Kerem İle Aslı, Sennur Sezer

?Biz deriz ki; yüzyıllardır hem dildedir, hem teldedir, hem de kâğıt üstündedir Kerem ile Aslı?nın hikâyesi. Kerem de Aslı da artık gerçektir. Bizim yapacağımız bir kez daha bu hikâyeyi anlatmaktır. Bizim sazımız yok ki, tele dökelim, sesimiz yetmez ki dile dökelim. Hem dil yorulur, hem tel kırılır. Ama ne kalem unutur ne kâğıt. Hele kitap, hele kitap… Kitap hep hatırlatır.?
Sennur Sezer, ?Kerem ile Aslı? destanını kitaplaştırmasını bu sözlerle açıklıyor, destanın ?döşeme? bölümünde. Yüzyıllardır dilden dile anlatılan bu hikâyeyi kitaplaştırıp yeniden okurla buluştururken ?gençler için yorumlama? amacı gütmüş Sezer. ?Kerem ile Aslı?yı, bugünün gençlerini, onların ilgi ve algılarını düşünerek yeniden kaleme aldığı hikâyede, şiirlerle türkülerle dile gelen duyguları akıcı bir üslupla okura aktarmış.
Bir Türk genci ile bir Ermeni kızın imkansız aşkını anlatan bu destanı anımsayalım:
?İran sınırları içinde Isfahan denilen bir şehirde başlayan
eski bir halk öyküsü; Kerem ile Aslı. Sennur Sezer, kavuşamayan sevdalıların öyküsünü yeniden anlatıyor.
Güzel ve görkemli bir şehir; Isfahan. Şehrin şahı: Şah Süruri. Hak gözeten bir yönetici. Onun işlerini yöneten haznedarı: Kara keşiş. Hem esmer, hem de keşişlik günlerinden beri kara elbiseler giyiyor. Şahin karısı Gülnaz Sultan, Kara keşişin karısı Eriskin. Dertleri ortak; “…Tanrıdan umudunu kesme Eriskin… Şimdi gel bu elmayı bölüşelim, yiyelim. Sonra dua edelim. Tanrı bize çocuk versin.” Derken birbirlerine söz verirler; “Bugünden sonra çocuğumuz olursa, onlar bu elmadan doğmuş çocuklardır. Elmanın bir yarısı biri, öte yarısı öteki. Elmanın yarısını ötekinden ayırmak bize yakışmaz.” O gece istedikleri olur; Ahmet Mirza ile İsa Gülü Meryem. Beşik kertmesi diye bıçakla beşiklerinin birer köşesi işaretlenir. Ancak keşiş dertlenir; “Daha doğmadan kızımızı Şah’ın oğluna vermişsin. Ama bilirsin şah ile bizim yolumuz ayrı, dinimiz ayrı.” Şah, Müslüman. Keşiş, Ermeni.
Bebekler uykuda büyürmüş. Ahmet Mirza ile İsa Gülü Meryem birbirlerine söz vermişler bile bundan sonra birinin adı Kerem olacak, ötekininse Aslı. Oysa keşiş ile karısı karar vermişlerdir bile Aslı’yı korumak için Isfahan’ı terk ederler ve başlar Kerem’in yedi yıl gece gündüz sürecek olan arayışı; “…derdimi dil ile diyemem, dilim yanar, yazsam kalem yanar, kalem dursa elim yanar. Bana bir saz bulunsun”.Kerem, Aslı’yı yitirmenin üzüntüsünü sazıyla anlatmaya başlar; “Çaldı söyledi, ağladı, kendini sevdiğinden ayırana beddualar etti.” Kerem’in bu durumu dedikodulara yol açar. Sofu ile birlikte Aslı’nın peşinden kimi zaman çobanlara yoldaş olurlar, kimi zaman da aslanlara arkadaş. Bilenler bilmeyenlere anlatırken kimisi de Aslı’nın peşine düşer. Kerem’in yolu Elmalı’ya, Elmalı’dan Kayseri’ye, Kayseri’den Karadağ çıkar. Kerem’in derdine derman buradan gelecek mi? Sazsız söylediği uzun hava kahvedeki âşıkları hayran eder. Bir sohbet kurulur. Kerem’in ulaşmak istediği adres önündedir; “Orta Mahalle’deki küçük Meryem Ana kilisesinin karşısındaki yontma taştan konak.” Kerem, kapıyı çalar ve Aslı karşısındadır. Aslı, Kerem’i tanıyamaz. Kerem’in elindeki çevre bir an gözükür; “Anne bu Kerem” diye haykırır ve “…Aslı’ya gelinliğini giydirdiler, yüzüne al duvağı örttüler, gelin alayıyla yola çıkardılar.” Ancak kara sevdalı Kerem, büyük acıların ardından sevdiğine kavuşur kavuşmasına, ama bu kez de Kara Keşiş?in giydirdiği ?sihirli gelinlik?in kurbanı olur. Düğmelerden birini çözünce, öbürü iliklenir. Sihiri bozamayan Kerem, yanıp kül olur… Onun küllerini saçıyla toplayan Aslı da tutuşur, yanar… Hayatta bir türlü kavuşamayan iki sevdalının külleri birbirine kavuşur.

?Kerem ile Aslı?, yüzyıllar öncesinden bugünlere taşınan bir aşk destanı olmasına karşın, Sennur Sezer?in kaleminden yeniden hayat buluyor. O yılların Isfahan?ı, Çıldır?ı, Sivas?ı, Van?ı, Tiflis?i, dağları, ovaları, gelenekleri, görenekleri, insanları, yaşayışları bugünün gençleri için anlaşılır ve ilgi çekici biçimde anlatılıyor. Atilla Özkırımlı?ya göre; 16. yüzyılda yaşamış Aşık Kerem?in yaşamı üzerine kurulu bir aşk hikâyesi olan ?Kerem ile Aslı?, hikayenin bütünlüğü, doğumundan ölümüne Kerem?in serüvenini içermesi bakımından romanı çağrıştırır.

Sennur Sezer?in kaleme aldığı ?Kerem ile Aslı? da, bu bütünlüğü koruyan bir konu bütünlüğüne, dil ve üsluba sahip. Bölümler halinde yazılmış, Kerem?in sazından halk şiiri örneklerinin de yer aldığı ?Kerem ile Aslı?, bu açıdan da önemli bir çalışma olarak orta yerde duruyor.

Serhat Yayınları?nın ?100 Temel Eser Dizisi? kapsamında yayınlanan ?Kerem ile Aslı?, bugünün ilköğretim çağındaki çocuk ve gençlerine olduğu kadar, yüzlerce yıllık bir destanı, çağdaş bir şairin kaleminden bugünün ?linç histerileri?ne panzehir olarak bir kez daha okumak isteyenlere de iyi bir olanak.

Yüzyıllardır, Kerem gibi, Aslı gibi yana yana öğrendiğimiz kardeşliği yitirmemek için; böylesi anımsatmalara ne çok ihtiyacımız var bu ara…

Bilin ki bu hikâye, Kerem ile Aslı Hikâyesi, yüzyıllar önce düzenlenip söylenmeye başlanmış. Kimi âşık kırk gün kırk gece anlatmış. Kimi yedi gün yedi gece. Kimi telle ses vermiş Kerem’in sazına, kimi dille düzen vermiş Aslı’nın nazına. Ne var ki her anlatan bir başka güzellik eklemiş hikâyesine.
Yüzyıllardır hem dildedir, hem teldedir, hem de kâğıt üstündedir Kerem ile Aslı’nın hikâyesi. Kerem de Aslı da artık gerçektir. Bizim yapacağımız bu hikâyeyi dinlemektir.?

Sennur Sezer, halk hikâyelerinin sonra gelen yazılı metinlere kaynaklık ettiğini şu sözlerle anlatıyor:
“Halk hikâyelerinin kimileri destanlardan, asıl metni yitmiş manzum hikâyelerden, yani mesnevilerden kalmış, dilden dile halklaşmış metinlerdir. Doğdukları kültürlerden izler taşırlar. Daha üst sınıfların kültürlerinden. Kimi zaman simyadan… Mesela ben Kerem’in bir kafatası ile konuştuğunu okuduğumda önce şaşmış, araştırınca bunun bir Hint öykü geleneği olduğunu öğrenmiştim. Adnan Özyalçıner, 15. yüzyıl yazarlarından Şeyhzade Ahmet’in Binbir Gece Masalları’ndan birinde bir padişaha ancak soyu belli olanların görebileceği özellikte bir sarık dokuyan adamın öyküsünü bulmuştu. Kim kimden esinlendi sorusunu nasıl sorarız. Güneş Doğu’dan doğuyor!”

Sennur Sezer?in Yaşam Öyküsü
Şair, yazar (Eskişehir, 12 Haziran 1943 -). Asıl adı Sennur Fatma Çelik. Sennur Çelik, Fatma Çelik, Fatma Abla imzalarıyla da yazdı. Öykücü Adnan Özyalçıner ile evli. İlkokula Eskişehir?de ikinci sınıftan başladı (1949), Kasımpaşa Karma Ortaokulu?nda tamamladı (1956). İstanbul Kız Lisesi’nde öğrenimini yarıda bırakıp (1959), Taşkızak Tersanesi?nde ikmal ve muhasebe memuru oldu (1959-1964). Daha sonra 1965-1968’de Varlık Yayınevi’nde düzeltici olarak çalıştı. 1969-1975 yılları arasında Cumhuriyet ve Vatan gazetelerinde resim sergileri, ressamlar ve yazarlar ile ilgili yazılar, TRT?ye radyo oyunları yazdı. 1975?te Arkın Yayınevi?nin ansiklopedilerinde redaktör ve metin yazarı olarak görev aldı. Yapı Kredi Bankası Sanat Dünyası dergisi, Asa Ajansı, Gelişim Ansiklopedisi ve Görsel Yayınlar da emekli olana kadar (1983) çalıştığı kuruluşlar arasında. 1999 yılında kısa süre TYS genel sekreterliği yaptı. 1983?ten sonra serbest yazarlık yapan Sezer?in yazdığı yayınlar arasında, Varlık, Yeditepe, Hürriyet Gösteri, Yazko Edebiyat, Hürriyet Gazetesi Avrupa baskısı, Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki, Elele, Beaute dergi ve gazeteleri bulunuyor. Günümüzde ise çalışmalarını, Evrensel ve Cumhuriyet gazetesi ile Radikal Kitap, Varlık, Evrensel Kültür dergilerinde yayımlıyor.


İlk şiiri Sanat Dünyası dergisinde 1958?de, ilk şiir kitabı Gecekondu, 1964?te yayımlandı. Doğan Hızlan, ?Kimi yazarlar kadın duyarlığı sözünün üstüne basa basa yazılmasına karşıdırlar. Sezer onlardan değil, kadın duyarlığının, kargaşa içinde yaşayan bir toplumda kadın olmanın sorumluğunun şiirini yazıyor? diye yazdı (Cumhuriyet, 19 Mart 1977). Bu nedenle olacak ki, Sezer?e, 1980 yılında kadınlara yönelik yazıları ve şiirleri için Kadınların Sesi Dergisi?nin 8 Mart Ödülü; 1987?de ?Bu Resimde Kimler Var? adlı kitabıyla Halil Kocagöz Şiir Ödülü; 1990?da Adnan Özyalçıner ile birlikte yazdığı ?Keloğlan ile Köse? adlı öykü kitabı için Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı Ödülü; 1998?de ?şiiri alanlara taşıdığı için? Pir Sultan Abdal Dernekleri Edebiyat Ödülü verildi. 2000 yılında Oğuzkaan Koleji?nin ?2000 yılı şiir ustaları? sanını Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Sunay Akın ile birlikte aldı. ?Kirlenmiş Kağıtlar? adlı kitabıyla 2000 Yılı Yunus Nadi Şiir Ödülü?nü kazandı.
Eserleri
Şiir

Gecekondu (1954),
Yasak (1966),
Direnç (1977),
Sesimi Arıyorum (1982),
Kimlik Kartı (ilk üç kitaptan seçmeler, 1983),
Bu Resimde Kimler Var (1986),
Afiş (1991),
Direnç Şiirleri (Toplu Şiirler, 1995),
Kirlenmiş Kağıtlar (1999),
Dilsiz Dengbej (2001),
Bir Annenin Notları (Seçme Şiirler, 2002)

Deneme
Şiir Gündemi (1995).
İnceleme Araştırma
İstanbul?un Taşı Toprağı Altın (Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru, Adnan Özyalçıner ile, 1995, kitabın gözden geçirilip genişletilmiş ikinci baskısı Bir Zamanların İstanbul’u adıyla, 2005),
Osmanlı?da Fal ve Falnameler (1998),
?Nazım, Dünya ve Biz?, (Şükran Kurdakul ile, 2002),
Üç Dinin Buluştuğu Kent İstanbul (Adnan Özyalçıner ile, 2003).
Çocuk Kitapları
Gerçeğin Masalı (şiirler, 1979/2003),
Sümüklü Böceğin Masalı (şiir-masal, 1989),
Keloğlan ile Köse (Adnan Özyalçıner ile,1989/2004),
Hasır Ören Padişah (Masal, 1991),
Robin Hood (1993),
Pencereden Bakan Çocuk (1995),
Anadolu?dan Öyküler (Adnan Özyalçıner ile,1995),
Masal Evi (Masallar, Adnan Özyalçıner ile, 2003),
İğne Mızrak Mercimek Kalkan (Tekerlemeler, bilmeceler, 2005) Anlatı
Türk Safosu Mihri Hatun (Belgesel Anlatı, 1997/2005),
Kerem ile Aslı (2005)

Seçki
Uçuk Seçik Şiirler (şiir seçkisi, 1991),
Emek Öyküleri I, II, III, IV (Ekmek Kavgası, Grev Bildirisi, Motorize Köleler, Dokumacının Ölümü, öykü seçkisi, Adnan Özyalçıner ile, 1998-1999).

KEREM GİBİ

Hava kurşun gibi ağir!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…

O diyor ki bana:
? Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana…

«Deeeert
çok,
hemdert
yok»
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır…
Hava kursun gibi ağır…

Ben diyorum ki ona:
? Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-liğa..

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…..

1930 Mayıs
Nazım Hikmet

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here