“Yunanca kökenli bir sözcük olan ve “söylenen veya duyulan söz, masal, öykü, efsane” anlamına gelen (mitos); bir toplumun kutsalı, evreni, insanı, geçmişe bağlı kalarak geleceği anlatma biçimi ve anlamayı sağlayan bu algının ürettiği tasavvurun bütünüdür. Mitleri gözeten bu tasavvur bütünü, sözlü aktarım sürecinde biçime ihtiyaç duyulduğu için mitosla aynı anlama gelen “epos”un ortaya çıkışını hazırlar. “Belli bir düzen ve ölçüye göre okunan, söylene söz” anlamına gelen epos, yetenekli ve güçlü bir şairin imgelemiyle varlık bulduğu için, eski Yunan’da mitostan üstün görülmüştür.”[i]
Homeros’un Troya Savaşı’nı anlatan “İlyada”sı ve Yunan kahramanı Odysseus’u ve onun Truva’nın düşmesinden sonra evine yaptığı dönüş yolculuğunu anlatan “Odysseia“sı eposun en güçlü örneğidir. İşte bu sebeple Octavio Paz der ki: “Yunanistan’ın, dolayısıyla bizim şiirimizin kaynağında Homeros yatar.
Türk halk yazınında da destanlar vardır. Bu destanlar kendi içlerinde belli bölümlere ayrılır. Nasıl olursa olsun, destanlarda, düz yazı ve şiir anlatımı iç içedir. Dolayısıyla bu anlatım türü masal anlatımından kaynaklı olarak değişim göstermiştir. Yani temel olarak masal denilen anlatım türü değişiklik göstererek destan türünü doğurmuştur. Masaldan destana geçerken, temel anlatım şiirsel olduğu için, sözcük benzerliği basit bir süsleme sanatı olarak varlığını duyurmaktadır. Şiirsel anlatım zaten temel anlatım olunca, kendiliğinden oluşan süsleme sanatı kafiye, düz yazıda ise Seci dediğimiz türün şiirsel bir anlatımının devamıdır. Şiirle başlayan ve genişleyen edebi türlerin kendi kendilerini diğer türlerden bağımsız kılmışlardır. Konumuz olan masal şiir anlatımı da böylesi bir karmaşadan ayrılıp gelmiştir. Dünya edebiyatında sayısız örnekleri olduğu gibi bizim edebiyatımızda da epeyce örnekleri vardır. . Bizde ilk örnekler Divân-ı Lügati’t-Türk’de görülür.
Bizim edebiyatta ise masal şiir geleneği hemen hemen masal anlatımının doğuşuyla düz orantılıdır çünkü masal girişinde ve tüm masal anlatımı içinde kafiye sistemi vardır. Kafiye sistemine göre sıraladığımız zaman şiir, normal sıralayınca düz yazı oluşur. Masalların giriş tekerlemesi yine şiirdir. Yapısal olarak basit ve karmaşık anlatımla anlamsız sözlerin karışımıdır tekerleme. Bir masala başlarken giriş genellikle aşağıdaki gibidir.
“Evvel zaman içinde /Kalbur saman içinde /Cinler cirit atıyor / Yıkık hamam içinde /Develer tellal iken / Pireler berber iken / Ben babamın beşiğini / Tıngır mıngır sallar iken / Babam düştü beşikte / Anam geçti eşikte / Ben sütümü unuttum / Sapı kırık kaşıkta”
Bu sözlerden sonra asıl masal anlatılmaya başlanır ve bağlantılı olarak bu sözlerin devamı yine aynı sistem üzerinden yazılır.
15. Yüzyıl Pers el yazması Kelile ve Dimne’den, M.Ö. 1. Yüzyıl civarında yaşadığı düşünülen Beydaba tarafından kaleme alına Kelile ve Dimne fabl tarzında hikâyeler barındıran bir hikâye kitabıdır ve sonradan şiirleştirilmiştir. Eser adını ilk bölümdeki bir hikâyenin kahramanı olan iki çakaldan almıştır. “Doğrunun ve dürüstlüğün” simgesi “Kelile” ile “yanlışın ve yalanın” simgesi olan “Dimne” Edebiyat otoritelerince Ezop ve La Fontaine fabllarının Kelile Ve Dimne’den ilham alınarak yazıldığı öne sürülür. Yine çokça fabl türü şiirler yazan çağcıl İdil Tatar edebiyatı ve dilinin babası Abdullah Tukay, “Bir Amerikan gazetesinden alınan “Sütke Tüşken Tıçkan” şiirinde ise süte düşen farenin mücadeleden vazgeçmemesi, sütün yağa dönüşmesi neticesinde kurtulması anlatılır. Şiirin sonunda verilen,
İy karindeş! Sin, kirekse, suga bat ya sütke bat! / İt sabır, kürset çıdamlık hem de it gayret, sübat
sözleriyle zorluklar karşısında sabır, tahammül ve gayret göstermek gerektiği vurgulanmış, başarıya er-geç ulaşılacağı anlatılmak istenmiştir. “Kük Sıyır” şairin 26 yaşında ölümüyle yarım kalmış bir masaldır. Şiirde,
Kaktım-suktım, eçildi, / Tekneleri çeçildi / İti çıktı ürmege / Kızı çıktı kürmege / İtin aldım pıçakka / Kızın aldım kuçakka”[ii] der ve sonrası bizim tamamlayacağımız bir masal olarak kalır şiir…
Masallar bizi çocuk yanımıza, kendimizin ya da anlatıcının fantastik dünyasına, bazen erişilmez güce, kimi zaman korkuya, olmak istediğimiz ya da karşımızdakini görmek istediğimiz bir kişiliğe bizleri hiç yüksünmeden taşıyan, yaşayan bir anlatım türüdür. Evet, masallar yaşar; anlatıcının kontrolü altında olsa da yaşar. Çünkü her seferinde ilave edilen olaylarla durmadan büyür, ya da eksiltilenle küçülür. Çocukluğumda ninelerimin anlattığı “ nar tanesi, nur tanesi, annesinin bir tanesi” diye başlayan masallarda değişen olay ve olgulara itiraz ettiğimiz de, geçen sefer öyleydi derdi ninem, bu defa sonu değişti. Ve hep bu sonlar iyi bitsin isterdi çocuk ruhumuz. Pek belli etmesek de korkardık devlerden, elini ovuşturunca gelen cinlerden, bir dudağı yerde bir dudağı gökte Arap Bacı’dan, Gülyabani’den. Deve nasıl geçerdi iğnenin deliğinden, Hindistan nasıl görünürdü, nasıl göğe süzülürdük kuşun kanadında, taşıyabilir miydi bizi, ya yere düşürürse? Hangi üç dileği dilesem lambadan çıkan cinden, gerçekten çok mu uzak Kafdağı, yakar mı bizi ejderhanın ateşi?
Masal olgusunu şiirlere taşıyan şairlerin çocukluklarıyla bağını asla koparmayan şairler olarak düşünürüm hep. Kendini şiirde özgür kılan, abartı ve fantastik öğelerle şiiri zenginleştiren, insanları kendi yarattığı hayal dünyasına davet eden, aynı zamanda gelenek ve göreneklerle halkı şiire taşıyan kişidir masalı şiire taşıyan şair. Edebiyatımızda “ masal- şiir “ yazan çok sayıda şairimiz vardır. Bunlardan bazılarını örnekleyecek olursak, masal öğesini en çok kullanan şairlerimizden birisi Asaf Halet Çelebi’dir ve şöyle anlatır çocukluğunu ve masalları:
“Muhakkak ki, benim çocukluğum çok güzel masalların söylendiği bir devir idi. Bunda biraz da, benim hayatımdaki tesadüf ve imkânların da tesiri olmuştu. (…) çocukluğumda masal en çok sevdiğim şeydi. Belki de, her çocuktan daha büyük alâka ile dinlerdim. O zamanlar hayallerle karışan hakikatler bu kadar sert, çirkin ve maddi görünmezdi. O zaman hakiki bir şiir âleminde yaşardım. O zaman sevgiler, korkular, iştiyaklar hep bu masal dünyalarının ambarlarından akseden ışıklar içinde bana gelirdi. Onlar benden bir parça, daha doğrusu ben onlardan bir cüzdüm. Demir asa, demir çarıklı dertli, Şehzade bendim. Kafdağlarına giden, ejderhalarla dövüşen bendim. Huysuz ve hilekâr dilâralar, talihsiz turunç güzelleri, esrarlı benli Bahriler, korkunç iğci babalarla akıllı küçük kız, adı Bahtiyâr olan bedbaht, dağdan dağa gezip elbiseleri çalılarda yırtılan, kanrevân içinde uzaklaşan sultan hanım, ne bileyim öyle çok nevilere mensup bütün bu insanlar kafilesi hep benim etrafımda yaşayan mahlûklardı. Ağaçlı bir yerde bir çeşme görsem bu mutlaka bir masaldan çıkmıştı. Gördüğüm eski bir konak muhakkak ki, Bahtiyar’ın konağıydı. İçinden sedef kakmalı gümüş nalınları ile salına salına cariyeler çıkıp, çeşmeye su doldurmaya gideceklerdi. Çiçekli bir daldan bir bahçe duvarına konan bir kuş, bir anda silkinip bir insan olabilirdi. Memleketimin insanlarında ve manzaralarında muhakkak masallarımdan bir parça yahut masallarında memleketimin akseden aynaları vardı. Onlar için sonsuz bir sevgi duyuyordum.
(…) Servet Hanım o çetrefilli diliyle o kadar güzel masallar anlatırdı ki… Bu masallarda pırıl pırıl güneşli denizlerle muhteşem eşyaları olan saraylar, geceleyin eriyen mumlar, fesi küçük şehzadeler, inanılmayacak garabetlerle dolu bir dünya, alışılması güç hayaller vardı. Fakat ben onlara alışmıştım.
Bu masallar rüyalardaki gibi, sonsuz değişik hayallerle dolup taşardı. Fakat hepsinde bitmez bir hazine saklı gibiydi. Daima teessüf edilen, kaybedilen ve geri gelmeyen bir şey vardı onlarda.”[iii]
Asaf Halet Çelebi’den başka, Bedri Rahmi Eyüboğlu ( Ki, Asaf Halet, Bedri Rahmi’yi yine masal şiirle anlatmıştır kitabında.) Nazım Hikmet, Orhan Veli, Tevfik Fikret, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Özdemir Asaf, Arif Dino, Oktay Rıfat ve daha birçok şairimiz masalı şiirlerine dahil etmişlerdir. Asaf Halet Çelebi, “Om Mani Padme Hum” kitabında “Kahkaha” şiirinde çocukluğuna gider adeta…
“billûr sarayında çengi dilârâ / bahçede bin kaplumbağa /
ve inci ile donanmış fil
(…)
yalnız bir kahkaha / bütün odalarda / her boş odaya girişimde / bir kahkaha / ve çıkışımda /bir kahkaha
“Kuşa Görünme” şiirinde ise:
“her sabah nafakamı getirir bir kuş / nereye kaçayım / o kuşun elinden / kuyulara saklansam / kuyulara girer / tavan aralarına kaçsam / tavan aralarını bilir / tabutlukta yatsam / gelir beni bulur /sabahları / gel kız / tabutluğa gir benimle / memelerin kan içinde / bacakların yaralı / nafakamı beraber yiyelim / ve paçavraların ısıtmıyor diye bana sokul / gel kız / tabutun içinde yat benimle / yalnız kuşa görünme sabahları”
derken; bizlere “Bahtiyarnâme” masalını anlatır aslında. “Bahtiyarnâme”, Hindistan kaynaklı bir masal olup, İslam dünyasında Gemici Sinbad, Denizci Sinbad veya Bahtiyar adlı isimlerle anlatılan bir masaldır. Şiirde geçen kuş da birçok masalda Anka kuşu olarak tanıtılan olağanüstü özelliklere sahip esrarengiz kuştur. Bu bağlamda şiirdeki kuşla başka masallardaki kuşlar arasında bir ilgi kurmak da mümkün olabilir. “Kuşa Görünme” adlı şiirde masal kahramanları günlük hayatın içine girmişlerdir.
Şairin bu kez gönderme yaptığı masal, Bahtiyarnâme’de geçmektedir. Masalın kahramanı olan kuş, tabutlukta sakladığı Bahtiyar adlı delikanlıya her sabah gagasıyla yiyecek taşımıştır. Ancak delikanlı, günün birinde, kuşun izni olmadan, gizlice bir prensesle evlenir ve onunla birlikte, tam bir sene güvercinin getirdiği yiyecekleri yiyerek tabutlukta yaşar. Delikanlı, bir sene sonunda tabutluktan çıkıp prensesin konağına gider. Gerçeği öğrenen kuş, Bahtiyar’ın bulunduğu konağın penceresine gelir ve ona beddualar ede ede ölür. Bu şiirde, kendisini delikanlıyla özdeşleştiren şair, sevdiği kıza kuşa görünmemesini, aksi takdirde, kuşun kıskançlıkla onu öldürebileceğini söylemektedir. Şiirde masalın sadece bir bölümüne gönderme yapılmaktadır.”
“Beddua” şiiri, “Kuşa Görünme” şiirinin devamıdır. Yukarıdaki şiirde geçen Bahtiyar’ı besleyip büyüten Anka kuşu, onu prensese kaptırınca hayal kırıklığı ve ümitsizlik duyguları içinde delikanlıya beddua eder:
“kendi göklerimden indim / kendi duvarlarıma / konduğum duvarlar yıkılsın / bahtiyâaar
(…)
seni bahçelerimde uyuttum / seni duvarlarımda sakladım / havuzlarıma güneşler vurduğu zaman gözlerini açıp bana gülerdin / bahtiyâaar / yazık sana verdiğim emeklere”… “ [iv]
Yine Asaf Halet Çelebi, “Bedri Rahmi” şiirinde, edebiyatımızda masal temasını yoğunlukla kullanan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu âdeta bir masal kahramanı olarak betimleyip;
“uyuyunca karnı anahtarla açılan / birisinin / içinden gidilir / bir diyar tanıyorum
(…)
Parmakları söz söylemesini bilen adam / o kilidi açtı / ve benimle beraber nigâr-ı çîn’i aradı “
derken, Bedri Rahmi Eyüboğlu’da masallarda geçen imgelerle seslenir sevdiği kadına.
“Karadutum, çatal karam, çingenem / Nar tanem, nur tanem, bir tanem /Ağaç isem dalımsın salkım saçak / Petek isem balımsın ağulum / Günahımsın, vebâlimsin / Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan / Yoluna bir can koyduğum / Gökte ararken yerde bulduğum /Karadutum, çatal karam, çingenem / Daha nem olacaktın bir tanem / Gülen ayvam, ağlayan narımsın / Kadınım, kısrağım, karımsın.”
Tevfik Fikret bildiğimiz “Ağustos böceği ve karınca” masalını anlattığı şiirinde:
Karıncayı tanırsınız / Minimini bir hayvandır / Fakat gayet çalışkandı / Gayet tutumludur, yalnız / Pek hodgamdır, bu bir kusur: / Hodgam olan zalim olur. / Bir gün ağustos böceği / Tembel tembel ötüp durmak / Neticesi aç kalarak / Karıncadan göreceği / Bürudete bakmaz, gider / Bir lokma şey rica eder / Der ki: – Acıyınız bize / Çoluk çocuk evde açız / İanenize muhtacız. /Karınca bir yüreksize / Layık huşunetle sorar: / – Aç mısınız? Ya o kadar / Uzun, güzel günler oldu. /O günlerde ne yaptınız? / Böcek inler: – Açız, açız / Bakin benzim nasıl soldu / O günlerde gülen, öten /Sazla, sözle eğlenen ben / Bugün bakin ne haldeyim! / Vallah açız, billah açız, / Halimize acıyınız! / Karınca eğlenir: – Beyim, / simdi de raksedin, ne var? / “Yazın çalan kışın oynar.”
Nazım Hikmet’in “Subaşında Durmuşuz” dizesiyle başlayan “Masalların Masalı” adlı şiiri bu türe en güzel örneklerden biridir.
Subaşında durmuşuz, /çınarla ben. / Suda suretimiz çıkıyor, /çınarla benim. / Suyun şavkı vuruyor bize, / çınarla bana. // Subaşında durmuşuz, / çınarla ben, bir de kedi. / Suda suretimiz çıkıyor, /çınarla benim, bir de kedinin. /Suyun şavkı vuruyor bize, /çınarla bana, bir de kediye./ (…)
Son örneğimizden birisini de La Fontaine masallarını çocuklar için çeviren Orhan Veli’den verelim. “Orhan Veli’nin şiirleri birer oyun gibidir. Şair, “Kitabe-i Seng-i Mezar” diye gösterişli bir eda ile sunduğu şiirdeki kahramanı Süleyman Efendisini nasır derdi ile karşı karşıya getirir. Göklerde musiki ve şiirle alış veriş ederken, birden rakı şişesinde balık olmak ister. Kuşçudan yüz paralık bulut ister, gökyüzünü maviye boyar, yırtılan denizleri diker, ceketi ile dertleşir. Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli’nin hayata bakışını şöyle özetler: “Hangi işi ne dereceye kadar ciddiye alır, bilemezdiniz. Tek ciddiye aldığı şey şiirdi şüphesiz, ama onun da bir oyun gibi görünmesini isterdi. Şöyle bir sözünü de hatırlıyorum: “O şairliklerini ciddiye alanlar yok mu, asıl şiirle oynayan onlardır.”[v]
Şakağımda annemin sıcak dizi, / Kulağımda falcı kadının sözü… / Gölbaşında padişahın üç kızı, / Alaylarla Kafdağı’na hareket / Sırça tastan sihirli su içilir, / Keskin Sırat koç üstünde geçilir, / Açılmayan susam artık açılır, / Başlar yolu cennete giden rüya /
Beyaz kuşlarla ve günlerce yolcululuk, / Sihirli Hind’e doğru açılan dibâ; / En sonunda, bereket akıtan oluk; / Olgun yemişleri yere değen Tûbâ.
Sonuç olarak şiirlerinde mitosa yer veren şairler bu yazım şekli ile mekân ve zaman kavramından uzaklaşmış, kendilerini de, okuru da farklı mecralara sürüklemişlerdir. Masalın hepimizin bildiği şekline farklı bir anlatımla yeni bir boyut daha katmışlardır. Masal içindeki zengin imgelerle bazen huzuru, umudu ve düşsel bir dünyayı sembolize etmiş, bazen de yaşamın trajik örüntüsünü gözler önüne sermişler, anlamını bilmediğimiz ve bildiğimiz dışında pek çok anlama sahip olan farklı sembolleri de bilgi dağarcığımıza katmışlardır. Yazımı kendi şiirleştirmiş olduğum “Şahmaran” efsanesini anlatan “Efsunlu Bahçe” masal şiiri ile bitirmek istiyorum.
bir parmak bal yeter camsap / terke ve ihanete…
yusuf’tan çok sonraydı / karanlık ve soğuktu / gömleğini sarkıttığın kuyu / onlar ki tamahkâr ve haindiler / yalayıp parmaklarını / ışığı boğup gittiler
bir kuşgözü ışık yeter camsap / aşka ve ihanete…
belkiya’dan çok da sonra değildi / efsunlu bahçeyi doğurdu keskin bıçak / iki güneş ağırlayan sedefli revak / mermer avluda cevahirli taht, unutulmuş elma / kalmalısın insanoğlu şahmaran’ın aşkına / ya da susmalısın yılanların dilince
bir gümüş tepsi yeter camsap / kana ve ihanete…
yedi başım aşkına / ben ki bilendim ihaneti / sır tutmayan diller kahrına / kucağına sen al beni
söylemiştim sana camsap/ihanetle çalınmıştır insanın mayası
Nevin KOÇOĞLU
KAYNAKÇA
[i] Mehmet Can Doğan ( Şiir Arkeolojisi)
[ii] Gülhan Atnur (Abdullah Tukay’ın Şiirlerinde Efsane ve Masal Unsurları Makalesi).
[iii] Nurullah Ulutaş (Asaf Halet Çelebi’nin Şiirlerinde Çocuk, Masal Ve Tekerleme).
[iv] Nurullah Ulutaş (Asaf Halet Çelebi’nin Şiirlerinde Çocuk, Masal Ve Tekerleme).
[v] Kelime Erdal (Çocuk Edebiyatı Türlerinin Kullanımı Açısından Orhan Veli Kanık’ın Eserlerine Bir Bakış).