Tüm iyeliklerinden sıyrılıp bağsız kaldığında birey bir korku yaşar. O güne/ana kadar hep içinde var olduğu şekil ona yabancılaşır ve yok olmaktan korkar. Korkuların temelinde, dış olgu/etkileyen olay/oluşum/ve bunların sonuçları karşısında olgu/olay/oluşumun tanımlanamamış olması, kişinin bir açıdan bilgi yetersizliği içersinde olması yatar. Bilgiye dayalı korkular ise olgunun zararlı yönünün ve etkisinin bilinmesi ile gerçekleşir. Toplumsal korkuların temelinde ise, paradigmalar vardır ki, onlar toplumun tutucu yanını temsil ederler; içselleştirildikleri için varlık kazanırlar. Özgür olmak yerine bağımlı olmayı belki bu korkuların yenilememesi, belki de bu konuda emek harcayarak üretim yapmaya gücün yetemeyeceği düşüncesi kabullenme/benimseme sonucunu doğurur. Can kurtaran öğe, sığınılan yazgıdır. Nasıl olsa böylece sorumluluk ötelenecek; iç-huzur sağlanacaktır.
Carlos Castaneda diyor ki; ?Sıradan insan olaylara kahır ve lütuf penceresinden bakar, oysa bir savaşçı için her şey bir meydan okumadır? ve paralelinde bir ana/ata sözü diyor ki; ?mücadele edenler her zaman kazanamazlar, ancak kazananlar hep mücadele edenlerdir? En büyük, en güçlü ve en sessiz savaş aslında insanın kendi ile yaptığı savaştır. İnsanın kendine meydan okuması kölelik zincirine vurulmuş ilk kılıç darbesidir; Lao Tzu boşuna demiyor; ?en uzun yol bile ilk adımla başlar? …Kazanmak ise, sonuçta insanın toplumsal doku içinde kendini gerçekleştirmesi; özgür olması demektir. Bu durum, bağımlılık ve bağlılığın, kölelik ve özgürlüğün bilinmesi, ayrıştırılması ve özgürlük için ilk adım atılmasına bağlı bir süreç/ler zinciridir ki, birey/özne ve sürüyü ayıran olgu da tam bu noktada bulunmaktadır.
Avcı topluluklarının günü-birlik yiyecek gereksinimlerini karşılayan avların yetersizliği, onların zaman içerisinde avlandıkları hayvanları çitler içerisinde saklayarak istediklerinde istedikleri kadar avlanabilmelerini sağlayan sürüleştirme eylem/düşüncelerinden ortaya çıkan diyalektik çabalarının bir sonucunda ve tarım ve hayvancılığın ayrıştığı/çelişip çatıştığı yerleşik tarımsal/hayvan yetiştiriciliği kültürlere dönüşümlerini sağlar iken, insanın sürü-leşme kültürünün ilk nüvelerini de içinde barındırmıştır. Sürüleşme kültürü insan türüne avcılıktan yerleşik tarım/hayvancılık kültürüne geçmekle bulaşmış ve günümüze kadar değişik formatlarda varlığın sürdüre gelmiştir. Tarım ile uğraşılmaya, taneli bitkiler yetiştirilmeye başlandığı günden bu güne kadar kımıl diye tanımlanan bit-in sömürgeciliği de aynı dönemlere denk gelmektedir. Gerçi kımıl/bit-i küçümsememek ve yadırgamamak gerek; sonuçta o bir canlı türü olarak yaşam iç-güdüsü ile davranmaktadır ve tercih yapacak bir beyni yoktur; ve üstelik tarımda yeni tür bitkilerin geliştirilmesine neden olmakla katkısı da olmuş sayılabilir. Kölelik, serflik, kol ve yaka emekçiliği öznelliğin reddi üzerinde yükselmişlerdir. ?Uyur iken uyardılar
Diriye saydılar bizi/Koyun olduk ses anladık/Sürüye saydılar bizi? Diye tanımlayan Pir Sultan Abdal?ın tersinden eleştirel dizeleri uyumaya, uyutulmaya, sayılmaya, anlamaya yönelik tarihsel süreçleri bir-diğerinden ayırmaya ve yaratıcı emeğin sürüleştirilmesindeki içselleştirilmesine yaptığı vurgu itibariyle dikkate şayan görünmektedir/görülmelidir. Özgürlük liberal değildir; liberal özgürlük bir aldatmaca/mistifikasyondan başka bir şey değildir; özgürlük kolektif bir süreçtir/yaşamsal bir olgudur.
Özgürlük, üzerinde çok konuşulan, tartışılan çok sayıda tanımı olan sosyal içerikli bir kavram/bir olgudur. O kadar önemsenen bir olgudur ki, çoğu zaman eş-değer olduğu yaşama hakkının önüne geçer. Özgürlük birey ile toplum arasındaki çelişkilerin belki de en büyüğü ve en karmaşık olanıdır. Toplumların özgürlüklerinden söz etmek ancak özgür bireylerin oluşturduğu bir toplumsal doku için geçerli tanım olabilir. Bir zamanlar Site Devleti-nin yurttaşı olanların ?bir açıdan elit yöneticilerin ? özgür oldukları benimseniyordu. Yurttaş olmayanlar ile diğer canlı türleri arasında ?ki, kastedilen hayvan türüdür- bir fark gözetilmiyordu. Köleciliği benimseyen toplumların özgürlüğü önemsemeleri köle ve efendi çıkarları/karşı-çıkarları temelinde yükselmektedir. Köle için özgürlüğün önemi, efendi için çok farklı olacaktır. Aynı durum, toprak ağası ve emekçi köylü ile patron ve emekçi arasında da faklılık gösterecektir. Demek ki, özgürlük temelinde yaşama hakkı kadar önemsenen bir değer olarak sosyal ve tarihsel bir içeriğe sahip olduğu kadar üretim ilişkilerinden de bağımsız değildir.
Özgürlük, bireyin sözlü ve eylemsel olarak kendisini gerçekleştirebileceği ve içinde bulunduğu toplumca da benimsenen yaşamsal bir alandır. Doğum ile kazanılan kişi hakkı ancak bireyin kendisini gerçekleştirmesi için duyumsadığı alan içerisinde kişilik ile olgunlaşır ve et-kemiğe bürünür. Bireyin özgürlüğü yek-diğerinin kendisini gerçekleştirmesi için duyumsadığı alanı genişletme çabası ile büyüyerek bireye geri döner. Bu nedenle toplumun kendisini gerçekleştirme düşüncesi ile birey özgürlüğünü daraltması o toplumun gerilemesine neden olacaktır. Özgürlüğün bireyin kendi alanını genişletip diğer bireyleri hiçe sayması şeklinde yapılandırılması da güçler dengesi/dengesizliği içerisinde güçlü olanın özgürlüğü ve diğerlerinin köle ruha sahip olması ve bazen de kaotik bir düzensizliğe neden olacaktır. Üretim yapısı ile de bağlantılı olduğuna göre, bireyin düşünsel ve eylemsel üretiminin özgür olması ancak bireyin gereksinim duyduğu kullanım değerlerinin toplumun tüm bireyleri için üretilebilmesine bağlıdır. Bu ise, üretim araçları üzerindeki yabancılaşmanın ve tekelin yok edilmesi ile mümkündür. Toplumsal yapı, dengeler/dengesizlikler zinciri üzerine kurulmuşlardır. Zincirin en-zayıf halkasının kopması korkusu ile statükoyu korumak eğilimi gösterir. Bu eğilim, bireysel özgürlüğü toplum adına kısıtlamayı emreder. Özgürlükler konusunda birey ile toplum arasındaki çelişki bunun sonucunda ortaya çıkar. Hiçbir birey, var-olma ve kendisini gerçekleştirme konusunda doğal yapısı gereği sahip olduğu değerden ödün verdiği için bir-araya gelmiş değildir. Bu değerler karşılıklı olarak korunabildikleri ölçüde toplumsal anlaşma/konsensüs sağlanabilir. Özgürlük bu yönü ile bir tercihler zincirini oluşturur. Özgürlük kulağa hoş gelen ve duyguları okşayan bir olgudur. Kendisini yeniden üretebilmesi için bir bireyin tüketmesi gerekeni oluşturabilmesi için toplumsal bir dayatma ile karşı karşı olduğu bir ortamda özgürlük yoktur.
Demek ki özgürlük, var-olma biçimi ile ilgili bir tercihtir ve bu tercih, üretime katılan tüm bireylerin -katılamayanları da gözeterek – kendilerine yabancılaşmadan kullanım değeri/yeniden üretim için tüketim değerini yaratmaları ile mümkün gördükleri bir tercihtir. Bu tercih, köleliğin tüm biçimlerine/gizlenmiş yapılarına karşı durma tercihidir. Bu tercihi, daha fazla düşünen/yaratan canlı türü olarak ?insan? ın yapması hem gerekli hem de kaçınılmazdır.
Özgürlük sonuç itibariyle, bireyin kendisini gerçekleştirmesi / gerçekleştirememesi / gerçekleştirmemesi ile ilgili bilinçli bir tercih olduğu için önemlidir. Özgürlük tercihi bir değerdir ve var-olma hakkından ayrıdır.
İyelik her yönüyle bağımlı olmak demektir. Bağlı olmak ise çok farklıdır ve ilkinde kölelik halkası diğerinde özgür istenç egemendir. Olgular düşüncelerde canlanırlar; olardan ivme kazanarak olması gerekene doğru ve bazen de uçuk ve saçma görüntülerle ortaya çıkarlar. Gerçek ve üstü aslında bir algılama ve farklı yorumdan başka bir şey değildir. Gerçekler denenir/yinelenir/tekrarı mümkündür ve düşünceden bağsızdırlar. Somut olarak kanıtlanır ve çürütülmeye elverişlidirler. Gerçek-üstü ise düş denizinin alabildiğine zorlanmasıdır ve görünen gerçekten hareketle ulaşılmak istenene doğru bir yolculuktur. Çoğunlukla çarpıcı ve aykırı görünürler. Gerçek-üstünün mutlak surette gerçek bir/birden fazla uzantısı vardır. Her ne şekilde olursa olsun imgesel düşünme, algıları birleştirme, biriktirme ve sentezleme kendi çelişkisiyle birlikte düşüncede ortaya çıkar; düşüncenin bağımlı olması ile bağlı olması arasındaki fark onun güdümlü ve özgür olması kadar büyük bir farkı ortaya çıkaracaktır. Güdümlü düşünceler bir açıdan sikkelere benzer; yoktur bir-diğerinden farkı ve sikkenin eğer varsa değeri, o değer sadece bir tanesine ilişkin olup diğerleri ondaki değeri yansıtmak dışında hiçbir değer taşımazlar. Bağlı düşünce ise öyle değildir; o, analitik süreçlerden geçirdiği olguların neden-sonuç ve oluşumlarını görerek bağlanacağı olguyu seçmekle özgürleşir ve özgürleştirir. Yakut her yerde yakuttur ve hiçbir şekilde karartılamaz.
Ait olmayan birey özgürdür, bağlı olan ise güçlü. İnsan salt tüketen bir canlı olmadığına göre üretimini iyeleştirmekle körelip daralacağını da bilmek durumundadır. Kendini ifade edebilmek ancak bağımsız ve bağlı bireylerin gerçekleştirebilecekleri bir olgudur. İyeliğin nereden, nasıl ve ne şekilde geldiğinin hiçbir önemi yoktur aslında. Hepsi de, kölelik sistemine dayanır ve bireyi/insanı/kültürü yok ederler.
Kendini ifade etmek öncelikle kendini bilmekle başlar. Bu bir yönüyle de fark etmedir. Her bireyin-ki bu tanımda gizlenen bir aidiyet bağı vardır-/insanın kendini ifade etme hakkı yaşam hakkı ile eş değerdedir. Kendini ifade etmek yaşamanın kendisidir. Bu hak her ne şekilde ve ne amaç için kısıtlanırsa bireyin yaşama hakkı yok edilmiş demektir. Bir klana iyelik/aidiyet ile bağımlı olduğu için var sayılıyorsa birey olan klanın dışında ve klana karşı yok sayılacaktır.
Şiddetin hiç bir türü kendini ifade etme biçimi değildir. Öyle ya da böyle birçok nedenden dolayı yaşanılan bir sapma/kırılmadır. Şiddet ile iyelik ikiz kardeş olup aynı damardan beslenirler. Temel hedef sömürü ve çıkardır.
êzidi ana/atalar der ki; ?kan, kan ile yıkanmaz.?
Şiddet şiddetle yok edilemez. Her şiddet kendi türünü geliştiren yeni bir iyeliğin kırılmış tohumuna benzer. Yok edilmesi en zor sapmaların başında gelir. Şiddeti yok etmek için öncelikle doğaya ve canlıya bağlı olmak gerekir. Anlamaya ve değer vermeye yönelmeyen soyut sevgi gerçek değildir/yanıltır/cilalanmış taşa benzer. Sevmek için o kadar neden varken, nefret tohumlarını ekmeyi anlamak güç olmasa gerek. Kendini ifade edebilen ve anlamlandıran bireylerden oluşan toplumsal yapıda birey ve toplum çatışması yaşanmaz ? çünkü her olgu diğeri ile anlamlıdır ve diğeri için vardır- ve şiddet kendiliğinden yok olur.
Tüm dünyalara…
Yazan: Nejdet Evren
Mayıs, 2010, Batı