Psomatia?dan Samatya?ya / Bir Bizans Semtinin Hikâyesi – Orhan Türker

( * ) Orhan Türker?in belli ki çok emek verip titizlikle hazırladığı kitabı Psomatia?dan Samatya?ya geçti elime. Bu kitap aynı zamanda İstanbul?un belli başlı semtlerinin geçmişten günümüze nasıl bir seyir izlediğini araştıran çalışmalarının da sonuncusu. Kitabın sayfalarında gezinmeye başlayınca, geçmişi Bizans?tan bile eski olan bir Rum köyü olan Samatya?da dolaşmaya başlıyoruz.
Diğer bölgeler gibi elbette ki Samatya ismide geçmişinde birçok değişime uğramıştır. Yunanca?da kum ya da kumluk anlamına gelen Psomatya adı, sahile, dalgaların çok fazla kum yığması sonucunda Bizanslıların verdiği bir isim. Lakin zamanla halk ağzında Samatya?ya dönüştüğü söylenir. İstanbul?da Fatih ilçesinin Marmara Denizi?ne dönük kısmında, Bizans?ın Marmara yönündeki deniz surları arasında kalmış bir Rum köyü. Artık içinde bir elin parmaklarını geçmeyen Rum ailelerin köyü. Yedikule kapısından tarihi yarımadaya girdiğimizde bizi cumbalı evleriyle,daracık sokaklarıyla karşılar Samatya. Orhan Türker?in rehberliğinde İstanbul?un sırlarla dolu saklı tarihiyle de yüzleşme fırsatı buluyoruz. Kitap, İstanbul?un Bizans?tan 1950?lere kadar bozulmadan gelen doğal yapısının yok oluşunun altını çiziyor. Araba trafiği için doldurulan sahillerin bedelini İstanbul fazlasıyla ödedi ve ödemeye devam ediyor. Elbette konutsal mimari açıdan da yol genişletilmesi adı altında yapılan yıkımların, çıkan yangınların ve apartmanlaşma çılgınlığının olumsuz izlerini de görmek mümkün Samatya?da. Ama bütün bunlara inat, İstanbul?un yitirilip gitmiş görüntülerini ısrarla saklamaya çalışan semtlerin de en başında geliyor. Çan seslerinin ezan seslerine karıştığı tarihi bir doku aynı zamanda. İstanbul?un fethinden sonra Osmanlı?nın Türkleri şehrin uzak iç bölgelerine, Rum ve Ermeni ağırlıklı Hıristiyan nüfusu ise sahil bölgelerine yerleştirmesine hâlâ anlam veremeyen tarihçiler vardır. Tarihi yarımadada Samatya,her ne kadar Bizans?ın merkezi Sultanahmet Meydanı?na uzak olsa da kiliseler ve manastırların çokluğu nedeniyle Bizans yıllarında adı sıkça anılan seçkin bir semt olmuş.
Kitabın sayfalarında gezinirken bazen dar sokaklarında bazen meydanında buluyoruz kendimizi Samatya?nın. Orhan Türker?in son kalan Ermeni ve Rum aileleriyle sohbet edişine tanık oluyoruz. Bakkal Stavra?dan lakerdacı Yorgo?ya, meyhaneci Dimitri?den fırıncı Moshos?a uzanan komşularını yad ediyorlar birlikte. Adı Samatya olarak geçen tren istasyonun bir gecede nasıl Kocamustafapaşa?ya dönüştüğünü anlıyoruz sonra.
Ve tarihe kara bir leke olarak yazılan, hiçbir zaman unutulmayan o korkunç sonbahar akşamına gidiyoruz sayfalarda. Samatya-Yedikule bölgesinde inanılmaz boyutlara ulaşan kara bir güne. Şehrin yüzyıllardır geleneksel bir Hıristiyan yerleşim bölgesi olan bu yerde taşların nasıl yerinden oynadığını, o geceyi yaşayan insanlara soruyor Türker, biraz da çekinerek. Gerçek olan tek şey, o kara günden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmaması. Ermeni ve Rum ailelerin toplu halde taşınmaları, arkasından başta Yunanistan olmak üzere yurt dışına yoğun bir göç yaşandığı notunu düşerken, Türker sayesinde bir kez daha tanıklık ediyoruz tarihe.
( * ) Yazan: Sinan Kandemir
04/06/2010 tarihli Radikal Kitap Eki “O Samatya ki…” adlı yazı

Tanıtım Yazısı
Samatya İstanbul’un en eski yerleşim alanlarından biridir. Kiliseler, manastırlar ve savaş kazanarak kente dönen muzaffer imparatorların törenle şehre girdikleri surlardaki Altın Kapı (Hrisi Pili) burayı Bizans yıllarında adı sıkça anılan, seçkin bir semt yapmıştır. Günümüzde Samatya tren istasyonu Kocamustafapaşa olmuş. Fardis Dromos’ta (geniş yol) sebze ve meyvelerin Rumca isimlerini bağırarak satan seyyar satıcılar ortadan kaybolmuştur. Samatya artık, İstanbul’un diğer semtlerinden farkı olmayan tek düze bir kalıba girmiş, o günler artık ancak bir kuşağın anılarında ve hikâyelerinde kalmıştır. Orhan Türker bu kez, tarihe tanıklık dizimizin on birinci kitabı olan Samatya’yı çalıştı.

Kitabın Künyesi
Psomatia?dan Samatya?ya / Bir Bizans Semtinin Hikâyesi
Orhan Türker
Sel Yayıncılık
2010
91 sayfa

Orhan Türker ‘in Hayatı
Orhan Türker, 1949?da İstanbul?da doğdu. Moda İlkokulu, Kadıköy Ortaokulu ve Marmara Koleji?nden sonra Gazetecilik Yüksek Okulu?nu bitirdi. Özellikle Moda?da geçen çocukluk yıllarında Rumlarla yakın ilişkisi sonucunda küçük yaşta Yunanca?yı öğrendi. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu?nda çalışmasının yanı sıra ülkesel Yunanca tercüman-rehber kokardına sahip olması nedeniyle turizm alanında da faaliyetleri oldu.

Orhan Türker?in yayınevimiz tarafından yayımlanmış kitapları:

Osmanlı İstanbulu?ndan Bir Köşe Tatavla (1998),
Mega Revma?dan Arnavutköy?e Bir Boğaziçi Hikayesi (1999),
Galata?dan Karaköy?e Bir Liman Hikayesi (2000),
Fanari?den Fener?e Bir Haliç Hikayesi (2001),
Halki?den Heybeli?ye Bir Ada Hikayesi (2003),
Nihori?den Yeniköy?e Bir Boğaziçi Köyünün Hikayesi (2004).
Prinkipo?dan Büyükada?ya Bir Prens Adasının Hikayesi (2005).

Türker?in kitapları Türk okuyucunun yanı sıra İstanbul?dan Yunanistan?a göçmüş Rum okuyucuların da dikkat ve ilgisini çekti.
Yunanca ve İngilizce bilen yazar, İstanbul Rumları üzerine araştırma ve çalışmalarını Yunanca kaynaklardan eşi Keti Proku Türker?in de destek ve yardımı ile sürdürmektedir.

Previous Story

Emek ve Siyaset – Ali Rıza Güngen, Fuat Ercan, Özlem Tezçek, Özgür Biçer ve Yasemin Özgün

Next Story

Orhan Kemal’i Özlemek – Sennur Sezer

Latest from Seyahat

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ