?Yislam Veledkin*, Antakya!?

Şehirler, yaşamımızda asla bir arka fon değildir. Yersiz yurtsuz olduğumuzu hissettiğimiz, karın doyurma telaşına kapılıp yabancılaşma olgusunu tamamen içselleştirdiğimiz anlarda bile, şehir uzun zamanların bazen en mavi bazen de en gri sığınağı olarak yer eder kalbimizde. ?Şehir nedir ki, esas olan insandır!? demişse de Shakespeare, nereye gidersek gidelim ardımızdan gelen, hep özlenen ve bu özlemden beslenen serin yapraklı koca bir ağaçtır, toprağın, suyun insanda birikmesidir şehir. İhtişamından olsa gerek nice şiirler yazılmıştır İstanbul?a, türküler düzülmüştür bozkıra, dağlara ve elbet ırmaklara.

Çukurova?yı öğrenmiştik Yaşar Kemal?den, ama yanı başındaki Amik Ovası?nı fark edememiştik, çünkü Asi?yi (Orontes?i) bile dizilerden öğrenen bir milletiz biz. Çok değil 2007 yılına kadar Antakya, pek çok insanın yalnız ismini, leziz yemeklerini bildiği bir yerdi. Defne ve zahter kokulu dar sokakları, havada uçuşan heyecanlı Arapça sözcükleri, kardeşliği, barışı, ibadethane çıkışı tavla oynayan Mehmet ile David?in kıskandırıcı arkadaşlığı, Katolik Paskalyaları, Ramazan Bayramları, Aşura paylaşımı pek de bilinmezdi. Bunları anlatmadılar bize.

Antakya?yı daha iyi tanımak için bir şans doğdu geçtiğimiz günlerde. Faris Kuseyri?nin ?Orontes Mensurları?, çok kültürlü ve çok inanışlı yaşamın beşiği olan Antakya?dan beslenen; Arap Alevilerine, Süryanilere, Ermenilere ve nicesine ait tarihin ve kültürün Orontes?in (Asi?nin) sularında ışıldadığı görkemli bir yansımadır. Okura çok sesli, çok renkli bir Antakya coğrafyası sunan Kuseyri; acılardan, kardeşlikten, güzel çocuklara gülümseyenlerden, kendine dahi yabancılaşan evlerden bahsediyor. ?kök salan bir çiçeğin çilesi, ısınan sınır taşlarında / görünen güneş, buhayrenin kıyıcığında koşuşturan / arabi çocuklar? ne zaman sizin hikayenizi anlatmak / istesem kendimi anlatıyormuşum meğer.? (s.28) diyen Kuseyri, şiirin gerçekte şairin biçimlendiği coğrafya ve onun tarihiyle yakından ilişkili olduğunu vurguluyor.

Kısa bir süre de olsa yaşadığımdan bilirim, Antakya; gece ev halkı uyurken balkon kapıları, pencereleri, sokak kapısı ardına kadar açık bırakılan bir şehirdi. 2007?den sonra büyük bir değişime uğradı pek çok medeniyete kollarını açmış, topraklarına yüz sürdürmüş, sularından kana kana içirmiş olan bu şehir. Eski Antakya bölgesi restorasyon alanına dönüştürüldü, kısa sürede inşa edilen hava alanı ve AVM?ler şehre canlılık getirdiği düşüncesiyle memnuniyetle karşılandı. Ancak hükümetin dış politikaları, Suriye?den gelen mültecilerin şehre yerleşmesi, bu yerleşimden faydalanarak Özgür Suriye Ordusu?nun elini kolunu sallayarak şehirde gezmesi, Haziran Direnişi ve sonrasında devam eden sokak hareketlerine devletin yaklaşımı, Reyhanlı?daki patlamadan sonra ayrıştırıcı söylemlerin ayyuka çıkması nedeniyle sükûnetin yitirildiği buram buram tarih kokan bu kentte, anaların ağıtları yükselmeye başladı.

Kuseryri; ?? çavlanlardan serpilirken zerreler, korkmazdık / yağmurun getireceklerinden, serin ağaçların gölgesinde uyurduk, geceleri bırakırdık onları orman hayvanlarına. / sedir ağaçlarından meyveler yerdik. Kuşlar / uçuşmazdı bizi görünce. Tepeli üveyiklerden kardeş / seçerdik.? ( s. 15) diyerek eski günleri yâd ediyor; ?sana söylüyorum kanayan gök, salın dur fethedilmiş / bir ülkenin bayrağı olsan da. de ki, bir zamanlar / benim de ülkemde sevişti çocuklar ve sular gibi yaşadılar / ve mevsimlik kuşlar gibi öldüler. onlardan geriye taçsız bir ülke kaldı. akşam bütün görkemiyle çöktü o / ülkenin üzerine ve altın şehirler gibi unutuldu orman kuytularında.? (s.24) ve ?gece devriyelerinin ayak seslerini, yelkovanın geri / çekilişini, duvarların kan terlediğini, şehrin oturma odalarında / sönen ışıkları, çekilen ihtiyat perdelerini / görüyor musun. sokak lambalarının altından güzel yüzlü / çocuklar geçiyor. toy sakalların çatırtılarını, gömleklerin/ cebinde eriyen nazar boncuklarını görüyor musun. sabah çayının buğusundan, ekmekten ve / hürriyetten uzak kaldı çocuklar. dillerin ve gece şarkılarının / sustuğunu görüyor musun.? (s.74) dizeleriyle geçmişten günümüze kuş olup semaya uçan Orontes?in tüm çocuklarını hatırlatıyor. Anaların feryadının Orontes?in sularına karıştığını söylüyor.
Bakınız pek yakın tarihe, yıllardır kimsenin dini veya mezhebi sorun olmuyorken bu kentte, birdenbire mezheplerin ön plana çıkartılmasının isyanı oldu Armutlu. Başka hiçbir yerde doğru düzgün başaramamışken insanlar, bu şehirde kurulan dinlerin ve mezheplerin kardeşlik sofrasına dökülen mezhepçilik zehrine karşı direnişin sembolü oldu Abdullah, Ali İsmail ve Ahmet. Oysa sanıldığının aksine, din veya mezhep savaşını doğurmak için uygun yer değildir Antakya. Beraberce kutlanılan yortular, bayramlar; yakınlarının cenaze namazlarını camide Musevi akrabalarıyla omuz omuza kılanlar, dualara aynı hizada katılan İmamlar ile Alevi dedeleri, Asri Mezarlıkta yan yana yatanlar aynı toprağın, aynı suyun insanlarıdır.

Kuseyri, ?? insana gün ve günler ver, / zeytine el ver eller ver, gerçeğe dil ver diller ver? / avlun solar düşmüşü kaldırmazsan. dirilsin çelik hıncınla ve haram olsun / uykular mazluma musallat olanlara.? ( s. 32) ve ?toprak riya bilmez, ölerek öğrendik. işte burada, bu ak / mermerin altında uyanacağız. aynı kitabın gölgesine, aynı şarkının gölgesine, aynı şarkının sevincine döneceğiz. durulmaz ruhlarımız / ve saklı kalır gür sesimiz ve çözülmez olur / yumruğumuz.? (s.40) diyerek hem insanlığı kardeşliğe çağırıyor hem de Orontes?in suyunda yıkanan çocukların birbirine düşman edilemeyeceğini anımsatıyor.

Kuseyri?nin şiiri; duygunun ve düşüncenin şiiri; acılara, kıyımlara, dökülen kanlara rağmen kardeşliğin tarihidir. Bütün mitolojik ve tarihsel göndermelerin odağında var olan insanın, suya dair seslenişidir. Ortak anılara dem vurup Orontes?in toprağı bölmediğini, aksine bütünleştirdiğini vurgulayarak, suya acı katanlara inat yüzlerine inen bir tokat gibi yazmış şiirlerini Kuseyri. Şimdi elimizde görkemi, neşesi ve kederiyle göz kırpan bir Antakya defteri var. Bir de ?karafaki ardında kara güneş. masamızda sağır ferit ve / ümmü gülsüm var. kahire radyosunda, ehlen ve sehlen, / hüzünlü şarkılar.? (s. 20) var.

Her şairin hesabına bir şehir düşer. Düşlerinde, gerçeklerinde yeniden yarattığı, sularından içtiği, toprağından geçtiği, gökyüzüne bakıp uçan kuşlara selam ettiği? Kuseyri?nin ?Ya Ayni? diye seslendiği gözbebeği Orontes?in güzelleştirdiği Antakya, tarih boyunca nice kanlı davalara sahne olmuşsa da; Abdullah, Ali İsmail ve Ahmet gibi güzel yüzlü çocukların semaya karıştığı coğrafya olarak hatırlanacaksa da, bundan böyle gürül gürül aksın Asi! Hasat ve bereket bayramını – Evvel Temmuz?u ? çağırsın artık toprağına, elindeki zeytin ve defne dallarıyla! Ölümleri düşünmek, yürekleri ellerinde koşan çocukların kuş olup uçtuklarını bilmek zor; Kuseyri?nin şiirleriyle yükselen sesim ulaşsın buradan: ?Yislam veledkin*, Antakya!?

*Yislam veledkin: Evladın yaşasın.

ÖZNUR ÖZKAYA

*Orontes Mensurları, Faris Kuseyri, Islık yayınları, Mart 2014.

*Bu yazı 14 / 05 / 2014 tarihinde SoL gazetesi kitap ekinde yayımlanmıştır.

2 yorum

  1. Kitaptan haberim olmamıştı; hemen edineceğim ama paylaştığınız bölümler çok etkileyici.
    On yıl öncesine değin, öğrencilik yıllarım dışında hep Antakya’da yaşadım ve hep anlatıldığı gibi yaşadık.
    Şimdi Ankara.
    Gönlüm; Antakya’yı, sokaklarını, komşuluk, arkadaşlık ilişkilerini özler sürekli.
    Bu bağlamda Ayla Kutlu’nun “Asi… Asi” romanı da çok okunasıdır.
    Sevgiyle…

  2. Sevgili Mine Oğuz Kuseyri,

    Yalnız iki senemi geçirdiğim Antakya’yı ben de özlüyorum. Tarihin biriktirdiği tüm güzellikleri içinde barındıran bir kenti özlememek mümkün mü? Kuseyri’nin şiirleri bize tarihi dokusuyla beraber Antakya’da yaşanan acı olayları da anımsatıyor, unutmamak ve unutturmamak adına okuyalım bu şiirleri.

    Dostlukla…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir