Buddenbrooklar / Bir Ailenin Çöküşü – Thomas Mann

Buddenbrooklar, dünya edebiyatında Alman romanını temsil eden yazarların başında gelen Thomas Mann?ın ilk romanıdır. Mann?ın ?Bir Ailenin Çöküşü? alt başlığıyla 1900 yılında, 25 yaşında kaleme aldığı roman, Kuzey Almanya?da yaşayan zengin bir burjuva ailenin ve aile ticarethanesinin birkaç kuşak boyunca geçirdiği değişimi ele alır.
Yapıtlarının başlıca konusunu burjuvazinin yozlaşmasının oluşturduğu Thomas Mann?ın dünya çapında başarıya ulaşan bu ünlü romanında, yer yer taşlamalı bir biçimde, yazarın kendi ailesi gibi Lübeck?li bir tüccar ailenin çöküşü anlatılmaktadır. Bu açıdan ?Buddenbrooklar?da öne çıkan, burjuvazinin çalışkanlık, tutumluluk ve görev bilinci gibi değerlerinin, sanatsal ve entelektüel yaşam biçimleriyle olduğu kadar kötü alışkanlıklar, lüks, avarelik, din, hastalık ve ölümlerle de yıkılmasıdır.
Birçok eleştirmenin ?Venedik?te Ölüm?den bile büyük bir yapıt olarak değerlendirdiği Buddenbrooklar, gerçekten de modern yaşama ayak uyduramayan saygın bir ailenin çöküşünün öyküsüdür: Doğumlar, evlenmeler, boşanmalar, ölümler, başarılar ve başarısızlıklar aracılığıyla orta sınıf yaşamının ustalıklı bir portresini çizen roman, aynı zamanda kaybolan burjuva değerler için bir ağıt niteliğini de taşımaktadır.

Mann?ın bu dev yapıtı, modern edebiyatın klasikleri arasındadır. ?Venedik?te Ölüm?, ?Tonio Kröger?, ?Büyülü Dağ?, ?Doktor Faustus? gibi yapıtların yazarı Thomas Mann?ın 1932 tarihinde yazdığı bir mektupta, Buddenbrooklar hiç kuşkusuz Almanya?daki en popüler kitabım ve belki de adım kendi ülkemde hep bu kitapla ilişkilendirilecek, dediği bu başyapıtı yeni çevirisiyle sunuyoruz.
(Tanıtım Yazısı)

Fatih Balkış ‘ın 16/06/2006 Tarihinde Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde Yayınlanan “Burjuva bir aile için ağıt” Adlı Yazısı
Kuşkusuz Thomas Mann’ın kendi yaşamıyla koşut sayılabilecek bir geçmişin yükünü çeken Buddenbrooklar’ın, yalnızca burjuva bir ailenin yükseliş ve çöküş dönemleri için bir ağıt olduğunu söylemek yeterli olmaz. Her şeyden önce Mann, öyküsünü anlatmayı başarabilmiş, Benjamin’in deyişiyle “her şeyi layıkiyle hikâye edebilmiştir.”

Bir çöküş öyküsü
Trajedilerde gördüğümüz mutlu anların bitişiyle başlayan öykünün, derin bir mutsuzluk uçurumuna tepetaklak yuvarlanışı ve peşinden bütün kahramanların, hatta koca bir kentin sürüklenmesi durumu bu roman için söz konusu değildir. Mann sanki bir umut vaat edercesine hikâyesine Buddenbrooklar’ın en mutlu olduğu dönemden, yükselişlerinin tam ortasından başlar. Böylece yaklaşık yedi yüz sayfa boyunca bu inişli çıkışlı yaşantının betimlemesi yapılır. Bir çağ romanı değildir Buddenbrooklar. Bunu Mann’ın henüz olgunlaşmamış düşüncelerine bağlamak gerekir. Ancak karşımızda henüz yirmi beşinde, duyarlı ve temalarını şimdiden belirlemeye çalışan genç bir yazar vardır. Peki nelerdir bu temalar? Thomas Mann’ın bu ilk romanında peşinden koştuğu ve sorguladıkları?
Kuşaklar arasındaki geçişlerin, ölümlerin ve dirimlerin arasındaki sağlam olmayan dengelerin, eğitimli ve yetişmiş insanların doğasına duyulan özlemin, bütün çıplaklığıyla din görevlilerin, baba, oğul ve kız ilişkisinin, ticaretin, sanatın ve sınıf çatışmalarının izi sürülür bu romanda. Orada buyurucu geleneğe karşın, kendi iç özgürlüklerini keşfeden ve bunu bir yetkeye dönüştürmek isteyen insanların trajedileri vardır. Dış dünyanın bütün karmaşası bir yana, oluşturdukları iyimserlik havasıyla, hırslı bir çevreden ve Avrupa’yı kuşatmış olan siyasi ve ekonomik dengesizliklerden kaçınmaya çalışan bir aile vardır karşımızda. Buddenbrooklar’ın ticari ilişkide oldukları insanlar, aileye kabul ettikleri damatlar ve gelinler, büyümeye ve kendini korumaya çalışan bu büyük aileyi zamanla kemirip yok ederler. Böylece hem zamanın kollandığı hem de yazarın hiç çekinmeden bir kronikçi gibi davrandığı bu çöküş öyküsü, hiçbir ayrıntının atlanmadığı, dudak kenarındaki ufacık bir tebessümün kaçırılmadığı, bakışlara gizlenmiş hinliklerin ve ayyuka çıkmış dalkavuklukların arasında gidip gelen bir ayrıntı faturasına dönüşür. Ancak Mann romanda bütün bu temaları bütünlükleriyle yakalamayı başarmıştır.
Her bölümde hikâyenin devamına ışık tutacak ve merak uyandırarak etkili dokunuşlar yapmış, öykünün içine çöküşün habercisi olabilecek küçük ayrıntılar gizlemiş ve hepsinden önemlisi tüm söyleyeceklerini hiçbir heyecana kapılmadan, usulca anlatmayı bilmiştir.
Dört kuşağı kesintisiz anlatmak ve roman zamanının hesabını vermek gerektiğinden, bulduğu çözümle de yaratıcılığını kanıtlamıştır. Zaman zaman dağılan aile üyelerinin peşinden gitmek ve ana hikâyeden uzaklaşmak yerine, onların Buddenbrook Konağı’na gönderdikleri mektuplarla bu zaman geçişleri sağlanmıştır.
Thomas Mann hikâyenin içine kattığı küçük bir gelenekle, kendisine bir engel, daha doğrusu bu engeli aşmanın getireceği bir ödül bırakmıştır. Bu da Buddenbrooklar’ın kuşaklardır tuttukları aile defteridir. Doğa Manzaralı Tablolar Odası’ndaki aile defterine kendi tarihlerini yazan Buddenbrooklar’a karşı da bir anlatı mücadelesi verilir. Ailedeki bu bilinç, hemen bütün roman kahramanlarının kendi dünyalarını oluşturmalarına, zaman zaman çatışmacı kişiliklerinden dolayı, gelişmelerine neden olur. Baba ve oğulların anlaşmazlıkları, kardeşler arasındaki çekişmeler, eski ve yeni kuşak gerilimi aynı zamanda bir çeşit eğitim alanı gibidir. Sanat ve iş yaşantısı arasındaki ikilemler, din, ahlak ve modern yaşam karmaşası roman boyunca farklı zihinlerde farklı anlarda kesişir. Düşüncelerin yeğinleşmesi de bu kesişmelerden doğan bir diyalektiğe bağlanabilir. Bu diyalektik hem büyük kavgalar, hem de hoşgörüler doğurmasını bilmiştir.
Thomas Buddenbrook’un sözleri aile geleneğinin vazgeçilmezliği ve kaçınılmazlığını vurgular:

Ailenin son temsilcisi
“Ama biz sıradan bir tüccar ailesiyiz, sevgili kardeşim; kendi iç dünyamızla ilgili olarak yaptığımız gözlemler kuşkusuz çok sınırlıdır. Bizim müzik zevkimiz orkestra aletlerini akort ederken duyduğumuz zevkten öteye geçemez ve bazen bunu yutmaya bile cesaret edemeyiz… Ah, en iyisi masanın başında oturup atalarımız gibi çalışarak bir şeyler başarmalıyız.”
Bu düşünceler Buddenbrook Firması’nın yükünü üzerinde hisseden Thomas’ın kardeşi Christian’a, onun sanata olan ilgisine ve aylaklığına karşı söyledikleridir. Ama Thomas, çok geçmeden büyüleyici keman çalışından etkilendiği Gerda ile evlenecektir. Onca dindarlığa karşın Anthony’nin başarısız evlilikleri de bu dağılmanın başladığı anlara rastlar.
Artık Buddenbrooklar zorunlu olarak bir ticarethanenin işletmesinden kaçınmak ve bir içe bakışla kendi yaşam doğrultularını yeniden çizmek için belli belirsiz bir mücadeleye girerler.
Ailenin son temsilcisi Hanno da, babasının ve annesinin yeni oluşan düşüncelerinden payını almış, içe dönük bir çocuktur. İçindeki müziği duymak ve onu keşfetmek ister gibi sürekli kendini dinler. İşte şimdi Hanno’yla birlikte o parlak günlere geri dönme umudu doğmuştur. Onun yeteneği ve insanları büyüleyen etkisi tüm Buddenbrooklar için aynı zamanda bir coşku kaynağıdır. Ama burjuva yaşamının o bitip tükenmez saçmalıkları ve okul yaşamının acımasızlığı çocuğun yeteneğini elinden alır ve onu ölümcül bir hastalığın kucağına iter.

Sanatçı-yaşam ikilemi
Thomas Mann büyüklüğünü bu romandaki tutumuyla kanıtlamıştır. Yavaş ve akışkan bir devinimden, tepetaklak bir inişe hem roman tekniğiyle hem de kahramanların bilincindeki parçalanmayla geçirir. Thomas Buddenbrook’un ölüm anının düşselliği ile, Hanno’un okulda girip çıktığı derslerin yarattığı girdap bir koşutluk oluşturur. Aynı zamanda Chiristian’ın kendisini sirklerde açığa vuran ve yeteneğini doğurmasını engelleyen zihniyet, Tony’nin yaptığı iki evlilikte de açığa çıkar. Bu çapraz durumlar ve anlatım becerileri, yakın çağın getireceği kimi tekniklere daha şimdiden girişmiş bir yazarın edimleridir. Bilinç akışı tekniğinin ve parçalı anlatım bu destanda ortaya çıkar.
Thomas Mann bu romanla yaşam boyu peşine düşeceği, sanatçı, çevresi ve çağı temalarına kapı aralamış ve hemen sonra yazdığı Tonio Krögeradlı novellasıyla, küçük Hanno’nun ruhunu Tonio’ya vermiş gibidir. Dikkat edilirse bütün büyük yazarların, Joyce, Musil ya da Gombrowicz’in ilk romanları eğitim temasını içermektedir. Eğitimin insanın önünde bir engel oluşturması ve sanatçının bu engele karşı geliştirdiği anlayış bütün romanlarının ortak teması sayılabilir. Başyapıtı sayılan Büyülü Dağ’da Avrupa’nın kalbinde bir yolculuğa çıkılır. Roman kahramanı Hans Castrop için durağan bir sanatoryum, düşüncelerin ve düşlerin, hikâyelerin ve tarihin kaynağıdır sanki.
Venedikte Ölüm, simgesel boyutuyla bir başyapıttır. Ama tüm bu önemli romanların yanında, duru bir bakışla yazdığı Sarayda Bir Macerave karmaşık bir başlangıca sahip, Goethe, sanatçı ve yaşam ikilemini yeniden incelediği Lotte Weimarda’yı da dikkate almak gerekir.
Ölümünden önce yazdığı Dr. Faustus ise felsefesinin doruk noktasını oluşturur. Fredric Jameson’un deyimiyle, romanın kahramanı “on iki ton bestecisi Leverkühn’ün yaşamı Weimar Almanya’sının parçalanması ve faşizme geçişiyle keskin bir alegorik koşutluk halindedir. Thomas Mann bununla modern çağlarda tragedyanın yapısını vurgulamak ister. İnsanın tarihsel belirlenimcilik tarafından ele geçirilişini; yaşamın ve karşı çıktığı yansıtma özgürlüğüne sahip olmayan sanatçı yaratısının üzerinde tarihin dayanılmaz gücünü betimler.”

HANNO?NUN SINIFINDAN ÇIKMAK / SÜREYYYA EVREN
(Birgün Gazetesi, 03 Ocak 2006)
Belki de hâlâ Buddenbrook Ailesi?nin son sayfalarında yaşıyoruz, hayatımızı orada sürdürüyoruz. Thomas Mann?ın ?Buddenbrook Ailesi, Bir Ailenin Çöküşü? adlı romanı, yüzlerce sayfa kırıp bükmeden akar, kuşaklar geçer, Buddenbrook ailesinin ve ailenin adını taşıyan firmanın akıbeti çeşitli olayların birbirini izlemesiyle ve belirli bir sakin ritimle verilir. Lübeck kentinde Johann Buddenbrook ile serüvenine dahil olduğumuz aile ve buğday ticareti yaptıkları firmaları, bir başka Johann ile, dördüncü kuşaktan Hanno Buddenbrook ile sona erer. Önemli bir nokta, bir aile defterine yaşadı kları olayları kaydetmeleridir, en küçük olaylar dahi aile defterine ailenin büyükleri tarafından not edilir. Bir çocuğun doğumundan hastalanması na evlenmesinden boşanmasına her türlü verinin, aile bireylerinin başından geçen herşeyin burada kaydının tutulmasına özen gösterilir. Defter, ?aile konsepti? açısından çok çok değerlidir. Ailenin ?tözü? burada yazılı satırlarda yatar ve ailenin karakteri bu tarih yazımıyla yapılandırılır. Deftere inancı son derece güçlü bir Buddenbrook olan Antonie Buddenbrook, ağabeyi Thomas Buddenbrook ile birlikte, aynı zamanda aile konseptinin de en güçlü inananlarından biridir. Öyle ki, burjuvazi karşı tı görüşlerini heyecanla savunan genç doktor adayı Schwarzkopf?a gönlünü kaptırmış olması na karşın, babasının ?zincirin bir halkası? olduğ u uyarısını özellikle aile defterini okurken duyumsayan Antonie, ailesinin yeğlediği bir tüccarla yapılacak prestijli evliliği aşkına tercih etmeye karar verir ve bu sorumlulukla ve heyecanla deftere tarih düşme işini bizzat kendisi ele alarak ?Antonie Buddenbrook evlendi? diye geçmiş zaman kipi kullanarak yazar. Defterde bu evliliğin ?yapıldı? diye not edilmesi yapılacağının en açık, tartışmaya yer bırakmayan ifadesidir. Nokta. Önce, çoktan evlendiğini yazar ve sonra da defterde yazıldığı gibi evlenir.

Her ne kadar Antonie Buddenbrook aile konseptinin sıkı bir taraftarıysa da aile prestijini arttırmakta asla dilediği gibi başarılı olamaz ve fedakarlıkları hep tam da en istenmeyen sonuçları verir. Bildiği ve defalarca da telaffuz ettiğ i nokta, ailenin ismini ayakta tutanın kardeşi Thomas Buddenbrook olduğudur. İşte ailenin çöküşü de başarılı işadamı Thomas Buddenbrook?un ani ölümü ve oğlu zayıf bünyeli ve sanatçı ruhlu Hanno?nun bayrağı devralamayacak karakteriyle belirginleşir. Thomas?ın ölmesiyle aile de ölmüştür. Oyunun sonu. Fakat, bu noktadan sonra romanın ritmi değişir ve kendimizi Hanno?nun genç dünyasında buluruz. Hanno, artık Buddenbrook konseptini temsil etmeyen bir figürdür. Çöküşten sonrasıdır o, ölümden sonrasıdır. Defterdeki gerçeklikten hemen tümüyle başka bir zeminde yaşamaktadı r.

Unutulmaz 11. bölümle beraber, kendimizi gitgide daha çok Hanno?nun dünyasına çekilmiş buluruz. Hanno, Buddenbrooklar ile Buddenbrooklar sonrası arasında bir arayerde gibidir, yaşadıkları hep sonrasını temsil etse de Buddenbrookların çöküşü onda da sürmektedir sanki, bir hızlı çöküş mirası almışcasına yaşar. Buddenbrook konseptinin unutuluşa terkedildiğ i, keyişi bir Pazar akşamı çok sevdiği gibi tiyatroya gitmiş olan Hanno ertesi gün okula geldiğinde hiçbir dersine çalışmamış, sözlüye kaldırılmaktan ölesiye korkan bir öğrencidir. Mann, bu bir tek eğitim gününü oldukça detaylı verir ve orada hem eğitimin bir parçasına dönüşmüş kolektif amnezi örneklenir, hem de konsensusa dayanan otorite inşası ve otoriteye bağımlı değerler oluşturma yaşatı lır. Sınıftayız, Hanno ve arkadaşlarıyla beraber. Öğretmenler mutlaka sözlü yapıyorlar ve ödev verilen metinlerin ezberlenip ezberlenmediğ i çok kritik bir nokta. Öğrenciler herşeye kolektif reaksiyon gösteriyorlar ve kendi kendilerini öğretmenin perspektifiyle uyum içinde olacak şekilde manipüle ediyorlar.

İlk önce öğrencilerin ne denli kolaylıkla öğretmeni cevaplarıyla tatmin etmeyi başaramayan bir arkadaşlarından nefret edebildiklerini görüyoruz. Öğretmenin gazabını çekene öğrenciler de kin duyarlar. Gerçekte, çoğu aynı durumdadır, birkaç ?inek? dışında öğretmenin beklentisini karşılayacak çalışmayı yapmış kimse yoktur aralarında. Ancak arkadaşlarından daha kötü durumda olmayan başarısız Luders yenilgiyle yerine oturduğu anda ?bütün sınıf ondan nefret eder?. Sonra, çarpıcı bir durum sessizce gerçekleşir. Öğrencilerden biri hile yapar, hocayı kandırır. Ezberlemiş olması gereken bir parçayı ezberlemiş gibi yapar, ileriye bakıyormuşcasına bir tavır takınır, ama aslında gizlice, açık bir kitaptan okumaktadır. O yüzden sınıfta dolaşan öğretmen yaklaşınca duraksar, hoca uzaklaşınca aynı düzene dönüp kaldığı yerden devam eder. Öğretmenleri Doktor Mantelstack yerine geçer yeniden ve kopya çeken öğrenci Timm ezberlemiş gibi yapmayı sürdürür. Sonuçta, Mantelstack durumu çakmaz ve kandırmaca işe yarar. Timm?in gayet iyi çalışmış olduğuna ikna olan hocası ona yüksek bir not verir. Mükemmel okuyamadıysa da büyük çaba gösterdiğini belirtir. Kutlar. Fakat asıl tuhafı, o anda yalnızca öğretmen değil, hilenin farkında olmalarına karşın bütün arkadaşları ve Timm?in kendisi de Timm?in iyi bir notu hak ettiğine inanmış bulunurlar. Hanno?nun içinden yükselen bir ses buna karşı gelse de o da bu cendereden çıkamaz. Herkes gibi Timm?in gerçekten başarılı ve kutlanmaya layık olduğuna inanır. Hani kopya çekmekteki ustalığı ve acarlığına duyulan haylaz bir hayranlı k değildir bu üstelik, tersine, tam da öğretmenin perspektifinden nasıl görünüyorsa Timm?i öyle görmeyi benimseyen bir hayranlı ktır. Sonra bir başka öğrenci, Mumme ayağa kaldırılır. Mumme kopya çekemez ve çalışmamış bir öğrenci görüntüsü çizer. Tüm sınıf ondan nefret eder. Hanno, bir tiksinti, bulantı duyar, boğazına birşey takılır. Olup bitenleri müthiş bir açıklıkla görmektedir. Sonra sıra Hanno?ya gelir, hoca Hanno?yu kaldırır derse. Hanno, Timm?in ekolünden gider. Gizlice açık bir kitaptan okur ve üstelik hocayı kandırabilmek için ezberinden kusurlu okuyormuş süsü verir kendine. Mantelstack bunu da yutar. ?Öğrenmişsin ama çok ruhsuz okudun, gene de emeğinin karşılığında kötü bir not vermeyeceğim,? der ve iyi bir not verir Hanno?ya. Hanno yerine oturduğunda Mantelstack?ın övgü sözlerinin etkisinden kurtulamaz. Bundan pek ?duygulanmı ştır?. Biraz yeteneksiz de olsa çalışkan bir öğrenci olduğuna ve işin içinden yüzünün akıyla sıyrıldığına şu anda pek inanmaktadır. Üstelik bütün sınıf arkadaşlarının da böyle düşündüğüne inanmaktadır. Hanno?nunki bir katlanmı ş inanmadır. Daha önce durumu farkedip bundan tiksinti duymuş olmasına karşın kendi başına gelince gene aynı bakışa kapılır. Yine bir tiksinti duyar, olup bitenleri yeniden düşünemeyecek kadar bitkindir. Sapsarı bir yüzle ve titreyerek gözlerini kapar, her yanı uyuşuyormuş gibidir…

Kitabın Künyesi
Buddenbrooklar / Bir Ailenin Çöküşü
( Buddenbrooks, ver fall einer familie )
Thomas Mann
Can Yayınları
Çeviren: Kasım Eğit, Yadigar Eğit
Baskı Tarihi: 2006
666 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir