“Giriş”te devrimi hazırlayan 18. yüzyıl Fransız filozoflarının varolan her şeyin tek yargıcı olarak nasıl usa başvurduklarım gördük. Ussal bir devlet, ussal bir toplum kurulmalıydı; ölümsüz usa karşı olan her şey, amansızca ortadan kaldırılmalıydı. Aynı biçimde, bu ölümsüz usun, o zamanlar bir burjuva olmaya doğru evrim geçiren 18. yüzyıl yurttaşının ülküselleştirilmiş anlığından başka bir şey olmadığım da görmüştük.
Ne var ki Fransız Devrimi, bu us toplumunu ve devletini gerçekleştirdiği zaman yeni kurumlar, daha önceki koşullara göre ne denli ussal olurlarsa olsunlar, gene de mutlak olarak ussal olmadılar. Us devleti tam bir batkıya uğramış, Rousseau’nun Contrat Social’i (Toplum Sözleşmesi), gerçekleşmesini Terör Döneminde bulmuştu ve bu dönemden kurtulmak için, kendi öz siyasal yeteneğine inancını yitirmiş bulunan burjuvazi, önce Directoire’ın kokuşmuşluğuna ve sonra da Napoléon despotizminin koruyuculuğuna sığınmıştı; vaat edilmiş sonsuz barış, sonu gelmez bir fetihler savaşına dönüşmüştü. Us toplumunun yazgısı daha iyi olmadı. Zenginler ve yoksullar karşıtlığı genel gönenç içinde ortadan kalkacak yerde, onu örtbas eden loncasal ve öteki ayrıcalıkların ve onu yumuşatan kilise hayır kurumlarının ortadan kaldırılması ile daha da keskinleşmişti; mülkiyetin feodal engellerinden kurtuluşu, bir kez gündeme girdikten sonra, küçük-burjuva ve küçük köylü bakımından kendini, büyük sermaye ve büyük toprak mülkiyetinin çok güçlü rekabeti ile ezilmiş bulunan küçük mülkiyetin satılması, hem de o güçlü beylerin ta kendilerine satılması özgürlüğü olarak gösteriyordu; böylece bu kurtuluş, küçük-burjuva ve küçük köylü bakımından, her türlü mülkiyetten kurtuluş durumuna dönüşüyordu; sanayinin kapitalist bir temel üzerindeki hızlı gelişmesi, işçi yığınlarının yoksulluk ve sefaletini, toplumun yaşama koşulu durumuna getirdi. [Peşin ödeme gitgide, Carlyle’ın diliyle söylemek gerekirse, [sayfa 250] insan ile insan arasındaki tek bağ oldu.] Suç sayısı yıldan yıla arttı. Bir zamanlar utanıp sıkılmadan orta yere kurulan feodal kurumlar ortadan kaldırılmasalar bile, hiç değilse ikinci plana itildikleri zamana değin gizlilik içinde beslenen burjuva kötülükler, bundan böyle daha da büyük bir taşkınlıkla patlak verdi. Ticaret gitgide dolandırıcılık durumuna dönüştü. Devrimci mottonun “kardeşlik”ti, rekabetin uyuşmazlık ve kıskançlıkları içinde gerçekleşti. Zora dayanan baskı, yerini çürümeye; toplumsal güç aracı olarak başta gelen kılıç, yerini altına bıraktı, ilk gece hakkı, feodal beylerden burjuva fabrikatörlere geçti. Fuhuş, o zamana kadar görülmemiş derecede yayıldı. Fuhuşun yasal olarak kabul edilmiş bir biçimi, resmî bir örtüsü olarak kalan evlilik ise, dörtbaşı mamur bir eş-aldatma ile tamamlandı.
Kısacası, aydınlanma filozoflarının görkemli vaatleri karşısında, “usun utkusu” ile kurulan toplumsal ve siyasal kurumlar, acı bir biçimde aldatıcı karikatürler olarak göründüler.
Engels, Anti-Dühring, Ankara 1995, s. 369-370.