Yoğunlaşmak gerek; kümülüslerin su kristallerini evire-çevire yoğunlaştırmaları gibi; yoğunlaşmak gerek, en ufak kıvılcımda şimşeğin damlaları doğurması için?Ve yukarıdan süzülen damlalar tek-tek ve daha sonra çoğalarak akmalı, hem de sicim gibi; dağa, taşa, toprağa, denize ve limanlara çarparak; canlı, cansız ne varsa top-yekün yıkamalı onları; öyle bir yıkamalı ki, tüm dünya pür-ü-pak olmalı; tüm bunlar için yoğunlaşmak gerek?
Her şeyin kendi doğasında biçimlenmesinin yarattığı ve yansıdığı o insan denilen canlı türünün güzel olarak değer biçtiği bir şekilde oluşumunu sürdürebilmesi için yoğunlaşmak gerek!…
Yoğunlaşmak gerek; insan ruhunun asi-liğini çözebilmek için ve sonsuz evrende ışıktan bir huzme bulabilmek için; ki, insan ruhuna değmeyen hiçbir güç, hiçbir kuvvet ve hiçbir cisim insan için varlık bulamaz; öyle ise, sonsuz ruhu önce tar-u-mar edip daha sonra toparlayabilmek için; asi olanla durulabilmek adına yoğunlaşmak gerek.
Yoğunlaşmak gerek; ?uçurumun çığlığı??nı (1) duyabilmek için ? çünkü insanlık zorbalık ve baskıya isyan eden asil ruhtan başkasını sürgüne göndermez. Sürgünü esarete tercih etmeyen kişi özgürlük, gerçek ve yükümlülüğün hiçbir ölçütünde özgür değildir.? (2) Özgürlük kadim bir ırmaktır insanlık tarihinde; o, ne liberalin dilindeki ben-merkezli bir olgu ne de bedenin fizik sınırlar ile sınırlandırılabilecek bir olgu olmadığı gibi.. Baskıya, zulme ve zorbalığa; emeğin ak-terini sömürmeye yönelik tüm ben-merkezli olguya karşı duran asil ruhtur; ki, o sürgünde yeşerir; her doğan gün onun için ilk/başlangıçtır; her doğan günü kucaklayabilmek için yoğunlaşmak gerek.
Semboller vardır; bir çiçek, bir kalem, bir yontu, bir alev gibi; onları yaratan eller kendi ruhunun duymuş olduğu heyecanı, özlemi, umudu, sevinç ve kederi bir-bir ve özenle o sembollere işlemiş olur. Kilime dokunan desenlerin bir tür şekilsel-yazı dili olduğu nasıl biliniyorsa tüm sembollerin de bir dili vardır. Bu dilin sırrı doğru çözümlenemez/okunmaz ise, bir iğde dalı, bir defne yaprağı, bir zeytin dalı güvercinle eşleşerek üreten ellerde özgürlüğü, bir kıralın tacında ise despotizmin ılıman yüzünü temsil edebilir; sembolleri doğru okumak için yoğunlaşmak gerek.
Öyle şeyler vardır ki tuz gibi kış mevsiminde/soğukta buz eritir, yaz mevsiminde/sıcakta onun erimesini geciktirir; bunun gibi bir çok olgu iyi ve kötüyü aynı anda barındırabilirler; asıl olan bu olgular içerisindeki doğru olanı, doğru zamanda ortaya çıkarabilmektir; bunun için yoğunlaşmak gerekir. ?Fırtına ve kar çiçekleri öldürebilir ama tohumları öldüremez çünkü kar onları öldürücü ayazdan korumak için sıcak tutar.? (3)
Yoğunlaşmak için duyumsamak gerek; hem de iliklerine kadar ıslanmış gibi bir duyumsama?Öyle ki, bir kuşun kanat çırpışındaki tınıyı, dalgaların kayalarda yankılanan ezgisini, bir ananın mahmur gözlü bebeğine söylediği ninniyi ta yürekten duyumsamak gibi yoğunlaşmak gerekir. Geçmişin yazılı tarlalarında çift sürmek ve toprağı geleceğe nadasa bırakıp bereketini arttırabilmek için duyumsamak gerek; hem de bin-bir-kaygı ile tohumun çatlamasını bekler gibi?
Yoğunlaşmak gerek; merhamet ve adaletin ölçülerini kaçırmamak ve yek-diğerini yek-diğerinin içinde erimesine/yok-olmasına izin vermemek için?Çünkü, hem merhamet ve hem de adalet insan evladının geçmişinden miras aldığı ve geleceğe taşımakla yükümlü olduğu ?paylaşım? denilen ilk yasa hükmünü onayladıkları, üzerinde sessizce anlaştıkları günden beri var-olan, önemsenen ve ayrı-ayrı korunması gereken olgulardır. Adalet ve merhamet yer değiştirirse suçlular kahraman olurlar. Hiçbir topluluk ne suçluyu ne de kahramanı bile-isteye yaratmaz ve fakat her topluluk bunların olgunlaşmalarına kayıtsız ve sessiz kaldıkları için suçluyu yergi ve kahramanı övgü ile karşılama eğilimi taşır; ve fakat hem suçlu hem de kahramanın kendinden olduğunu, kendi içinden çıktığını unutuverir?Ne suçluya ne de kahramana gereksinmediği gün merhamet kendiliğinden yok olurken gerçek adalet her dokuya nüfuz eder/işler..??merhamet suçluya verilir, ama adalet bir masumun ihtiyacı olan şeydir.?(4) Masumiyet karinesinin vicdanlarda yer edebilmesi ve merhametin sönümleşerek gerçek adaletin tecelli etmesi için yoğunlaşmak gerek?
Bir ses, bir çığlık kadimden duyulan lirin ezgisi olsalar da; neyi taşıyabilirler ki?
?Bir ses, dili ve onu kanatlandıran dudakları taşıyamaz.? (5) Ama bir ses, bir çığlık ki, yoğunlaşmış ise kendini yaran dilden kopup, kanatlandığında hem geçmişin hem de geleceğin yükünü taşıyabilir; onun taşıdığı yük fiziksel olmaktan ziyade değer-yargısal bir yüktür. Bir ses, bir çığlık yükselmeli ve kanatlanarak uçmalı ki insan yüreğindeki ağırlıklar hafiflesin, yaralar sağalsın diye?ve böylesi bir çığlığı atabilmek için geçmişe, an-a ve geleceğe yoğunlaşmak gerek?
?Sahip olduklarınızdan verdiğinizde az vermiş olursunuz. Gerçekten vermek kendinizden vermektir.?(6) Elias Canetti?nin ?Kitle ve İktidar? adlı eserinde/çalışmasında belirlediği gibi insan türü henüz ağaçlar üzerinde, ormanın derinliklerinde yaşarken tırmanışları sırasında daha yükseğe çıkabilmek için tutunduğu dala elleriyle sıkı-sıkıya sarılırken boşta kalan diğer elini yeni bir hamle yapmak üzere açmakta, serbest bırakmaktadır. Sıkı yumruk sahiplenme duygusunu, açık el ise vermeyi; ilki almayı, korumayı diğeri vermeyi alışkanlık haline getirmiştir. Cimri olanı tanımlarken ?eli sıkı? tabiri/tanımı ta o günlerden beri kalıtsal olarak günümüze ulaşan bir davranış biçimidir. Kendinden vermek kolay bir şey değildir; dalı tutan eli bırakıp düşmek gibi bir etkisi vardır; Oysa ki, insan tür olarak iki ayakları üzerinde durmasını başarmış ve diğer tüm nedenlerin yanında bu becerisi sayesinde insanlaşmış olduğuna göre, dalı sıkı tutan elini açtığında ayakları üzerine düşeceği bilincini de geliştirmiştir. Demek ki, kendinden vermek sanıldığı gibi daldan düşmek ile eş-değerde olmadığı gibi bunu aşan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çıkarsız ve sadece sevgiye dayalı, ben-merkezli olmaktan aşarak kendinden verebilmek için duyumsamak ve yoğunlaşmak gerekir..
İnsan, nerede ve hangi zaman diliminde ve de hangi sosyal-ekonomik bir çevrede doğacağını bilemez ve isteyemez; o, tüm bunları hazır bulur?Onun başlangıç hikayesi/öyküsü doğmadan önce düşünülmüş, kurgulanmış ve planlanmıştır; ki, bu durum onu doğar doğmaz kendini kuşatan bir cenderedir. İnsan dar bir koridordan başını uzatarak dünya gezegenine merhaba der; ama o, henüz cenin iken dünyalı birine, en-az birine merhaba demiştir. Yekten kendini içinde bulduğu sosyal çevrede büyüyen insan yavrusu toplumsal kabul görmüş değer-yargıları ile de çepe-çevre kuşatılmış olduğunu zamanla idrak etmeye/anlamaya başlar. İçselleştirdiği çoğu olgunun, değer-yargılarının kendine ilişkin/ait olmadığının farkında olmayabilir. Ancak bu son durum tüm bireyler için geçerli değildir; sorgulayıcı, peşin-kabullerden uzak durmayı bilinçsel olarak gerçekleştiren bir yapıyı geliştirmiş ise birey, dayatılmış olanlar ile kendine ait olanları fark edebilir. Toplumsal tabuların hepsi sorgulamayan bireylerin içselleştirdikleri dogmalardan başka nedir ki?! Tüm tabuları yıkmak için duyumsamak ve yoğunlaşmak gerekir. ?Eğer tahttan indireceğiniz bir zorbaysa, önce onun sizin içinizde kurduğu tahtı devirin.?(7)
Bin yıllar öncesinde yaşadığı ortamda çıplak olan insan zamanla giysilere bürünmüştür. Artık, doğuş anında çıplak olan yavru hemen sarılıp sarmalanarak giydirilmektedir. İnsanın geçirmiş olduğu evrimleşmeye onun giysiler üretebilmesi de katılmış bir olgudur. Çünkü, giyinme insan türünün evrim sürecinde varlığını sürdürebilmesi açısından önemli bir etkendir. Bu durum aynı zamanda giydirilmiş olmayı, yasak ve örtülenmiş olmayı da beraberinde büyütmüştür. Fiziksel giysilerine büründürülen insan yavrusu büyüdükçe toplumsal kıyafetlerle kuşatılacak/giydirilecektir. Toplumsal giysiler fiziksel olarak görünmezler ve ancak toplumsal var-olmanın olmazsa olmazlarındandır. Üstelik toplumsal kıyafetleri çıkartmak, fiziki kıyafetleri çıkartmaktan zordur. İnsan bir tür olarak varlığını evrimleştirirken iklim koşullarına göre kuşandığı fiziki kıyafetler gibi toplumsal koşullara göre de sosyal statü kıyafetlerini bezenmek zorunda kalmıştır. Ancak bu son durum, fiziki kıyafetlerin etkisinden farklı olarak ilk toplumsal yasa olduğu Elias Canetti tarafından dile getirilen ?paylaşım yasası?nın bireysel açıdan ters-yüz edilmesine neden olmuş ve bireysel çıkarlar toplumsal çıkarların önüne geçmiştir. Bu nedenledir ki, bu çarpıklığın giderilebilmesi için ?Ahlakı üzerine en güzel giysisi olarak giyenler çıplak gezseler daha iyi.?(8)…Her türlü giysi içerisinde ?paylaşım yasası?nın evrenselleşebilmesini sağlamak için duyumsamak ve yoğunlaşmak gerekir.
Dil döngüsünün gırtlak döngüsünden evirilmiş olması gerekir. El-ayak-beyin-dil diyalektiği ilk-el insanda bir çığlık, bir ses, bir nida olarak belirmiş ve zamanla soyut çizgiler, dil-i/yazın dilini doğurmuştur. İnsanlık tarihinin on-binlerce yılı sözlü aktarımlarla geçmiştir; yazının keşfiyle beraber uygarlaşma denilen sürece geçilmiştir. Binlerce yıl önce Gordon Childe?in dediği gibi biyolojik varlığını neredeyse tamamlayan insanın kültürel varlığı henüz başlangıç aşamasındadır. İnsanlaşmada bilginin yazıya aktarılması insanın önemli bir sıçrama yapmasına neden olmuştur; varlığının önemi yadsınamaz ve ancak; ?Sözlü bilgi sözsüz bilginin gölgesinden başka nedir ki?.?(9) Demek ki insan, sözlü anlatımda bulunmadan önce bunu düşüncesinde yaratmış olmalıdır; ki, buna sessiz konuşma denebilir. Tüm sessiz konuşmaları anlamlı bir bütüne kavuşturmak ve iletebilmek için yoğunlaşmak gerekir.
?Neden ne olacağımızı tartışıyoruz ki, daha kim olduğumuzu bile bilmiyoruz.?(10) Değer felsefesinin olan ile olması gereken arasındaki farkı ve ilişkiyi yargısal olarak ortaya koyması yanında, insan ?kim,? ne? olduğunu bilmeden ?ne olması gerektiği?ni dile getirmekten geri durmamaktadır. Yeryüzü-cennetinin yaşam için gerekli ve potansiyel enerji kaynaklarının tüketiminde ?varken-yaşa? zihniyetiyle ve adeta yarışırcasına gelecek kuşakların haklarını yemek/tüketmek pahasına insan, ?ne olacağını? umursamaz görünmektedir. İnsanın ?ne olacağı? sorunu elbette çok önemli bir sorundur ve fakat bu soruna doğru çözüm bulabilmek ancak ?ne olduğu?nun bilinci ile bulunabilecek bir olgudur. Bunun için duyumsamak ve yoğunlaşmak yetmez; emek harcamak da gerekir.
İnsan, avcı-üretim aşamasındaki alışkanlığının derin izlerini hala üzerinde taşımakta ve daha yıllarca taşıyacak gibi görünmektedir. İçine girdiği post ile avına yaklaşan insan bu edimi ile mask/elenmiş olmanın üstünlüğünü/yararlarını fark etmiş ve daha sonra bu becerisini ikili ve çoklu ilişkilerinde kullanmaya başlamıştır; literatüre mask/persona olarak giren bu edim, fiili hayata personel olarak yansımıştır. Boşuna ?ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz? denmemiştir. ?Başkasının gerçekliği; size açıkladığı şeyde değil, açıklayamadığı şeyde gizlidir. Bu yüzden eğer onu anlamak istiyorsanız, sözlerini dinlemektense, söylemediği ama yaptığı şeylere bakın.?(11) Yalnızlığın hafifliğini koruyabilmek için mask/elere gerek bulunmamaktadır.
?Kendini her gün yenilemeyen bir aşk, alışkanlığa ve köleliğe dönüşür.?(12) Gerçek aşkı yaratabilmek, onu her gün-doğumunda yeniden üretebilmek için duyumsamak; hem de en içten bir şekilde duyumsamak, yoğunlaşmak; hem de en küçük/mikro boşluğa dahi yer vermeyecek şekilde yoğunlaşmak, emek harcamak; hem de hiç usanmadan ve yer/zamanı unuturcasına emek harcamak, önemsemek; hem de eş-ruhunda kendini görebileceğine dair bir bilinçle önemsemek, sevgiyle paylaşmak; hem de karşılık beklemeden sevgiyle paylaşmak gerekir.
Nejdet Evren
Şubat 2014,
Akarca
Esinlen Kitap/eser: Halil Cibran, Bütün Eserleri 1
(1) Halil Cibran, Bütün Eserleri 1, Kafekültür yayıncılık, 2013,Sufi S:13, 350 sayfa
(2) Age, S:18
(3) Age, S:48
(4) Age, S:57
(5) Age, S:76
(6) Age, S:83
(7) Age, S:104
(8) Age, S:122
(9) Age, S:128
(10)Age, S:183
(11)Age, S:215
(12)Age, S:225
Çeviriler:
.Asi Ruhlar, Ermiş, Ermişin Bahçesi adlı eserler için, Esra Emek çevirisi,
.Kaçık, Lazarus ve Sevdiği adlı eserler için, Dilek Özken çevirisi,
.Kum ve Köpük, Yeryüzü Tanrıları adlı eserler için, Candan Selman çevirisi,
.Şeytan adlı eser için, Nurcan Onaran çevirisi.