Birinci Dünya Savaşı?ndan önce Almanya?nın Bavyera kentinde Coburg adlı bir işçi mahallesinde başgösteren verem salgınında onlarca kişi hayatını kaybeder. Çaresiz kalan hekimlerin ellerinden gelen tek şey, hastaların hiç değilse onurlu bir şekilde ölmelerine yardım etmektir. Son istekleri sorulan işçilerin çoğunun tek bir vasiyeti vardır: Öldükleri zaman ?Komünist Manifesto? ile gömülmek.
Amerikalı siyaset felsefecisi Marshall Berman son kitabı ?Marksizmle Maceram?ı, babası işçilerin eline ?Manifesto?yu tutuşturan hekimlerden birisi olan uluslararası ilişkiler kuramcısı Hans Morgenthau?ndan dinlediği bu anıyla bitiriyor.
Bir kitabı sonundan başlayarak tanıtmak kuşkusuz biraz tuhaf. Ancak Manifesto?nun yazılışının 150. yılı dolayısıyla kaleme alınan ?Hayaletin Şarkısı? başlıklı son makale, Berman?ın ?bir kitap yazarının ruhunun derinliklerinden fışkırmalı? dediği şeyi hissetmek bakımından doğru bir tercih aynı zamanda. Zira dünya üzerinde bir zamanlar koyunlarına ?Manifesto?yu alarak ölmeye can atan işçilerin olduğunu hatırlatırken, bugün de onunla yaşamaya can atacak nicelerinin çıkacağına olan bir inancı dile getiriyor. Dünyada en fazla satan kitaplardan birisi olmasına rağmen bir ?sükut suikastına? uğrayan ?Manifesto?ya dair özellikle Amerika?dan gelen böylesine heyecanlı bir ses, küresel paradigmaların yarattığı kirli düşünsel atmosferde nefes açıcı bir ilaç gibi gelmiyor mu insana?
Modernleşme üzerine kültleşen eseri ?Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor? kitabı ile büyük bir hayran kitlesi edinen Berman?ın İletişim Yayınları tarafından Türkçe?ye çevrilen yeni kitabı da en az ilki kadar zevkle okunacak nitelikte. Siyaset felsefesi gibi çetrefilli bir alanda, modernleşme gibi son derece ağdalı bir konuda Berman?ın takındığı üslup okuyucuyu adeta sürüklüyor. Bunda tüm çalışmalarının merkezine koyduğu ?Manifesto?nun isyankar ruhunun payı büyük elbette.
?Marksizmle Maceram?, değişik zamanlarda yazılmış makalelerden oluşan bir derleme olmasına karşın Marx üzerine yoğunlaşması bakımından bir bütünlük arzetmiyor da değil. Zaten Berman?ı 15 yaşından itibaren Marx?tan ayırmak neredeyse imkansız gibi. O?nun macerasının başlangıcına tanıklık etmek kitabı daha bir ilginç kılıyor.
En güzel intikam
New York?un işçi bölgelerinden Bronx?ta yaşayan fakir bir ailenin çocuğu olan Berman?ın babası tekstil sanayisinin farklı kollarında yıllarca didinir durur. Kalbi, henüz 48?ine gelmeden piyasanın vahşi kanunlarına yenik düşer. Genç Berman o andan itibaren intikam hissiyle dolup taşar ama kimden, nasıl intikam alacaktır. Bu yoğun düşüncelerle Colombia Üniversitesi?ne kapağı attığı günlerde tanıştığı ilahiyat profesörü Jacob Taubes, intikamı eylem biçimi olarak kısır bulduğunu söyler ve yeni çıkan bir kitabı tavsiye eder. Bu, Marx?ın meşhur ?Karl Marx? olmadan önce ?delikanlılık? yıllarında yazdığı ?1844 İktisadi ve Felsefi El Yazmaları?dır. Berman kitabı okur okumaz, babasının çok sevdiği ve dilinden düşürmediği Arthur Miller?in ?Satıcının Ölümü? adlı oyunundaki ?Bu dünyada sahip olduğun tek şey, satabileceğin şeydir? repliğinin şifresini de çözmüştür artık. Kitaptan 20 tane daha alır ve çevresindekilere dağıtır. Taubes?a da bir tane hediye eder. ?Gördün mü bak? der Taubes, ?Böylesi intikamdan daya iyi değil mi?? Genç Berman daha sonra eserlerinde bol bol sergileyeceği ironik zekasıyla taşı gediğine koyar: ?Hayır değil aslında. Bence en güzel intikam bu.? (s.23)
Berman?ın henüz üniversite çağlarında keşfettiği şey, Marksizmin özel bir insani deneyim olarak da özgürleştirici ve heyecan verici olabileceğiydi. Nitekim kitabında Marksizmin bireysel özgürlüğe bakışına özel bir vurgu yapıyor. Örneğin; ?Özgürlük ve Fetişizm? başlıklı makalede, Marx?ın ?Dinde insan nasıl kendi beyninin ürünü olan şeylerin buyruğuna girerse, kapitalist üretimde de kendi elinden çıkma ürünlerin buyruğuna girer? sözünden yola çıkarak Kapital?in burjuva toplumundaki özgürlük yanılsamasının peçesini nasıl araladığını inceliyor. Söz Kapital?den açılmışken; Berman?ın benzer tartışmalar yapan bir çok çağdaşından farklı olarak daima Marx?ın temel eserlerini referans aldığını vurgulamak gerekir. Ayrıca Marx?a hiçbir zaman bir ?Marksolog? gibi yaklaşmadığını da ekleyelim. Bunu kitabın en keyifli makalelerinden olan ?Kapital?deki İnsanlar?da açık bir biçimde görmek mümkün.
Kapital?deki insanlar
1978 yılında kaleme aldığı makalesine Berman öfkeli bir tonla başlar. Çünkü O?na göre ?yılın en önemli kitapları? listesinde ilk sırada olması gereken Kapital?in adına dahi rastlanmaz. Bundan daha da çok Berman?ı öfkelendiren şey akademik çevrelerin Kapital?e yönelik darkafalı bakışlarıdır.
İşte bu öfke kalemini daha da sivriltir ve Kapital?i bir 19. yüzyıl romanına, örneğin Savaş ve Barış?a, veya dev bir tuvale çizilmiş görkemli bir modernist resime benzeterek onlara inat aklın ve yaratıcılığın en muhteşem eserleri listesinin ilk sırasına yerleştirir: ?Yalnızca birinci cildin bini aşkın sayfasında karşımıza çıkan, kendi dillerince konuşan yüzlerce kişiden; dükkancılardan, ortakçılardan, maden ocağı ve imalathane sahiplerinden, şairlerden ve gazetecilerden, hekimlerden ve dilbilimcilerden, filozoflardan ve siyasetçilerden, dünyaca ünlüler kadar adsız sansızlardan da oluşan bir tuvaldir bu. Marx?ın kulağımıza taşıdığı gerçek seslerin o hayranlık uyandırıcı çeşitliliği; bu sesleri gerek öne çıkarırken, gerekse yapıtının değişik yerlerine konuşlandırırken gösterdiği beceri; bizleri ondokuzuncu yüzyıl romancılığına geri götürür niteliktedir. Bu canlı tiplemelerden kimileri yalnızca bir anlığına belirirken kimileri de sayfalar boyu bizimle kalarak Marx?ı uzun ve hararetli bir tartışmaya sürükler. Kimileri yüzlerce sayfa ortalıkta görünmeyip sonra birden biçim değiştirmiş olarak çıkar karşımıza. Kapital?deki insanlara, kapitalizmden de uzun yaşayacakları bir ömür bağışlanmıştır.? (s.103)
Berman Kapital?in en büyüleyici yanlarından birisinin dünya üzerinde yeşermiş her ülkenin, her uygarlığın kültüründen mitolojinin ve şiirin, simyanın ve ilahiyatın, Yunan ve Hindu tanrılarının, adları unutulup gitmiş destan kahramanlarının, Shakespeare?in krallarının ve dilencilerinin seslerini de bize kadar ulaştırması olduğunu söyler. Değişik seslerin, dillerin, çağların ve kültürlerin böylece iç içe geçtiği bir kakafoniyi ancak insanlık tarihinin bizzat kendisinde görebiliriz zira. Berman?a göre Marx?ın bu dev ve tuhaf koroyu önümüze sürmekteki amacı, kapitalizmin, geçmişiyle geleceğiyle, gerçeğiyle mitolojisiyle, doğusuyla batısıyla tüm dünyayı sularına katıp götüren bir sel olduğunu göstermektir.
Kapital?in tamamlanmamış bir eser olduğuna dair spekülasyona da Berman zekice bir cevap veriyor: ?Kapital?in gerçek anlamda bir sonunun olmamasının nedeni izleyici olarak bizlere seslenmesi, kapitalizmin kendisine son vererek bizleri yapıtı tamamına erdirme işini bizzat üstlenmeye çağırmasıdır belki.? (s108) Nitekim gözünü nereye çevirse prangalara vurulmuş insanlar gören ve bunu da oldukça ürkütücü bir şekilde resmederek içimizi karartan Marx?ın eserleri aynı zamanda insanı kuşatan ve kışkırtan bir umut halesiyle süslüdür.
Katı olan her şey buharlaşıyor
Marx?ın saçtığı bu umut ışığını Beman asıl olarak ?Manifesto?da keşfeder. Kitapta ?Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor? başlığı altında toplanmış bölümler, gerçekten ?Manifesto? üzerine en özgün okuma deneyimlerinden birisini sergiliyor. Berman?ın Goethe?nin Faust?u ile ?buharlaşma? tasarımı, Shakespeare?in Kral Lear?ı ile ?bencil hesapların buzlu suları?, modernitenin insanların ayakları altından çekip aldığı dünya ile Marx?ın harikulade imgesi ?hale? arasında kurduğu bağlantılar okuyucuyu ?Manifesto?nun derinliğine bir çırpıda çekiveriyor.
Berman?ın bütün bunları yaparken Hannah Arendt, Marcuse, Adorno ve Frankfurt Okulu?nun ?kültürelciliğine? dair satır aralarındaki iğnelemeleri ise ayrı bir keyif. Tabii Perry Anderson?la giriştiği ?Sokağı Okuyabilmek? başlıklı polemik başlı başına fildişi kulelerdeki entelektüeller ile sokaktaki insanın yaşamı arasındaki kadim tezatlığı bir kez daha üzerine basa basa hatırlatıyor bize. Bu noktada son sözü Berman?a bırakalım:
?…İnsanların yaşadıkları hakkında hiçbir fikrimiz olmazsa, o insanları birleştirecek fikirler de üretemeyiz elbet. İnsanları göründükleri, hissettikleri, dünyayı deneyimledikleri halleriyle tanımasını bilmedikten sonra, ne kendilerini tanımaları ne de dünyayı değiştirmeleri yolunda hiçbir faydamız dokunamaz onlara. Sokağı okumayı bilemedikten sonra. Kapital?i hatmetmiş olsak neye yarar?? (s.202)
Bahadır Özgür, 19.05.2005 tarihli evrensel.net
Amerikalı yazar Marshall Berman?ın üç kitabından ikisi, biraz gecikmeyle de olsa, geçtiğimiz senelerde Türkçe?ye kazandırıldı. Henüz Türkçe?ye çevrilmeyen The Politics of Authenticity dışında, All That Is Solid Melts Into Air (Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor) ve Adventures in Marxism (Marksizmle Maceram) kitaplarında Berman, modernite ve Marksizm üzerine söyledikleriyle Türkiye?de de dikkat çekti. Yazar iki kitabında da modernite ve Marksizm üzerine söyleyeceklerini daha çok, bir dizi farklı okumalar aracılığıyla söylemekte. Dolayısıyla, Berman?ın kitapları her şeyden önce okura, modernite ve marksizme ilişkin yeni bir şeyler söylerken, başka kitaplar da okutmakta.
Berman?ın marksizm okumalarına geçmeden ve önce Marx?ın düşüncesinin oluşumunu, döneminden ayırmamak durumunda olduğumuzu hatırlamak gerekiyor. Denilebilir ki, 19. yüzyıl entelektüel tarihin belki de altın çağıdır. Bu dönem düşünsel açıdan, eserlerinin 19. yüzyılda etkili olduğu Ricardo ve Hegel?den Darwin?e, yüzyılın ortalarında en etkin çalışmalarını yayımlayan Feuerbach?dan Proudhon ve Owen?a uzanan bir yelpazede yüksek verimler çağı olarak nitelendirilebilir. Marx da sayılan pek çok düşünsel dorukta durarak temel eserlerini vermiştir.
Marksizmle Maceram, Berman?ın bir dizi makalesinden oluşan bir kitap. Bu makaleler, hem Berman?ın Marksizmle olan serüvenini başlatan ve bu serüveni sürdüren İktisadi ve Felsefi El Yazmaları, Komünist Manifesto, Alman İdeolojisi ve Kapital gibi Marksist klasiklere hem de Georg Lukács, Isaac Babel, Walter Benjamin, Edmund Wilson ve Perry Anderson gibi Marksizm üzerine yazmış düşünürlere ilişkin. Dolayısıyla Berman kitabında, Marksizmle macerasının yanı sıra bu yolculukta uğradığı istasyon noktalarını da anlatmakta okuyucuya.
Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor?da modern hayatın düşünürlerinin modernliğe bakışını anlatırken, Marksizmle Maceram?da, 1844 El Yazmaları ile tanışmasıyla başlayan, kişisel deneyiminden yola çıkarak Marksizmin seyrine ve bugüne ilişkin anlamlarına bakıyor. Berman?ın deyişiyle kitap, ?Marksizmi özel bir insani deneyim olarak yansıtıyor; onun sıradan hayattan ne denli farklı, ne denli keyifli, özgürleştirici, heyecan verici, öte yandan ne denli sorunlu, korkunç ve tehlikeli bir deneyim olduğunu akla getiriyordu. Aynı zamanda açık uçluydu da: Yeni Marksist maceralara gebe olan bir geleceği düşündürüyordu.?(s. 11)
Berman?ın modernite deneyimine ilişkin yazılarında, Goethe, Baudelaire, Nietzsche gibi 19. yüzyıl düşünürleri önemli bir yer tutar. Ancak, başköşenin Marx?a ait olduğu su götürmezdir. Bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir nokta Berman?ın, Komünist Manifesto?yu, gerek barındırdığı hayal gücüyle, gerekse de modern hayatı dolduran ?ışıltı ve ürküntü? olanaklarını ifade ediş ve kavrayış biçimleri bakımından, siyasal ve tarihsel öneminin yanı sıra, ilk modernist sanat yapıtı olarak nitelemesidir. Berman çalışmasında, Manifesto?yu ?Ergime Tasavvuru ve Diyalektiği?, ?Yenileyici Özyıkım?, ?Çıplaklık: Bağdaşamayan İnsan?, ?Değerlerin Başkalaşımı? ve ?Kaybedilen Hâle? başlıkları altında inceleler. İncelemenin dikkat çeken bir yönü, dünyanın en çok yayımlanan ve okunan kitapları arasındaki Manifesto?nun, hiç anlaşılamadığına dair yapılan vurgudur.
Berman?ın Marksizm okumasında bir diğer dikkat çekici nokta, Marx?ın metinlerinin, genellikle politik ve tarihsel niteliklerinin yanında gözden kaçan, üslubuna ilişkin yazdıklarıdır. ?Ancak Marx, bu tehlikeli yaratıcılığın vardığı boyutları tam anlamıyla gözümüzde canlandırmamızı sağlayan özel bir düzyazı biçemi icat etmesi bakımından ilktir. Manifesto?daki üslubunu bir çeşit dışavurumcu lirizm olarak adlandırabiliriz. Her bir paragrafı, dengemizi yitirmemize, düşünceden sırılsıklam kesilmemize yol açan şiddetli bir dalga gibi çarpar yüzümüze.? (s. 304) Komünist Manifesto akademik bir metin değildir ama, akademide üzerine en fazla zaman harcanan metinlerdendir. Gerçekten de, akademide üzerine çalışılan çok az metin hem bu denli renkli hem de bu denli sarsıcı bir anlatıma sahiptir. Örneğin şu satırlar bu duruma verilebilecek bir örnektir: Kendi üretim, değişim ve mülkiyet ilişkileri ile modern burjuva toplum, böyle devasa üretim ve değişim araçları yaratmış bir toplum, büyüleriyle harekete geçirdiği ölüler diyarının güçlerini artık denetleyemeyen büyücüye benziyor? Tek sözcükle, bizi, mülkiyetinizi ortadan kaldırmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz. Kesinlikle öyle; bizim niyetimiz tam da budur? Halkı kendi ardına toplayabilmek için, aristokrasi, bayrak niyetine, önde, proleter sadaka torbasını dalgalandırdı. Ama halk, onun ardına her takılışında kıçındaki eski feodal hanedan armasını görüp yüksek perdeden aşağılayıcı kahkahalarla onu terk etti. (K. Marx-F. Engels, Komünist Manifesto, s. 16-40)
Berman, Marx?ın genellikle sosyalizm ile çatışıyor gibi gösterilen ve Marx?a atfedilen görüşlerden oldukça uzak olan, hümanist ve özgürlükçü vurguların altını çizer. Berman?ın deyişiyle, Marx bir konuda fetişistse bile bu, çalışma ve üretim alanında değil, çok daha karmaşık ve kapsamlı gelişme idealindedir. Gerçekten de, gerek Alman İdeolojisi?ndeki ?bireylerin kendilerinde var olan yeteneklerin bütün olarak geliştirilmesi?; gerek Manifesto?daki ?herkesin özgürce gelişiminin önkoşulu olarak her bir kişinin özgür gelişimi?, gerekse de Grundrisse, Kapital ve El Yazmaları?ndaki ?tamamen gelişmiş birey?, ?bireysel ihtiyaçların, yeteneklerin, zevklerin, üretici güçlerin? evrenselliği?, ?fiziksel ve tinsel enerjilerin özgürce gelişimi? gibi satırlar Marx?ın düşüncesinin, temel olarak bireylerin özgür ve eşit gelişimi üzerinde kurgulandığını göstermektedir. Amacı, insanların artık özgür olmak uğruna baş kaldırmaları gerekmeyen, bireylerin yaşamın gündelik döngüsünde, yani iş günü içerisinde, tasarılarını ve amaçlarını gerçekleştirebilecekleri, emek aracılığıyla kendilerini geliştirebilecekleri, bolluğun ve planlanmış üretimin hüküm sürdüğü bir toplum ve dünya yaratmak olan bir düşünce akımının eşitlik vurgusunun yanında özgürlük vurgusu da olmazsa olmazıdır.
Son sözü tekrar Berman?a bırakarak bitirebiliriz. ?Marx, modern dünyanın iç dinamiklerine, çelişkilerine ve olanaklarına, bu dünyayı bir arada tutan güçlere ilişkin emsalsiz bir kuramsal kavrayışa sahipti?? (s.211) Peki ama yalnızca bu mu? Bu kuramsal kavrayışın modernleşme ve modernizm düşüncelerinin topluma yeni yeni kök salmaya başladığı bir tarihsel süreçte ürünlerini bulması onu daha da çarpıcı hale getirip tekrar tekrar üzerine çalışılmaya değer kılmıyor mu?
Erdem Sönmez, 18 Ekim 2008
http://www.tankitabevi.com/kritik-kitaplar/siyasal-kuram/220-marshall-berman-in-marksizmle-macerasi.html
Marshall Berman bu kez ‘Marksizmle Maceram’ ile okur karşısında. Berman, marksizme ‘özel insânî bir deneyim’ olarak bakıyor.
Postmodernizmin uzun yıllar beslendiği kuşku ve duraksama anından sonra, sosyal teori kendi geçmişini yeniden anımsıyor. Dünyada hız kazanan bu anımsayışın, Türkiye’de de bazı delilleri mevcut; artan Pierre Bourdieu merakı, Terry Eagleton’ın Kuramdan Sonra çalışmasının gecikmeden Türkçeleştirilmiş olması vs… Marksizm ve modernlik ilişkisi üzerinde durduğu görkemli Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’dan sonra, Marshall Berman’ın yeni kitabı Marksizmle Maceram’ı da bu kapsamda değerlendirmek gerek.
Amerika’da iki yıl önce yayımlanan Marksizmle Maceram, Marx ve Marksizm üzerine otuz yılı aşkın sürede yazılmış yazıların bir derlemesi aslında. Dağınık ve birbirinden kopuk gibi duran yazılar yığınını bir arada tutacak bir bağ olarak bu ismi uygun gördüğünü söylüyor Berman. Çünkü o yazılar, yaşamı boyunca bir parçası olduğunu söylediği Marksizmle ‘ne denli farklı, ne denli keyifli, özgürleştirici, heyecan verici, öte yandan ne denli sorunlu, korkunç ve tehlikeli bir deneyim’ yaşamış olduğunun belgeleriydiler. Bu belgelerle örülü kitapta Marksizm, tamamen ‘özel bir insânî deneyim’ olarak yansıyor bize. Özel bir insânî deneyim, ama deneyimin sahibi Berman gibi yaşadığı günün kafa bulanıklığından kendi erdemini yaratmış zeki ve hoş sohbet bir entelektüel olunca hem deneyimin kendisi ilginç, hem de nakledilişi ufuk açıcı ve tadına doyulmaz lezzette edebi oluyor.
En güzel intikam
Deneyimin başlangıcı ilginç: genç Berman’ın babası, New York’ta tekstil sanayiinin çeşitli kollarında yıllarca çalışıp uğraş verir. Fakat, ayak uyduramadığı kapitalist ahlâk yüzünden işleri hiçbir zaman yolunda gitmez. Piyasanın acımasız koşulları içinde yoğun sorunlar yaşarken kırk sekiz yaşında kalp krizinden ölür. Berman, intikam almak istemektedir ama ne yapması gerektiğini bilemez. Üniversite yıllarında Marx’ın 1844 Elyazmaları’nı keşfeder. Sovyet yayımlarının resmi dağıtıcılığını yapan bir kitapçı dükkânında, dipte karanlık bir köşede bulur onu. “Sayfalarını gelişigüzel karıştırdım” diye anlatıyor Berman; “başından bir kısmına, ardından sonuna, ortasından rasgele başka bir kısmına göz gezdirdim ve birden kendimi terden sırılsıklam kesilmiş hâlde buldum, sanki durduğum yerde eriyordum da giysilerim üzerimden dökülüyordu, gözlerimden yaşlar boşanıyor, aynı anda hem kavruluyor hem üşüyordum. Ön tarafa doğru atılarak, ‘Bu kitabı istiyorum!’ diye bağırdım.” (s. 22)
Hemen bu kitaptan yirmi tane alıp yakın çevresine dağıtır. Böyle bir seçeneğin intikamdan daha iyi olduğunu düşünenler oluyor. Oysa, “İntikamdan daha güzel bir şey” demiyor buna Berman; “Aslında bence” diyor, “en güzel intikam bu.”
“Marksizm yaşamım boyunca benim bir parçam oldu” diye yazıyor Berman; “İnsan olarak büyümeme, olgunlaşmama, hayatta kim olacağımı kestirmeme ön ayak oldu.” (s. 13)
Kütüphanede keşfettiği Elyazmaları’yla başlayan bu süreç, kitap boyunca, Columbia Üniversitesi’nde birinci sınıf öğrencisiyken ‘parkta tanıştığı’, dünyadaki hiçbir şeyin Marx’taki hakikati çürütemeyeceğini ilan etmiş Georg Lukacs adında bir Ortodoks Marksist’le; “Entelektüeller, çalışma odalarının rahatını bir kenara bırakıp evlerini yanardağların eteğine kurmalıydılar” diyen Nietzsche’nin buyruğunu gerçekleştirip ‘yüzyılın bütün entelektüellerinden daha tehlikeli bir hayat’ sürmüş olan Isaac Babel’le; üniversitedeki derslerinde kendisine ‘var olmanın zenginliğini göstermiş’ olan Meyer Schapiro adında akademinin Anglosakson beylerinin arasında nasıl olmuşsa bir yerlere gelmeyi başarabilmiş bir dehayla; son arzuları ellerinde Komünist Manifesto’yla gömülmek olan veremli işçilerin onurlu ölmelerine yardım etmek amacıyla, rahibin son anda gizlice ölü odasına girip ellerine Manifesto yerine İncil vermemesine dikkat eden hekimlerle; ve nihayet, ‘Şehirdeki Melek’le, Walter Benjamin’le devam eden, vicdan, akıl, trajedi, romantizm ve merhamet dolu bir deneyim olarak sürüp gidiyor.
Sabırlı inanç
ABD’deki Marksizm deneyimi hakkında konuşurken, mesela, hiç tahmin etmediğimiz romantik bir Amerika portresi çiziyor Berman. ‘Halk Cephesi’ni anlatıyor. Bakın hangi imgelerle, hangi cümlelerle anlatıyor bunu: “Halk Cephesi duyarlığının ortasında, ülkenin kalbinden akıp geçen dev bir insanlık nehri vardır. (…) Tıpkı Mississippi gibi, binlerce ırmaktan beslenir. Her meslek grubundan, her ırktan ve renkten, her etnik gruptan, her sınıftan gelen meçhul, sıradan kadınların ve adamların oluşturduğu kitlelerden alır suyunu.” (s. 88). “Amerikan halkının gırtlağını sıkan ellerden kurtulmayı başaracağı gün gelip çattığında, o insanlık nehri de yeniden eskisi gibi akıp coşabilecektir belki.” (s. 100). Buna gönülden inanıyor Berman. Onun gelecekten umutla söz edebilmesi, uygar toplumun ümitsiz kalabalıklarına beslediği sabırlı inancın eseridir. Zaten onu Marx’ta en çok çarpan şey, işçi sınıfının kapitalist çalışma hayatında edindiği, bir taraftan insanlığından yoksunlaşmaktayken diğer taraftan tarihin dönüştürücü öznesi olma yolunda manen zenginleştiğine dair diken üstündeki o çelişkili konumudur, artı değer ve emek sömürüsünün ‘kapitalist birikimden insan özgürlüğüne giden o çılgınca devinimi’dir (Berman bu konuya çeşitli vesilelerle kitap boyunca sıkça değiniyor.) Bu amaçla, Marksizmi ‘işçi sınıfının eylem kılavuzu’ olarak görenlerle, ‘Hani nerede, işçi sınıfı mı kaldı?” diyenlerle tartışıyor Berman. Tamamen Marx’ın yazdıklarına dayanarak konuşan Berman için, bir fabrikada çalışmak, kol gücüyle iş görmek değildir mesele. Emekçi sınıfı, emeklerini ancak sermayeye bir faydası olduğu sürece satabilen bir kitle olarak tanımlamış olan Marx’ı hatırlatarak, sermayenin kâr etme koşullarının her an değişebileceğini, değişmeyen tek koşulun ise “yaşamak için insanın emeğini sermayeye satmak zorunda oluşu” gerçeğini önemle belirtiyor. Berman için, Marx’ta asıl önemli olan, ‘bireyin özgür gelişimi’dir; bireyin hayatta kalmak için emeğini bu özgürlükten yoksun kalmak pahasına satmak zorunda kalmayacağı bir dünya tahayyülüdür. (s. 299-315)
Gelecek umudu
Marcuse’yi Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’da toplumun geniş kesimlerinden umudunu kestiği, gelecek için tüm beklentilerini toplumun marjinal unsurlarına terk ettiği için eleştiren Berman, bu kez de, gelecekten umutsuzca bahseden Perry Anderson’a yöneltiyor eleştiri oklarını. (s. 183 -2 02). Kitabın ‘Sokağı Okumak’ adını taşıyan bu bölümünde Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’a bazı itirazlar dile getirmiş olan Anderson’a yanıt veriyor. Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’da Berman, modernlik denilen tarihsel sürecin insanlara kendilerini değiştiren dünyayı değiştirecek bir güç verdiğini, onları modernleşmenin nesnesi olduğu kadar özneleri de yapmayı amaçlayan şaşırtıcı çeşitlikte görüş ve düşünceyi beslediğini söylüyordu. Anderson ise on dokuzuncu yüzyıla ait bir kültür ve siyaset tasarımı olarak bunu doğru buluyor, fakat içinde yaşadığımız yüzyılla bir ilgisi olmadığını düşünüyordu. Anderson için, Berman’ın deyimiyle, “ufuklar bomboş ve kapalıdır”. İlerleyen sayfalarda Berman, kendisinin gördüğü hâliyle bu ufkun neye benzediğini, bu ufukta bizi nelerin beklediğini, sokaktaki gündelik yaşamdan, sanattan ve kültürden kesitlerle göstermeye çalışıyor. Nakletmekle olacak gibi değil, bu modernlik ve gelecek tartışmasının tadına kendiniz varmalısınız. Fakat şu kadarını burada söylemek lazım ki insan, “dünyanın gündelik acımasızlığı”na karşı “topyekûn bir tükeniş tehdidi” altında canla başla savaşan ve bu hâlleriyle yüzlerinde Baudelaire’in “modern hayatın kahramanlığı” adını verdiği o yürekliliği yansıtan sıradan insanların Marx’ın hayalindeki ‘herkesin özgürce gelişmesi’ ilkesinde bir araya gelmelerinin hâlâ mümkün olduğuna inanan Berman’ı, insanca düşlerini yitirmek istemeyenlerin meramından anlayan biri olarak kendisine daha bir yakın buluyor. Meramımızdan anlamasa da olurdu; bu yakınlık, sırf bir Marx kitabını gözlerinden yaşlar boşanarak okuyan bir adam olduğu için bile kurulabilirdi.
Gerçek bir burjuva çağı kahramanı
Berman’ın Marx’ı gözlerinden yaşlar boşanarak okumasının sebebi, Marx’ta insanın madden ve ruhen yaşadığı sefaletten acı duyup çareler arayan bir hümanizma görmüş olmasındandır. Marx’ın köklü bir hümanist geleneğe ait ve o geleneğin bir parçası olduğunu belirten Berman, işkence sehpasında acı çeken modern insana yönelik duyarlığı bakımından da Marx’ın, Keats, Dickens, George Eliot, Dostoyevski, James Joyce, Franz Kafka, D.H. Lawrence gibi modern yazın ustalarının (Berman, okuyucunun bu listeye kendi kişisel ustalarını eklemekte özgür olduğunu belirtiyor) yoldaşı olduğunu söylüyor. “Onun benzersizliği, söz konusu işkence sehpasının neden yapılmış olduğuna ilişkin kavrayışından ileri gelir” diye ilave ediyor Berman; “İşkence sehpasını oluşturan bütün parçalar ve düzenekler yapıtlarında bir bir sayılmıştır.” (s. 26)
Marx’ın yapıtları, içinde yaşadığımız çağ ile, Berman’ın da belirttiği gibi, yığınla on dokuzuncu yüzyıl eserinin asla kuramayacağı yollardan ilişki kurabilir; Marx, Kapital’i yazarken kendini ve çevresini boş yere o kadar hırpalamamıştı. Kapital’de Marx’ın dev yaratıcılığıyla iç içe geçmiş bir acı olduğunu herkes bilir. Kapital’in bir insan olarak Marx’a ödettiği korkunç bedel, eşi Jenny ile çocuklarının tam on beş yıl boyunca görülmedik bir sefaletle boğuşmak zorunda kalışları, ve yanı sıra, benzer bir işkenceyi kitabının kusurlarını ve eksiklerini kabullenmeyen kendi zihninde çekişiydi. Marx bu işkenceyi ölümüne dek çekecekti. Berman, Edmund Wilson’ın Finlandiya İstasyonu’na Doğru adlı yapıtını, Marx’ı, yani yaratmak için yaralamaya mecbur kalmış bu ‘burjuva çağının gerçek kahramanı’nı, Shakespeare tragedyalarının birinden fırlamışçasına tasvir ettiği için ‘müthiş’ bulur. (s. 81). Jerrold Seigel’in Marx’ın Kaderi adlı çalışması üzerine kaleme aldığı 1979 tarihli makalesinde de Berman bu Marx biyografisini, Marx’ı-bir Beethoven, bir Goya, bir Tolstoy, bir Van Goh gibi-kendilerini olduğu kadar bizleri de delirten, yine de çektikleri acılarla bizlere halen sırtından geçindiğimiz dev bir kültür mirası bağışlamış olan cefakâr on dokuzuncu yüzyıl dehalarından biri olarak betimlediği için övüyor. (s. 53)
Sürekli ve mükemmel bir suçlama
Platon, öğretilerinin ileride yanlış yorumlanması tehlikesi karşısında “Bu öğretiler, uzun yıllar boyunca yinelenerek, birçok kez dinlenerek, ancak büyük çabalarla açıklanabilir; altın da böyle temizlenmiyor mu?” diyordu. Berman’ın bu kitapta yaptığı da bu tarz bir altın temizleme işleminden başka bir şey değildir aslında. Berman’ın inancına göre, cefakâr on dokuzuncu yüzyıl dehasının ürünü olan Marksist hümanizmanın bugün kendisiyle bir çok yoldan ilişki kurulabilecek olması bir yana, daha uzun yıllar boyunca altından kalkması gereken dünya kadar işi olacaktır. Nihayet biz hâlâ Marx’ın “ancak insanlığın toptan kurtuluşu ile kefareti ödenebilecek bir toptan insanlık yitimi” diye teşhis ettiği bir felaket içinde debelenmiyor muyuz?
Marx’ın, içinde yaşadığımız dünyanın insânî ve insanlık dışı bütün yönlerini kapsayan saf akıl ve parlak düşünce atlamalarıyla dolu görüşü, hem bir çözümleme, hem de bir kehanetti; hem bir tarih, hem de yeni bir yoldu. Berman’ın da söylediği gibi, Marx, “modern dünyanın iç dinamiklerine, çelişkilerine ve olanaklarına ilişkin emsalsiz bir kuramsal kavrayışa sahipti.”
(s. 211). Berman’ın vatandaşı ve meslektaşı Wright Mills de Marx’ın fikirleri için, “bütün bir toplumsal düzene, onun yöneticilerine, ideologlarına, kendi istekleriyle onun kölesi olanlara, hayatlarını ona bağlamış olan herkese karşı yöneltilmiş, şimdiye kadar görülmemiş derecede korkunç, sürekli ve mükemmel bir suçlamadır” demişti. Suçlamanın sürekliliği ve mükemmelliği, Marx’ın gelecek idealinin ufkunu zamanımız için aşılmaz kılıyor.
“Senin başa çıkamadığın hakikât, iki gözüm, yoksa Sokrates’le başa çıkmak hiç de zor değil.” Kaderi belli bir tartışmada inatla haklı çıkmaya çalışan bir dostuna böyle diyordu Sokrates. (bkz. Platon, Şölen) Bugün eski bir alışkanlıkla hâlâ Marx’ı geçersiz kılmaya uğraşanlar da, aynı şekilde, Marx’la değil, gerçekte hakikâtle başa çıkamıyorlar. Karşılarında diz çökmüş olarak görmeyi umdukları şey Marx değil, hakikât. Ve hakikât, diz çökmez. Büyük hatip Cicero, şu kehaneti sanki (ölen bir dostu için değil de) Karl Marx için söylemişti: “Hiç kimse, onun düşlemini göz önüne getirmeden, büyük düşlemler ve umutlar besleyemeyecek.” Berman’ın Marx ve Marksizmle deneyiminin belgeleri olan kitap, bu kehanetin artık ‘doğru bilgi’ niteliği kazandığının da bir belgesidir aynı zamanda.
GÖKSEL AYMAZ, 03/06/2005 tarihli Radikal Gazetesi
Marshall Berman ‘Marksizmle Maceram’da, bulunduğumuz yerden Marksizme bakarken geçmişi canlı tutmaya çalışanların yanında. ‘Komünist Manifesto’ bir ‘hayaletin şarkısı’ gibi geliyor ona.
Marshall Berman Marksizmle Maceram kitabında, Marksizmle bütün ilişkisini aslında iflah olmaz bir modernist olarak kurduğunu açıkça belirtmiyor, ama bana kalırsa bugün yeniden anlamlandırmaya çalıştığımız Marksizm ile sınırda tutulmaya çalışılan modernizm arasında derin bir uyum olduğunu saptamak, şimdiki dünyayı daha iyi anlamanın yollarındandır.
Berman’ın 1844 El Yazmaları ile ilk karşılaştığı günleri çocuksu duygular içinde anlattığı satırları okurken, Karl Marx’ın dönemin iktisat ve felsefe düşünceleriyle bu ilk köktenci hesaplaşmasını Murat Belge’nin bir zamanlar yaptığı uyarı nedeniyle yeniden okuduğum ve niçin bu kitabın ortodoks Marksizmin örgüt fenomenince gözden uzakta tutulduğunu anlamaya çalıştığım günleri hatırladım. Büyükbaba Marx ham düşünceleriyle doldurduğu için üstünde pek de durmamamız öğütlenen 1844 El Yazmaları’nı sonra orasından burasından inadına okumayı iş edinmiştim. Marx’ın eğer bizi yolumuzdan saptıracak kertede önemli düşünceleri vardıysa bu kitapta, dogmacılıktan da uzak olmalıydı.
Daha çok, tam anlamıyla bir sorunsal olarak düşünülmesi gereken birey kavramına kafayı taktığım sırada, yabancılaşma dersi olarak okumuştum El Yazmaları’nı. Berman da, “Gençlik yıllarında kaleme alınmış bu denemeler Bildung ile yabancılaşmış emek arasındaki çatışkıyı dile getirir,” biçiminde açımlıyor El Yazmaları’nı. Aslında 1844 El Yazmaları, yeni bir hayat kurmaya kalkışan Marksizmin 1980’lerden sonra uğradığı büyük hasardan sonra geriye kalan en değerli hazinelerdendir ki, orada yeni bir Marksizm kaygısına akıllı karşılıklar bulunur. Yabancılaşmayı yalnızca sınıfın uğradığı haksızlık ya da düştüğü çukur gibi anlatmak yerine, bireyin de toplum, ücretli çalışma, doğa ve insan karşısındaki yabancılaşması biçiminde çözümler.
Marksizm ve modernizm
Marx’ın aslında önceden gördüğü bu yabancılaşma olgusu modernizmi hazırlayan düşünsel dünyayı tamamlar; ama neden sonra kendini bir iktisat ve siyaset kuramı olarak tanımlaması ve işlevsel olanın payını son kerteye vardırmaktaki sabırsızlığı, Marksizmin modernizmin yolunu açan bir düşünce olmaktan çıkmasına neden oldu.
Değişen dünyanın öne çıkardığı bireylere dünyayı değiştirme gücünü hem yorum alanlarında, hem eylem içinde vermeyi benimsediğine göre, 1900’lerin hemen öncesiyle hemen sonrasında modernizmin parçası olabilirdi Marksizm, ama pragmatizm ve siyasanın doğasında var olan oportünizm onu da esir aldığı için, bunu yapamadı. Tam tersine, iktidar fenomenine saplanması ve tarihte bireyin rolünden sınıf iktidarının mutlak egemenliğine geçişi, Marksizmin modernizmle örtüşmesini büsbütün önledi.
1980’lerin ortalarına geldiğimizde bu kez o güne dek aklımıza getirmediğimiz bir köktenci değişiklik, açıklık ve yeniden yapılanma cüreti, reel sosyalizmi önce temelinden sarsıp sonra düpedüz alaşağı edince, eski düşünceler sorgulanmaya başladı ve düşüncelerin sorgulandığı yerde inançları terketmek kolaylaştı. Marksizmin önce sorguya çekilip neden sonra gerçekten anlaşılmaya başladığı yerde, onun geç modernist bir düşünme biçiminin cevherini taşıdığını düşünüyorum.
Toplumsal, siyasal, kültürel hayatın postmodern zamanlar içinde bile bir modernist gibi yaşanabilmesi için yetkin bir kılavuz olabilir Marksizm. Hayatın altüst oluş içindeki dinamiklerini, gelişme eğrisini, bugüne bakarak geleceğini, çatışmaları içinden doğabilecek olanakları gösteren bir düşünce, bazen bir kaleydoskop gibi okunabileceğini söylenebiliyorsak, Marksizmi yeniden anlamlandırmak öğrenme açlığına somut karşılıklar getirebileceği gibi, hayal gücünü de keskinleştirebilir.
Marshall Berman Marksizmle Maceram’da, bulunduğumuz yerden Marksizme bakarken geçmişi canlı tutmaya çalışanların yanında. Yıkıcı olmak istemiyor. Elbette değişmiştir Berman’ın bağlı kalmak istediği dünya da, ama gene de sözgelimi Komünist Manifesto bir “hayaletin şarkısı” gibi geliyor ona. Manifesto’yu Berman gibi göremiyor benim gözlerim, aklımı da onun gibi kullanamiyorum. “Oysa günümüz aydınları, hatta sol görüşlü olanlar dahi, Manifesto’da ne yazdığı konusunda akıl almaz bir cehalet içinde,” diyor Berman ki, sanırım bizim çevremizde de öteden beri kılavuz gibi gördükleri Manifesto’nun gerçekten de ne dediğinin tam olarak farkında olmayanları anlatıyor.
Sorun okuduğunu anlamamak değil de, okuma biçimiyle kendi aklımıza uydurduğumuz temel yapıtların anlamını böylece eksiltip sakatlamak. Manifesto’yu on yedisinde hayranlıkla, yirmi dördünde ilgiyle, otuz üçünde sorgulayıcı bir düşünceyle üç kez okuyan bir insan olarak Berman’ın bu sözlerine bakıp kendimle yüzleştiğimde ve sözgelimi şu alıntının meğer ne denli çarpıcı olduğunu gördüğümde eksikliğimi de anlıyorum:
“Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve insanlar nihayet akılları başlarına gelmiş olarak hayatlarının gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla olan ilişkilerinin iç yüzüyle yüzleşmek zorunda kalıyorlar.”
Bu sözlerin derin anlamına bakınca, belki otuz üçümde okuduğum kadar yüzeysel olmadığını düşündüğüm, ama bir de ellisinde başka türlü okumak zorunda olduğum Manifesto’yu gene de Marshall Berman’ın şu romantik ve coşkulu sözlerindeki gibi göremiyorum:
“Manifesto’daki üslubunu bir çeşit dışavurumcu lirizm olarak adlandırabiliriz. Her bir paragrafı dengemizi yitirmemize, düşünceden sırılsıklam kesilmemize yol açan şiddetli bir dalga gibi çarpar yüzümüze. Soluk kesici bir hızla ilerleyen bir düzyazıdır bu; bir haritası, bir pusulası olmaksızın ileri atılır; hiçbir sınır tanımaz; şeyleri, fikirleri ve deneyimleri her an yıkılabilecek bir biçimde üst üste yığar ve katmanlar.”
İşçi sınıfı…
Son on beş yıl içinde ekonomik, siyasal, toplumsal yapının postmodern üstyapıların gölgesinde kalışı, tarihteki devrimci rolünü oynayamamış işçi sınıfının bu kez hem tutucu, hem de devlete ve düzene uyumlu bir toplumsal kesim olduğunu gösterdi. İyi kötü sanayileşmiş ve sanayileşme sürecini üstyapıda altyapıya göre daha güçlü biçimde içselleştirmiş bu toplumda bile işçi sınıfının zoraki demokrat olduğunu görmek ümit kırıcıdır elbette. Postmodern zamanların kendi başına sınıf olmayı, Marksizm gibi kendi başına değiştirici bir düşünsel güç olarak varolmayı yadsıyan doğası, geçmişin bütüncül biçimde yeniden anlaşılmasını gerektiriyor. Üstelik kapitalizm bütün çöküntüleri içinden yeniden doğarken Marksizmin kendini tamamlamakta güçlük çektiği, 1968 hareketinden aldığı yaraları düşüncenin zoruyla gözden kaçırırken 1989’dan sonra kendini toparlayamadığı söylenebilir. Son büyük bunalımı aynı zamanda postmodern çağın da içinde yaşanmaktadır ki, Marksizm bunu da geç farketmiş, hâlâ anlamaya çalışıyor. Berman’ın bunu görmekle birlikte, kabul etmek istemeyen bir duygu içinde yazdığı da söylenebilir.
Marksizmi dünyayı değiştirecek bir düşünce zoru, bir bilim ya da kullanılacak bir yöntem olarak anlamadığımız sürece onu yeniden tanımlayabilir ve barışık olduğumuz bir gelecek düşüncesi olarak onunla aynı adayı paylaşabiliriz. 1989’dan sonraki bunalımı içinde Marksizmin kendini iyileştirmesi için organ nakline gereksinimi olmadı, ama ortodoks Marksizm de bugünkü hayatımızı anlamak için çok donuk kalıyor. Uluslararası ölçekte yaşanan kaosun içinde katı olan her şey buharlaşırken onun kendini bir büyü olarak koruması elbette olanaksızdı. Öte yandan, postmodernizmin de Marksizme katlanması olanaksız gibi; çünkü onu siyasal bir hasım olarak görmekten çok, modernizmin hem anası, hem çocuğu olarak değerlendiriyor, bu yüzden de önemsiyor.
Gene de Jacques Derrida esen rüzgârın tersine durup 1990’larda şu sözleri edebiliyorsa, düşünmeden konuşup yazmamak gerekir:
“Marksizm hem vazgeçilmezdir, hem de yapısal bakımdan yetersizdir: Marksizm hâlâ elzemdir, fakat dönüşüm geçirmesi ve yeni koşullara ve yeni bir düşünceye uyarlanması icap etmektedir… Bu dönüşüm ve bu açılımı Marksizmin ruhu’na uygundur.”
Genç Marx’ın bir iktisat kuramı olarak kendini temellendirme kaygısı yüzünden asıl felsefesini öne çıkaramadan yıpranıp kullanım değerini yitirmesine karşın, geç Marx’ın değeri gitgide artacak gibi görünüyor.
SEMİH GÜMÜŞ, 05/05/2006 tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki
“Genç Berman?ın babası, New York?ta tekstil sanayisinin farklı kollarında yıllarca didinir durur. Ancak kalbi, henüz 48?ine gelmeden piyasanın vahşiliğine yenik düşer. İntikam almak isteyen oğlu, nereden ve nasıl başlaması gerektiğini bilememektedir. Birkaç yıl sonra Columbia Üniversitesi?nde öğrenciyken Marx?ın 1844 El Yazmaları?nı keşfeder ve tanesi 50 sentten yirmi tane alıp çevresindekilere dağıtır. Ona göre bu, hem en güzel intikamdır hem de Marksizmle macerasının başlangıcı. Berman için Marksizmin özgürleştirici potansiyeli, yani bir insanın hayatta kalabilmek için emeğini satması gerçeğinin ötesine geçen bir dünya tahayyül etme kapasitesi, yeniden ele alınmayı beklemektedir?
Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor Marshall Berman?ın modernite üzerine kültleşen eseri? O kitap modern hayatın filozoflarının modernliğe bakışını anlatıyordu, bugünlere dair ışık huzmeleriyle birlikte. Marksizmle Maceram ise kişisel bir deneyimden yola çıkıp Marksizmin seyrine ve bugüne dair anlamına bakıyor. Belki de geleceği anlamak için… Yine aynı kıvrak ve zengin Berman diliyle… Georg Lukács, Walter Benjamin, Edmund Wilson, Isaac Babel ve Perry Anderson gibi düşünürlerle deneyimlerini tartışıyor yazar; şevkle ve maharetle?
Marksizmin özel bir insani deneyim olarak da keyifli, özgürleştirici ve heyecan verici olabileceğini (hâlâ) düşünenlere?”
Künye
Adı: Marksizmle Maceram
Orjinal Adı Adventures in Marxism
Sayfa: 315 Sayfa
Baskı 1.Baskı Nisan 2005, İstanbul
Çeviren Aylin Ülçer
Yazar: Marshall Berman
Editör : Asena Günal, Bağış Erten
Düzelti: Serap Yeğen
Kapak: Suat Aysu
Uygulama: Hasan Deniz
Montaj: Şahin Eyilmez
Kapak Filmi: 4 Nokta Grafik
Cilt: Sena Ofset
Basımevi: Sena Ofset