Tarih Nedir? Kibar Aktin

Geçmişin gizemli dünyasına olan merak, tarihi insanların ilgi alanı içerisine ister istemez sokmuştur. Bu durum dün ve bugünle bir bağlantı süreci olan tarihi okullarda kimi derslerde, kitapların içeriğinde, toplumda politikacıların, medyanın gündeminde birtakım kişilerin ve grupların yorum ve görüntüsünde de yer almasına neden olup tarihi kimi söylemler içerisinde hapsetmiştir. Ermeni soykırımının varlığına ve yokluğuna dair yapılan tartışmalar örneğinde görüldüğü gibi her türlü medyatik yorumlar, çeşitli kurumlar, şahıslar tarafından yapılan açıklamalar bu konuda kamuoyu tarafından tarihi kanıtlar olarak değerlendirilmiştir. Bazı ülkeler Ermeni soykırımının varlığını kabul ederken bazıları ise reddetmektedir. Sorgulamak istediğim bu kabul ve ret edişlere neden olan tarihin neliğidir. Tarihin neliğine dair ?Tarih, tarihçinin seçtiği şeydir? diyen ünlü İngiliz tarihçisi A.J.P Taylor?un bu sözüne dikkat çekerek fazlasıyla önemli bulduğum bu konuya değinmek istiyorum.

Ünlü tarih kuramcısı olan İbn-i Haldun (Çev. Z. Kadiri Ugan, 1968) yazısında tarihin geçmişi bize bildirmekle görevli olduğunu vurgularken aynı yazının ilerleyen bölümlerinde ise ?Bu tarihin zahiri manasıdır. Tarihin içinde saklanan mana ise, incelemek, düşünmek, araştırmaktan ve varlığın sebep ve illetlerini dikkatle anlamak ve hadiselerin vuku ve cereyanının sebep ve terkibini inceleyip bilmekten ibarettir? (s.11) demektedir. İbn-i Haldun, bu şekilde bir tanımla geçmiş olayların anlaşılmasında başvurulan bir kaynak olarak tarihin felsefî temellerini vurgulamıştır. Son derece geniş kapsamlı bir etkinlik olarak tanımlanan ?Tarih nedir??, sorusu karşısın da tedirginliğini Carr (1996, s.11) ?Ele aldığım konunun, daha yakından bir incelemede önemsiz bulunmasından çekinmiyorum. Yalnızca böylesine engin ve böylesine önemli bir soruya el attığım için fazlaca küstah görünmekten korkuyorum? diyerek hissettiği endişeyi dile getirmiştir. ?Tarih nedir??, sorusuna Watts?a ise tarih, ?kütüphane raflarından birinde bulundurduğumuz bir kitap değil, sadece tarihsel malzeme ile insan etkileşimi yoluyla ortaya çıkan bir süreç? olduğunu vurgulamıştır (Dilek, 2001, s.5). Watts ile benzer düşünceyi taşıyan Colingwood?da (1996, s.40) ?kendi başına geçmiş ya da tarihçinin kendi başına onun hakkında düşünceleri ile değil, karşılıklı ilişkiler içinde bu iki şeyle birden ilgilidir? diyerek tarihsel malzeme ile tarihçi arasındaki bu ikili ilişkiye dikkati çekmiştir. Bu ilişki için Carr (1996, s.37) ?tarihçi ile olgular arasında kesintisiz bir etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diolog?tur diyerek tarihçi ile olgular arasındaki geçen bu etkileşim sürecindeki devamlılığa da vurgu yapmıştır. Jenkins?e (1997, s.38) göre tarih: ??tarihlerin anlamını dağıtıp yapılandıran güç ilişkilerine karşılık gelen bir dizi yararlanma ve suistimale konu olan yaşadıkları zamanlar tarafından koşullandırılmış bir grup işçi? tarafından üretilen görünüşte dünyanın bir yüzü, yani geçmiş üzerine değişken problematik bir söylemdir?.

Jenkins?in tarihi değişken, problem bir alan olarak görmesi tarihin gerçekliği konusunda farklı kuşkulara götürecek tartışmaları beraberinde getirmektedir. Özbaran (2002,s.34) tarihi ?çok geniş anlamıyla, insanların niyetlerine, yaptıklarına veya çektiklerine ilişkin olarak gerçek sanılarak ortaya konulmuş betimlemedir? demiştir. Bu anlamdaki bir tanımda tarihin gerçekliği tartışılır.?Tarih nedir?? sorusu Dilek?in (2001, s.5) belirttiği gibi ?geçmiş hakkında doğruyu söylemek mümkün mü(?)? dür gibi bir başka soruyu akla getirmektedir. Bu durumda bilinmesi gereken en temel husus ?tarihin geçmiş veya geçmişin aynası olup olamadığıdır?. Tarih, geçmişi inceleyen bir çalışma disiplini olmasından dolayı geçmişin hiçbir suretle kendisi değildir. Bu görüş Jenkins?in (1997, s.18) görüşü ile desteklendiğinde ?…geçmiş ile tarih farklı şeylerdir… geçmişin sadece tek bir tarihsel okunuşunu kaçınılmaz kılacak biçimde birbirine dikilmiş de değildir? demektedir. Bu yüzden aynı sahada yapılan soruşturma nesnesi, farklı kişiler tarafından farklı biçimde okunurlar. Bu görüşü destekleyen Carr?ın (1996, s.29) da vurguladığı gibi, ?tarihin olguları bize hiçbir zaman arı olarak gelmezler; çünkü arı bir biçimde var olmazlar: her zaman kayıt tutanın zihninden kırılarak yansırlar… Bir tarih eserini ele alınca ilk ilgileneceğimiz içindeki olgular değil onu yazan tarihçi olmalıdır?. Bu durumu bir kitap aldığımızda sık gerçekleştiririz. Biliriz ki kitabın yazarı içinde yazılanların ne doğrultuda olacağı hakkında bize az çok fikir vermektedir. Carr?ın (1996, s.29) belirttiği gibi ?tarihçi de belirli bir sosyal çevrenin ve tarihin insanıdır?. Tarihçinin bakış açısı yaptığı bütün gözlemlere mutlaka girer: Tarih bütünüyle kişilerin görüş açısına göre değişen bir göreceliğin içindedir. Karl Manheim?ın deyişiyle ?deneyimlerin içine girdiği, biriktiği ve sıralandığı kategoriler bile gözlemleyicinin toplumsal durumuna göre değişir? (Carr, 1996, s.83). Bütünüyle olmasa da gözlemleme sürecinin gözlemlemekte olanı etkilediği ve şekillendirdiği doğrudur. Bu, iki karşıt yönde olabilir. Diyebiliriz ki geçmiş herkese farklı bir noktada görünür (Carr, 1996, s.83). Artık geçmişte doğru olarak kabul ettiğimiz her şeyin geçmişin doğrusu olmak yerine tarihçinin ve tarihin doğrusu olmaya başladığı görülmektedir.

Tarih, tarihçilerin geçmiş hakkındaki çıkarımlarıdır. Özbaran?ın (2002, s.35) ortaya koyduğu gibi tarih; ?doğrudan görgü tanıklarına? dayanılarak belirlendiği iddialarıyla karşımıza çıksa dahi, yapılanlar geçmiş olaylarla eldeki kanıtların ışığında temastan öteye gidememektedir. Dilek?in de sık sık belirttiği gibi, elimizdeki bulguların, tarihî metinlerin ne kadar gerçek olduğunu belirleyebilecek bir ölçek sisteme sahip değiliz (Dilek, 2001, s.5).. White, bu durumla ilgili şöyle bir örnek vermektedir: ?Constable ile Cezanne?ın belli bir manzaraya baktıklarında aynı şeyi görmelerini nasıl beklemiyorsak, her ikisinin bir manzara resmiyle karşılaştığımızda, aralarında seçme yapmamız ve hangisinin doğru olduğunu belirlememiz de bizden beklenemez…? (Jenkins, 1997, s.68). Dolayısıyla diyebiliriz ki, geçmişte doğru olarak kabul edilen her şey bize ?tarihçinin bakış açısından kırılarak yansır?. Artık geçmişin doğrusu olmak yerine ?tarihçinin? ve dolayısıyla ?tarihin doğrusu? olmaktadır (Dilek, 2001, s.5). Colingwood?un düşüncelerine yakın olan ve Carr ve Oakeshot ?Tarih, tarihçinin yaşantısıdır? der (Carr, 1996, s.28). Bu yüzden tarihî bir eseri okurken ilk ilgilenilmesi gereken onu yazan tarihçi olmalıdır. Okurların payına düşen de tarihçinin zihninde neler oluştuğunu yeniden inşa etmektir.

Tarih yazıcılığı nesnel midir?

Bu tartışmalar bizi Dilek?in (2003, s.6) belirttiği gibi ?Tarih yazıcılığı nesnel midir?? sorusuna götürmektedir. Araştırmacı toplumun bir parçası olduğu için nesnel olması mümkün değildir. Tarihçi Carr?ın (1996, s.54) da ifade ettiği gibi ?…bir birey olarak aynı zamanda hem tarihin hem de toplumun ürünüdür?. Tarih öğreticisi de onu bu iki çerçevede görmelidir. Tarihin olguları Carr?ın (1996) belirttiği gibi bütünüyle nesnel olamaz. Tarihçinin onlara verdiği anlamla tarihî olgular hâline gelirler. Burada ifade etmeliyiz ki, önemli olan olgunun nesnelliği değil ?olgu ile yorum arasındaki ilişkinin, geçmiş, bugün, gelecek arasındaki ilişkinin nesnelliği? olabilir. Mutlak doğru kavramı sadece tarih dünyasına değil bilim dünyasına da uygun değildir (s.142). Aynı fikri destekleyen Dilek?in (2003) ifade ettiği gibi fen bilimlerinde bile nesnelliğin mümkün olmadığı anlaşılmışken Kuhn, Popper, Mils, Heisenberg, Einstein ve birçok kişi tarafından da sosyal bilimlerde bile bu konuyu tartışmak anlamsız, insan doğasına ters bir durumdur (s.6). Hiçbir sosyal bilimcinin yüzde yüz nesnel olması beklenemez, bu durum her şeyden önce insan doğasına aykırıdır.

Tarihçiler ile olguların yorumu arasındaki çelişkileri en aza indirgemek mümkün müdür?
Nesnelliğin mümkün olamadığının anlaşılması, akla başka bir soruyu getirmektedir: Tarihçiler ile olguların yorumu arasındaki çelişkileri en aza indirgemek mümkün müdür? Aksoy (2000) bu durumda her şeyden önce ?tarihin bir kültür ilmi olduğu kabul edilerek, belgelerin ve olayların sosyo-kültürel yapı içinde değerlendirilmesi? (s.26) gerektiğini söylemektedir. Sosyo-kültürel yapı göz ardı edilerek yapılan bir çalışmanın elimizdeki belgelerle eksik ya da yanlış sonuçlar çıkarmamıza neden olacağı düşüncesindedir. Unutulmamalıdır ki, tarih sosyolojinin harmanıdır. Tarihçi, tarihî belgelerle ilgili bilgileri sosyo-kültürel ortamdan elde eder. Tarihçinin kendisi de ?belirli bir sosyal çevrenin ve tarihin insanıdır? (Aksoy, 2000, s.26). Disiplinler arası bir yaklaşım içerisinde sosyo-kültürel ortamın göz önüne alınarak tarihi belge ve olayların ele alınmasının isteyen Aksoy hermeneutik bir yaklaşımın gerekliliğine de vurgu yapmıştır. Aynı düşünce de olan Türkdoğan?a (1989, s.25). göre ?hiçbir toplumsal olgu, kendisini meydana getiren sosyal içeriğinden sıyrılarak soyut bir biçimde incelenemez. Bu sebeple tarihî olguları, daha çok sosyolojik malzemelerle değerlendirmek mecburiyeti vardır?. Çalışma alanları coğrafî bir mekân üzerinde sosyal bir ortamda gerçekleşmektedir. Görülmektedir ki, tarih burada üzerinde durmadığımız kronoloji, antropoloji, siyaset bilimi, coğrafya gibi farklı disiplinlerle ve özellikle değindiğimiz sosyolojiyle iç içe girmiş, harmanlanmış durumdadır. Bu da tarihçilerin disiplinler arası bir yaklaşımla çalışması olgular ve yorum arasındaki çelişkinin en aza indirilmesinde büyük katkı sağlayacağı varsayımına götürmektedir.

Tarih Bilim mi Sanat mı?

Tarihin ne olduğu sorgulanırken bilim olup olmadığına da cevap verilmesi gerekmektedir. Jenkins?e (1997) göre, XIX. yüzyılda, bilimin hakikate giden biricik yol olduğu fikri genel olarak kabul görmekteydi. Bu fikre Ranke?den Comte?a ve Marx?a kadar pek çok kişi katılmaktaydı. Ama kimse Marx kadar tarihin bilimselliği konusunda ısrarcı olmamıştır (s.65).

Bilimin ne olduğunu tanımlarsak tarihin bilim olup olmadığı da tartışılabilir. Dilek?in (2001) belirttiği gibi pozitif bir anlayışa göre bilim, ?insanı tüm inanç, önyargı, fikir ve isteklerinden bağımsız olarak dış nesnel gerçekliği olduğu gibi bilmeye ve anlamaya çalışır.? şeklinde tanımlanırsa tarih bu tanımın dışında kalmaktadır (s.1). Bazı pozitivist tarihçiler, Dilek?in ve Blanks?in (2001, s.15) ifade ettiği gibi ?kavramları, genellemeleri, teorileri tarih disiplininde ulaşılması gereken ideal olarak kabul etmeleri ve tarihçilerin tarihsel problemlere bilimsel yöntem çerçevesi içinde nesnel olarak yaklaşmaya çalışmaları? onlara göre tarihin bilimselleşmesi demektir.

Dilek (2001) tarihsel yöntemin sınırlılıklarından ve kendine özgü özelliklerinden dolayı tarihte ampirik kavramlar, genellemeler ve teoriler geliştirmenin sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi gibi diğer bilim dallarına göre çok daha zor olduğu görüşündedir. Pozitivist bilimsel anlayışa göre de tarih, bilimsel olmayan birçok nedene sahiptir: Tarihçilerin çoğu tekil problem ve olaylarla ilgilenirler; genellemelerle ve teorilerle sistematik bir bilgi oluşturma çabasında değildirler (s.15). Buna karşı Carr (1996, s.77) ?…genellemenin tarihe yabancı olduğunu söylemek saçmadır; tarih genellemelerle beslenir? diyerek tarihte genellemenin olduğu düşüncesini savunur (Carr, 1996, s.77). Dilek?e (2001, s.15) göre, ?Tarihçiler ve tarih eğitimcileri, tarih öğretimi için birtakım genellemeler oluşturmalarına rağmen, ispatlanmış bilimsel teoriler hemen hemen tarihte hiç yoktur?. Yalnız burada genellemenin çok geniş kapsamlı olacağı düşünülmemelidir. Carr?ın (1996, s.77) da belirttiği gibi ?Tarih, biricik ve genel arasındaki ilişkiyle uğraşır… Tarihçi gerçekte biricik değil, biricikler içindeki genel olanla ilgilenir?. Tarihçi olgu ile yorumu birbirinden ayıramaz, birinden diğerine daha fazla öncelik veremez. Genellemenin can alıcı noktası Carr?a (1996) göre şudur ki; onunla olaylar dizisinden başka olaylar dizisine geçerek tarihten birşeyler öğrenmeye, ders çıkarmaya çalışırız. Ders çıkarmak hiçbir zaman tek yönlü bir süreç değildir. Geçmişin ışığında bugünü, aynı zamanda bugünün ışığında geçmişi öğrenmek demektir. Fakat özgül olaylar önceden kestirilemez, o biriciktir, içine rastlantı öğesi girmez (s.77?78).

Tarihteki bilgilerin kesinliği konusunda Burke, (2000, s.122) şunları söyler: ?Eskiden sosyologlar ve antropologlar gibi tarihçiler de olgularla uğraştıklarını ve metinlerinin tarihsel gerçekliği yansıttığını varsayarlardı?. Burke?ye (2000) göre, şimdi ise genel olarak izlenen yol ise tarihçilerin araştırmalarında kanıtların yetersiz kaldığı boşlukları bilimsel bir yol izlemeyerek o bölümdeki olayları ?düşsel? bir şekilde yarattıkları ve bunları ?edebî bir üslupla? yazdıkları şeklinde kabul etmektedir. ?Yazınsal kurmacalar? adıyla adlandırılan bu tarz, tarihi bilimsellikten uzaklaştırıp sanata daha çok yaklaştırırken, tarihçi için gerçeğe ulaşmada yöntemsel sınırlılıkları da ortadan kaldırmaktadır (s.123). Gottschalk bu yüzden gerçeklik olarak tarihi, tarih bilgisinden ayırır. Tarihçi aradaki boşluğu düş gücü ile olayları olduğu gibi yeniden yapılandırarak veya yetersiz ipuçları ile doldurur. Burada devreye giren yaratıcılık nedeniyle sanata yakın olduğunu söyler (Dilek, 2001, s.10). Birçok tarihçi, tarih araştırmasında kullanılan yöntemin bilimsel olduğu kadar kişisel olduğunu söyleyerek tarihin bilim ve sanatın karışımı olduğu konusunda uzlaşmıştır (Dilek, 2001, s.10).

Tarihin sanat mı, bilim mi olduğu tartışması 1966?da başlamış olmakla birlikte hâlen tartışılmaya devam edilmektedir. Carr?ın (1996, s.66) da belirttiği gibi ?Tarihi bilim dışında sayma çabasının bilim adamlarından değil de tarihçi ve filozoflardan gelmesi ilginçtir. Onlar tarihi insan duygularını geliştirici bir edebiyat dalı olarak görmüştür?. Jenkins?e göre (1997) bu tartışmanın sebebi; kendilerini bilimsel sosyalistler diye adlandıran Marksist sosyalistlerin karşıtları olan burjuva kuramcılarının, bilimselliği yıkmak için bilimleri baltalamaya başlamasıdır. Kendilerinin de ihtiyaç duyduğu her bilimsel temeli yıkma pahasına bunu yapmışlardır. Bundan da, bir süre sonra belli bir başarı elde ettikleri görülür: Bunun sonucunda romantik sanatçıların bilime karşı negatif tutumlarının etkisiyle tarih giderek bir sanat olarak görülmeye başlanacaktır (s.65?66). White?a göre ??çoğu tarihçi, sanat ile bilim arasında, kendine arabuluculuk rolünü atfettiği radikal ayrılığın belki de artık meşru bir ayrılık sayılmadığının farkında bile değildir (Carr,1996, s.98). White ifade ettiği, epistemolojik ve yöntembilimsel açıdan Jenkins?in (1997) vurguladığı gibi ?sanat-bilim? tartışmasının modası geçmektedir. Ancak bugün hâlâ devam eden bu tartışma canlılığını, tarihçilerin ?kurama ve içe bakışa karşı takındıkları laubali tutum nedeniyle hâlen yöntem olarak ifade edilen ideolojik baskılar yüzünden? sürmektedir (s.66). Bilim ve tarih ilişkisi hakkında yazılanlar, söylenilenler doğrultusunda tarihin bilimsel olmayan özelliklerini vurgulayarak onun değerinin küçültemeyiz. Tarihte bilmenin farklı yolları vardır. Bilimsel yöntem bazı problemlerin çözümü için geçerli olurken diğerleri için olmayabilir. (Dilek, 2001).

Subjektif bir yapıyı içerisinde barındıran tarih hermeneutik bir yaklaşımla (farklı bilim dallarıyla işbirliği içerisinde tarihi olay ve olguları yorumlama) çalışılmalı. Çünkü tarihteki olay ve olgular dinamik bir yapı içerisinde etkileşim içerisinde gerçekleşmekte. Bu şekilde bir tarih çalışması daha doyurucu bilgilerin elde edilmesini sağlayabilir. Tarihi bilgi çatışmalarını daha minumin seviyeye indirebilir.

KAYNAKÇA

Aksoy, M. (2000). Sosyal Bilimler ve Sosyoloji. İstanbul: Alfa Basın Yayın Dağıtım.
Burke, T. (2000). Tarih ve Toplumsal Kuram. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Evleri.
Carr, E., H. (1996). Tarih Nedir, (Çev: M. G. Göktürk). İstanbul: İletişim Yayınları.
Collingwood, R., G. (1996). Tarih Tasarımı, (çev. K. Dinçer). Ankara: Gündoğan
Yayınları.
Dilek, D. (2001). Tarih Derslerinde Öğrenme ve Düşünce Gelişimi. Ankara: Pegem
A Yayıncılık.
Dilek, D. (2003). ?Tarihin Neliği Ve Öğretimi Konusunda Eleştirel Bir
Analiz?, (Yayınlanmak üzere kabul edildi).
Haldun, İ. (1968). Mukaddime. (Çev. Z. Kadiri Ugan). İstanbul: Milli Eğitim
Bakanlığı. Şark İslam Klasikleri Yayınları:25
Jenkins, K. (1997). Tarihi Yeniden Düşünmek. (Çev.Bahadır Sina Şener). Ankara:
Dost Kitapevi.
Özbaran, S. (1992). Tarih ve Öğretimi. İstanbul: Cem Yayınevi.
Özbaran S. (2002). Güdümlü Tarih. İstanbul: Cem Yayınevi.
Türkdoğan, O. (1989) Bilimsel Değerlendirme ve Araştırma Metodolojisi, İstanbul:

Kibar Aktin

2 yorum

  1. Sayın Aktin, konu seçiminiz ve kaynak zenginliği içinde yaptığınız geniş irdeleme için sizi kutlarım. Merakla yeni yazılarınızı bekliyorum. Saygılarımla…

  2. Gerçekten müthiş olmuş ellerine sağlık Kibar abla…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir