Tolstoy’un Edebi Kibri
Edebiyat dünyasında yazarların birbirlerini ve yazdıklarını sevmemesi doğaldır da, yazdıklarını sevmediğini söyleyen başka bir yazara hayranlık duymak da az rastlanan bir durumdur. Charles Bukowski, “Pis Moruğun Notları”nda, “Bir keresinde adamın birinden, Shakespeare sevmediğimi yazmaya hakkım olmadığını anlatan uzun ve öfke dolu bir mektup almıştım. Gençler bana kanıp, Shakespeare okuma zahmetine bile girmeyeceklerdi. Böyle bir konum almaya hakkım yoktu. Sayfalarca bunu söyleyip durmuştu. Cevaplamadım. Ama burada cevaplayacağım. Ben Tolstoy’da sevmem,” der. Bukowski’nin, Shakespeare sevmemesi olasıdır ki, Tolstoy ile Çehov arasında geçen bir anekdota dayanmaktadır. Fakat, Bukowski’nin bu olayla özdeşleştiği düşünülse de, Tolstoy’uda sevmediğini belirtmesi bu bağlantıyı havada bırakır. Charles Bokowski’nin yazdıklarını takip edenler bilirler ki, özgürlükleri sınırlayan her türlü kast, gelenek, ahlak, hakimiyet, yazarın karşısında durduğu tiksindirici olgulardır. Tolstoy ve Shakespeare’in klasikleşmiş eserleri ile Bukowski’nin yeraltı edebiyatı arasında yapılmak istenen göndermenin nedeni, olsa olsa edebi kavga başlatmaktır. Tolstoy’un, “Yazar Kibri” Bukowski’de yoktur; hatta, “Toza Sor”un yazarı John Fante için, “Fante benim tanrım” diyebilecek kadar da egosunu alt edebilmiştir.
Toplumun farklı sınıflarına mensup yazarlar arasındaki etkileşimde, Çehov ve Tolstoy buna iyi bir örnektir. Tolstoy’un, “Yazar Kibri” ile ezmeye çalıştığı bilinen tek yazar ise Çehov’dur. Peter Sekir’in, Çehov’un mektuplarından oluşturarak kaleme aldığı “Çehov Anıları” isimli kitabında, Tolstoy ve Çehov arasında geçen şu konuşmayı anlatır: “Oyun yazarı, tiyatro seyircisinin elinden tutup, onu istediği yöne doğru götürmelidir. Senin karakterlerini takip etsem nereye varırım? Ancak oturma odasındaki koltuğa geri dönerim. Çünkü karakterlerinin başka gidecek bir yeri yok. Shakespeare kötü bir yazardı, ama sen ondan da kötüsün.”
Tolstoy’un bu eleştirisi karşısında, Çehov’un verebildiği tek tepki ise, konuyu şakaya vurup, gülmek olur. Çehov’un, bu ağır eleştiri karşısında yapabileceği başka bir şey yoktur. Çünkü, Tolstoy usta, Çehov ise çıraktır. Tolstoy, Çehov’u ikileme düşürmüştür bir kere; “Oyun karakterlerim nereye gidecek,” diye düşünmeye başlar yazarken; bir yandan komik bulur, bir yandan sinirlenir Tolstoy’un sözlerine.
Tolstoy, neden Çehov’un ve Shakespeare’in oyunlarını beğenmez? Çehov’un anlatıma göre, Tolstoy, oyun yazarlığında usta yetkinliğine eriştiği için sevmez Shakespeare’i! Ama ne kadar usta olursa olsun, Tolstoy gibi yazamamaktadır. Edebiyatta kendini zirvede gören Tolstoy’a göre, yetkinliğe erişen her yazar kendi gibi yazmalıdır. Egosu tavan mı yapmıştır ki, edebiyatın merkezinde kendi görmektedir, “Savaş Ve Barış”ın yazarı? Sorunun yanıtı tabii ki de yine Çehov’dadır: “Ona muazzam derecede hayranım. En çok hayran olduğum nokta da bizi, bütün yazarları hakir görmesi. Bütün yazarlara koca bir boşluk gibi davranıyor demek daha doğru olabilir. Evet, zaman zaman Maupassant’ı, Kuprin’i, Semenov’u ve beni övgülü sözlerle anıyor. Ama bunu neden yapıyor sizce? Cevap çok basit: çünkü bize çocuk muamelesi yapıyor. Bizim öykülerimiz, romanlarımız onun eserlerine kıyasla çocuk oyuncağı gibiler.” Çehov bu sözleri, Tolstoy’u övmek için mi, yoksa yaşayan en büyük yazarın karşısında göstermek zorunda hissettiği tevazudan dolayı mı söylemektedir?
Çehov, Rus edebiyatında Tolstoy’un ve kendi gibi diğer yazarları sanki edebi bir kastın yazılı olmayan kuralları içinde değerlendirmektedir: “Tolstoy’un edebiyatçı olduğu bir dünyada, edebiyat ile uğraşmak hem mutluluk verici, hem de kolay. Bir edebiyatçı olarak kayda değer hiçbir şey üretmemiş olmanız dahi çok üzücü bir şey olmazdı. Zira, Tolstoy hepimizin yerine edebiyatı onurlandırıyor. O sağ olduğu müddetçe, her türlü zevksizlik gölgede kalmaya mahkumdur.” Şimdi durup düşünmek gerekmiyor mu, “Vanya Dayı, Martı, Üç Kız Kardeş ve Vişne Bahçesi” isimli oyunlar edebi zevksizlik midir ya da Tolstoy’un vurgusu ile bu oyunlar izlendiğinde/okunduğunda, karakterler bizleri oturma odamızdan öte bir yere götürmemekte midir?
Erdal Öz’ün, “Çehov’un Öykücülüğü Üzerine” isimli yazısında, “Çehov kuru bir anlatıcı değil, bir hissettirici öykücüdür. Bir atmosfer öykücüsüdür. Bu yüzden de kendinden önceki öykü yazarlarının üstüne çıkmış, modern öykünün ilk büyük öncüsü olmuştur,” sözleri, tüm Çehov okurlarının katılabileceği tespitlerdir. Erdal Öz’ün de söylediği gibi, Çehov, hissettirici özelliğini, Tolstoy ustasına saygısını gösterirken, dostlarına yazdığı mektuplarda övgü gibi görünen yergilerini mizahi bir dille hissettirmeyi bilir. Burada yanıtlamamız gereken asıl soru şudur, edebiyat dünyasında hâlâ kim kimi sevmez ve hangi yazar, hangi yazar hakkında ne gibi düşmanca sözler ettiği seviyesizliğinin ne zaman sona ereceğidir. Okur, yazar dedikodularını takip etmeyi bırakıp kitaplarını ne zaman okumaya başlayacak?
Bayram SARI