Dostoyevski, Suç ve Ceza’da insanları, sıradanlar ve dehalar olarak ikiye ayırırken, dehanın suçla olan ilişkisinin de altını çizip geçiyordu. Öyle ki topluma söyleyecek yeni şeyleri olanların, yeni bir düzen vaat eden bu yasa koyucu dehaların hepsinin, doğası gereği az ya da çok suçlu olduklarını savunuyordu. Dostoyevski’nin yürüttüğü bu tartışma bizi tam da dehanın etiği sorununa yöneltir ki bu da en önce dehanın ve dâhinin tanımını gereksinir. Darrin M. McMahon, dehanın tarihi olarak da okunabilecek İlahi Gazap’ta bir yandan deha kavramının epistemolojisine yönelirken bir yandan da dehanın etiğini, kült ve dinsel olanın dolayımından kalkarak çözümlüyor.
Dehanın tarihi: Sokrates’ten Einstein’a
Sözcüğün ilk defa Plautus tarafından iki bin yıl önce kullanıldığını söylüyor McMahon (s. 17). Latincesi genius olan bu sözcüğe yüklenen anlam kuşkusuz bugün kullandığımız anlama işaret etmiyordu.
Sözcüğün etimolojisinde dikkat edilmesi gereken nokta, genius sözcüğünde gizli. Deha, ister iyicil olsun ister kötücül, onu tanımlayan en önemli etmenlerden biri dâhinin yaratıcı vasfıdır. Çiğdem Dürüşken, Antikçağ Felsefesi kitabında, gamma harfinden türeyen sözcüklerde üreme, doğurma eyleminin bulunduğunu belirtir. Demek ki genius da bu yaratıcı kuvvetten payına düşeni alıyor. Giampiero Moretti, Deha’da, genius’un kökenindeki doğurmak, yaratmak anlamlarını sayar; McMahon da var etmek, babası olmak fiillerine dayandığını söyler (s. 61). Böylece sözcük, etimolojisinde saklı yaratma fiiliyle deha prototipini belirlemeye başlıyor. Salt sanatsal/estetik yaratıcılıkla çevrelemiyor da kavramı. Askeri, siyasi dehalardan, bilim, sanat dâhilerine hatta günümüzde anlam alanı yerinden edilerek kullanılmasıyla star kavramıyla bütünleşmesine değin uzanan bir çizgi.
McMahon, dehanın tarihini Sokrates’le başlatır. Oysa on sekizinci yüzyıldan önce bugün anladığımız anlamda dâhinin söz konusu olmadığını yazar. Bir çelişki değildir bu. Dehanın anlam alanı dönüştüğü gibi dâhi de kült ve kutsal olan niteliklerini arkada bırakıp bireyin özünde olan kavramlarla açıklanmaya başlanmıştır. Antikite dehayı dışsal güçlerle, daemonic imgelerle çevrelerken, Hıristiyanlık onu bu güçlerin muadili olan melek, şeytan gibi varlıklara mal etmiş, nihayetinde rasyonalizm ve aydınlanma deneyimlerinden geçerek tanımlanan modern deha ise us, zekâ gibi insana içkin verilerle açıklanmıştır. Bu çizgide McMahon’ın dehanın tarihini Sokrates’le başlatmasına şaşırmamalı. Zira Sokrates kendisini daima doğruya yönlendiren bir içre varlıktan, bir iç sesten söz etmekteydi: Daemon. McMahon’da buradan yakalıyor Sokrates’in dehasını. Ben ek olarak, onun, bilgiyi açığa çıkarma yönteminin de deha kavramıyla bağıntılı olduğunu ileri süreceğim. Zira Sokrates’te bilgi her insanın içinde mevcuttur. Bu bilgiyi açığa çıkarmak da maieutike yani doğurtma/ebelik sanatıdır. Sokrates’in dehasının, etimolojik doğurmak, ortaya çıkarmak fiilleriyle bu noktada da buluştuğunu düşünüyorum.
Sokrates’le başlattığı dehanın tarihini Einstein ile sonlandırır McMahon; ancak dehanın sonu türünden kesin bir yargı değildir bu. Oysa Moretti, Hegel’in ve idealist felsefenin kıvrımlarından geçen dehanın Kierkegaard, Schopenhauer ve Nietzsche elinde sönüp gittiğini yazmakta; “Nietzsche’den sonra dehadan bahsetmek her türden geleneksel ‘deha metafiziği’nden farklı bir şeyden bahsetmek anlamına gelir” demektedir. McMahon’ın yaptığı ayrım tam da budur. Modern dehayı kırılma noktası olarak belirleyen McMahon böylelikle dehanın pagan ve Hıristiyan dönemlerdeki dışsal konumlanmasının parçalandığını ve seküler bir tanıma büründüğünü savunur.
Kötücül deha: Dâhinin daemonic güçleri
Kan, deha denilen toprağın gübresiydi / Joseph de Maistre.
Dehanın, mevcut olanı yeni ve iyi bir ülkü uğruna yıkması onun iyicil yanı. Oysa Janus başı gibi çift yüzlü olan dehanın diğer yüzü tüm şiddetiyle şeytani olana bakmaktadır. Yunan ve Roma düşüncesinde de insanı olağanüstü kılan tüm güçlerin, şeytani kuvvetler olarak nitelendirildiğine çok yerde değiniliyor. Modern öncesi deha tanımlarının tanrısal/dinsel bir ton taşıdığı muhakkak. Bu noktada kötücül deha da şeytani güçler tarafından ele geçirilmiş bir tanıma doğru evrilirken, McMahon erkenden bunun önünü keser ve “Kötücül dâhi de geçmişten gelen derin kökleriyle modern bir figürdür” der (s. 32).
Dehanın erdemden uzaklaştığı ve yıkıcı eylemini kötücül olanın hizmetine sunduğu aşamada dâhinin delilik ile olan ilişkisi su yüzüne çıkıyor. Kuşkusuz bu ilişkinin, sonucunda mutlak anlamda eylemin vahşetini dayattığını söyleyemeyiz. Başka bir deyişle delilik ve dâhiliğin izdivacı dolaysız anlamda kötüyü doğurmaz. Her kötücül deha içinde psikopatolojik bir delilik barındırmayacağı gibi her delilik yönü bulunan dâhi de kötüye eğilimli değildir.
Delilik ve dâhilik: Aklın iki yakasında
Biraz çılgınlığı olmayan hiçbir büyük deha yoktur / Seneca.
İki normdışı kavram olarak delilik ve deha sık sık birbiriyle ilişkilendirilmiş, çılgınlığın içinde dâhiyanelik, dehanın içinde de akıldışılık aranagelmiştir. Michel Foucault, Entelektüelin Siyasi İşlevi’nde, “On sekizinci yüzyıldan sonra deha, her zaman deliliğe bağlanabilir” diyor. McMahon ise deha ve delilik arasındaki ilişkinin antik dönemlere kadar uzandığını ve akıl hastalığı ile akıl üstünlüğü arasındaki bağlantıyı dramatikleştiren romantikler tarafından diriltildiğini yazıyor (s. 274).
Dâhi için akli dengesizlik yazgı kertesindedir. Bundandır, McMahon, “deha lütuf olduğu kadar bir lanetti de” demekten kendini alamaz.
Deha kavramını ve dâhi kişiliği, burada kısıtlıca değinilenlerin çevreninde değil, geniş kapsamlı bir bakışla ele alıyor McMahon. Dehanın delilik ve kötücül olanla ilişkisi meselenin sadece iki katmanı. Dehanın dinlerle olan bağıntısından, toplumsal cinsiyet sahasında değerlendirilebilecek dehanın cinsiyetine; dâhinin incelenmesi üzerine yapılan genetik çalışmalardan, dehanın ne’liğine dair yürütülen psikolojik araştırmalara değin nitelikli bir deha soykütüğü sunuyor İlahi Gazap.
HAKAN İSMAİL ŞİRİNER
15.05.2015 http://kitap.radikal.com.tr/
İLAHİ GAZAP
Darrin M. McMahon
Çeviren : Arlet İncidüze
Ayrıntı Yayınları
2015, 400 sayfa,