Destur Ya Sefalet – Fahri Erdinç

Sabahattin Ali?nin isteklendirmesi ile öyküye yönelen ve ilk öykülerini onun gözetiminde yazan, dönemin ustalarınca alkışlanan, Varlık dergisince düzenlenen ve Orhan Kemal?in birinci olduğu yarışmada ikinci olan bir öykücü Fahri Erdinç. ?Öykücülüğümüzde bir aşama olmaya aday? olarak karşılanan bir yetenek. 1945 yılında başlayan bu öykücülük serüveni 1949?da Erdinç?in Türkiye?den kaçmak zorunda kalışıyla kesintiye uğradı. Bu kitap, yazarın 1945-49 yılları arasında, Türkiye?den ayrılmadan önce yazdığı öykülerini kapsıyor. Çoğu eski dergi sayfalarında kalmış bu öyküler, edebiyat araştırmacısı Mehmet Ergün?ün titiz çalışmasıyla bir araya getirilip yayına hazırlandı. Okuyuculara emek duyarlıklı, sıcak, geleneksel öykünün tadını duyumsatacak usta işi örnekler.

Destur Ya Safalet ya da Fahri Erdinç?in Öykücülüğünün ?Türkiye Dönemi? / Mehmet Ergün
Fahri Erdinç, 1949 Eylül?ünün ilk günlerinde, iki arkadaşıyla (Ziya Yamaç ve Tuğrul Deliorman) Bulgaristan?a kaçtığında, yazın dünyasında adı bilinen bir öykücüydü. Çıkışı, o günlerin önde
gelen öykücülerince (F. Celâlettin, İlhan Tarus) coşkuyla karşılanmış; kitaplaşmamış olmalarına karşın öyküleri ve öykücülüğü yazı ve inceleme konusu yapılmıştı. Varlık Yayınevi?nin okurları
arasında düzenlediği en beğenilen öykü(cü) yarışmasında, Orhan Kemal?in ardından, ikinci olmuştu. Kalem ve yol arkadaşları ise Memduh Şevket Esendal gibi bir öykü ustası; İlhan Tarus, Bekir Sıtkı Kunt, Umran Nazif Yiğiter gibi çoktan oluşturdukları yataklarında artan debiyle akan ustalar; Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz, Orhan Kemal, Oktay Akbal gibi yatağını oluşturmuşlar; Kemal Bekir Manav, Haldun Taner, Zeyyat Selimoğlu, Muzaff er Hacıhasanoğlu gibi yataklarını oluşturmakta önemli adımlar atanlar; şiirde ünlenmiş olmalarına karşın öykünün çağrısına kulaklarını tıkayamayan Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Ceyhun Atuf Kansu? gibi adlardı. Ama siyasal sığınıklığı seçmesiyle birlikte unutturulacaklar dizelgesine onun da kaydı düşüldü. Gereği de yerine getirildi. Öykümüzün ve öykücülüğümüzün serüvenine ilişkin yazılarda, değil ürünlerinin niteliğinden söz etmek, çokluk, adına bile yer verilmedi.

Fahri Erdinç?in öykücülüğünün ?Türkiye dönemi?ne ilişkin ilk yazı, Yeni Adımlar?ın Eylül 1973 tarihli 9. sayısında yayımlanan (s.32?38) Mehmet Ergün imzalı ?Fahri Erdinç?in İlk Hikâyeleri?
başlıklı incelemedir.* Onu, Türkiye Deft eri?nin Mart 1975 tarihli 17. sayısında yayımlanan (s.402?413) Naci Çelik imzalı ?Zorlu Göçmen Fahri Erdinç? başlıklı inceleme izledi.** Ama iki yazar da, Erdinç?in geride bıraktığı öykülerin tümü üzerinde değil, saptayabildikleri öyküleri üzerinde söz aldılar. O nedenle de Fahri Erdinç?in öykücülüğünün ?Türkiye dönemi?ne ışık tutmakla birlikte serüvenin bütününü, bütününü değilse bile bütüne yakın bir görünümünü veremediler. M. Hasan Göksu?nun (Tarık Dursun K.) hazırladığı ve 1976?da Koza Yayınları?nca yayımlanan Türkiye Hikâyeleri*** ise, Erdinç?in geride bıraktığı öykülerin yeniden dolaşıma girmesi açısından son derece olumlu bir girişim olmakla birlikte, adının ağırlığını taşıyacak nitelikte bir derleme değildi.
Söz konusu kitap, adı Türkiye Hikâyeleri olmasına karşın, Fahri Erdinç?in öykücülüğünün ?Türkiye dönemi? verimlerinin çok azını içeriyordu çünkü. Kitap, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi?nce düzenlenen
?Fahri Erdinç Sayısı?nda (S: 8, Mart 1948) yer alan dokuz öyküye aynı dönemde yayımlanan üç öyküsünün eklenmesi ile oluşturulmuştu. Hiç değilse yazın sözlüklerinde belirtilen dergilerdeki öykülerin gün ışığına çıkarılması umulurken, derlemede, Mehmet Ergün?le Naci Çelik?in sözünü ettiği öykülere bile yer verilmemişti. Üstelik kitaptaki ?Fahri Erdinç Üzerine? başlıklı ön yazı, adı anılmadan ve yalnızca yayınlandığı yerin belirtilmesi ile yetinilerek, Çelik?in incelenmesinden yapılmış geniş bir aktarımdı.
Yazının aktarılmayan bölümlerinde ise Çelik, saptayabildiği öykülerinin dökümünü yapıyordu Erdinç?in. Yetinmiyor, bu öykülerin bazılarını ele alıp değerlendiriyordu da.

* Mehmet Ergün, ?Fahri Erdinç?in İlk Hikâyeleri?, Yeni Adımlar, S: 9, (Eylül 1973), s.32?38.
** Naci Çelik, ?Zorlu Göçmen: Fahri Erdinç, Türkiye Deft eri, S: 17, (Mart 1975), s.402?413.
*** Fahri Erdinç, Türkiye Hikâyeleri, Baskıya hazırlayan: M. Hasan Göksu (Tarık Dursun K.), İstanbul Ekim 1976, Koza Yayınları, 127 s.

Ama ne incelemesinin o bölümleri aktarımda yer alıyordu; ne de sözünü ettiği öykülere derlemede yer veriliyordu.
İlerleyen yıllarda, belirttiğim eksiklikleri gidererek Erdinç?in öykücülük serüveninin ?Türkiye dönemi?ne ilişkin fotoğrafı seçikleştirmeyi amaçlayan herhangi bir adım atılmadı. Yalnız 2002?de Tarık Dursun K.?nın ?bu kez imzasını ?Derleyip Düzenleyen? olarak açıkça koyduğu ve Erdinç?in on altı öyküsünü içeren? Öyküler* adlı derlemesi yayımlandı. Türkiye Hikâyeleri?nin yeni basımı olarak tasarlandığı 135. sayfasındaki ?Son? notundan anlaşılan kitaba, notun ardından, Erdinç?in Bulgaristan?da yazdığı belirtilen ?Foto?Haber Hikâyeleri?nden dördü eklendi. Eklenmesine eklendi ama, 1948 tarihli ?Resmigeçit? adlı öykü, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi?nin Haziran?Temmuz 1948 tarihli 11?12. sayısında ve dolayısıyla da Türkiye?de yayımlanmıştı. Bu yüzden de Türkiye Hikâyeleri?nden, yazanının adının yanı sıra yayımlandığı yer de çıkartılarak Öyküler?e olduğu gibi aktarılan ?Fahri Erdinç Üzerine? başlıklı ön yazıya eklenen ?Erdinç?in ?Foto?Haber? Hikâyeleri? başlıklı bölümde söylenenler, ister istemez, boşlukta duruyordu. Öte yandan Tarık Dursun K., Kurdakul?un Şairler ve Yazarlar Sözlüğü?nde Erdinç?in öykülerinin yayımlandığı dergiler arasında saydığı Adım Adım?ın** adını, bu kez, Adımlar olarak veriyordu. Behice Boran ile Muzaff er Şerif Başoğlu?nca 1943?1944 yıllarında çıkarılan Adımlar?da (Mayıs 1943?Mart 1944, 11 Sayı) Erdinç?in öyküsünün yayımlandığını belirtmekle hem ?Erdinç?in Türkiye?deki hikâye serüveni, üç yıl gibi az bir dönemde gelişir.
1947?49 yıllarında (?) yazar.? sözleri ile çelişkiye düşüyor ve hem de Erdinç?in ?öykücülük serüveni?nin başlangıç tarihini, yanlış olarak kuşkusuz, oldukça geriye çekiyordu. Nitekim Adımlar?da öyküsü yayımlananlar arasında Erdinç?in adı yer almıyor!

* Fahri Erdinç, Öyküler, Derleyip Düzenleyen: Tarık Dursun K., Ankara 2002, Kültür Bakanlığı, 186 s.
** ?Adım Adım?ın ?künye bilgileri? şöyle: 15 günlük Siyasî, fikir, aktüalite dergisi / Sahibi: Sacit Gürsü, Neşriyat Md. Oğuz Engin / Adres P. K. 17 İzmir ? Yıllık abonesi 700 kr. / AHENK Basımevinde Basılmıştır.

Erdinç?in öykücülük serüveninin ?Türkiye dönemi?ne ilişkin yapılanların görünümü böyle. Yeterli olduklarını söylemek güç. Erdinç?in öykücülüğümüzdeki yerini ve önemini belirleyen, bu dönemde okura sunduğu ürünleri oysa. Nedenlerini, dolaylı yoldan, kendisi de dile getiriyor. Öykücülük serüveninin ?Bulgaristan dönemi? örneklerini içeren Diriler Mezarlığı?na yazdığı Haziran 1963 tarihli ?Yazarın Sözü? başlıklı ön yazıda, şöyle yazıyor:
? herhalde soran çoktur: Bu kadar zamandır yurdunun dışında olan bir sanatçı, halkının değişik yığın ve katlarının günlük ve genel sorunları üstüne, sanki olayların içindeymiş gibi, ya da öyle olduğunu zannederek yazmağa devam edebilir mi? Onun izlenimleri eskimemiş midir? Toplumda değişen koşulları, gelişmeleri izleyemedikçe, bunlara tanık olmadıkça, gerçeğe en yaklaşık yapıtlar ortaya koymak olacak iş mi?.. Böyle düşünenler haksız da sayılmaz.
Yurdun uzağından, onun içindeymiş gibi, konu edindiğim olaylara tanık olmuşum gibi yazabilmek gerçekten zor iş. Ama ben bu ?gibi?nin gölgesine sığınmak istemiyorum. O halde, çoğu hikâyelerim gibi, bu kitapta sunduklarımı da nasıl yazabildim?*

Ön yazının bundan sonrası, söz konusu soruyu yanıtlama ve ?foto?haber? nitelemesini / adını uygun gördüğü öykülerini temellendirme çabası. Üzerinde durmak, bu yazıda amaçlananın sınırlarını zorlamak olur. Konumuz açısından önemli olan da bu değil zaten; o soruyu sorma gereksinimi duymasına yol açan etmenler. Onlar, Erdinç?in öykücülüğümüzdeki yerini ve önemini belirleyenin neden öykücülük serüveninin ?Türkiye dönemi? ürünleri olduğunun gerekçesi ve açıklamasıdır.
Destur Ya Sefalet, Fahri Erdinç?in öykücülüğünün ?Türkiye dönemi?ni olabildiğince eksiksiz biçimde yansıtma amacı ve çabasının ürünü. ?Olabildiğince?, çünkü ülkemizde eksiksiz bir derlemenin en az koşulları henüz oluşmuş değil. İzi sürülen, ?muhalif? bir kişi ise, bu işin üstesinden gelmek çok daha güç. Böyle bir kişinin verimlerinin yer aldığı yayın organlarını saptamak da, onlara erişmek de hâlâ aşılması kolay olmayan ciddi bir sorun.

* Fahri Erdinç, Diriler Mezarlığı, İstanbul 1969, Hür Yayınevi, s. 5.

Dolayısıyla da yapılacak derlemeler için kullanılabilecek en iddialı niteleme, ?ola-bildiğince eksiksiz?tir. Her an en umulmadık yayın organlarında beklenmedik sürprizlerle karşılaşmak olası çünkü. Benzer durum bu çalışma için de geçerli. Erdinç?in Kalkın Nâzım?a Gidelim?de sözünü
ettiği bir öyküsüne ulaşılamadı örneğin: ?? Bu kez lâfı hoca (Abdülbaki Gölpınarlı? M. E.) değiştirdi. ?Kızılbaş? adlı bir yeni öyküm çıkmıştı henüz, onu eleştirdi. Uslu uslu dinledim.?* Dolayısıyla burada da eksiksizden çok, olabildiğince en az eksiksize erişmek amaçlanıyor. Bu amaç ve çabanın, Erdinç?in ?öykücülük serüveni?nin ?Türkiye dönemi?ne ilişkin eksikliklerin giderilmesinin yanı sıra bir de sonucu var: Yanlışların düzeltilmesi?
Perdeyi açabiliriz artık!

?SERÜVEN?İN BAŞLANGICI
Yazın sözlüklerinde verilen bilgilere bakılırsa Fahri Erdinç?in öykücülük serüveni 1947?de başlıyor. Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü?nde, şöyle yazıyor örneğin:
Önce şiirler yazdı, bir şiir kitabı çıkardı (Şen Olasın Halep Şehri, 1945), Ankara Radyosu?nda on kadar oyunu oynandı; 1947?den sonra Seçilmiş Hikâyeler ve başka dergilerde yayınlanan ve toplumcu gerçekçilik ilkesine bağlı hikâyeleriyle tanındı.**
Öte yandan Şükran Kurdakul?un Şairler ve Yazarlar Sözlüğü?nde söyledikleri de Necatigil?in söyledikleri ile örtüşüyor:
Türkiye?deyken edebiyata şiirle başlayan Erdinç, Seçilmiş Hikâyeler, Adım Adım, özellikle Şadırvan (1947?1949) dergilerinde yayımladığı öykülerle toplumsal gerçekçi bir sanatçı olarak tanınmıştı.***
Gelin görün ki Fahri Erdinç?in öykücülük serüveni, yazın sözlüklerinde belirtilen tarihten en az iki yıl önce, 1945?de başlıyor.

* Fahri Erdinç, Kalkın Nâzım?a Gidelim, İstanbul Eylül 2006, Yordam Kitap, s. 32.
** Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 11. B., İstanbul Ocak 1983, Varlık Yayınları, s. 145.
*** Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, 5. B., İstanbul 1989, İnkılâp Kitabevi, s. 239.

?En az? diyorum, çünkü Fahri Erdinç, anılarında, bundan da ileri bir tarihi, 1939?u imliyor. ?? Nâzım?ın şiirine doğru yürümemde asıl elimden tutan, dokuzuncu sınıft an öteye sıra arkadaşlığı ettiğimiz?* sözleriyle konumlandırdığı Ramazan Gökalp Arkın?la ilişkilerini anlatırken şöyle yazıyor:
? 1939?da Yedek Subay Okulu?ndayken, biraz harçlık arttırma kaygısıyle ona da başvurdum. Bana kendi dergisi için birkaç büyük öykü ısmarladı. Yazdım. Yayımladı. Yaşar Nabi?nin ?Varlık?ta ilk öykülerimize verdiği ücretin kat kat üstünde paralar ödedi.**
Buna göre Erdinç, ilk kez 1939?da, öğrencilik arkadaşı Ramazan Gökalp?in yayımladığı bir yayın organında çıkarıyor öykülerini okur karşısına. Ama Ramazan Gökalp Arkın, Arslan Kaynardağ?ca gerçekleştirilen ?nehir söyleşi?de, ?Yayımcılıkta ilk önemli atılımım 1944 yılında İstanbul?dadır. O yıl Bir Yayınevi?ni kurdum.? diyor.*** Buna göre tarihin Erdinç?in anımsadığı gibi 1939 değil, 1944 ya da 1944?ten sonra bir tarih olması gerekiyor.
Nitekim Ramazan Gökalp Arkın, o dönemdeki yayın etkinliklerini anlatırken, çıkardığı kitapların yanı sıra bir de dergiden söz ediyor: ?Ayrıca Şen Çocuk dergisini çıkarıyorduk.?**** Adı geçen dergininin, Şen Çocuk?un izi sürüldüğünde ise, karşımıza, Fahri Erdinç çıkıyor! Dergide yer alan öykülerinin ikisi, ?Simitçi? ve ?5 Kuruşluk Nazarlık?, anılarında belirttiği gibi ?büyük öykü?. Bu demektir ki yeri doğru, yılı yanlış anımsıyor Fahri Erdinç. Öykücülük serüveni 1939?da değil, 1945?in sonlarına doğru (14 Kasım 1945) başlıyor.
?Biraz da harçlık arttırma kaygısıyla? yazıp okul arkadaşı Ramazan Gökalp Arkın?ın dergisinde yayımlattığı öykülerin ardından yolunu Necip Fazıl Kısakürek?in ünlü Büyük Doğu?suna düşürdüğüne tanık oluyoruz Fahri Erdinç?in.

* Fahri Erdinç, Kalkın Nâzım?a Gidelim, İstanbul Eylül 2006, Yordam Kitap, s. 27.
** Agy, s. 29.
*** Arslan Kaynardağ, Eğitim ve Yayın Ramazan G. Arkın?la söyleşi, İstanbul 1985, Arkın Kitabevi, s. 58.
**** Agy, s. 58.

Anılan derginin 28Aralık 1945 tarihli 9. sayısında ?Telgırafçı? adlı öyküsü yayımlanıyor.
Onu, aynı derginin 8 Şubat 1946 tarihli 15. sayısında yayımlanan ?Dikiş? adlı öyküsü izliyor. 5 Temmuz 1946 tarihli 36. sayıda bir de röportajı ile karşılaşıyoruz Fahri Erdinç?in: ?Ankara?dan Notlar?. Eklemek gerekiyor: 1946 yılı boyunca, öykülerinin yanı sıra, onu aşkın şiiri yayımlanıyor Erdinç?in Büyük Doğu?da.
Görüldüğü gibi Erdinç?in ?öykücülük serüveni?nin başlangıcına ilişkin olarak yazın sözlüklerinde verilen bilgiler doğru değil.
Öte yandan Şükran Kurdakul?un Erdinç?in öykülerini yayımlattığı yayın organlarına ilişkin olarak söylediklerinde de eksikler ve yetersizlikler var. Şadırvan?da yayımlanan öykülerin, nicelikçe, ?özellikle? vurgusunu hak ettikleri söylenemez örneğin. Çünkü Şadırvan 1947?1949 yılları arasında çıkmıyor. İlk sayısının üzerindeki tarih, 1 Nisan 1949; 35. ve sonuncu sayısının üzerindeki tarih ise, 21 Eylül 1949.* Kurdakul?un şairliğinin özengenlik döneminde sayfalarında gözüktüğü Necip Fazıl Kısakürek?in Büyük Doğu?sunu anmaması ise önemli bir eksiklik.

ÖYKÜYE YÖNELİŞ
Öyküye yönelmesi ise bir rastlantı sonucu karşılaştığı Sabahattin Ali?nin özendirmesi ile oluyor. Özyaşamöyküsel romanı Acı Lokma?da, Ankara Konservatuarı Tiyatro Bölümü sınavında Carl Ebert?e dilmaçlık yapan ?sarı tel gözlüklü? üye ile elemeli dört günlük sınav bittikten sonra aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatıyor
Erdinç:
?Birkaç gündür bize orijinal hikâyeler anlattın,? dedi.
?Orijinal mi bilmem,? dedim. ?Ben sadece yaşadıklarımı, gördüklerimi, özentisiz, eksiksiz ve katkısız anlatmağa çalıştım.?
?Şunları biçimine getirip bir de yazsana.?
?Kalemim de dilim kadar dönseydi kolaydı.?
?Bir dene.?

* ?Şadırvan: 1949?1949, 35 sayı, edebiyat?fi kir dergisi, haft alık, İstanbul, Behçed Kemal Çağlar.?; M. Orhan Bayrak, Türkiye?de Gazeteler ve Dergiler (1831?1993), İstanbul Nisan 1994, Küll Yayınları, s. 128.

?Denedim. Tutmuyor. Herkes kaşık yapar ama, sapını Sabahattin
Ali gibi ortaya getirmek zor. Söz gelişi onun her hikâyesi bir ?Sulfata?.
Sonra??
?Tanır mısın onu??
?Kitaplarıyla. Kendisini görmedim.?
Dilmaç elimi kavrayıverdi:
?Benim S. Ali? dedi. Bundan sonra beraber yazarız. Ben konservatuar?da Profesör Ebert?in asistanıyım. Ankara?ya gelince, hemen beni ara.?*
Ankara Konservatuarı Tiyatro Bölümü?nde öğrenime başlayan Erdinç, yazdığı öyküleri Sabahattin Ali?ye okutup görüşlerini alıyor. Acı Lokma?da yazdıklarına bakılırsa sonuç pek de iç açıcı değildir:
? Tuttum, bir zamanlar tütün parasıyla aldığımız evi yıkanları yeren bir hikâye yazmayı denedim. Bitirince Sabahattin Ali?ye götürdüm.
?Şuna bakar mısın usta, biçimine getirebilmiş miyim??
Ertesi gün o da bir biçimine getirip kulağımı büktü:
?Konu kötü değil ama, sen ilerde tekrar yazmak üzere, bu hikâyeyi yırt.?
İkinci hikâyemi sundum. Saatçi Ali Efendinin fesi üstüne.
?Koy bunu yastığının altına da biraz yatsın, demlensin??
?Biraz dediğin ne kadar usta??
?Bir yıl.?
Hiç unutmam, üçüncü hikâyemi üç kere yazdırdı bana. Yine beğenmedi.
Bir de öğüt verdi:
?(?) Hikâyenin biçiminde istersen dülger gibi kaba çalış, ille özünde oymacılık yap, kuyumcu ol??
Ben kuyumcu olamadım ama, kısa zamanda hikâye yazıp yırtmanın bayağı ustası oldum. O yıl bana yalnız iki hikâye yırttırmadı.
Biri okul müdürümüz, biri de Prof. Ebert üstüne.**

* Fahri Erdinç, Acı Lokma, s. 218?219.
** Agy, s. 222.

Erdinç, ?Carl Ebert?e ilişkin öyküsü nedeniyle okuldan bir hafta uzaklaştırılma cezası alıyor. Ardından geçim sorununu gerekçe göstererek köy öğretmenliğine geri dönmek için Milli Eğitim
Bakanlığı?na baş vuruyor. Afyon?a atanıyor. Böylece Sabahattin Ali ile kurduğu usta?çırak ilişkisi de noktalanıyor.

KARŞILANIŞ
Evet Fahri Erdinç?in öykücülük serüveni 1945?te başlıyor. Yayımlanan ilk öyküleriyle de ?yazınsal ilgi?yi üzerinde topladığı; ?rüştünü ispatlamış? pek çok öykücüyü öyküleri üzerinde söz almaya zorladığı görülüyor. Öykücülüğümüzün önemli, ama önemiyle oranlanacak ölçüde üzerinde durulmamış adlarında F. Celâlettin, ?27 / 7 / 1948? tarihli Ulus?ta yayımlanan yazısında şöyle yazıyor örneğin:
?Devrek No.1? isimli hikâyeyi yazan Fahri Erdinç, cidden muvaffaktır.
Okuyucunun lâkaydisi başladığını hissettiği anlarda, bir dikkati çekiş kudreti var ki, bu istidat genç yazarın yarınını yarınlara götürecektir.*
?Öncü gerçekçiler? arasında yer alan ve dönemin önde gelen öykücülerinden biri olan İlhan Tarus ise, Varlık?ın Aralık 1948 tarihli sayısında yayımlanan yazısında şöyle diyor:
?İlk devresinde çok verimli olması gereken Fahri Erdinç, biraz ağır gitmekle beraber kendisinden beklenen görüş ve inanışı başarı ile yaşatıyor. ?Kırmızı Ampul? hikâyesiyle, Ankara?nın koskoca bir hâdiseler âlemi olan daireler ve evler çevresini yoklamış. Bize oradan dikkate değer ve tatlı bir manzara sunuyor. Kadın Odacı Sâfinaz, binlerce benzeri arasında bir mümessil, bir prototip?tir.
Erdinç?e daha çabuk, daha hızlı bir çalışma imkânı sağlamasını Cenabı Haktan dilerim.?**

* Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, C: II, S: 8, (Mart 1948), s. 79.
** Agy, s. 79.

Atlanmaması ve altı kalın kalın çizilmesi gereken çok daha ilginç bir nokta var burada: Henüz öyküleri kitaplaşmadan öykücülüğü inceleme konusu yapılıyor Fahri Erdinç?in!
Gerçekten de Şadırvan?ın 8 Nisan 1949 tarihli 2. sayısında Hikmet Dizdaroğlu?nun ?Fahri Erdinç ve Hikâyeciliği? başlıklı bir incelemesi yayımlanıyor. Agop Arad?ın çizdiği Fahri Erdinç deseni eşliğinde sunulan yazı şöyle bitiyor:
Henüz ilk eserini bile vermiyen Fahri Erdinç, hikâyeciliğimizde bir merhale olmaya namzettir.*
Fahri Erdinç için kullanılan niteleme önemli burada: ?Hikâyeciliğimizde bir merhale olmaya namzet.?
Fahri Erdinç?in öykücülük serüveninin ?Seçilmiş Hikâyeler? evresine ilişkin fotoğrafta, öykücülüğümüzün bir büyük ustasının, Memduh Şevket Esendal?ın da yer aldığı bilinince, bütün bunlar anlaşılmaz olmaktan çıkıyor aslında. Türkiye Deft eri?nde bir bölümü yayımlanan ?29 / Ocak / 1975? tarihli mektubunda şöyle yazıyor Fahri Erdinç:
Salim?in Seçilmiş Hikâyeler Dergisi?nin danışmanı, diyelim ki redaktörü, M. Ş. Esendal rahmetliydi o zaman. Biz tanışmadık. Ama benim hikâyemin de bulunduğu her sayıyı toparlarken, Salim?i uyarır, benden ötürü ?bu adama dikkat? dermiş. Benim gerçekçiliğimi derginin dozundan da ileri bulduğu için yaparmış bu uyarıyı.
Nitekim, ?Devrek No. 1886? başlıklı hikâyemi verdiğim zaman, hikâyenin kendisini beğenmiş ama, ?886?ya bir cızık çekerek, başlığı ?Devrek No. 1? olarak bırakmış. Ve eklemiş: ?Hikâyede söz konusu kamyona bu plâka numarasını boşuna koymamış olsa gerektir!
1886, işçi hareketi tarihinin Şikago?da yapılan başlangıç grevini simgeler. Böyle bırakırsak bir tatsızlık çıkabilir. İyisi, kırpalım, ha.
?Devrek No. 1? oluversin kamyonun numarası!..? ve öyle de oldu.**
Görüldüğü gibi Fahri Erdinç, Memduh Şevket Esendal gibi bir büyük öykü ustasından ?icazet alıyor? ve onun elinden ?peştamal kuşanıyor?. Arkası da geliyor.

* Hikmet Dizdaroğlu, ?Fahri Erdinç ve Hikâyeciliği?, Şadırvan, C: I, S: 2, (8 Nisan 1949), s. 7.
** Türkiye Deft eri, S: 17, (Mart ?75), s. 405.

İlkin Salim Şengil, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi?nin Mart 1948 tarihli 8. sayısını ona ayırıyor; bir ?Fahri Erdinç Sayısı? düzenliyor. Dokuz öyküsü ile öykücülük ve öykücülüğümüze ilişkin görüşlerini içeren bir yazısını, kendi imzasını taşıyan ?Fahri Erdinç?e Dair? başlıklı bir ön yazı ile okura sunuyor.
Aynı yıl Varlık Yayınevi?nin okurları arasında düzenlediği ve Orhan Kemal?in birinci olduğu en beğenilen öykü(cü) yarışmasında ?İstiridye Kabuğu? adlı öyküsüyle ikinci oluyor. Güvenenlerinin güvenlerini boşa çıkarmıyor yani Fahri Erdinç!

DÖNEM
Fahri Erdinç?in öykülerini ve dolayısıyla da öykücülüğünü kuşatabilmek için biçimlendiği ve soluduğu toplumsal ortamı bilmek gerekiyor. Öykülerinin konularını, ağırlık verdiği izlekleri, üzerinde durduğu sorunları değerlendirmenin de, onları ele alış biçimini nitelendirmenin de olmazsa olmazı budur!
Fahri Erdinç, 1917?de Akhisar?da doğuyor.
Saltanat kaldırıldığında (1922) beş;
Cumhuriyet ilân edildiğinde (1923) altı;
Hilâfet, Şeriye ve Evkaf Vekâleti, Şer?i mahkemelerle Şeyhülislâm makamı kaldırıldığında ve medreseler kapatıldığında (1924)  yedi;
Şeyh Sait İsyanı patladığı, Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlüğe girdiği, tarikatlar kapatılıp tüm faaliyetleri yasaklandığı, fesin yasaklanıp yerini şapkaya bıraktığı, Hicri ve Rumi takvimlerin yerine Milâdi takvimin benimsendiği yıl (1925) sekiz;
Erkekler ve kadınlara eşit yurttaşlık hakları tanıyan İsviçre Medenî Kanunu kabul edildiğinde (1926) dokuz;
Batı rakamlarının benimsenip Arap yazısından Lâtin yazısına geçildiğinde (1928) on bir;
Dünya İktisadî Bunalımı patladığında on iki (1929);
SCF deneyimi yaşandığında ve belediye seçimlerinde kadınlara siyasal haklar tanındığında (1930) on üç;
Genel seçimlerde kadınlara siyasal haklar tanındığında (1934) on yedi;
Programı değiştirilerek CHF daha otoriter bir yapıya dönüştürüldüğünde
ve haft alık tatil günü Cuma?dan Pazar?a alındığında (1935) on sekiz;
Balıkesir Necatibey İlköğretmen Okulu?nu bitirip köylerde öğretmenliğe başladığında (1936) on dokuz;
II. Dünya Savaşı çıktığında (1939) yirmi iki,
II. Dünya Savaşı bittiğinde (1945) yirmi sekiz;
Çok Partili Siyasal Rejime geçiş kararı alınıp DP kurulduğunda (1946) ve TSP ile TSEKP kapatıldığında yirmi dokuz (1946);
Oluşmaya başlayan iki kutuplu dünyada Türkiye tercihini ABD?den yana yaptığında ise yirmi dokuz?otuz yaşlarındadır (1946 ? 1947).
Görüldüğü gibi Fahri Erdinç Cumhuriyet?in ilk kuşağı içerisinde yer alıyor. Öğrenimine Cumhuriyet çocuğu olarak başlıyor.
Yukarıda sergilenenleri Cumhuriyet çocuğu, genci, delikanlısı? olarak karşılıyor, yaşıyor. Algılama biçimini kavrayabilmek için onları hangi toplumsal kesim içerisinde karşıladığını, yaşadığını bilmek gerekiyor.
Fahri Erdinç, bir yardımcı ilkokul öğretmeninin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Orta tabakanın alt kesiminden bir ailenin olanakları ile yaşama başlıyor. Seçilmiş Hikâyeler Dergisi?nin bir sayısını
?Fahri Erdinç Sayısı? olarak düzenleyen Salim Şengil, ?ilkokulu bitirinceye kadar olan safh ayı kendisi şöyle anlatır? dedikten sonra, Erdinç?in ağzından şu bilgileri aktarıyor:
Sokakta büyüdüm, toprak yedim? Çocukluğumun en tatlı uykularına, sıtma nöbetleriyle tütün tarlalarının zifiri karıştı?*
Küçük yaşta annesini yitiriyor. Bir an önce yaşama atılma sorunu ile yüz yüze gelince baba mesleğini, öğretmenliği seçiyor ve bu alanda eğitim alıyor. Ardından köy öğretmenliğine başlıyor. Değişik illerde köy öğretmenliği yapıyor.

* Salim Şengil, ?Fahri Erdinç?e Dair?, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, C: II, S: 8, (Mart 1948), s. 5.

Dökümü yapılan olguların insanların yaşamlarında ve dünyalarındaki yansılarını bu noktadan
izliyor. Emeğin karşılığını bulamamasını; savaş yıllarının karneli günlerinin sıkıntılarını; büyük çoğunlukça arpa ekmeğinin nimet sayıldığı günlerde istifçilik, karaborsacılık, vurgunculuk gibi yol ve yöntemlerle varsıllaşanların sürdürdükleri gösterişli yaşamları?
bir gözlemci olarak değil, etkilerini etinde?kemiğinde duyumsayan, kısacası ve tek sözcükle yaşayan biri olarak izliyor.
Burada bir adım daha atmak ve Fahri Erdinç?in ilk öykülerini yayımladığı günlerin Türkiye?sinin siyasal ve toplumsal durumuna biraz daha yakından bakmak gerekiyor.
Fahri Erdinç?in ilk öykülerini yayımladığı günlerin Türkiye?si, II. Dünya Savaşı?nın dışında kalmayı başarmış olmasına karşın, giren ülkeler kadar yorgun, yıpranmış ve yoksullaşmış bir insan
dokusuyla barışı karşılamış bir ülkedir. Savaş yılları boyunca uygulanan ekonomi politikalarının yoksullaştırdığı geniş halk yığınlarının karşı kutbunda ise, türlü yol ve yöntemlerle (karaborsacılık, istifçilik, vurgunculuk) palazlanmış bir yeni zenginler kesimi yer alıyor. Bu kesimle Toprak Reformu?nun seslendirilmesinden ürken toprak ağaları iktidar arayışına giriyorlar. Türkiye?nin yönünü ABD?ye çevirmesi ile birlikte CHP içindeki ilerici kesim ilkin etkisizleştiriliyor, ardından da tasfiye ediliyor. Ama iş bununla kalmıyor. O uğraktaki temel tercihlere ayakbağı olabilecek her türlü eğilim sindiriliyor.
?Neye karşı? olduğunu çok iyi bilmesine karşın ?neden yana? olduğunu bilmeyen ve inandırıcı bulacağı ilk seçeneğin ardına takılmaya hazır halk yığınlarının durumundan ürkülüyor. O nedenle de temel tercihlere aykırı ve gizil halk muhalefetini arkasına takma olasılığı bulunan her türlü eğilime karşı inanılmaz bir baskı uygulanıyor. Bu baskı politikasından aslan payını da sosyalist sol alıyor. 4 Aralık 1945 Tan Olayı, Siyasal Partiler Yasası?nda yapılan değişiklikle kurulmasına olanak tanınan yasal sosyalist parti ve sendikaların kapatılması ve yöneticilerinin yasadışı örgüt kurma suçlaması ile tutuklanmaları; gidişi sorgulayan Hür, türevleri ile Marko Paşa ve Zincirli Hürriyet… gibi dergilerin yayın serüvenlerinin korkulu bir düşe dönüştürülmesi? Çerçeveyi tümlemek için küçük bir ayrıntıya değinmek istiyorum. Varlık Yayınevi?nce okurları arasında düzenlenen ve birinciliği Orhan Kemal?in kazandığı öykü yarışmasında Fahri Erdinç?in ?İstiridye Kabuğu? adlı öyküsü ile ikinciliği kazandığını belirtmiştim. Yarışma sonucunun açıklandığı sayıda şöyle bir haber yer alıyor:
Bütün gazetelere haft alarca birinci sahifelik havadis mevzuu olan Sabahattin Ali?nin ölümü, aynı zamanda bir sanat hadisesi olduğu pek az kimsenin aklına geldi. Sabahattin Ali, şu veya bu siyasi görüşe saplanmış olabilir, bu görüş memleket için zararlı da olabilir, ama bu keyfiyet, edebiyat tarihlerinde bile yer almış birinci sınıf bir edebiyatçı olduğu hakikatini değiştiremez.
Sabahattin Ali?nin hududu gizlice geçmek üzereyken öldürüldüğü haberi doğruysa yabancı bir memlekete, üstelik kızıl istibdadından münevverlerinin akın akın memleketimize sığındığı bir memlekete, hem de kötü maksatlarla geçmeye kalkışmakla hayatının en büyük günahını işlemiş ve bu günahı hayatıyla ödemiştir.
Fani varlığının ortadan kalkmasile ona bağlı bütün günahlarının kefaretini vermiş oluyor. Eseri bu hüviyetinden ayrı olarak yaşamaya devam edecektir. Herhalde bir sanatkârın bu hazin âkıbeti karşısında üzülmemek elden gelmiyor.*
Görüldüğü gibi Fahri Erdinç?in ?yazınsal başarı?sına ilişkin haber, beslendiği en önemli kaynağın kurutulduğuna ilişkin bir ?haber-yazı? ile Varlık?ın aynı sayısında buluşuyor. Bunun dünyasındaki yansılarının nasıl olacağını kestirmek güç olmasa gerek. Böyle bir toplumsal ortamda öykü yazmaya çalışıyor işte Fahri Erdinç.
Öykücülüğünün niteliğinin belirlenmesini sağlayacak olan da, öykülerinin konuları, ağırlık verdiği izlekler ve üzerinde durduğu sorunlarla bu toplumsal ortam arasındaki ilişkidir.

* ?Bir Sanat Hadisesi?, Varlık, Yıl:17, S: 343, (1 Şubat 1949), s.2.

İÇERİK
Bir öykücü olarak konumunu belirleyebilmek için, öncelikle, Fahri Erdinç?in yazdıkları ile biçimlendiği ve soluduğu toplumsal ortam arasındaki ilişkiye (ya da ilişkisizliğe) bakmak gerekiyor.
İlişkinin varlığı ya da yokluğu bir gösterge değeri taşıyor çünkü:
Erdinç?in toplumsal ortama karşı duyarlı olup olmadığının göstergesi…
Aynı zamanda özel olarak öyküye, genel olarak da edebiyata ne tür bir işlev yüklediğinin açığa çıkmasını sağlayacak bu. Ama yetinmemek, bir adım daha atmak gerekecek: İlişkinin niteliğini açığa çıkarmak!
?Okur?la ?öykü? arasına girmemek için Fahri Erdinç?in ışıldağını tuttuğu alanlarla oralarda yazılmaya değer bulduklarını ana çizgileri ile sergilemekle yetineceğim burada.
* Öykülerinin bir bölümünde ışıldağını, Cumhuriyet?le birlikte girişilen ve gündelik yaşamı yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan köktenci değişikliklerin insansal düzlemdeki yansıları üzerinde tutuyor Fahri Erdinç. Bunu yaparken ?olgu?nun siyasal arka planı ile toplumsal düzlemdeki izdüşümlerini de aydınlatmaya çalışıyor. Değişime ayak uydurma?değişime ayak uyduramama bağlamında konuya yaklaştığı bu öykülerinde, odak, değişime ayak uyduramayanların içerisine düştükleri ?dram?dır
(?Fes?, ?Kırmızı Ampul?).
* Öykülerinin bir bölümünde ışıldağını ?mahpushane gerçeği? üzerinde tutuyor Fahri Erdinç. ?Dağılın?, ?ağzını tıkayacağız? (?İstida?), ?Bas ulen, (?) dürzü,? ?Çok eşkime alırım ayağımın altına şimdi, yürü!? (?Devrek No. 1?)? gibi ?ıstılahlar?la örülü bir dille konuşan başgardiyan ve gardiyanlar; ?gülmeyi unutmuş yüz?lü, tutukluları ?köpeğe bakar gibi süz?en, ?avucunu surat(lar)ına bastırarak itiver?en (?Ayçiçeği?), yakınmaları ?omuz silker?ek karşılayan (?İstida?) müdürler; şikayetleri ?cigara paketinin arkasına yaz?makla yetinen savcılar? Bin bir eziyetle alabildikleri yetersiz ?günlük kömür istihkakları?nı ?eski kovadan, yarım gaz tenekesinden
yapılmış mangallar?da yakarak ısınmaya çalışan; ?çıranın karaborsası(nın) bir kıymığı sekiz sigaraya kadar yükseldi?ği; ?iki musluklu yıkanma yeri(nin), aynı zamanda, seksen sekiz adamın mutfağı ve banyosu? olduğu bir ortamda ayakta durmaya çalışan; ?gönül kandırmayan suların yazın kesilmesine, kışın donmasına alışmış?, ?topluluk içinden pirincin taşı niyetine miyop gözlerle
ayıklanmış? insanlar (?Devrek No. 1?) ve onların mahpushane algısı: ?Çukura bat?ası ?Firavun?un icadı yer? (?İstida?); ?yıkıl?ası ?cehennemin ahırı?? Acı olan dönüp dolaşıp yine oraya gelmek zorunda olmaları: ?Bakarlar iş yok, ekmek yok, hiç olmazsa camiden pabuç çalarak gene dönerler içeri.?
Bütün bunlara karşın tutukevinin bir köşeceğinde ?özene bezene küçücük bir bahçe meydana getir?en; ?birkaç duvar sarmaşığı ile bir kök ayçiçeği tuttur?mayı başaran ve onları ?bahar? olarak algılayan (?Ayçiçeği?); ?her aramadan güç hal ile kurtarabildiği nafile bir bıçakla? iğne ile kuyu kazar gibi oğlu için yaptığı kamyonu ağzından ? burnundan kan gelen ince hastalıklı bir yazgıdaşının çay isteğini karşılamak amacıyla gözünü kırpmadan parçalayıp yakan (?Devrek No. 1?); ?boncuktan çantalar, hanım terlikleri öre(n), Mekke?ye Medine?ye ve Kerbelâ vak?asına dair çiğ boyalı resimler yap(an), kendi icadı olan bir hamurla heykeltıraşlığa? sıvanan (?İstida?)? tutuklular.
* Erdinç?in ışıldağını tuttuğu bir alan da emekli olmuş memurların sıkıntılı yaşamları (?Dikiş?, ?Resmigeçit?) ile türlü nedenlerle emekli edilmiş memurların içerisine düştükleri boşluktur (?Telgırafçı?, ?İstiridye Kabuğu?).
* Öykülerinin bir bölümünde, ışıldağını, okuduğu kitaplarda anlatılanların bile tasasına düşecek ölçüde (?Yalan?) sorunlara duyarlı, ancak onların nasıl değiştirileceğine ilişkin herhangi bir görüşü olmayan ve çözümü düşlere sığınmakta bulan; bir sokak yosmasının ilgisine değişik anlamlar yükleyecek ölçüde yaşam acemisi (?On Kâğıt?) ?okur yazar?ların ?kalabalık içindeki yalnızlığı?na (?Allah Yapısı?) tutuyor Erdinç.
* Öykülerinin bir bölümünde dibe vurmuş; yaşamlarını bedenlerini satarak (?On Kâğıt?), mezar soyarak (?Allah Yapısı?, dilenerek (?Rüşvet?) kazanmaya çalışanları, kendilerine ve çevrelerine bakışlarını da atlamadan, konu edinip anlatıyor.

* Öykülerinin bir bölümünde yoksulluk nedeniyle koşup oynayacak çağdaki çocukların ansızın büyümek zorunda kalmalarını (?Hamurkâr Süleyman?); işe koşulmalarını ve çocuk emeği sömürüsünü konu ediniyor (?Yeşil Banknot?, ?İmar?).
* Öykülerinin bir bölümünde yasaların soluğunu duyuramadığı kırsal kesimde ağa (?İğde Çiçekleri?) ve ?imam?ın (?İft ira?) toplumsal yaşamdaki belirleyici ağırlıklarını ele alıyor.
* Öykülerinin bir bölümünde ay sonunu getiremeyen, ?medarı maişet motoru?nu yüzde elli faizle borç para alarak yürütmeye çalışan küçük memurların dünyalarından kesitler sunuyor (?Resmigeçit?, ???, ?On Kâğıt?, ?Yalan?, ?Destur ya Sefalet?, ?Felek Yar Olmadı?).
* Öykülerinin bir bölümünde emekçilerin, yoksulların dünyalarından kesitler sunuyor (?Afili?, ?Resmigeçit?, ???, ?Rüşvet?).
* Öykülerinin bir bölümünde sağlık sektöründeki ticarileşmenin sonuçlarını; ?yatak sırasını beklerken öl?üp gitmeleri (?Allah Yapısı?), ilâç karaborsasını (?Uyku Hapı?), olanaksızlıklara sunulan sağlık hizmetlerinin yetersizliğini (?Dikiş?) ele alıyor.
* Doğrudan öykü konusu yapılmamasına karşın geçerken değinilen ve çizilen resmi tamamlayan izlekler de yer alıyor öykülerinde Fahri Erdinç?in: ?Besleme gerçeği? (?Dikiş?), ?ıslatıp ıslatıp döverek öldür?ülenler (?Allah Yapısı?), ?amele pazarları? (?Resmigeçit?), çocuğun cinsel sömürüsü (???, ?Resmigeçit?)? gibi.
Görüldüğü gibi Fahri Erdinç?in biçimlendiği ve soluduğu toplumsal ortamla öykülerinin içeriği arasında uyum var. Üstyapısal değişimlerin insanî düzlemdeki yansılarına; yasaların henüz giremediği kırsal kesimdeki ağa?hoca bağlaşıklığı ve baskısına; II. Dünya Savaşı yılları boyunca uygulanan ekonomi politikanın iyice yoksullaştırdığı geniş kesimlerin sıkıntılarına; istifçilik ve vurgunculuğun halk katmanlarının yaşamında yol açtığı yıkımlara; suçlu üreten toprakla cezalandırma yöntemleri arasındaki ters orantılı ilişkiye? dikkat çekiyor. Bu açıdan bakıldığında Fahri Erdinç?in, gerçekçilik kaygısı güden, gerçekçi bir öykücü olduğu görülüyor.

GERÇEKÇİLİĞİ
Biçimlendiği ve soluduğu ortamla ele aldığı konular, işlediği izlekler, kullandığı örgeler arasındaki uyumun dışında, Erdinç?in öykülerini gerçeklikten yola çıkarak oluşturduğunun bir de dolaysız göstergesi var: Öykülerinde anlattıklarının azımsanmayacak bir bölümüne özyaşamöyküsel romanı Acı Lokma?da da yer vermesi.
?Fes?teki ?ana izlek?le öykünün kahramanı Saatçi Ali Acı Lokma?nın değişik yerlerinde karşımıza çıkar (s. 98, 115?116, 119? 121, 130, 134, 167, 222). ?İftira?, Afyon?daki öğretmenlik serüveninin ironik bir anlatımıdır (s. 204?212). ?Komiser yutturacak sana.
Öksüre öksüre fıtık dikişini koparttığını yazmışsın adamcağızın gazeteye. Utanmıyor musun sen?? sözleriyle kendisine yüklenen karısına karşı ?Dikiş? öyküsünü şu sözlerle savunur: ?Ben ?Dikiş? hikâyesinde Komiserin öksürmesini değil, onun fıtığını çürük iplikle dikenleri yerdim.? (s. 231). ?1941?de Trakya?da yedek subaylık çilemi dolduruyordum.? (s. 225) sözleriyle anlattığı günlerden bir kesit, ?Evliya Çelebi İle Hasbıhal?de sergilenir. ?Yeşil Banknot?ta anlattığı tenekeci çıraklığı günleri Acı Lokma?da ayrıntılı olarak anlatılır (s. 124?125, 152?153). ?İmar? öyküsünde değinilip geçilen istimlâk olayı Acı Lokma?da ayrıntılı olarak verilir (s. 97?100). Aynı öyküde ağırlıklı bir yer tutan tütün işçiliği ise, Acı Lokma?nın da ağırlıklı bölümleri arasında yer alır. ?Hamurkâr Süleyman?, tıpkı ?İftira? gibi, başlı başına bir bölümdür Acı Lokma?da (s. 189?197).
Son görüşmelerinde babasının söyledikleri de bu ilişkiyi ortaya koyuyor: ?Kulaksız Mustafa?yı radyoda piyes yazan sen? Obalıyı kitaba yazan sen? Saatçinin fesini, Süleymanın hamur teknesini, Tellâl İsmail?in göbeğini, Belediye Reisinin ettiklerini gazeteye yazan sen?? (s. 252).
Öte yandan Mehmed Kemal, Acılı Kuşak?ın Fahri Erdinç?e ilişkin bölümünde bir olaydan söz ediyor.* Bu olay, az bir değişiklikle, ?Destur Ya Sefalet? adlı öyküde işleniyor.

* Mehmed Kemal, ?Keçiören?de Bir Puvantör?, Acılı Kuşak, Ankara Aralık 1967, Toplum Yayınevi, s. 43.

Benzer durum,kısa süreli tutukevi deneyiminin ürünlerinden biri olan ?Devrek No. 1? için de geçerli. Öykünün ana kişisi Zihni, orada karşılaştığı Zihni Anadol?dan esintiler taşır. Fahri Erdinç, Kalkın Nâzım?a Gidelim?de, şöyle yazıyor:
1947 Haziranında hapis yattım Ankara?da, Cebeci?de. Kule altına komünistleri koymuşlardı. Biri Zihni Anadol, biri Nihat Balyoz.
Üçüncüsü ?adını söylemesek de olur artık?, sınıf değilse bile, çizgi değiştirmiş.*
Fahri Erdinç, otuzlu yıllarının eşiğindeyken kaleme aldığı ve öykünün sorunları üzerinde çokça kafa yormuş birinin ürünü olduğu açıkça görülen ?Hikâyeciliğimiz? başlıklı yazısında şöyle diyor:
? kafa işçileri dediğimiz sanatkârlar, olayları aksettirmeğe, onları ömürlü bir hale getirmeğe çalışıyorlar. (?) bugünü bütün kıymet hükümleriyle yarına bildirmek, eli kalem tutanların ödevidir.
?Ölümsüz veya ömürlü sanat eserine? giden ?en kestirme yol?un gerçekçilik olduğunu vurguluyor:
Her yiğidin bir yoğurt yemesi, olacağı tabiidir. Fakat, eğer ağzımıza yüzümüze bulaştırmak istemiyorsak, yoğurdun mutlaka kaşıkla yenmesi lâzım geldiği de şüphesizdir. İşte bugünün sanatkâr çoğunluğu artık bu kaşıktan şaşmıyor, realist bir görüş ve metodla çalışıyor. Hele hikâyeci, yaratmak istediği şifayı, yahut da kısaca ?Kıssadan hisse?yi, bir eczacı hüneriyle komprime haline getirmek gayretinde? Eserini, reçetesiz bir müstahzar gibi, müşterek kaderimizle başı ağrıyana da ağrımayana da sunuyor.

Bu yazı, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi?nce düzenlenen ve dokuz öyküsünü içeren ?Fahri Erdinç Sayısı?nın bitiminde yer alıyor. Başka bir deyişle ?yapılacak olan?a ilişkin değil söyledikleri, ?yapılan?a ilişkin. Dolayısıyla da okur denetimine açık. ?Söylenen?le ?eylenen? ilişkisini tartma olanağına sahip çünkü okur. ?Gerçekçi görüş ve yöntemle? çalıştığını düşünüyor yani Erdinç.

* Fahri Erdinç, Kalkın Nâzım?a Gidelim, İstanbul Eylül 2006, Yordam Kitap, s. 37.

Burada asıl üzerinde durulması gereken Erdinç?in gerçekçiliğinin niteliğidir.
Konuya ilişkin görüşlerini şöyle dile getiriyor:
Birbirini bütünleyen, tabiat ve insan varlığı, dolana dolana öyle bir örgü ve nesiç (doku, dokuma) meydana getirmiş ki, bu bereketli malzeme sanatkâr için ?İcat? dediğimiz külfeti de ortadan kaldırmış.
İş, bu örgüden en güzel, en sağlam parçayı almaya veya bu parçaları birleştirerek eser diye ortaya koymaya kalıyor. Buradan da sanatkârın sunuşu ve şahsiyeti doğuyor.
Ekliyor ardından:
?. hikâyenin de, hayalden çok gerçekten kuvvet alması gereken insancı bir sanat çeşidi olduğuna inanmışız. Eserlerimizde ekseriya karamsar görünen hava, realiteye sadakatimize ve samimiyetimize bağışlanmalıdır. (?) Bu günün sanatkârı ?Kızılcık şerbeti? yalanına inanmıyor ve harabeleri güllük gülistanlık gösterme gayretine de sanat demiyor.
Erdinç?in gerçekçilik anlayışını nitelendirmek için sunduğu şu iki ipucunu dikkate almak ve değerlendirmek gerekiyor: ?? bugünü bütün kıymet hükümleriyle yarına bildirmek, eli kalem tutanların ödevidir. O halde bu ihbarı veresiye bir mektupla baştan savmak değil, kıymetli ve taahhütlü olarak postalamak lâzım.? ve ?Eserlerimizde ekseriya karamsar görünen hava, realiteye sadakatimize ve samimiyetimize bağışlanmalıdır.?*
Fahri Erdinç, ?sadakat?le, ?olan?ın ?olduğu gibi? (?bugünü bütün kıymet hükümleriyle yarına bildirmek?) sunulmasını amaçlıyor.
?Olan?ın güzelleştirilerek sunulmasına (??Kızılcık şerbeti? yalanı?) da; ?olması gereken? açısından zorlanarak (?ülküselleştirme?) sunulmasına da karşı çıkıyor. Ama ?olan?ı ?olması gereken?e
eriştirecek yollar üzerinde de durmuyor. Bu da, öykücülüğünün ?Türkiye dönemi?nde eleştirel gerçekçiliğin sınır boylarında konaklamasına yol açıyor. Altını çizdiği ve doğal karşılanması gerektiğini vurguladığı ?karamsarlık? da, ?realiteye sadakat? ve ?samimiyet?ten çok, buradan kaynaklanıyor.

* Fahri Erdinç, ?Hikâyeciliğimiz?, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, C: II, S: 8, (Mart 1948), s. 75?78.

Bununla birlikte Erdinç?in öykülerinin, bağışlanmayı dileyecek ölçüde ?karamsar? ve dolayısıyla da ?ışıktan yoksun? olmadıklarını belirtmek gerekiyor. Ayrımında olsun olmasın, öykülerinde, ?insanî değerler? ekseninde geliştirilmeye çalışılan bir seçenek var. ?Devrek No. 1?de, sıcak bir çay isteyen ?ince hastalıklı? yazgıdaşın isteğini karşılamak için özveride bulunan, mahpusların dili ile söyleyelim, bir ?bolçevik?tir. ?Ayçiçeği?nde ?zerdali çekirdeği? yutarak ?çakır keyif olan? Bekir, tutukevinin olanaksızlıklarla örülü, insanlık dışı yaşam koşullarında, ?birkaç duvar sarmaşığı ile bir kök ayçiçeği? yetiştirecek ve onları ?cehennemde (?) iki kök bahar? olarak niteleyecektir. ?İstida?da ?otuz yıllık mahkûm? Gâvur Osman, ?Boncuktan çantalar, hanım terlikleri örer, Mekke?ye Medine?ye ve Kerbelâ Vak?asına dair çiğ boyalı resimler yapar, nihayet kendi (?) icadı bir hamurla heykeltıraşlığa? bile sıvanır.
?Destur Ya Sefalet?te, bir liraları olan ?anlatıcı? ile arkadaşını ?elli kuruş borç yerine nüfus kâğıt(ların)ı? alarak götürmeyi kabul eden taksi şoförü, tanık olduğu dram karşısında, ?lira ile nüfus kâğıdı?nı geri verecektir.
En önemli gösterge ise, onca iç karartıcı olaya zaman zaman tanık, çokluk da yan olan ?anlatıcı?nın anlattıkları altında ezilmemesidir.
Gerçekten de Fahri Erdinç?in ?fukara çocuğu?, ?yumruk yemekten, yumruk atmaya fırsat bulama?dan büyüyen (?Yalan?), ?parasız mektebin imtihanını kazanamadığı için tenekeci çıraklığına ver?ilen (?Yeşil Bankont?), ?göçebe ömür?lü, ?epeyce yıprıyan yen?li (?Felek Yar Olmadı?), zaman zaman işsiz (?On Kâğıt?, ?Resmigeçit?), aylığını zamanında alamayan ve çok gerekli olduğu durumlarda bir lira borç verecek konumdaşı bulunmayan (?Destur Ya Sefalet?) bir memur, zaman zaman ?mefk ûreci ve hayalperest tarafı ile gerçekler arasında şaşkın? öğretmen (?İft ira?), ?ihtiyat zabiti? (Evliya Çelebi İle Hasbıhal?), ?arzuhalci? (?Telgırafçı?, ?Yazalım?), ?gurbette? ve çocuğundan uzak (?Yeşil Banknot?, ?Resmigeçit?), ?ağız tadıyla yaşıyama?yan (?Yalan?), ?âletin, makinenin tembelleştiremediği dupduru insan gücüne (?) hayran? (?Rejim?), ancak ?şehrin öyle selâmet üzere kenar semtlerinde? oturabilen (?Uyku Hapı?) ?anlatıcı?sı, anlattıklarının altında ezilmez; iyimserliğini korur: ?Aklıma insan ateşi, insan ruhu yüklü cemreler düştü bugün, şakaklarım zonkluyor. Tanrım şükürler olsun ki, kulağımla
kendi göğsümü dinleyerek yaşıyorum. Ve henüz anlayamadığım, çok tarafl ı cânım insanlar, ilk kadehi şerefinize içiyorum.? (?Resmigeçit?).

ÖYKÜCÜLÜĞÜ
Erdinç?in öykülerinin ortak bir özelliği var: Çok azı dışında, öykülenenler, bir ?anlatıcı? aracılığı ile dile getiriliyor. Ama bu ?anlatıcı?, yazarın anlatmak istediklerini seçip aktaran, ?kamera? gibi çalışan, varlık nedeni anlatıyı düzenlemek olan bir kişi değildir.
Başka bir deyişle Erdinç?in ?anlatıcı?sı gözlediklerini / tanık olduklarını aktarmakla yetinen; onların dışında, onlardan etkilenmeyen ya da etkileniyorsa bile nasıl etkilendiği gösterilmeyen bir kişi değildir. Tam karşıtı, olup bitenlerden etkilenen, etkilendiği kadar onları etkileyendir de. Dolayısıyla da Erdinç?in ?anlatıcı?sı yalnızca anlatan değil, aynı zamanda ?öykü kişileri?nden biridir de. Ancak bu ?anlatıcı? başkalarının yazgılarını kendi yazgısını aktarmakta araç olarak kullanan değil, yazgısını onlarınkinin içinde eritendir de. Erdinç?in öykücülüğünün ?Türkiye dönemi?nin
karakteristiği budur. ?Henüz ilk eserini bile verm?emiş olmasına karşın, ?hikâyeciliğimizde bir merhale olmaya namzet? olarak karşılanmasının gerisinde yatan en önemli neden de budur.
Erdinç?in anlatım tekniği konusunda kafa yorduğu; uygulanagelen tekniklerle ödeştiği anlaşılıyor. Sözünü ettiğim ?Hikâyeciliğimiz? başlıklı yazısında şunları söylüyor:
? hikâyecinin, mümkün mertebe hikâyesine gölge etmeden çalışması taraft arıyım. Hikâyelerinde kendisini aradan çekemeyen, hele her çizdiği karakterin içine saklanarak onların dilinden hep kendisi konuşan hikâyeci, sadece kendisi ile ilgili olanlara hitabedebilir.
Bir de hikâyesinin akışını ansızın durdurarak araya girenler, (?) spikerlik edenler var ki, onlar âdeta pişmiş aşa soğuk su katıyorlar. Bu sunuş hataları, her şeyden evvel işi tabiîlikten uzaklaştırıyor. Dahası var; bazıları da hikâyede fırsat düştükçe (?) bir şeyler öğretmek sevdasına düşüyorlar. Bence, bu iki barut sahipleri, eğer ortak meselelere giremiyorlarsa, kısaca hâtıratlarını yazıp aradan çekilseler, çok daha iyi olur.*
Fahri Erdinç, ?anlatıcı?sını konumu ile uyumlu, kitabîlikten uzak bir dille konuşturuyor. Gündelik dilin ?kalıp sözleri?nden geniş ölçüde yararlanılarak kurulan bu dil, öykülerine duyumsanabilir bir içtenlik ve sıcaklık katıyor. Bu ?dil?de ?adı batsın?, ?ahım şahım?, ?ayıp değil ya?, ?Allah?ın bildiğini kuldan saklayacak değiliz a??, ?lâf anlıyan beri gelsin?, ?kulak asma?, ?belâ geliyorum der mi?? gibi ?kalıp sözler? cirit atıyor. Öte yandan Fahri Erdinç, onlardan, kişilerini çizmekte bir olanak olarak da yararlanıyor. ?Muttalip?in kimsesizliği: ?kendi ipi kendi üstünde olarak yaşıyor.? (?İğde Çiçekleri?); Bekir?in yoksulluğu: ?Dünya yansa bir karış hasırı yoktu.? (Ayçiçeği?); Saatçi Ali Efendi amcanın inatçılığı: ?Nuh deyip de Peygamber demeyen soyundan, tükürdüğüne bir daha dil uzatmamış, dediği dedik bir adamdı.?
(?Fes?).
Eklemek gerekiyor: Fahri Erdinç?in kurduğu dil, yer yer, son derece özgün buluşlara yaslanıyor: ?Yeşil bir erik çiğniyormuşçasına buruşarak gülüyordu.? (?Fes?); ?bir alfabe çocuğunun
elinden çıkmış istifham (soru) işareti gibi eğri büğrü? (?Dikiş?); ?kuş kafası serpileyen kar? (?Allah Yapısı?); ?göz yuman közler? (?Devrek No. 1?); ?zihinlere yokuş gelecek uzun düşünceler? (?Allah Yapısı?); ?yumurtlayan tavuklara ibret bir sükût? (?İstida?)? ?İlk Aşk?: ?Burkuldum. Sanki ben çimendim de kırağı yağdı? Sanki ben ağaçtım, meyvelerimi dolu vurdu.. Ne olduysa oldu işte. Bu acının üzeri kolay kolay kül bağlamadı tabii; soğudukça kanadı, zaman geçtikçe koyulaştı.? (?Felek Yar Olmadı?).
?Çocukluk?: ?göğe merdivensiz tırmandığım zaman? (?Hamurkâr Süleyman?).
Öte yandan Fahri Erdinç?in biçem denemelerine giriştiğine de tanık oluyoruz. Bu kümeye giren öykülerinde, Osmanlı nesrinden

* Agy, s. 76?77.

ve söylence / masal dilinden yararlanmayı deniyor (?Evliya Çelebi İle Hasbıhal?, ?İğde Çiçekleri?).
Bütün bunlara bakıp da Fahri Erdinç?in yurdundan kaçmak zorunda kalmasına / bırakılmasına öykücülüğümüz açısından yazıklanmamak elde değil! Ama asıl yazıklanılması gereken, 60 yıl önce yazılmış olmalarına karşın tazeliklerini/diriliklerini hâlâ koruyan ve ?gündeş okuma sınavı?ndan yüz akıyla çıkacak nitelikteki bu öyküleri, salt ?okur?un değil, ?öyküye gönül verenler?in de beslenebilecekleri kaynaklar arasında yer almamasıdır. Destur Ya Sefalet?in bu boşluğu dolduracağına inanıyorum.
Aradan çekilmenin zamanıdır!

İçindekiler
Destur Ya Safalet ya da
Fahri Erdinç?in Öykücülüğünün
?Türkiye Dönemi?
Resmigeçit
Felek Yâr Olmadı
On Kâğıt
Yalan
Destur Ya Sefalet
İftira
İğde Çiçekleri
Rejim
Yeşil Banknot
?
Hamurkâr Süleyman
İmar
Rüşvet
Allah Yapısı
Fes
Kırmızı Ampul
Evliya Çelebi ile Hasbihal
Afili
İstiridye Kabuğu
Telgırafçı
Yazalım
Uğurlu Hüseyin Efendi
Mahallenin Alisi
Uyku Hapı
Dikiş
Ayçiçeği
İstida
Devrek No: 1
Simitçi
5 Kuruşluk Nazarlık

Destur Ya Sefalet / Fahri ERDİNÇ
Sayfa Sayısı: 224
Baskı: 1. Baskı, Mart 2009, İstanbul

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir