Eski bir Ermeni mahallesinde oturdum bir zamanlar. Ordu?nun, diğer adıyla Kotyora?nın, Zaferi Milli mahallesiydi burası. Boztepe?nin eteklerinden aşağı, azgın bir selden kaçarcasına yuvarlanmış gibi görünen, çoğu müstakil, en çok üç katlı evlerden oluşan bu mahalle, şehirde sayıları toplasan beşi bulmayan, Ermeni ailelerden, sadece birine ev sahipliği yapıyordu. Yaklaşık 60 yaşlarında ki, ev sahibesinin adı Angel?di, yani Türkçe?si Melek teyze. Abisi Harut amca ile birlikte oturuyordu. İsmine yaraşır bir şekilde, melekliklerine çokça şahit oldum tabi. Hemen üst katımda oturan başka bir mahalleliyle, sabahın kör saatlerinde, bağıra çağıra yaptığı muhabbetler hariç, ne zaman yardıma ihtiyacım olsa koşa koşa gelirdi. Ben bir tane istesem, o on tane verir, yalnızın halinden, yalnız olan anlar diyerek, beni kendine yoldaş bellerdi.
Bense öğretmenlik yapmak üzere gittiğim bu şehirde, henüz göreve yeni başladığım halde, başta Angel teyze olmak üzere, çevremde diğer tüm insanlarla birlikte, kendimi hiç yabancı hissetmedim. Ta ki, Angel teyze?ye yalnızlığının sebebini sormaya niyetlenene değin. Sadece bu soruyla kalmadım elbette, akrabalarını, onların Ermenistan da olup olmadıklarını, aklımdaki tüm soruları bir anda soruverdim. Sıkça yaptığımız kahve muhabbetlerinden birinde yaşandı bu sohbet. Sorduğum sorular karşısında, hiddetlenerek aniden başını kaldırdı Angel teyze. ?Benim akrabalarım misafir mi ki Ermenistan?a gitsin?? dedi sinirli bir şekilde. ?Biz bu ülkenin gerçek sahiplerinden biriyiz? diyerek bitirdi sözünü. Ben sorularımda ki yersizliği anlarken, köyü, fındık bahçeleri, yerel seçimlerde aday olan abisi ile, haklıydı Angel teyze. O kendisi gibi olan Ermenilerle birlikte, hepimizden daha çok Türkiyeliydi. Angel teyzeden çok, yabancı olan bendim aslında Türkiye?ye.
Kuşkusuz bu topraklarda yaşayan ve geçmişten günümüze, ülkenin gelişimine katkı koyan onlarca halk var. Ermeniler, Rumlar, Kürtler ve Türkler, birbirlerine kapı komşusu oldular çoğu zaman. Tıpkı benim Ordu?da yaşadığım gibi.
Dido Sotiriyu?nun, Kurtuluş savaşı sırasındaki Türkiyeli Rumların öyküsünü anlattığı, ?Benden Selam Söyle Anadolu?ya? kitabı, işte bana tüm bu başımdan geçenleri hatırlattı. Anadolu?nun her karesinde emekleri olan bu insanların varlığı, topraklarımızın zenginliği demekse eğer,-ki öyle-, yoklukları da gitgide fakirleştiğimiz anlamına gelmektedir. Roman, gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak yazılmıştır. Anadolu Rum köylülerinden Manoli Aksiyotis?in, 1914- 1918 yılları arasında tanıklık ettiği, Aydın?lı sade bir çiftçi iken, Amele Taburuna alınarak, savaşın ortasında kalışı anlatılır.
Ordu?ya alınan, fakat güvenmeyerek, ellerine silah dahi verilmeyen Rumlar, çektikleri onca acı karşısında çaresiz sürece boyun eğmişlerdir. Savaşın sonunda ise yurdu terk etmek zorunda kalarak, emek verip kurdukları evlerini Türklere bırakmışlardır. Acı çekenler sadece Rumlar olmamıştır elbette, ekilen saldırganlık tohumlarıyla her halk, payına düşen cehennemi yaşamıştır.
Peki ne olmuştur da, halklar birbirine düşmanlaşmıştır? Kafasını biraz olsun çalıştırmayıp, halkların durup dururken birbirine düşmanlık beslemeye başladığını düşünenler hata edecektir. Almanlar, Fransızlar yada İngilizler, toprak paylaşımında kimlerin etkileri olduğu bilinerek, Anadolu?yu birbirine düşürenlerden kimlerin pay kazandığını unutmayarak düşünmek gerekir.
“Ortalık aydınlanıyor işte, neredeyse güneş doğacak. Pembe, buğular içinde bir ışık iniyor dağlardan; bahçelere doğru yayılıyor yavaş yavaş. Üzümler iyice olmuş, gene de toplayamamışlar; salkımlar omacalardan sarkıyor. Ağaç dalları da öyle, hep yemiş yüklü? Ah bir mucize olabilse şu anda! Katinam olsa yanımda, kucağında meme emen yavrumuz! Ve eskiden olduğu gibi, Türk dostlar belirse kapıların eşiğinde? Akşamlarınız hayrolsun çorbacı deseler? Ah Şevket! Neredesin kardeşim benim?” (sh.220)
Anadolu?ya bin selam göndererek, kardeşlik vurgusuyla romanını yazan Sotiriyu, yaşanmış gerçeklerden yola çıkarak, bilinmeyenlere ışık tutmaya çalışıyor. Karşılıklı saldırganlıklar ve yaşanmış katliamlar karşısında inanılması güç sahneleri anlatıyor. Ne olursa olsun birbirleriyle kardeşçe yaşayan, tüm Anadolu halklarının bütünlüğüne dem vuruyor. Ve ister istemez, Nazım Hikmet?in unutulmaz o dizelerini hatırlatıyor.
?Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine??
*Nazım Hikmet
Yazının Yazarı: Canan Koçak
Dido Sotiriyu
Çevirmen : Atilla Tokatlı
Benden Selam Söyle Anadolu’ya
Matomena Homata
262 sayfa / 4. Baskı
Yayın Tarihi: Ocak 2005