Nicedir denemesizlik almış başını gidiyor ülkemizde. Yazılmamasıyla ilgili değil üstelik bu gidiş. Denemenin ve denemecinin artık geri dönülüp bakılacak, bir izan, mizan ve değer olduğu kadar çıkış kaynağı olması gerektiği konusundaki edebi ittifak da dağılmış durumda. Dilin düşünce özgünlüğüyle üsluba durduğu, estetik endişenin zarif kılıç hamleleriyle cesurca ileri atıldığı, yazı ortamının sağlığı açısından ise oksijen derecesinde önemli bir gösterge sayıldığı tür oysa deneme.
Belki de bu denemesiz düşünmeler sebebiyle bu kadar derinliksiz, ağız kavgası ile gündelik geçiştirmeler arasında bocalayıp duruyoruz. En çok da edebiyatta.
Umberto Eco, Düşman Yaratmak’da tam olarak denemeyi dert edinmiş bir yazar kimliğiyle çıkmaz karşımıza. Kitapta yer alan yazılar baştan sona deneme de değil. Ne var ki, okudukça denemeyi düşünmemek, denemeye çıkmamak mümkün değil. Üstelik yer yer uzun yazılar bunlar. Romanlarını yazarken nasıl da kılı kırk yardığını,titizlikle çalıştığını, takıntılı ve ayrıntıcı olduğunu bilip gözlemlediğimiz Eco, bu kez, yazıyla, konferans ve denemelerle, güncelin içinden düşüncenin zirvelerine tırmanıyor, her zaman mizaha açık akıl yürütüşüyle de bize nefes alma imkânları sunuyor.
Eğildiği meseleler, çağdaş dünyanın kadim dünya ile yaşadığı gelgitlerle sürekli örülse bile, gerçekliğe bağlı kalmak gibi belirgin bir tutumu hep var. Romancı gibi konuşup yazıyor, gazeteciliğin, akademisyenlik ve kültür adamlığının kıyılarına yanaşsa bile, sözün gelip bağlandığı ilke, o, romancı oluyor.
Düşman inşa etmek, hatta icat meselesi bugünün dünyasında sadece, yerel şartlar, ekonomik çıkarlar, din ve sosyoloji ile tam açıklanamaz ona göre. “Düşman yoksa onu inşa etmek gereklidir”, çünkü; “düşman sahibi olmak sadece kimliğimizi tanımlama açısından değil, aynı zamanda kendi değer sistemimizi ölçebilmek için bir engel edinmek ve o engelle yüzleşirken kendi değerimizi sergilemek açısından da önemlidir.” Toplumların, devlet ve kitleler yanında bireylerin de şu veya bu derecede yüklendikleri bu görüntü, kadim çağlardan beri döne yumaklana önümüze gelir, herkes biraz varlığını, gereklilik ve gücünü ondan, kötüden, düşmandan, melundan alır. Hatta ileri yorumla “Demek ki düşmansız yapamıyoruz” der Eco. “Düşman figürü uygarlığa özgü süreçlerle bile ortadan kaldırılamamıştır. Bu ihtiyaç en uysal ve barış yanlısı insanın bile özünde vardır.” Burada önemli olan yazarın bu yorumlara ulaşması bu hükümlere varması değil bu yol boyunca kat ettiği dil, düşünce ve bağlam eşiklerinin denemenin sağaltıcı filtresinden geçmiş olmasıdır.
“Hazine Arayışı”, “Hayali Astronomiler”, “Adalar neden asla bulunamaz” gibi denemelerde Eco’nun satirik dilinin tadına doyamayız. Ne var ki her meraklı yazarın kalem daldırdığı yemek ve lezzet meselesi onda da köpürmekte gecikmez. “Fermente Lezzetler” başlıklı yazı, lezzet meselesini, koku, düş ve kültürü, bir romancının nasıl da yoğurabileceğinin acayip, dokundurmalı örneği olarak okunabilir. Elbette, tematik ve kavramsal düşünceye meraklı olanlar açısından da “Alevler güzeldir” inceleme-denemesi gözden kaçmayacaktır. G. Bachelard’ın ruhu adeta İtalyan aklıyla aryalaşacaktır.
Aktüel konular, bilimkurgu ve WikiLeaks meseleleri de kaleminden kaçmamış Eco’nun. Sorarak ve sorgulayarak düşünmek, dilin ilerlediği yolu sezgi ve bilgi ile açmak, tarafsız ve entelektüel özgürlüğü bulandırmadan dengelemek ana şiarı. Ve sözün gücünü, teknoloji vasıtasıyla ele geçiren ve bu vesileyle de bir tür dünyayı denetleme görevine soyunan küresel markaları için trajik bir tokat atar. “Gücün en gizli sırlarını bile bir hacker”ın denetiminden kaçamayacağını gördük der mesela. Böylelikle dairesel bir çıkmazdan söz etmez. Gerçeğin yıkılışını kendince tersyüz etmek Eco’ya özgü denemeli numaralardan.
Ömer Erdem
(26.09.2014, http://kitap.radikal.com.tr/)
DÜŞMAN YARATMAK
Umberto Eco
Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı
Doğan Kitap
2014, 296 sayfa,