Yeni “antikapitalist” hareketler, büyük şirketlere, özellikle de ulusötesi şirketlere getirdikleri eleştirilerle tanınıyorlar. Makalenin bu kısmında, ulusötesi şirketlerin piyasa iktidarının ve siyasi etkisinin önemli etik ve ekonomik sorunlar doğurduğu iddia edilecek. Gelgelelim, ulusötesi şirketler yeni olmadığı gibi son zamanlardaki genişlemeleri, ekonomik ve siyasi manzaradaki köklü değişikliklerin habercisi de değil. Dolayısıyla bu şirketleri direnişin odak noktasına çevirmeye çalışmak bizi yanlış yönlendirebilir.
Yeni hareketlere yakın duran bazı yorumcular, günümüz kapitalizminin en önemli sorunlarından birinin iktidarın ağırlıklı olarak şirketlere meyletmesi olduğunu savundular. Bu sürecin nedenleri ve sonuçları çoğu zaman incelenmeden bırakılıyor, oysa bunlar muhtemelen neoliberalizm ve küreselleşme ile ilgiliydi. Ayrıca şirket iktidarına karşı özgül hale getirilmemiş engeller çıkarmanın dışında bu durumla ilgili ne yapılması gerektiği de belirsiz bırakılıyor.
Bunun yeterli olmadığı çok açık. Bu gibi savlar genelde yarar sağlamıyor, çünkü devlet ve devletin şirketlerle ilişkilerini ele alan tutarlı bir kurama, tekel iktidarını ve kapitalist davranışı ele alan bir kurama dayanmıyor. Oysa bunlar olmadan şirketlerin uygulamaları anlaşılamaz. Örneğin devletin kapitalist çıkarlar ve güçler tarafından kontrol edildiğini iddia etmek doğrudur (makalenin önceki kısımlarına bakınız). Yanlış olan şey ise, ulusötesi şirketler, finansçılar, toprak sahipleri ya da yabancı kapitalistler gibi belirli gruplara ya da çıkarlara sınırsız güç atfetmektir. Hiçbir toplumsal grup yalıtılmış bir konumda bulunmaz ve sınırsız güç uygulayamaz.
“Büyük firmaların” üretimi, değişimi, dağıtımı ve siyasi süreci denetledikleri iddiasını gelin daha yakından inceleyelim. Bu görüş dört sebepten ötürü yanlıştır. Birincisi, sermayeyi “büyük” ve “küçük” birimlere yüzeysel olarak ayırıyor (makalenin önceki kısımlarına bakınız). İkincisi, küçük bakkallar, bir ailenin işlettiği gazete bayii ve küçük çiftlikler gibi küçük firmaların yerel çıkarlara daha uygun hareket ettiğini öne sürüyor, sanki temsil ettikleri ya da onlara girdileri ve piyasaları sağlayan büyük firmalardan bağımsızlarmış, sanki küçük firmalar çalışanlarının çıkarlarını teşvik etmekle nam salmışlar gibi. Üçüncüsü, hatalı bir şekilde, kapitalizmin şerrinin sadece büyük firmalardan yayıldığı öne sürülmüş oluyor böylece ve bu yanlıştan tekelcilik karşıtı yasalar ve yabancı firmalara karşı yerli piyasanın korunmasıyla dönülebileceği ima ediliyor. Dördüncüsü, bu görüş “rekabetçi kapitalizmi” sanki geçmişin saf ve sakin bir anında bilfiil var olmuş gibi yanlış yorum luyor. Viktorya dönemi kapitalizminin idealleştirilen bu imgesine başvurularak yoksulluk, emperyalizm, kölelik, soykırım ve “rekabetçi” kapitalizmi “tekelci” kapitalizme dönüştüren güçler gibi göze batan özellikler keyfi bir şekilde silinip atılmaya çalışılıyor.
Böyle hokkabazlıklar ve sermayeyi, devleti, rekabeti, tekelci iktidarı ele alan bir kuram ın olmayışı, şirket uygulamalarına yönelik eleştirilerle kapitalizme dair acınası savunmaların bir arada var oluşunu açıklıyor. Tanınmış bir “küreselleşme” eleştirmeninin sözleriyle:
Antikapitalist bir iddiada bulunmaya niyetim yok. Şurası açık ki kapitalizm servet yaratmak için en iyi sistemdir ve serbestticaretileaçıksermayepiyasalarıdadünyanıntamamı için olmasa da büyük bir kısmı için emsalsiz bir ekonomik büyüme getirdi. Ticaret karşıtı bir iddiada bulunmaya da niyetim yok; belirli piyasa koşulları altında, dünyanın pek çok sorununu üstlenmek için iş dünyası hükümetten daha muktedir ve daha isteklidir… benim amacım, bir tür kapitalizmin ahlaki gerekçelerini sorgulamak … [bunda] seçilmemiş güçlerin, yani büyük şirketlerin, hükümetlerin rolünü üstlendiği yerde çıkarlarımıza göz kulak olması için hükümetlere güvenemeyiz.
Bu yaklaşım son derece yanlış. East India Company’den Microsoft a, ITT’den Monsantoya uzanan büyük şirketlerin davranışlarının esas nedeni, büyüklükleri, açgözlülükleri ya da bilinmeyen bir zamanda ele geçirdikleri devletlerin desteği değil. Şirket uygulamalarının ve tekelci iktidarın nedeni rekabetin harekete geçirdiği güçlerdir. Aynı şekilde, McChickensa ya da şirket logolarına karşı hepimizdeki bağımlılığın nedeni de vahşi ulusötesi şirketlerin arzularımızı parmağında oynatması değil sadece. Şirket davranışları ve bunun refah açısından ne anlama geldiği, kolektif ihtiyaçtan ziyade kişisel kâra bağlı bir üretim sisteminin yarattığı tahakkümde kök salmıştır.
Alfredo Saad-Filho
KAPİTALİZME REDDİYE
Marksist Bir Giriş
Hazırlayan: Alfredo Saad-Filho
Yordam Kitap
Çeviren: Emel Kahraman