“Unutursak Yüreğimiz Kurusun!”

ali_ismailAntakya. Sıcak bir gün. Uzun süredir aklımda olan bir şeyi yapmak üzere yola koyuluyorum. Şehrin dar sokaklarından geçiyorum. Buraları yıllarca Ermenilere, Yahudilere ve Hıristiyan azınlıklara ev sahipliği yapmış. Mimarisi klasik Türk mimarisinden çok farklı. Evler, taştan, geniş avlulardan, iç içe girmiş odalardan oluşuyor.

O evlerden birine girmek üzereyim, kalbim hızlı atmaya başlıyor. Beni neyin beklediğini bilmiyorum. Televizyon ekranlarından izlediğim ya da gazetelerden haberlerini okuduğum o anneyi karşımda görünce nasıl davranacaktım, ne diyecektim, en önemlisi de bir anne olarak onu rahatlatacak sözler edebilecek miydim?
Kapıda Alikev( Ali İsmail Korkmaz Vakfı) yazısı. Kapı açılıyor, tam karşımda. Siyahlar giyinmiş, başında yazması, yüzünde dünyanın bütün acısı yüklü, tebessüm ederken sadece dudağı hafif açılıp kapanan, kapkara gözlerindeki feri kaybolmuş bir anne. Sözün bittiği bir an. Dilim damağım kuruyor. Başımla “merhaba” diyorum. Kendimi tanıtıyorum. Yıllardır tanışıyormuşuz gibi bana ve birlikte gittiğim kardeşime sarılıyor. İzin isteyip birkaç fotoğraf çekiyorum. Duvarlar Ali İsmail’in resimleriyle dolu. Her yer rengarenk: kırmızı, sarı, mavi,yeşil, turuncu. Tıpkı on dokuz yaşındaki bir delikanlı gibi. Capcanlı. Giden gelen. Odalar kitap dolu. Dışarıdan bakılınca mutlu mesut insanların yaşadığı bir yer izlenimi verse de, yüreklerdeki acı tüm şiddetiyle yüzlerde.
Emel Korkmaz Anne anlatıyor, ben dinlerken ağlıyorum(uz). “Kader değil” diyor. Öldürüldüğü andan şimdiye kadar yaşananları, çektikleri sıkıntıları, kederi, acıyı, dava sürecini, onları tatmin etmeyen dava sonucunu, Yargıtay’a başvurduklarını, anılarını, Ali İsmail’in çocuk sevgisini, aradaki iletişimlerini, sosyal olaylara karşı duyduğu insani sorumluluğunu kah ağlayarak, kah “ah” lar çekerek anlattıkça insanlığımdan utanıyorum. Küçülüp un ufak oluyorum.O an sadece fonda çalan müziğin sesi duyuluyor.
Hayranlık uyandıran konuşmalarıyla, duruşuyla binlerce anneye örnek olduğunu, sorumluluklarının büyüklüğünü, Ali İsmail’in dünya durdukça ölümsüzleşeceğini dilim döndükçe anlatmaya çalışıyorum. İzin isteyip ayrılıyoruz ordan.
Yolda giderken televizyonlar ölüm haberlerini vermeye devam ediyor. Bir taraftan cenazeler kalkıyor, öte yandan yenileri ekleniyor. Kim ve ne için? Yüreği yanan hep analar…
Oysa çöplere dökülen günlük yemek artığı dünyadaki yaklaşık bir milyon aç insanın karnını doyuracak miktarda. Doğal kaynaklar var olan nüfusun iki katına yetecek kadar çok. Oynanan bu kirli oyun bir gün son bulacak mı? İyiler kazanıp kötüler kaybedecek mi? İnsanlar farklı dünya görüşüne, etnik veya dine mensup diye öldürülmeye devam mı edilecek? Aklım, yüreğim, bedenim bu soruların ağırlığı altında ezilirken, bir şeyi fark ediyorum: Onca şeyi anlatan Emel Anne hiç beddua etmiyor. Hayat onun için on dokuzunda durmasına rağmen. O sadece adalet mekanizmasının doğru bir şekilde işlemesini, suçluların cezasız kalmamasını diliyor! Bu nasıl bir vakarlık, sükunet ve metanetlik!
Şevval Sam, Ali İsmail için bestelediği bir türküyü söylerken, sözlerinin bir yerinde “ Ali’yi unutursak, yüreğimiz kurusun!” demişti.
Ezilenden, haktan, iyilikten, güzellikten ve eşitlikten yana yüreği atan hiçbir insan, yapılan zulmü unutmaz, unutmamalıdır!

Selma Sayar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir