*”-Bütün şairleri çok güzel, şairleri çok yakışıklı sanmıyordum ama cüce, kambur, dilsiz, felçli, kör, sakat, yaralı, yorgun insanları da şairler şehri’nde görmek beni şaşırttı.
-Sizi şaşırtana baş aşağı bakmıyor musunuz sevgili Esin? Onlar böyle oldukları için şiir yazmıyorlar…
Onlar, şair oldukları için bu hale geldiler!
-Yani… Yani şiir yazmak burada bi cezalandırılıyor mu?
-Hayır, o gördükleriniz, aramıza katıldıkları için kurtulanlar”
?Kendi başına düş kuran bir kitap olsun diye yazdım bu kitabı? diyor Buket UZUNER. Dört güzel öyküden oluşan ‘Şairler Şehri’nin, ikinci ve dördüncü öyküleri birbirini tamamlar nitelikte. Yazar öykülerin arasına şiirleri küçük mucizeler gibi serpiştirmiş ustalıkla.
Aşkı ve umutları düşgücü beslermiş, insanı da aşk. Zeki, duyarlı, güzel bir kadındı Esin ama hastaydı: düşgücünü yitirmiş çaresiz. Pek çok doktora gitmiş ama sonuç alamamıştı. Ta ki bir gün yıllardır görmediği okul arkadaşının önerdiği ‘Düşgücü Hastalıkları’na gidene dek. Aylarca seanslara giden Esin bir gün seanstan çıkınca İstanbul?un daha önce hiç görmediği sokaklarında kaybolmuş ve….
Uzakta çok uzakta hala herkesin gidemediği henüz ulaşılamayan o dağın ardında. Bir kent varmış. Orada ancak gönül gözü keskin, sevda dili oynak canevi zengin, düşgücü kıvrak hoşgörüsü engin, öfkesi kısrak ruhözü sezgin, kalemi bıçak, kanı kaynak sesi berrak, dili kaymak, yüreği seyyah insanlar yaşarmış burası şairler şehriymiş burada kendilerinden olmayanları pek sevmez ve misafir olarak ağırlamak istemezlermiş. Esin şairler şehrinde şaşkın ve sonrasında mutlu anlar yaşamış yetişkinlere masal anlardan bir an yaşamış. Şairler şehrinden ayrılırlen içini hastalığına iyi gelen huzur, umut ve coşku kaplamış. Günler geçtikçe iyileşmeye başlamış, artık tekrar düşler görür olmuş umutları varmış Esin?in. O iri hülyalı gözleri artık acılarına meydan okur olmuş, hatta Esin aşık olmuş. Aşk unutmaya ihmale gelmez, aşk beslenmek ister, peki Esin aşkına sahip çıkabilmiş mi? Peki Doktor Esin?i ondan çok mu sevmiş?
Evet, daha öncede belirttiğim gibi ikinci ve dördüncü öykü birbirini tamamlıyor. Hepimizin zaman zaman düşgücünü tazelemeye ihtiyacı var.
Kitaptaki diğer öykü; Küçük Hasır Sepet,
Doğanın kendisine adaletsiz ve cimri davrandığını düşünen ailesinde fiziksel olarak kimseye benzemeyen ve bu yüzden öfkesi hiç dinmeyen esmer çelimsiz ellili yaşları ortalamış adam her şeyden vazgeçmiştir. İyi bir eğitim alan bir zamanlar işinde başarılı olan bu orta yaşlı adam hatırı sayılır bir aileden gelmekteydi. Sevdiği kadınla evlenmiş iki de kızı olmuştu hatta sevdiği, çocuklarının annesi olan kadınla: Güzide ile iki kez evlenmişti. Huysuz görünüşünü aslında nazik iç dünyasını korumak için kalkan yapmıştı kendisine orta yaşlı adam. Tüm savaşları,çatışmaları mutlu olmak adınaydı özgür bir mutluluk adına ama iniş çıkışlar onu yormuş,her şeyden elini eteğini çekmişti bir tek alkolü bırakmıyordu ve sonunda bodruma sığındı eski bir dostunun işlettiği bir pansiyona sığındı bütün gün içen küfürbaz biri olmuştu..Bir sabah küçük bir hasır sepet ve kırmızı kurdeleli hasır bir şapka gördü. Merakla ve umutla Ergün bekledi onları tüm amacı oldu onları beklemek…
Ay dokundu omzuma
Göğün puslu balkonunda
Birden bire insanları özledim
Hasır şapka ve sepet bu huysuz alkoliğe yaşamı nedeni olur ve yeniden yeniden?yeniden???
??..
Kitaptaki bir diğer öykü; Ninenin Ninnisi,
Başında görünmez bir ışık demetiyle dolaşır her daim neşe saçardı o kanatsız bir melekti o Nevbahar Hanımdı. Kendinden on yaş büyük diş doktoru kocasını kaybetmişti o zaman bile çabucak toparlanmış yaşamına kaldığı yerden devam etmişti. Çocukluğundan beri herkese iyilik yapan nezaketli, sevecen, hoşgörülü biriydi. Üzüntülü mü öfkeli mi kederli mi hiç anlaşılmazdı. Onu ancak naif bir İstanbul beyefendisi olan Alber Bey anlardı. Bu hayat dolu herkese yaşama sevinci veren kadın bir gün soldu başının üstünde dönen ışık söndü. Nevbahar Hanıma olanlar konusunda pek çok söylenti vardı. Yaşanmışlıklardan pişman olunabilir elbet peki acabada kalan bir ömür ne yapar insana?
Kitabın bütününe baktığımızda; zıt ama ayrışmayan inişli çıkışlı duyguları görüyoruz. Bu duruma kendimi öyle kaptırdım ki bir yanım kitabı bitirmek için sabırsızlanıyor diğer yanım bekle yarına bir şeyler kalsın diyordu. Yazar insan ruhunun dolandığı o duygu alemininde kelimeleri ahenkle dans ettirmiş. Sevgilerimize sahip çıkarak yaşamanın nasıl bir mucizeye dönüşebileceğini anlatmış yazar. İnsanı güzelleştiren sevgidir.”
Remziye Serap Ekim
İletişim adresi: serap.ekim@gmail.com
Remziye Serap Ekim’in Diğer Yazıları
- Merhaba umudun, hayalin ve geleceğin sembolü ?Beyaz Gemi?, ben geldim! Cengiz Aytmatov
- Şairler Şehri, Buket Uzuner, “kendi başına düş kuran bir kitap olsun diye yazdım bu kitabı.”
- Zola?nın ?Meyhane?si
- Nam-ı Diğer Kaptan: Selim İleri
- Türk müziğini ayağa kaldırıp, frak giydiren adam; Münir Nureddin Selçuk
- Boşlukta Sallanan Adam: Saul Bellow
- Varsıl doğa içinde yoksul insanlar!
- İki Yeşil Su Samuru: Buket Uzuner
- Yedi Kapılı Kırk Oda, Murathan Mungan
- Leyla?nın Evi / Zülfü Livaneli
Yazarın şiir kitabı: Önce Gözlerinden Ayrıldım
*Otobiyografim
Çocuktum-Obsesyonlarım Vardı-Büyüdüm-Onlar da Büyüdü
Çocukken hangi takıntılarım vardı diye düşününce aklıma hemen kırmızı trenler ve rugan ayakkabılar geliyor. Kırmızı tren obsesyonum unutulur gibi değildi, bu nedenle hep yanımda taşırım. Çünkü bu kırmızı tren meselesi ne oyuncaktı, ne de fanteziydi. kanlı canlı, çalışkan ve gürültülü, kocaman, gerçek kırmızı trenlerdi benim obsesyonum. Yani işten yorgun argın gelmiş babamla, bütün gün evde yorulmuş anneme akşamları beni kırmızı banliyö trenleriyle gezdirmeleri konusunda ciddi bir baskı yaptığım doğrudur. Önceleri bunun çocuksu bir heves olduğunu düşünen annem ve babam, bir-iki kırmızı tren yolculuğundan sonra bu işin kapanıp gideceğini umuyordu. Ama ben hüngür hüngür ağlayarak ‘kırmij tren!’ diye tutturmayı alışkanlık haline getirince bunun bir takıntı olduğunu anlamış olmalılar. Dört yıl boyunca süren bu obsesyonum kardeşimin doğumuyla mecburen etkisini yitirdi ama hiç bitmedi. Seyahat etmeyi bir hayat biçimine dönüştürdüğüm yetişkinlik yıllarımda en büyük tutkum yine trenler oldu. Olası her durumda ne uçak, ne feribot ne de otobüs, ben daima trenleri seçerim. Şimdi kırmızı yerine iki katlı hız trenlerini tercih ediyorum. Ama kırmızı bulsam hemen atlarım.
Rugan ayakkabı obsesyonum kısa sürmüştü. Siyah ve kırmızı rugan bebek pabuçlarına karşı tutkusal bir ilgim varmış. Oysa yetişkinlik yaşlandım d a parlak ve gösterişli ayakkabı ve giysilerden hep uzak durdum. Aksine çok spor ve sade bir tarzım oldu daima ama renkler konusun da cömert ve cesur olduğumu saklayamam.
Ben çocukluk obsesyonlarımın bu kadar olduğunu sanırken annem ve babam bana bakıp güldüler. (Yıl: 2001) Karşılıklı olarak saymaya başladıklarında o kadar fazla takıntım ortaya çıktı ki, en azından takıntılı bir çocuk olduğum gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldım. Bunların bazılarını sayıyorum: Küpe takmak (bu uğurda üç yaşımda kulak deldirmeyi göze almışım), kitap okumak (okuma yazma bilmediğim yaşlarda tersten tutarak okuyormuş gibi dakikalarca aynı sayfaya bakarmışım), kısa saçlı gezmek (dört yaşımda berber saçımı istediğimden uzun kestiği için kendi başıma saçımı kısaltmaya çalışmışım: sonu hüsran!), ayakta çiş yapmaya çalışmak ve pantolonlarımı bu uğurda kirletmek (oğlanlar ayakta çiş yapıyor da ben niye yapmayayım, diye babama sık sık sorarmışım. Babam tıpkı o günlerdeki gibi kahkahalarla güler bunu anlatırken), gökkuşağının altından geçip, cinsiyet değiştirmek söylencesine inanmak (bir defasında bu nedenle kaybolmuşum), sevdiğim bir filmi veya şarkıyı üst üste defalarca izlemek/dinlemek ve çevremdekileri bezdirmek.
Annem ve babam daha pek çok takıntımı saydılar ama bence bu kadarı bile çocukluğum hakkında fazlaca ipucu taşıyor. Ah yalnızca çocukluğum mu? Yine yakalandık!
Arimento
2001
Buket Uzuner?in Yaşam Öyküsü
1955’te Ankara?da doğdu. 1976’da Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü?nden mezun oldu. 1981’de Norveç?te Bergen Üniversitesi, 1983’te Amerika?da Michigan Üniversitesi?nde çevrebilim konusunda lisansüstü çalışmalar yaptı. 1984’te Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve 1986’da Tampere Teknik Üniversitesi?nde öğretim görevlisi ve araştırmacı olarak çalıştı. Akademik yaşamdan ayrıldı. Turizm ve reklam sektörlerinde çalıştı, çeviri yaptı. İlk öyküsü 1977’de Dönemeç dergisinde yayımlandı. Ardından Yarın, Türk Dili Dergisi, Oluşum, Varlık, Sanat Olayı, Cönk, Gösteri, Gergedan ve Argos gibi dergilerde art arda öykü ve yazıları yayınlandı. Rapsodi Dergisi?nde kadın ve gezi sayfaları hazırladı. Kanada Yazarlar Derneği (TWUC) üyesi. 1993-1995 arasında Türkiye PEN Yazarlar Derneği yönetim kurulunda görev aldı
Balık İzlerinin Sesi romanı ile 1993 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’ ne lâyık görülen Uzuner, Kumral Ada Mavi Tuna romanı ile 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Yılın Romanı ödülünü aldı. Son dönemde Kumral Ada Mavi Tuna adlı romanı, Mediterranean Waltz adı ile İtalya, Yunanistan ve İsrail’de yayımlandı. Ayrıca İngiltere’de kısa öykülerden oluşan A Cup of Turkish Coffee adlı kitabı yayımlandı.
1996 yılında University of Iowa tarafından onursal akademisyen yazar seçildi.
Kuzey Afrika, Kuzey Amerika ve Avrupa’ da uzun yıllar geçiren Buket Uzuner, şimdi İstanbul’ da yaşamaktadır.
Eserleri
Romanlar
?İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri (1991)
?Balık İzlerinin Sesi (1993 Yunus Nadi Roman Ödülü)
?Kumral Ada Mavi Tuna (1997)
?Uzun Beyaz Bulut – Gelibolu (2001)
?İstanbullular (2007)
?Ayın En Çıplak Günü
?Gelibol
Otobiyografi
?Gümüş Yaz, Gümüş Kız (2002)
Deneme
?Selin ve Cem’le Yolculuklar (2004)
Gezi
bir siyah saçlı kadının gezi notları (1989) şehir romantiğinin günlüğü(1998) new york seyir defteri(2000)
Hikaye
benim adım mayıs(1986) ayın en çıplak günü(1988) güneş yiyen çingene(1989) karayel hüznü(1993) şairler şehri(1994)
*Buket Uzuner