı Bedeneğitimi Dergisi?nde sürekli yazılar yayınladım. Ama bütün bunlar kuru birer hevesten öteye geçmedi. Öykü yazmaya asıl 1960?ların ikinci yarısında başladım. Aslında ilkin bir roman yazmak istedim. Köy enstitülü yazarlar gibi köyü değil de, bir köylü gözüyle kenti yazmak istiyordum. Ama üstesinden gelemedim. Roman yazmak uzun soluk istiyordu. Yazmanın yokuşlarını o ilk denememde gördüm, bizzat yaşadım. Sonra kısa öykü yazmaya yöneldim. Oysa kısa öykü yazmanın roman yazmaktan da zor olduğunu yıllar sonra anlayacaktım. İlk öykümü Kırmızı Yel adıyla 1968 yılında yazıp bitirdim …?
Yazarlık alanında ilk adımını böyle attı Osman Şahin. İlk zorlukları da böyle aştı.
Kırmızı Yel öyküsünün de yer aldığı ilk öyküleri, 1971?de, aynı isimle kitap biçiminde okuyuculara sunuldu: ?Kırmızı Yel?deki öykülerde aşırı bir yoksulluk, saflık, dinsel baskı ve topraksızlık görülür. O dönemde Güneydoğu?da yeterli fabrika, işletme yoktu. Tek üretim aracı topraktı, o da büyük aşiret ağalarının elindeydi. Bu durum ora köylülerinin her yıl biraz daha köleliğe itilmeleri demekti. En çok ta kadınların ezilmeleri demekti. Adları sanları bilinmeyen, sesleri solukları duyulmayan, değil okuma yazma, yeterince Türkçe bilmeyen, kentten gelen kadına, erkeğe ?komutanım? diye hitap eden, o insanların yaşamlarına vuran şaşkınlık, kendi iç dünyalarında hiç eksilmeyen kederli bir türküye dönüşmüş gibiydi. Bu gizli sesin dilini Kırmızı Yel?deki öykülerimde biraz olsun yakaladığımı sanıyorum.?
Kırmızı Yel 1970?de TRT Öykü Büyük ödülü?nü aldıktan sonra hem öykünün hem yazarının önü açıldı. Kırmızı Yel daha başından itibaren çok yoğun bir ilgi gördü. Osman Şahin o günleri anımsıyor :
?Umduğumun ötesinde bir ilgiyle karşılaştım. ?Edebiyatımızda taze kanlar? başlığıyla gazete ve dergilerde boy boy fotoğraflarım yayınlandı. Öyküm Cumhuriyet gazetesinin kültür-sanat ekinde yayınlandı. Doğan Hızlan, Adnan Özyalçıner, Rauf Mutluay benimle söyleşi yaptılar. Edebiyat dünyamızın ortasına paraşetle inmişim gibi duygular yaşadım. Kırmızı Yel kitabım için Hasan İzzettin Dinamo, Ömer Faruk Toprak, Tahir Alangu, Mehmet Seyda, Ahmet köksal, Tomris Uyar, Selim İleri ve Mehmet Ergün ve daha birçok yazar, şair ve gazeteci yazılar yazdılar, görüşlerini açıkladılar, olumlu olumsuz, haklı eleştirilerde bulundular.?
Sonrasını biliyoruz.
Bitirirken şunları da eklemek lazım mutlaka : Osman Şahin?in öyküleri Almanca, Sırpça, Lehçe, İtalyanca, Macarca, Fransızca başta birçok dile çevrildi. Kırmızı Yel 1984?te Den Röde Vinden ismiyle İsveççeye çevrildi. İsveç?te medya, basın ve edebiyat dergileri, yapıtın yayınlanmasına çok büyük bir ilgi gösterdi, son derece olumlu yankılara yer verdi, bunun sonucunda o günlerde yirmi kadar tanıtım yazısı yayınlandı.
Yabancı ülke radyolarında Osman Şahin ve eserleri üzerine özel programlar yapıldı, basın yayın organlarında övgü dolu makaleler yayınlandı. Evet Toroslar?ın çocuğunun ismi böylece ülkesinin sınırlarını aştı ve birçok Avrupa ülkesinde yankılanır oldu. O artık yurtiçinde ve yurtdışında tanınan bir yazardır.
Onu kendi ülkesinin okuyucularına, kadın, erkek ve çocuklarına biraz daha tanıtabilmek arzusuyla bir kitap yazmam son derece doğaldı. Hatta bir tür görev. Aralık 1983?te Acı Duman?ı okur okumaz vurulduğum bu yazı tarzına tiryakiliği sizlere de aşılamam gerekiyordu çünkü. Umarım siz de denersiniz. Birkaç gün önce Kaynak Yayınları?nın ?İz Bırakanlar? dizisinin beşinci kitabı olarak meraklılarına sunulan Öykücülüğümüzün Toros Zirvesi Osman Şahin kitabı bu konuda yol açıcı olursa amacına ulaşmış olacaktır.

M. Şehmus Güzel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir