Almodovar Teoremi, Enigma ve Son Devrimin Güncesi kitaplarıyla tanıdığımız Antoni Casas Ros ile söyleşi

almodovar-teoremiSel yayınlarınca basılan Almodovar Teoremi, Enigma ve Son Devrimin Güncesi kitaplarıyla tanıdığımız Antoni Casas Ros; yarattığı sıradışı karakterler ve gerçeküstü anlatımıyla (bana göre) edebiyatın cüretkar yüzü, belgeli zamiri. Her ne kadar kendisi “Yüzü olmayan bir adam belgesiz bir zamirdir” dese de. Geçirdiği bir kaza nedeniyle fotoğraf vermeyen Katalan yazar Antoni Casas Ros, kısa bir süre önce, henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan Medusa kitabını çıkardı. Fırsat bu fırsat deyip, kendisine ulaştık. Biz sorduk, o cevapladı…

Sürekli karanlıkta kalmak bir gizemi yüzüne geçirip o pencereden izlemek insanları… Bu kadar şahane kitapları çıkaran biri olarak neden oradasınız, o gizlendiğiniz yerde?

En baştan beri görünmemeyi tercih ettim. Çünkü yazabilmek için çok fazla sessizliğe, yalnızlığa ihtiyaç duyuyorum. Oreme (teorem); gözden kaybolmama yardımcı olan bir kurgu ve karanlıkta kaldığım hiçbir saniyeden kesinlikle pişmanlık duymuyorum. Edebi yaşam, toplantılar ve stratejiler benim tam olarak engellemeye çalıştığım şeyler. Bu büyük bir özgürlük. İnsanları ve onlarla iletişim kurmayı seviyorum, ancak edebiyatta alıp başını gitmiş “gösteri”lerden korkuyorum. Balthus gibi yaratıcı sanatçıları seviyorum; zamanının sanatsal eğilimleri üzerinde hiçbir endişesi olmadan, kendi yollarını çizen insanları seviyorum. Yalnızlık, uçmak için ihtiyaç duyduğum alandır.

Joaquim, Naoki, Zoe, Lisa gibi aklın sınırlarını zorlayan; bu dünyadan olmayan, normalliğin sınırlarını silip deliliği bize armağan eden bir karakterleriniz var. Nasıl doğurdunuz onları?

enigmaKarakterlerim bana geliyor. Ben hiçbir şey yapmıyorum. Not almıyorum, sadece “yapmamakla” meşgul oluyorum. Oldukça basit bir yaşam sürüyorum, karakterlerin gelmesi için, onların hikayelerinin gelişmesi için gerekli alanları açıyorum. Kendimi yazar olarak dahi hissetmiyorum, gizemin ve bilinmeyenin sekreteri gibiyim ve sadece bir yolunu bulup bana ulaşan elementlere boyun eğiyorum.

Almodovar Teoremi kitabı otobiyografik tarzda yazılmış. Peki, tam anlamıyla ne kadarı gerçek ya da tamamen kurgu mu ?

Theoreme ilk ağızdan yazılmış bir romandır. İçerisinde gerçek olan hiçbir şey yok, her şey tamamen icat edildi. Gerçeğin tek izi, annemin portresi ve tabii ki de geyik. Geri kalan her şey hayal ürünü. Almodovar orada, çünkü bir gün onun bir fotoğrafını gördüm ve koyu renkli gözlerinden hoşlandım. Ve şüphesiz onunla sınırlara, cinselliğe, enkaza dönüşmüş karakterlere ve müziğe karşı ortak bir büyülenmişliğimiz var.

Son Devrimin Güncesi adlı kitabınızda, “Özgürlüğün yok olduğu, şiddet ve normun mümkün olan her şeyi ele geçirdiği ve politik sinizmle kaplı bir dünyadayız” diyorsunuz. Bu düzende hepimiz tutsak mıyız? Yani bizi ele mi geçirdiler?

İnsanları en hızlı yoldan kontrol etmenin, en çok tercih edilen aracı haline gelen internet aracılığıyla, iletişimin açık özgürlüğüyle başladı. Bugün herkes birbirini gözetliyor ve bu öylesine genel bir hal aldı ki, kimse buna karşı isyan bile etmiyor. On yıldan beridir bizler köle olmayı kabul ediyoruz ve politik liderler de gittikçe kötüleşiyor, bu gezegen aptallığımızın öcünü alıyor, karmaşa şu an her yerde ve daha da büyüyecek. Medeniyetin sonuna geldik ve son volkanik güzelliği ateşlemek oldukça önemli, tıpkı ne olduğumuza saygı duymak gibi. Bütün medeniyetler yok oldu, bizimki neden olmasın? Bizi diğer medeniyetlerden üstün kılan ne var ki?

Bir ülke düşünsek; aslında benim çok yabancı olmadığım bir ülke: Cinsel özgürlüğün olmadığı, kadınların sürekli olarak şiddet gördüğü, homofobik bir ülke ve burayı terk etme lüksünüz olmasaydı ne yapardınız? Nasıl bir çığlık olurdu sizinki?

Ülkeni terk etmek zorunda kalmak her zaman zordur, ancak bu çoğunlukla ölüm-kalım meselesidir. Geçmişte bu durum bazı yazarları öldürdü, bazılarını ise özgürleştirdi. Bu tamamen kişisel bir seçim. Hoşgörüsüzlük, ırkçılık, cinsiyetçilik, aptallık, kültürsüzleşme ve fanatizm şu anda tepe noktasında ve daha da büyüyor görünmekte. Bugün belirli bir miktarda da olsa özgürlük duygusu alabileceğin, özgür kalmış yerler var. Elbette özgürlük yok oluyor, ama özgürlük için mücadele eden şahane insanlar da var. Sanat çok güçlü bir silah, o nedenle bütün faşist yönetimler sanatı ve sanatçıyı baskılar. Bu nedenle kitaplarımın çevrilmesi ve genç okuyucular tarafından okunuyor olması beni oldukça mutlu ediyor.

Üç kitabınızdan sonra okuyucuları çok heyecanlandıran yeni kitabınız Medusa hakkında konuşalım mı?

Medusa hali sunojenik bir kitap, ama uyuşturan bir özelliğe sahip değil. Brezilya’da,Bahia Hastanesi’nin acilinde bir hafta kalmama neden olan şey “kırmızı Medusa” (bir tür zehirli deniz anası) ydı. Onun sebep olduğu büyük bir yanıktan kaynaklanan bir halisünasyon… Bu delilikten kurtulduğumda onu yazmaya çalıştım ve bu gerçekten büyük bir özgürlük deneyimiydi; o kırmızı Medusa yeraltı dünyası rehberimdi. Şu anda üç ciltlik ilk büyük romanımı bitirmek üzereyim. “L’arpenteurdesténèbres.” Derin, bütünlüklü bir özgürlük incelemesi, delice bir yapılanma, devasa bir kolaj yapan bir ressam gibi ilerliyorum. Deli bir roman! Bütün sistemlerin sonu…

Hiç Türkiye’de bulundunuz mu? Eğer bulunduysanız, umarım hoşlanmışsınızdır. Türk okurlarınıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’yi çok seviyorum. 19 yaşındayken ülke boyunca yolculuk ettim. Oldukça heyecan vericiydi. İstanbul büyüleyici, İzmir, Konya, hatta Erzurum bile. Geleneksel müziğe, sufilere, şiirlere, Rümi’nin eserlerine bayılıyorum.

Son olarak, Antoni Casas Ros neler yapıyor son zamanlarda?

Roma’da zaman geçiriyorum. Carlo Emilio Gadda okuyorum.Yaşadığım şehirde ve Barcelona’daki Sezeras’tan sonra geri dönmek istiyorum. Pasolini’nin yeni küçük kitaplarını okuyorum, henüz oldukça gençken yapmış olduğu eserleri ve renklerin baş döndürücü atmosferin tadını çıkarıyorum.

Onur Köybaşı
Pulbiber Dergi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir