Ernest Hemingway’ın Zülfü Livaneli üzerindeki etkisi

Çocukluktan gençliğe adım attığım yıllarda beni en çok etkileyen, elimden düşürmediğim roman Ernest Hemingway?in Türkçeye ??İhtiyar Balıkçı?? diye çevrilen ??Yaşlı Adam ve Deniz??iydi. Ankara?da Bahçelievler semtindeki evimizde odamın duvarları Ernest Hemingway?in resimleriyle kaplıydı. Her cumartesi Amerikan kitaplığına gidiyor, yeni çıkan dergilerde Hemingway?le ilgili ne varsa gizlice keserek eve getiriyor, dosyalıyordum. Masamın üstünde Hemingway?in kitaplarının İngilizce ve Türkçe baskıları duruyordu. Kardeşi Leicester Hemingway?inki de dahil olmak üzere, onun hakkında yazılmış her biyografi kitabını satır satır okumuştum. Hemingway bana bir özgürlük duygusu veriyordu. Önümdeki uçsuz bucaksız ömrü onun gibi yaşamak istediğimi hissediyordum. Normal ve herkesinkine benzeyen bir yaşam sürmeyecektim, adım gibi biliyordum bunu. Hemingway tutkunluğu, beni birtakım çılgın deneylere sürükledi.

Bir gün evden birkaç parça eşya ve bir-iki kitap aldım yanıma. Harçlığımdan biriktirdiğim çok az parayı da cebime koyup dışarı çıktım. Kimseye haber vermeden elbette. Otobüs garajına gittiğimde hava kararmak üzereydi. İstanbul?a giden Gazanfer Bilge otobüsünün en arka sırasında yer buldum. Bir arkadaşımdan, Eskihisar ve Darıca diye iki kıyı kasabasının övgüsünü dinlemiştim. Oralarda denizin tuzuyla yıkanan yaşam beni çok çekiyordu. Özellikle ?Yaşlı Adam ve Deniz?den sonra, balıktan, denizden ve maceradan başka bir şey düşünemez olmuştum. Aklını kitaplarla bozup yollara düşen Mancha?lı ihtiyarın çocuk versiyonu gibiydim.

Sabaha karşı Ankara-İstanbul karayolu üzerinde bir benzincide indim otobüsten. Karanlıktı, benzin istasyonu ve iki yol üstü kahvesi dışında hiçbir şey görünmüyordu. O kahvelerden birine girdim. Şoförler ve kahvede bulunan sabahçılar arasında çay içtim. Bir yandan da ben yaşlardaki sarışın garsona Eskihisar?ı soruyordum. Garson çocuk, kahvenin arka tarafını işaret etti; oradan aşağı, denize inen bir orman yolu varmış, beş kilometrelik bir yolmuş bu.
?Birazdan orman bekçileri gelir,? dedi. ?Ben seni onlarla gönderirim.?

Şafak sökerken iki orman bekçisi geldi, çaylarını içtikten sonra Eskihisar?a doğru yola koyulduk. Çok yoğun, sağlıklı bir çam ormanı içinden iniyorduk. Ben bütün soruları, kamp yapmaya çıkmış bir öğrenci olduğumu söyleyerek karşılıyordum. Aklı kitaplarla karışmış kaçak bir çocuk olduğumu söyleyecek halim yoktu ya!
Zorlu bir yürüyüşten sonra Hanibal?in mezarının olduğu yerlere, Eskihisar adlı küçük balıkçı kasabasına ulaştık. Hakkında onca şey okuduğum Hanibal?e böylesine yakın olmak müthiş heyecanlandırmıştı beni. Ayrıca Eskihisar da Karayip Denizi?ndeki o ünlü balıkçı köyünü andırıyordu. Mutluluktan ağlamak üzereydim, Hemingway?in romanının içine girmiştim, ömrüm boyunca yaşayacağım yeri bulmuş gibiydim.
Girişteki büyük çınarın altında çok hoş bir kahve vardı. Orman bekçileriyle birlikte ilk mekânımız orası oldu. Yol boyunca sohbet ede ede geldiğimiz orman bekçileri beni kahvenin sahibi Hasan?a tanıttılar:

?Ankara?dan gelen bir öğrenci, tatile çıkmış, kalacak yer arıyor.?

O andan itibaren, birçok kez hayatımı kurtaracak olan Anadolu insanının yardım geleneği işlemeye başladı. Tanrı misafiri olduğum için herkes bana yardım etmeye çalışıyordu. Ne de olsa gariptim. Hasan bir yerlere haber gönderdi, sonra tepede ihtiyar bir kadının evinde kalabileceğimi söyledi. Evi de uzaktan gösterdiler. Kasabanın diğer evlerinden apayrı bir yerde, tepede tek başına duran köhne, ahşap bir yapıydı.
Hemen kendimi kumsala attım, ıssız bir yere çekilip akşama kadar Hemingway okuyup denizin, özgürlüğün tadını çıkardım. Akşam Hasan?ın kahvesinde çıtır çıtır kızartılan taze balıkları yerken, omuzlarım ve sırtım müthiş yanıyordu ama keyfim yerindeydi.

Gecenin bir vaktinde kalacağım eve doğru yola çıktım. Tepeyi tırmanmaya başladım. Evler bitti. Ay ışığında iyice ürkütücü görünen kara, ahşap eve doğru yürürken birden mezarlığın içine düştüm. Bir macera filminden korku filmine geçmiş gibi duyuyordum kendimi. Garip bir ürpertiyle ahşap eve vardım. Kapı açıktı, itip içeri girdim. Evde çıt yoktu. Ayaklarımın altında gıcırdayan tahta döşemede yürüyerek kimse olup olmadığını sordum. Arka odalardan bir inilti geldi, oraya doğru yürüdüm. Bir odadan içeri girince, pencereden vuran ay ışığında çok garip görünen yaşlı bir kadınla karşılaştım. Sonradan yatalak olduğunu öğrendiğim kadın hiçbir şey söylemeden bana bakıyor, arada inliyordu. Oradan üst kata çıktım. İlk bulduğum yatağa attım kendimi, sabaha kadar karabasanlarla, garip düşlerle bölünen tedirgin bir uykuya gömüldüm.

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte evden çıkıp gittim; Hasan?a o evde kalamayacağımı söyledim. Bir yandan da çalışmak, balıkçılık öğrenmek istiyordum. Hasan bir balıkçıyla konuştu, bana iş buldu. Çavuş diye anılan usta balıkçının teknesinde ağları toplayacak, tekneyi temizleyecek, balıkta ona yardım edecektim. Büyük bir sevinçle işe başladım, sonra Çavuş?tan teknede yatmak için izin aldım. Sabah kör hayırda açılıyor, parakete ve ağları çekiyorduk. Çavuş bana balık yataklarını, ağ çekmeyi, ağ sermeyi, tanımadığım deniz yaratıklarını öğretiyor, kimi zaman da deniz dibinde zıpkınla balık vurmayı gösteriyordu.

Denizden çektiğimiz ağları temizleyip işe yarayanları tekneye, yaramayanları denize atmayı öğretirken hep başımda duruyordu. Bir gün ağda gri, kalkana benzeyen, garip bir yaratık belirdi. Tutacak yeri yok gibiydi, yalnız bir delik görünüyordu. Tam elimi o deliğe atıyordum ki Çavuş telaşla elimi yakaladı. O deliğe parmağımı sokarsam, balık elimi koparırmış.

Geceleri teknede, açık havada yatıyor, yıldızları seyrederek denize, tuza, yakamoza bulanmış maceramın tadını çıkarıyordum. Ömrüm boyunca Eskihisar?da kalmaya, balıkçılık yapmaya ve kitap yazmaya karar vermiştim. Başka bir yaşam istemiyordum. Beni üzen tek şey, aileme yaptığım kötülüktü. O yaşlarda serüven tutkusuyla çok fazla farkına varamadığım bu kötülük, az da olsa içimi sıkıyor, suçluluk duygusuyla kıvranmama neden oluyordu.

Zaten Hemingway macerası da iki ay sonra bitti.

Zülfü Livaneli

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here