Antigone Mitolojik Bir Kahraman mı Sadece – Çağlar Mirik

“Her ilkyaz badem ağacı gibi çiçeklenir
Onurlu şehitlerin kızıl toprakları.”
Oğuz Tansel

“Her gün yazmak gerekir şikayet etmeden, defteri tanık etmek için tarihe. Zorlanacağız günler ilerledikçe, fakat bu kalem düşmemeli elden. Şairi ya da yazarı değiliz çıkacak metnin. Çadırdan dışarıya taşan hayatın sözcükleriyiz. İmlası yanlış, cümlesi düşük de olsa; yazmalıyız.”

Böyle diyor ve her gün yazıyordu Hüsnü Yıldız. Sana Geldik Ali diyebilmek için, yaşadıklarını tarihe tanık etmek ve tarihi kendine kılavuz edinecek olanlara bir not bırakmak için yazdı. Kalemini elden düşürmeden selamladı direniş çadırına gelenleri. Çünkü yazmak da direnmek gibi bir eylemdi ve Hüsnü Yıldız?ın yazdıkları, direnişinin bir başka boyutuydu. Yaşananlar tarihsel önemdeydi ve bugünü anlamaya ve geleceği kurmaya yönelik bir nottu yazılan.

Hüsnü Yıldız, kardeşi Ali Yıldız?ın, Dersim?de 14 yıl boyunca gizlenen kemiklerini alabilmek ve O?na bir mezar yaptırabilmek için başladığı direnişten zaferle çıkmıştı. 68 gün süren direnişi boyunca yazdığı günlük, kitap olarak geçtiğimiz yıl Tavır Yayınları?ndan okurlara ulaştı. Hüsnü Yıldız?ın da avukatlığını yapan devrimci avukat Taylan Tanay?ın Antigone?den başlatarak yazdığı önemli önsözle başlayan kitap günümüzde unutulmaz bir ilk direniş güncesidir. Bir insanın kemiklerini alabilmek için dünyada ilk defa ölüm orucu ile açılan toplu mezarın hikayesidir anlatılan. Bu kitapta, bir kişinin direnişi için yüzlerce insanın nasıl çalıştığını ve her aşamayı ilmek ilmek nasıl ördüğünü göreceksiniz. TAYAD nedir, kimdir TAYAD`lılar diye sorulduğunda bu kitapta cevap bulacaksınız. Bir insan tek başına ne yapabilir ki? diye kuşkuya düşüldüğünde, bu kitap bir rehber olup güç verebilecek niteliktedir. Toplu mezarlar gerçeği ile yüzleşmek isteyenler bu kitabı okumazsa hislerinin çoğu eksik kalacaktır. Devrimci irade ve kararlılıkla neler yapılabilir? diye merak eden genç devrimcilerin bu kitaptan öğreneceği çok şey var. Hüsnü Yıldız mücadelesiyle hem kendisi bir örnek olarak hem de Ali Yıldız?ın kişiliğinden örnekler vererek gençlik için önemli deneyimler aktarıyor. Yani anlatılan bizim hikayemizdir, bu toprakların hikayesi ve gerçekleridir anlatılan. Bir devrimcinin direnişini okurken aynı zamanda iyi bir dille yazılmış edebiyat örneğini ve hayatın diyalektiğini de okuyoruz: ?Hayat, bu sensin işte? Acımasız ve gerçeksin. Kederi, hüznü ve sevinciyle, iyiliği kötülüğüyle, rahatı ve zorluğunu koyarak aynı potaya, öyle yol alıyorsun.? (s.25)

Belki de Schiller?in, ?Ölmeyi göze almazsan, yaşayamazsın? sözünün en çok geçerli olduğu yerdir ülkemiz. Kitapta birbirinden değerli o kadar çok bölüm var ki, her birini okudukça yeniden ve yeniden sarsılıyorsunuz. Direnişte günden güne zayıflayan bedenine aldırmadan gülümsemesi ve en ince şeyleri dahi düşünmesiyle Hüsnü Yıldız, Goethe?nin, ?Hayat, ölümsüzlüğümüzün çocukluğudur? sözünü bir kez daha anımsatıyor. Ortak keder ve dertle buluşan insanların öyküsü ve mücadelesi… Direniş çadırını ziyaret edenlerin anlattıklarını duydukça, destek olmak için cebindeki paranın hepsini verenleri, arı gibi çalışan gençleri gördükçe, bu büyük dayanışmanın hikayelerini okudukça ?her şey bitti? diyenlerin suratında bir kez daha patlıyor gerçekler. Yaptığını kendisinden bile gizlemek, yaptığıyla yüzleşememek neyi ifade ediyor devletin ve bilcümle katillerinin lügatında? Yani saklanan mezarlar, insan kemikleri? Ancak devrimciler acı tecrübeleriyle biliyor kayıpların, sokak ortasında öldürülmenin, bir gece evden alınmanın ve çöplerde/arazilerde ceset aramanın ve bulmanın ve bütün bunların ne anlama geldiğini. işte onun içindir ki yaşlı başlı analar da bu mücadelede yer alıyor. Sadece kendi evlatları için değil başka anaların oğulları ve kızları için de yerlerini alıyorlar. Onlardan birisi de Hüsnü ve Ali Yıldız?ın annesidir. Oğlu öldürülmüş bir ananın derin hüznüyle o da direniş çadırında. Ateşli, inatçı ve sonuna kadar haklı bir direnişin içinde yaz ortasında kederli bir şekilde bekledi. Gelen ziyaretçileri ve konuşulanları gözlemliyor: ?Bütün bunları öyle hızlı yaşıyor ki, donuk bakışları ağaçların gölgesinden uzanıp Munzur?un akışında kayboluyor.? (s.47)

Kitabın önemli bir bölümü direniş çadırına gelen ziyaretçilere ilişkin. Yaz tatilini Dersim?de geçirmek isteyen gurbetçilerden tutun da evlatlarını kaybetmiş analara, sanatçılardan işçilere, gazetecilerden ve İstanbul?dan gelen misafirlere kadar uzanan geniş bir liste bu. Avrupa?dan arayanlar eksik olmaz ve hatta orada da destek olmak için açlık grevi yapan insanlar var. ABD?den dahi mücadele eden güzel insanlar selam uçurmuştur buraya. ?Gökyüzü kardeşliğidir? bir bakıma yaşananlar. Hergün işe giderken çadırın önünden geçen emekçilerin ürkek bakışları arasında, kimi cesur ve umutlu işçilerin sabah sohbetleriyle Dersim?in orta yerinde durdu çadır. Bu çadır sadece Hüsnü Yıldız?ın mücadelesini temsil etmedi, kendisinden önceki direnişleri de içinde barındırdı. Yeryüzünde bizden olan bütün savaşçıların buluşma noktası gibi. Her gece dertleştiler ve sesleri Munzur?dan akarak ulaştı birbirlerine. Onlar, Hüsnü Yıldız?a güç ve direnç verdi. Tarihin ırmaklarından acılar akıtan bu coğrafyada bütün acılar ve anılar bu çadırda toplanıp ve sıkılı bir yumruk gibi patladı katillerin ve temsilcilerinin suratında: ?Köy boşaltmaların, orman yakmaların, yargısız infazların, gözaltında kayıpların, faili meçhullerin, soygun ve talan düzeninin sahipleri! Asıl terörist sizsiniz! Gerçekleri ters yüz ederek hakikati değiştiremezsiniz. Terörist dediğiniz kardeşimle gurur duyuyorum!?(s. 89) Tam da burada José Martí?nin de söylediğini yapmıyor muydu Hüsnü Yıldız, ?Korkusuzca yüzleşmek düşman kılıcıyla/ Yeğdir yatakta yatıp binlerce ölümle yüzleşmeye??

?Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa eğer??

Elbette ki kendi diyalektiği ile akıp giden bu hayat, Hüsnü Yıldız ile aynı düşünmeyenlerin, ona ve direnişe inanmayanların yollarını da kesiştirecek bir yerlerde. Onlar belki de yaşayan ölüler olarak yer alıyorlar aramızda. Nasıl böyle olmasın ki? Türkiye?de uyuşturucu kullanımı ilköğretim okullarına kadar düşmüşken; yani Türkiye halkları çürüyor ve çürütülüyorken ?ölüsü için ölümü göze almayı? pek çok kimsenin anlamaması anlaşılır bir durum oluyor. Yılda her altı kişiye bir kitap düşüyorken kaç kişinin vazgeçilmez düşleri olabilir ki? ?Aşk ve cinsellik sektörü? her geçen gün büyüyorken, flört sitelerinin krize rağmen cirosu 20 milyon dolara ulaşırken ve sadece Sevgililer Günü harcamalarında kredi kartlarından kriz ortamlarında bile 650 milyona yakın para çıkıyorken ve aşkın da düştüğü vaziyet ortadayken durup düşünüyor insan: ?Kimse ölüsü için ölmeyi göze alamaz mı? Yahu siz hiç birini sevmediniz mi? Aşık olmadınız mı? Vazgeçmediğiniz düşleriniz olmadı mı? Bağlı olduğunuz idealleriniz hiç mi olmadı?? (s.94)

Verilen cevapları siz de duydunuz mu? Vazgeçilmez idealler için sağlam bir kafa gerekmez mi? Yukarıda kısa tutarak verdiğimiz örneklerle bir kez daha tekrarlar ve eklersek, Türkiye halkları çürütülüyorken Hüsnü Yıldız’ların mücadelesi aynı zamanda bu çürümeye karşı bir mücadeledir. Hem zaten sevmeyi bilmeyen ölmeyi nasıl göze alabilir ki? Bütün bunlara rağmen yaşamın bir reçete değil, insan(lık) mücadelesi tarafından yaratılan bir diyalektik olduğunu unutturmadan devam ediyor kavga.

Ahmed Arif?in, ?Biz ki, ustasıyız/ Vatan sevmenin/ Umut, saklımızda ölümsüz bayrak/ Kırmızı kırmızı/ Dalga dalgadır??
Enver Gökçe?nin, ?Sana bin teşekkür/ Büyük ızdırap/ Bana sevmeyi/ Bana hakikâti/ Bana insanları öğrettin??

Nâzım Hikmet?in, ?Şarkılarımız/ Ön safta en önde saldırmalıdır düşmana/ Bizden önce boyanmalıdır şarkılarımızın yüzü kana?? dizelerinin teyidi değil midir verilen bunca kavga?
DİRENMEK fiilinin önemini bir kez daha hatırlatmamış mıdır Hüsnü Yıldız?

Milattan önce üçüncü yüzyılda yaşayan Callimachus?un, ?İyi bir insan, hiç ölmez? sözünün doğruluğu tartışılmaz. Ancak gelecek kuşaklara bu kitap ve temsil ettiği erdemlerle birlikte bırakılması gereken başka bir şeyler daha yok mu? Posta adreslerinde bile kabul gören bu direniş çadırı ve o meydan verilen mücadelenin bir anıtını hak etmiyor mu? Tüm bu yazı boyunca ve kitapta anlatılanların ışığında bir kez daha düşünürsek şimdi; Antigone mitolojik bir kahraman mıdır sadece?

NOT: Kitapta TAYAD?lı Hasan Beyaz?ın anlatıldığı bölümleri okurken ?ki bu direniş ve kitap boyunca hep onunla karşılaşıyorsunuz- insan bir başka duygulanıyor. Bu duygusal anları da okurlara bırakmak gerektiği düşüncesiyle yazıda o anlara değinilmedi.

Çağlar Mirik

Kitabın Künyesi
Sana Geldik Ali
(Dünyada Direnişle Açılan İlk Toplu Mezarın Güncesi)
Hüsnü Yıldız
Tavır Yayınları / Araştırma – İnceleme Dizisi
İstanbul, 2012, 1. Basım
392 s.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir