“Boşuna mı Okuduk?” Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği / Kitap Analizi – Emine Kahraman

BOŞUNA MI OKUDUK?
TÜRKİYE’DE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ
KİTAP ANALİZİ- 1

Emine KAHRAMAN

ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİM DALI
SOSYAL YAPI VE SOSYAL ÇALIŞMA BİLİM DALI

1. GİRİŞ
Boşuna mı okuduk? Türkiye’de beyaz yakalı işsizliği kitabı beyaz yakalı işsizliğin durumu, beyaz yakalı işsizlerin dünyası, beyaz yakalıların iş bulma ve geçinme stratejileri olmak üzere 3 ana bölümden oluşmaktadır. 11 makalenin yer aldığı bir çalışmadır. Bu çalışmada yaş ve meslekleri farklılık gösteren 57 kişi ile görüşme yapılmıştır.
Kitabın ilk bölümünde kapitalizmin gelişim sürecinde işsizliğin ve beyaz yakalı işsizliğinin durumu incelenmiştir. İşsizliğin ve prekarizasyonun (güvencesizleştirmenin) tanımı yapılmıştır. Beyaz yakalı işsizlik kavramının nasıl ortaya çıktığından bahsedilmiştir. İşsizlik konusuyla ve yaşanan sorunlarla ilgili sinema, edebiyat ve tiyatrodan örnekler verilmiştir.
Kitabın ikinci bölümünde beyaz yakalı işsizlerin deneyimleri, duyguları, düşünceleri ele alınmıştır. Beyaz yakalı işsizlerin yaşadığı psikolojik sıkıntılara, yapılan ayrımcılık türlerine değinilmiştir. Yöneticilerin de ara ara konuşmalarına değinerek beyaz yakalı işsizliği probleminin sistemin değil de kişinin sorunuymuş gibi yansıtılması eleştirilmiştir. Ailenin beyaz yakalı işsizler için en büyük dayanak olmasından, aynı zamanda da bağımlılıkları nedeniyle yaşadıkları eziklik duygusundan ve itaat etme gerekliliğinden bahsedilmiştir. Bu durumun kişi üzerinde oluşturduğu etkilere ve psikolojik sorunlara değinilmiştir.
En son bölümde beyaz yakalıların iş bulma sürecinde yaşadığı sıkıntılardan, bu süreçte oluşturulan geçinme stratejilerinden bahsedilmiştir. İşsizlik sürecinde kişilerin evden çıkmamaları, uyku düzensizliği problemi yaşamaları, intihar girişiminde bulunmalarının arka planı anlatılmaya çalışılmıştır. Yaşanan sıkıntılar karşısında oluşturulan örgütlenmeler (atanamayan öğretmenler platformu gibi) örnek olarak verilmiştir. Kpss sürecinin kişiler için ne ifade ettiğinden, kişilerin kpss’ye yıllarca hazırlanma sebeplerinden bahsedilmiştir. En son olarak bankacılık sektörüne değinilmiş, orada karşılaşılan yaş sorununa, prezentable (kendini pazarlayabilme) olma gerekliliğine değinilmiştir.
Kitapta kısıtlı sayıda da olsa birçok kişiyle yapılan görüşmeler sonucu sadece işsizlik ele alınmamıştır. Aynı zamanda bu süreci yaşayan kişilerin psikolojik durumu da ele alınmış, işsizlik sorunu doğrudan kişilerin kendi aktardıkları şekilde değerlendirilmiştir. İşsizliğin sadece kişisel bir sorun olmadığı, bu süreçte aynı zamanda toplum ve çevrenin de etkili olduğu ve aile desteğinin önemi üzerinde durulmuştur. İşsizlik konusunda kişilerin örgütlenememe nedenlerine değinilmiş, çeşitli örneklerle örgütlenmenin önemi vurgulanmıştır.
Kitabın ilk basım yılı 2011 olduğu için içindeki raporlardaki veriler, TÜİK verileri 2011 ve öncesine aittir. Bu nedenle yaptığım kitap değerlendirilmesinde 2017 verilerini de ekleyerek nelerin değişip değişmediğine değinmeye çalıştım.
İşsizlik ve istihdam sorunu günümüzde de devam ettirmektedir. Bu kitap üniversite mezunu gençlerin diplomalarını aldıktan sonra yaşadıkları sıkıntıların, duygusal baskıların ve psikolojik durumların anlaşılması ve değerlendirilmesi açısından önemli bir bakış açısı sunmaktadır. Kişilerin işsizlik sorununu kendilerine yüklememeleri gerektiği, bu sürecin sistemin bir getirisi olduğu anlatılmaya çalışılmıştır. Günümüzde de benzer sorunlar geçerliliğini devam ettirmektedir. Beyaz yakalı işsizlerin işsizliklerini sürekli ertelemeleri aynı zamanda kendi hayatlarını da ertelemeleri, yaşadıkları geleceğe dönük kaygılar, aileye bağımlı kalma durumu ve yaşanan sıkıntılar halen güncelliğini korumaktadır. Beyaz yakalı işsizlerin daha düşük ücretli, güvencesiz ve geçici işlerde çalışmaya yönelmesiyle birlikte artık bu tür işlerde de iş bulabilmek zorlaşmıştır. Başvuru fazlalığından dolayı bu işlerde de tanıdık vasıtasıyla işe girebilme, dil şartı ya da aranan niteliklerin artması gibi durumlarla karşılaşılmaktadır. Bu nitelikler çoğu zaman çalışma hayatında kullanılmamaktadır. Daha donanımlı, nitelikli elemanın daha az maliyetle çalıştırılması, özellikle de binlerce başvuru arasından seçme kolaylığı sağlamaktadır.
Kitapta da belirtildiği üzere “İşsizlik bir bekleme odası değildir, toplumsal bir mekândır.” Bu nedenle hala devamlılığını sürdüren bu konu üzerinde farkındalığı arttırabilmek gerekmektedir. İnsanların beyaz yakalı işsizliği sürecinde aslında yalnız olmadığını, birçok insanın bu tarz sorunla karşı kaşıya kaldığını çünkü sistemsel bir sorun olduğunu görebilmeleri açısından bu tarz çalışmaların çoğaltılması, daha geniş kesimlere bu tür çalışmaların önerilmesi gerekmektedir.

2. KİTAP KÜNYESİ

Kitabın adı: Boşuna mı okuduk?
Alt başlık: Türkiye’de beyaz yakalı İşsizliği
Yayın No: İletişim 1587
Baskı: 5.Baskı 2015 ( 1. Baskı 2011)
Yazar: Tanıl Bora, Aksu Bora, Necmi Erdoğan, İlknur Üstün
Dizi Kapak Tasarımı: Ümit Kıvanç
Uygulama: Hüsnü Abbas
Kapak: Suat Aysu
Düzelti: Ayten Koçal
Cilt: Güven Mücellet
Baskı: Sena Ofset
Fiyat: 21,06 Tl

3. KİTAP ÖZETİ
3.1. Yazarlar Hakkında
Aksu BORA
1963 yılında Van’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. Çeşitli işlerde çalıştıktan sonra antropoloji doktoru ve antropoloji doçenti oldu. Halen Hacettepe Üniversitesi iletişim fakültesinde öğretim üyesidir. Amargi dergisi ve Ayizi Yayınevinin editörlüğünü yapmıştır. Birikim dergisinde yazmaktadır.

Tanıl BORA
1963 yılında Ankara’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. İletişim yayınları, Birikim, Toplum ve Bilim dergilerinde editörlük yapmıştır. Birikim dergisinde halen yazmaktadır.

Necmi ERDOĞAN
1965 yılında Kayseri’de doğdu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesinde öğretim üyesidir.

İlknur ÜSTÜN
1965 yılında Zile’de doğdu. Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Bir süre dershanelerde öğretmenlik yaptı. Birçok kadın örgütünde ve kampanyalarda eğitimci- aktivist olarak yer almıştır. Ayizi Yayınevi’nin yayın yönetmenliğini yapmıştır.

3.2. Kitap Özeti
3.2.1. Beyaz Yakalıların Durumu
Dünyada 1970’lerden itibaren işsizlik sürekli artmıştır. Eğitim ve öğrenimin iş bulma sürecinde sağladığı avantaj azalmış, nitelikli işgücü olan beyaz yakalılar için de işsizlik durumu söz konusu olmaya başlamıştır. 1995’te işsiz ve gizli işsiz sayısı 800 milyon iken 21.yüzyılın başında bu rakam 1 milyarı geçmiştir. (T. Bora ve Erdoğan, 2015:13)
Küreselleşme ile birlikte teknoloji hayatımızda daha fazla yer almaya başlamıştır. Teknoloji kullanımının artması, ulaşım imkânlarının kolaylaşması ve bilgisayarlaşmayla birlikte maliyetler düşürülmeye, verimlilik sağlanmaya ve kar payı arttırılmaya çalışılmıştır. Bunun sonucunda çalışan personel sayısı düşürülmüş, işsizlik artmıştır. Birçok meslekte bilgisayarlaşmayla birlikte istihdamda daralmalar meydana gelmiştir.

3.2.1.1. İşsizliğin Tarihsel Süreci
Sanayi üretimiyle birlikte iktisadi büyüme ve hizmet sektörünün genişlemesi sağlanmıştır. İkinci Dünya savaşı sonrasında refah devleti savaş ve komünizm tehdidine karşı politik bir önlem alma, kitlesel tüketim için gelir dağıtma stratejisi belirleme, emekçi sosyal mücadelelerinin baskısı gibi nedenlerle kurumsallaşmıştır. Sosyal refah devleti batı ve kuzey ülkelerinde yani sanayileşmiş ülkelerde gelişmiştir. Doğu ve güney ülkelerinde daha zayıf kalmıştır. Bu rejimle birlikte ekonomi kendi haline bırakılmamış, piyasa denetlenmiş, sosyal haklar ve çalışma statüleri gelişmiştir. (T. Bora ve Erdoğan, 2015:14)
Keynesyen devlet ise 1950 ve 1970’ler arasında hüküm sürmüştür. Bu dönem sosyal kapitalizm ve insan yüzlü kapitalizm olarak da adlandırılmaktadır. İşsizlik, kapitalizmin ürünü olarak görülmüştür. İşsizlik terimi 19. yüzyıldan itibaren radikal ve sendikal alanda kullanılmıştır. 1880 ekonomik bunalımından sonra da devlet bilimi olarak istatistiğin konusu olmuştur. 1970 ve 1980 döneminde deregülasyon (devlet sınırlamalarının azaltılması, kaldırılması) süreci başlamıştır. Ekonomideki denetim ve düzenlemeler azalmıştır. Sermayenin zaman ve mekâna bağlılığı ortadan kalkmıştır. Piyasa serbestliği uygulanmaya başlamıştır. Bu neoliberal süreçle beraber esnek üretime geçilmiştir. Sendika ve sosyal hak talepleri zayıflamış, çalışma koşulları güvencesiz hale gelmiş, geçici istihdam statüleri yaygınlaşmıştır. Çalışan yoksullar ve emeğin prekarizasyonu kavramları ortaya çıkmıştır. (T. Bora, Erdoğan, 2015: 16) (Prekar: müşkül, güvensiz, istikrarsız, tehlikede olan, yarını belirsiz, iptal edilebilir.)
ABD’de beyaz yakalı işsizliği 1970’lerden 1990’lara kadar çok fazla artmıştır. Alman Sendikalar birliğinin 2009 araştırmalarına göre lise ve üniversite mezunları arasında iş arayanların oranı artmıştır. Bu raporu hazırlayanlara göre 2009 krizi vasıflı iş gücüne yönelik tehditte etkili olmuştur. İşverenler, daha yüksek eğitimli olmayı işsizlik riskinden kaçınmanın en sağlam yolu olarak görmüşlerdir. Bu nedenle bu rapor, işverenler tarafından zarar verici ve yanıltıcı olarak görülmüştür. (München business, 2009’dan aktaran T. Bora ve Erdoğan, 2015: 19)
OECD (ekonomik kalkınma ve iş birliği örgütü) ve işgücü piyasalarıyla ilgili bir araştırma enstitüsü işsizlikten kurtulmanın yolunun yaşam boyu eğitimle mümkün olduğunu belirtmiştir. Sürekli eğitimin gerekli görülme nedeni; çalışanların, ileriki yaşlarında da çalışma hayatlarında yeni teknoloji ve bilgilere kolay adapte olabilmesidir. “ Beyaz yakalılar, beyaz yakalarını daha fazla kolalamalı ve daha beyaz yapmalı” sözünde de görüldüğü üzere yaşam boyu eğitime vurgu yapılmıştır. (Bora ve Erdoğan, 2015: 19) Eleştirel teori düşünürü Oscar Negt ise, bilginin çok hızlı bir şekilde yenilendiğini, birçok mesleğin ortadan kalkmak üzere olduğunu bu nedenle yaşam boyu eğitimin kurumsallaşması gerektiğini belirtmiştir. (Negt, 2010: 136-238 aktaran T. Bora ve Erdoğan, 2015: 20)
Lipietz ise toplumu bir balona benzetmiştir. Eski ve yeni şeklinde iki modelden bahsetmiştir. Eski modelde toplum az zengin, az yoksul ve çok orta halli kesimden oluşan şişkin, göbekli, sıcak bir hava balonudur. Yeni modelde ise Neo- Taylorizm, finansallaşma, esnekleşme ve prekarizasyonla (güvencesizleştirme, istikrarsızlaştırma) birlikte sıcak hava balonu orta sınıfın olduğu kısımdan patlamış ve kum saati şeklini almıştır. Kum saati modeliyle karlar artmış, üst kademe yöneticilerin maaşları artmıştır. Alt-orta ve alt sınıflar daha da aşağı itilmiştir. Bir süre sonra toplumdaki orta sınıflar kendi geleceğini alt sınıflarda görmeye başlamış ve yoksullar artık ayrı bir ırk olarak görülmüştür. (Lipietz, 2001: 17-36 aktaran T. Bora ve Erdoğan, 2015: 20)
1990’lı yılların sonunda Batı Avrupa ve Kuzey Amerika merkezli yeni ekonomi trendi ortaya çıkmıştır. Bu eğilim beyaz yakalı efsanesi olarak da bilinmektedir. Bu efsaneye göre yeni (kültürel) sermaye entelektüel emek gücünün zenginliğini sağlayacak ve bolluk içinde bir yaşam sunacaktır. İnternet bağlantılı, bilgi-yoğun, networking işler ve sınırsız büyüme sağlayacak, teknolojik gelişmelerle birlikte üretkenlik artacak ve işsizlik artışı azalacaktır. Bu bilgi- yoğun ekonomiyle seçkin bir çalışan kesimi oluşturulacaktır. Bu iyi eğitimli, zeki, entelektüel kesim kazançlı, zevkli ve özgür bir çalışma ortamına sahip olacaktır. Fakat bu felsefe 2000’li yıllarda çökmüştür. (Mesching, Stuhr, 2001 aktaran T. Bora ve Erdoğan, 2015: 20-21)
Yeni çalışma eğilimiyle kılık kıyafette, çalışma süresinde, mekân düzenlenmesinde resmilikten vazgeçilmiştir. Eğlence, ofis partileriyle iş yerlerine taşınmıştır. Boş zamandan beklenen haz ve zevk çalışma mekânlarında ve çalışma zamanlarında elde edilmeye başlanmıştır. Sanayi toplumunda meydana gelen iş ve boş zamanın ayrımı ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte evde çalışma şekilleri ortaya çıkmıştır. Boş zaman ve çalışma zamanı iç içe geçmiştir. Çalışma sürelerinin sınırsız uzaması, işin kişinin hayatının tamamını kaplaması ve işin hayatın anlamı haline gelmesi esnek çalışmanın eleştirileridir. Bu durum kapitalizmin emek sömürüsüne benzetilmiştir.
Neoliberalizm sürecinde işsizlik bireysel bir tercihin, aylaklığın sonucu ya da işgücü piyasasındaki maliyetlerin yüksekliğinin, emek rejiminin katılığının sonucu oluşan geçici bir durum olarak ikiye ayrılmıştır. İşsizliğin bireysel bir tercih ve aylaklığın sonucu olarak görülmesine örnek; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 20 Temmuz 2010’da başbakan iken yaptığı bir konuşmada “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok” şeklinde bir ifade kullanmıştır. Bu konuşmada gençlerin iş beğenmemesinden ve kişilerin becerilerini geliştirmeleri gerektiğinden, yeni beceriler edinmelerinden bahsedilmiştir. (Rose, 1997: 162, aktaran T. Bora ve Erdoğan, 2015: 22) İşsizlik durumu kişinin kendisine yüklenmiş ve bu durumun sorumlusu işsiz kişiler olarak görülmüştür.

3.2.2.2. İşsizliğe Yönelik Yapılan Uygulamalar
2000’li yılların sonlarında yeni ekonomi felsefesi çökmüştür. Büyük firmalar kitlesel işten çıkarma işlemleri yapmaya başlamıştır. Almanya’da 2003 yılında sosyal haklarda kapsamlı tasfiyelerin olduğu yasal düzenlemeler yapılmış ve yürürlüğe girmiştir. Özellikle işsizlerin sosyal haklarını azaltan yasa, kişileri bireysel girişimciliğe teşvik etmek için düzenleme getirmiştir. “Ben A.Ş.” bu düzenlemenin gayri resmi ismidir. Bu ideolojide her birey yeteneğine göre kendini “iş projesi” olarak görmektedir. 2002 yılında bu terim dilbilimcilerden oluşan bir jüri tarafından yılın en saçma, anlamsız sözü olarak seçilmiştir. (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 22)
Günümüzde iş sözleşmelerinin büyük bir kısmı süreli ya da geçicidir. Özellikle kadınlar, gençler ve yeni mezunlar kısa süreli ve geçici sözleşmelerle işe alınmaktadır.
Avrupa’daki sendikal hareketlerle ücretlerde yapılacak bir miktar düşüşe karşılık çalışma sürelerinin azaltılması böylece işsizliğin bir miktar düşürülmesi hedeflenmiştir. İtalyan sendikalarının 1990’lardaki popüler sloganı “ daha az iş, herkese iş” şeklindedir. Volkswagen 1993’te dört günlük iş haftasına geçmiş, ücretleri ortalama %20 düşürmüştür. Bu %20’lik kaybı çalışanlara verilen vergi indirimi, tatil vb. alternatiflerle sağlamaya çalışmıştır. Bu düzenlemenin amacı 30 bin işçinin işten çıkarılmasının önüne geçmektir. Fakat 2006 yılında Volkswagen yönetimi maliyet ve rekabet baskısına dayanamadığını söyleyerek bu düzenlemeden vazgeçmiş ve eski çalışma sürelerine geri dönmüştür. Danimarka ise 1995’te %10’u geçen işsizliğini on beş yılda güvenceli esneklik modeli ile % 1,6’ya indirmiştir. Güvenceli esneklik modelinde işyeri güvencesi yerine istihdam güvencesi sağlanmaktadır. İşverenler, üretim ve talep durumuna göre işçi sayısını azaltıp, arttırabilmektedir. Sosyal güvenlik rejimiyle işsizlik parası garanti edildiği için bu sistem sendikalar tarafından da desteklenmiştir. Bu sistem sosyal refah devleti (yarım)adası olan İskandinavya dışında güvencelerin hızla aşındığı bir uygulamaya dönüşmüştür. Fransa 2000 yılında 35 saatlik çalışma süresine geçmiştir. Bazı işyerlerinde ve mesleklerde çalışanlar da iş süresi bütçesi üzerinde söz sahibi olabilmektedir. Çalışanlar, çalışma takvimini kendileri ayarlayabilmektedir. Az süreli ve esnek istihdam modelinin çalışanların motivasyonunu ve verimliliğini arttırdığını, artan boş zaman sayesinde de tüketime teşvik edilerek kültür ve eğlence endüstrisini canlandırdığı söylenmiştir. Bu örneklerin kuzey ve batı Avrupa’nın küresel ölçekte ayrıcalıklı işçi aristokrasisine yönelik uygulamalar olduğu belirtilmiştir. (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 24)

3.2.2.3. Küreselleşme, Esnekleşme ve Güvencesizleşme
Yarı zamanlı, kısa süreli sözleşmeli ve geçici çalışma süreleri giderek yaygınlaşmaktadır. Bu çalışma şekilleriyle birlikte parça başı iş, iş bölümü yaygınlaşmıştır. Zamanla da sendikaların gücü ve önemi zayıflamaya başlamıştır. Örneğin; 1990’lardan itibaren ABD’nin istihdam kapasitesi bakımından en büyük işvereni, firmalara “parça başı” işgücü sağlayan özel bir istihdam firmasıdır. Bu firma 1948’te kurulan Manpower şirketidir. Bugün bu şirketin 80 ülkede 3.100 şubesi bulunmaktadır. Türkiye’de de 2007’den beri “yenilikçi işgücü çözümleri” sunmaktadır. ( http://www.manpower.com.tr/ )
Süreklileşmiş geçici bir iş kültürü oluşmuştur. İş yerini benimsememe, mekâna bağlı olmama şeklinde bir çalışma hayatı düzenlenmiştir. Beyaz yakalı çalışanlar sürekli bir koşuşturmaca içerisinde olan, bağlılığı olmadan, her gün yeni başlangıçlara hazır olan bir profil oluşturmaktadır.
Esnekleşme ve güvencesizleşmeyle birlikte beyaz yakalı çalışanlarda, yaratıcılık yok olmakta ve insani ilişkilerdeki deneyim kaybı nedeniyle tatminsizlik oluşmaktadır. Genç kesimin sürekli stajdan staja koşturması da tatminsizlik ve değersizlik duygularının oluşumuna neden olmaktadır. Firmaların yüksek vasıflı gençleri basit, rutin ve geçici işlere almaları bu tatminsizlik ve değersizlik duygusunu daha da derinleştirmektedir. İşsizliğin yapısallaşması ve prekarizasyonu denildiğinde akla beyaz yakalı çalışanların mavi yakalılaştığı bir süreç gelmektedir. Bu durum şu şekilde ifade edilmiştir: “Beyaz yakalıların altın bileziklerinin sağladığı güvencenin ve mesleki tatminin yitirilmesi.” (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 26)

3.2.2.4. Emek Rejimi ve İşsizlik Olgusu
Kapitalizmle yeni tanışan toplumlarda zümrevi zanaat ve hizmet üretiminin kapsayamadığı işgücünün büyük bir kısmı lüzumsuz, tehlikeli ve fazla olarak adlandırılmıştır. İşgücü o dönemde zümrevi üretim yapısı için fazladır ve lüzumsuz görülmüştür. O dönemde başıboş ve serseriler statüleri nedeniyle hapsedilmiş ya da kolonilere gönderilerek zorunlu çalıştırılmışlardır. Göçmenler de çoğu zaman serseri diye yakalanarak boğaz tokluğuna çalıştırılmıştır. Bu süreç 19. Yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir. (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 28)
Marx “kapitalist birikimin genel yasası” nı tartışırken “modern sanayinin bütün hareket biçiminin emekçi nüfusun bir kısmının durmadan işsiz ve yarı işli ellere dönüştürülmesine dayandığını” söylemiştir. (Marx, 2003: 546)
Castel Batı Avrupa’da ücretli izin hakkının tanınmasını, emekçinin insan olarak tanınması şeklinde ifade etmiştir. (Ücretli emeğin normalleşmesi) 20. yüzyılda mühendislik, mimarlık, hekimlik gibi “burjuva” meslekler ücretli emek rejimi içinde düzenlenmesiyle memurluğun işçileşme süreci başlamıştır. Beyaz yakalı teriminin doğuşu da bu süreçte gerçekleşmiştir. (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 29)
Emek tarihçileri emek rejimi açısından kapitalizmin “vahşi” dönemi ile günümüz kapitalizmi arasında bazı benzerliklere değinmişlerdir. Emek rejiminin esnekleşmesi, standartlaşması ve hukuksuzlaşması, sendikalı işçiliğin azalması, geçici istihdam, esnekleşme ve güvencesizleşmeyle çalışma şartlarının kötüleşmesi, çok geniş nüfusların fazlalık olarak görülmesi ve lüzumsuz diye adlandırılması, kronik yoksulluğun oluşması iki dönemin benzerliğidir. (Rose, 1999: 248-9, aktaran T. Bora ve Erdoğan, 2015: 29)
Philippe Lioret’in Welcome filminde Iraklı Kürt bir mülteci gencin hikâyesi anlatılmaktadır. Filmde Calais yoluyla Fransa’dan İngiltere’ye geçmeye çalışan kaçak göçmenlerden bahsedilmektedir. Bu göçmenler filmde şehre bırakılmıştır. Fakat şehrin sakinleri ile temas kurmaları, yardım almaları yasaktır. Burada mahkûmların, aylakların ve göçmenlerin kapitalizm dönemindeki gibi bir yere kapatılıp ıslah edilmesi yerine, geç kapitalizm döneminde olduğu üzere kendilerini yalıtmaları, yabancılaştırmaları üzerinde durulmuştur.
Bilgisayarlaşmanın çok hızlı bir şekilde yaygınlaşması, otomasyonun (insan emeği olmadan işlerin otomatik araçlarla yapılması) artması, karlılığın daha ön planda olması üretimdeki emek gücünü azaltmıştır. Kapitalizm sonucu oluşan bu durum üretimi ucuzlaştırıp, arttırmıştır. Fakat bu ürünleri satın alacak kesim azalmıştır. Bir süre sonra da üretim süreci dışında kalan, mutlak yoksunluklara sahip ve dışlanmış insanları tanımlayan yoksulluk kavramı gündeme gelmiştir. Günümüzün proletarya kesimi prekarya olarak adlandırılmıştır. Prekarya kavramı kronik geçici işlerde çalıştırılan, güvencesiz ve keyfi çalışma şartlarına sahip, her an işsizlik tehdidiyle karşı karşıya kalabilecek kişiler için kullanılmaktadır. Yani kapitalizm döneminde “lüzumsuz, serseri, tehlikeli ve statüsüz kitle” gibi. (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 30)
Tanıl Bora ve Necmi Erdoğan “Cüppenin, Kılıcın ve Kalemin Mahcup Yoksulları” başlıklı makalelerinde, günümüz beyaz yakalı işsizlerinin durumuna değinirken Robert Castel’in 18. yüzyıl Avrupası için “ mazbut ve mahcup yoksullar ” ifadesine değinmişlerdir. (Castel, 2008: 59-61, aktaran T. Bora ve Erdoğan, 2015: 31) Mazbut ve mahcup yoksullar ortaçağda zümrevi bir mevkide bulunup daha sonra mevkilerini kaybetmiş kişilerdir. “Cüppenin, kılıcın ve kalemin mahcup yoksulları” olarak da adlandırılmışlardır. Yoksulluklarını göstermeyen, hala zümre sahibi gibi davranan fakat iktidar ve zengin kişiler tarafından gizli bir şekilde geçimlerini sağlayan kişilerdir. Günümüz beyaz yakalı işsizlerini de bu kişilere benzetmişlerdir.
Çalışma hayatı ve iş, kişilerin kendilerini değerli ve anlamlı hissetmelerini sağlamaktadır. İşsizlik olgusu ile kişilerde özgüven eksikliği, değersiz hissetme, dışlanmışlık, lüzumsuz ve işe yaramaz olduğunu düşünme gibi bazı algılar oluşturmaktadır. Robert Castel’in “mazbut ve mahcup yoksullar” ifadesinde belirtildiği gibi kişilerin mevki sahibi gibi görünmeye devam etmeleri aslında bu algılardan, hislerden kaçmak istemeleri sonucu oluşmaktadır.
Max Barry’in 2003’te yayımlanan Jennifer Government romanında iş sahibi olanların çalıştıkları firmanın soyadını alması, işsizlerin soyadsız olması çalışma hayatı ile bütünleşen kişiliğin ve elde edilen kimliğin önemini vurgulamaktadır. Bu örnek aynı zamanda çalışma hayatının veya işin kişinin hayatının anlamı haline gelmesinin de örneğidir. (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 32)

3.2.2.5. Beyaz Yakalı İşsizlerin Örgütlenme Sorunu
Beyaz yakalı işsizlerin bütün bu çalışma hayatına yönelik sorunları karşısında örgütlenememeleri ve çözümsüz kalmaları şu şekilde açıklanmıştır;
Middlemas, 1930’larda bunalım sonucu oluşan kitlesel işsizliğin, işsizleri siyasetten uzak tuttuğunu ve “boyun eğdirici” bir etki oluşturduğunu belirtmiştir. İşsizlerin örgütlenememesini işyeri ve sendikaların ortadan kalkmasına, duyarsızlık oluşumuna, işsiz işçi gruplarının coğrafi açıdan farklı yerlerde olmasına, siyasal eğitim düzeyinin yetersiz olmasına bağlamıştır. (Keane, 1994: 127-8 aktaran Erdoğan, 1994)

P.Rosanvallon işsizleri “dışlananlar” “homojen bir sınıf oluşturamayanlar” “kendi hayatlarında başarısızlıklar yaşamış birey koleksiyonları” şeklinde ifade etmiştir. Toplumsal yapının parçalanması ve toplumsallığın ortadan kalkması sonucu işsizlerin oluştuğunu bu nedenle ortak çıkarları olmadığını, işsizlik sendikalarının oluşmadığını, işsizlerin kolektif güce dönüşme çabalarının başarısız olduğunu savunmuştur.

Bourdieu işsizlik sonucu insanların yalnızlaştırıldığı, yalıtılmış hale geldiği, bireyselleştiği, hareketsiz ve dayanışmadan uzak olduğu için bir “ordu” haline gelemediğini söylemiştir. (Bourdieu, 1999 aktaran T. Bora ve Erdoğan, 2015: 35)

Castel çalışma hayatında yer bulamayan yaşlı işçileri, işe girmeye çalışan ya da stajdan staja koşan ya da geçici işlerde çalışan gençleri, kendini sürekli eğitip yenileyemeyen uzun süreli işsizleri vb. durumda olanları “dünyanın faydasızları” olarak adlandırmıştır. Toplumsal hayatın içinde olup bütünleşemeyen, topluma ait olmayan “fazlalıklar” durumunda göründüklerini söylemiştir. Bu toplumsal işe yaramazlık hissiyle siyasal alanda yetersiz kaldıklarını ve işsizlerin önemli bir toplumsal hareket gerçekleştiremediklerini belirtmiştir. İşsizler “toplumsal aktör” olmaktan ziyade “toplumsal varlık olamayanlar” olarak ifade edilmiştir. Castel açısından sürekli istihdamla aidiyet hissi, uyum sağlayabilme, benimseme gerçekleşmektedir. Güvencesiz istihdamda ise çalışma hayatında daha kolay bozulabilen ilişkiler, korunmasızlık hissi oluşmaktadır. İstihdamdan atılma durumunda ise yani işsizlik durumunda dışlanma, toplumdan yalıtılma ve ilişkilerin tamamen kopması söz konusudur. (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 35-36)
İletişim ve siyasal hareketlilik işsizlik probleminin aşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. İşsizlerin dayanışmasının, birlik olabilmelerinin gerekliliği vurgulanmıştır. Tunus örneğinde bir üniversite mezunu işsizin kendini yakması sonucu sosyal medyanın toplumsal hareketlenmesinde oluşturduğu güçten bahsedilmiştir. Hülasa Florian Scheneider’in hazırladığı Silicon Vadisi’ndeki ve iş merkezlerinde temizlik işlerini yapan güvencesiz işçilerin anlatıldığı “Organizing the Unorganizables (2002)” (örgütlenemezlerin örgütlenmesi) kısa belgeseli toplumsal hareketlerin gerekliliğini vurgulamaktadır. Geleneksel sendika örgütlenmelerinden farklı olarak esneklik ve hareketliliğe cevap verebilecek, her çeşit işsiz, yoksul ve güvencesiz kişileri bir araya getirecek yeni direniş biçimleri aranmıştır. 1998’de Berlin’de meydana gelen “Mutlu işsizler girişimi” ile işsizlikle değil de işsizlerle mücadeleden bahsedilmiştir. İşsiz kelimesinin olumsuz bir anlam içermesinden, arayış içinde olan bir insanı ifade etmediğinden söz edilmiştir. Kapitalist sistemde toplumsal fayda yerine karın önemli olduğu bu nedenle bu kelimenin “parasız” “para arayan” şeklinde kullanıldığını belirtmişlerdir. Oysa “mutlu işsizler girişiminde” para değil, başka bir sosyal bağ aranmaktadır. Arjantin’de bu işsizlik hareketi 1990’ların ortasında oluşmuştur. 2001 krizinden sonra caddelerin trafiğe kapatılmasında, işletmelerin işgal edilmesinde etkisini göstermiştir. Sosyal hak mücadelelerinin yanında halk mutfakları, fırınlar, sağlık merkezleri gibi yardım örgütlenmeleri de oluşturmuşlardır. MTD Solano gibi içlerinde yer alan bazı gruplar, insanların hayatlarını kendi tercihleriyle oluşturmaları gerektiğini savunmuş ve devletten ya da herhangi bir yerden gelen iş tekliflerini sömürü olarak görmüşlerdir. (T. Bora ve Erdoğan, 2015: 41-43)
Kitapta Tanıl Bora esnekleşme sürecinde yaşanan problemleri, beyaz yakalı çalışan ve işsizlerin sorunlarını daha da somutlaştırabilmek adına sinema, tiyatro ve edebiyattan örnekler vermiştir. Örnekler şu şekildedir;
2010 yapımı, yönetmeninin Jason Reitmen, başrol oyuncusunun George Clooney olduğu up in the air (Aklı Havada) filminden bahsetmiştir. Bu film en iyi senaryo dalında Altın küre almış ve altı dalda Oscar adayı olmuştur. Filmde Ryan Bingham’ın (George Clooney) çalıştığı şirket işten çıkarılan beyaz yakalılara bu kararı bildirmekle görevlidir. Ryan sürekli olarak ülkeler arası seyahat ederek, işten çıkarılan kişilerle yüz yüze görüşerek bu sürece onları ikna etmektedir. Şirket krizler vasıtasıyla birçok işten çıkarılma durumunda işten çıkarılan kişilere artık onlar için yeni bir dönemin başladığı, yeni fırsatlara açık olmaları gerektiği, kendilerine yönelik planların vaktinin geldiği gibi birçok söylemde bulunur. Sağlık, belirli bir süre geçimlerini sağlayacakları para vb. alternatiflerin olduğu paketler sunar. Filmde “kariyer planlaması” mantığı ve kişisel gelişim ideolojisi dili kullanılmıştır. Ryan kişisel gelişim konferansları düzenler. Hiçbir işe, hiçbir insana bağlanmamanın, özgür olmanın öneminden bahseder. Filmin sonlarına doğru Ryan, işten kovma işinin sanal ortamda yapılmaya başlanmasıyla işini kaybetme tehlikesi ile karşılaşır ve bu süre içerinde ailesini ihmal ettiğini, ilişkilerinin parçalanmışlığını fark eder. Seyahatlerinin birinde Alex Goran’a (Vera Farmiga) görür ve aşık olur. Alex de onun gibi esnek çalışma hayatında sürekli ülke değiştiren bir işte çalışmaktadır. Bir süre sonra Ryan bir yere bağlı olmanın, bir yere ait olmanın önemini anlar. Ailesine ve sevdiği kadına bağlanmak ister. Fakat bunlar için geç kalmıştır. Bunu görünce de hiçbir yere bağlı kalmadığı, gezgin olduğu eski hayatına devam eder. İşinde sanal ortama kayan işten kovma işi başarısız olunca firma tekrar yüz yüze bu işi gerçekleştirme şekline geri döner. Böylece Ryan’ın işten kovulma tehlikesi ortadan kalkar ve Ryan esnek çalışma hayatına, seyahatlerine devam eder. Filmde Ryan, mutsuzluğunun farkında olan fakat zorunlulukları olan beyaz yakalı bir çalışanı temsil etmektedir. Yazar filmin Türkiye’deki izleyiciler tarafından yapılan yorumlarını ve eleştirilerini de analiz etmiştir. İzleyicilerin arka plandan ziyade filme daha yüzeysel baktıklarını, arka plandaki sosyal ve politik meseleye dikkat etmediklerini gözlemlemiştir.

İnan Temelkuran’ın 2009’da gösterime giren Bornova Bornova filminde başrol oyuncularından Murat felsefe öğrenimini uzattıkça uzatan tahsilli bir işsizi canlandırmaktadır. Murat’ın eşi çalışmaktadır. Kendisi de evde oturup dönem uzatan bir öğrencidir, dergilere hikâyeler yazarak az miktarda para kazanır. Eşi tarafından sürekli aşağılanan bir profili canlandırmaktadır.

2010 yılında oynanmaya başlayan tiyatrocu Ferhan Şensoy’un işsizler cennete gider oyunu polisiye güldürü şeklindedir. Yükseköğrenim görmüş bir çiftin uzun süre iş bulamayıp, başlarına gelen dramatik olayları anlatmaktadır. İşi iş aramak olan karı kocanın mücadelesinden bahsedilmektedir.

Sait Faik ödülü alan yazar Behçet Çelik’in 2009’da yayımlanan dünyanın uğultusu romanında bir beyaz yakalının işsiz kaldıktan sonraki birkaç haftası anlatılmıştır. Kahramanın zaman geçtikçe niteliksiz çalışanları daha çok fark eder hale gelmiştir. İşin sadece para için yapılmadığın, farklı boşlukları da doldurduğunu da görmüştür. Yaşadığı tedirginlik ve endişeler üzerinde durulmuştur. Bu örneklerde tahsilli, şehirli ve orta sınıf kökenli işsiz sayısının artışına, işsizliğe bağlı aidiyet krizi, kimlik krizi gibi bunalımlara değinilmiştir.

3.2.2.6. Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği Sorunu
Beyaz yakalı işsizliği 1970’lerin sonunda başlamıştır. Türkiye’de 1994 ekonomik krizi bankacılık sektörü başta olmak üzere vasıflı işgücüne kitlesel bir işgücü darbesi vurarak beyaz yakalı işsizliğini gündeme getirmiştir. 2001 krizi ise hem ekonomik hem siyasal alanda sarsıcı sonuçlara neden olmuştur. Beyaz yakalı işsizliği 2001 kriziyle patlak vermiştir. 2009 kriziyle beyaz yakalı işsizliği daha da artmıştır. Türk Mühendis ve Mimar odaları birliğinin İzmir İl koordinasyon kurulu 2009 yılında yaptığı anket çalışmasında işsizlik riskinin zamanla yerleşerek baskı oluşturduğuna, çalışma koşullarının giderek caydırıcı hale geldiğine dair sonuçlar ortaya koymuştur. Mezun olan kişilerin meslek tatmini sağlayamama, ücret düşüklüğü, sosyal güvenlik koşullarının sağlanamaması gibi nedenlerden dolayı yüksek lisans ve doktora hayatına devam ederek çalışma hayatını erteledikleri görülmüştür. TÜSİAD (Türk sanayicileri ve iş adamları derneği) ve TİSK (Türkiye işveren sendikaları konfederasyonu) işsizlik problemine çözüm olarak eğitim yapılanmasında mesleki eğitimin önemini vurgulamışlardır. Meslek liselerinin istihdam alanında daha etkili olmaları ve altyapısı olmayan birikimsiz üniversitelerin açılmaması yönünde görüş belirtmişlerdir. Türkiye’deki istihdam rejimleri işveren örgütleri tarafından dünyanın en katı istihdam rejimi olarak görülmüş ve bu alanda esnekleştirme çalışmaları yapılmıştır. TÜSİAD (Türk sanayicileri ve iş adamları derneği), MÜSİAD (Müstakil sanayici ve iş adamları derneği), TİSK (Türkiye işveren sendikaları konfederasyonu) ve TOBB (Türkiye odalar ve borsalar birliği) yönetimleri 2010 yılında yapılan “işsizlik zirvesinde” güvenceli esneklik (flexicurity) kavramına dayanarak istihdam rejiminin esnekleştirilmesine yönelik taleplerde bulunmuşlardır. (T. Bora, 2015: 50-54)
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde hazırlanmış olan Ulusal İstihdam Stratejisi de esnekliği ele almaktadır. Ulusal İstihdam Stratejisi “Eşit fırsatlar, İstihdam edilebilirlik, uyum yeteneği ve Girişimcilik” başlıklarından oluşan Avrupa İstihdam Stratejisinin bir uzantısıdır. Bu stratejilerin uygulanmasındaki amaç farklı esnek çalışma şekillerini yasal hale getirmek, kalıcılığını sağlamak ve yaygınlaştırmaktır. (Kutlu, 2011)
Türkiye’de kamu sektöründe sözleşmeli personel artmıştır. Beyaz yakalıların güvenceli yeri olan kamu sektörü kamu sektörünün özelleşmesi, “rasyonelleşmesi” sonucu bu özelliğini kaybetmiştir. Mühendis ve mimarların kamuda çalışan sayısının düşmesi, sözleşmeli çalışan öğretmen sayısının artması kamu sektöründeki istihdam daralmasının ve güvencesizleşmenin örnekleridir. Akademisyenlik mesleğinde yardımcı doçentlerin yoğun ders programları, verilen idari sorumluluklar, güvencesiz işte çalışma, yenilenen sözleşmeler ve objektif olmayan kriterler nedeniyle depresyona girmeleri ve intihar edenlerin sayılarının artması da karşılaşılan başka bir sorun olarak ele alınmıştır. 2006 yılında Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu’nda bir grup delege tarafından ücretli avukatlarla ilgili bağımlı çalışan oldukları bu nedenle baro genel kurullarında oy kullanmamaları ve kendi adlarına vekâletname çıkarmamaları şeklinde önerilerde bulunulmuştur. Öneri reddedilmiştir. Burada ücretli avukatlığın düzenli bir istihdam biçimi olarak kurumsallaşması, gizli bir işsizlik halini alması ve işsizlik tehdidi altında bir çare olarak görülmesi dikkat edilmesi gereken noktalardır. (T. Bora, 2015: 54-57)
Yazar, kitapta mühendis mesleğini daha detaylı bir şekilde ele alarak örneklendirmiştir. Örneğin; 2006 yılındaki dünyadaki maden mühendisi ihtiyacına değinilmiştir. Türkiye’nin 2006 yılındaki maden mühendisi mezunlarının sayısının dünyadaki ihtiyacı karşılayabilecek düzeyde olduğu görülmüştür. İş bulmakta zorlanan mühendisler proje temelli çalışmaktadır. Mühendisler bu belirli süreli projelerde elde ettikleri kazançla işsiz kaldıkları dönemi daha rahat bir şekilde atlatmaktadırlar. Bu güvence nedeniyle iş bulabileceklerini düşünerek işsizliği göze alabilmektedirler. Firmalar iki, üç yıl deneyimli mühendisleri tercih etmektedir. Çünkü daha tecrübeli çalışanın ücreti de daha yüksek olacaktır. Bu nedenle mühendisler daha düşük ücretlerle çalışmaktadır. Çalışma saatlerinin uzun olması, sabit bir maaşın olması, şantiye koşullarının zorluğu mesleğin sorunları arasındadır. Mezun kişi sayısının fazla olması, iş arayan kişilerin fazlalığı nedeniyle de işverenler bu şartları kabul eden çalışsın şeklinde bir düşünce ile hareket etmektedir. Yüksek Öğretim Kurumunun 2008’den beri mühendislik alanında prekarizasyonu teşvik etme tasarısından söz edilmiştir. Bu tasarı ile teknik öğretmen okulu mezunlarının uygulama mühendisi ve teknoloji mühendisi olarak istihdamının sağlanmasıyla çeşitli mühendislik alanlarında ucuz işgücü arzı artışı olacağı düşünülmektedir. (T. Bora, 2015: 59)
Ankara’da 20 Eylül 2017’de Yüksek Öğretim Kurulu başkanı Yekta Saraç “fen ve mühendislik lisans programları zorunlu işyeri uygulama eğitimi programı bilgilendirme toplantısında” bilim, sanayi ve teknoloji bakanı, rektörler ve ilgili bölümlerin yöneticileriyle bilim, sanayi ve teknoloji alanında bilgi alışverişinde bulunmuştur. Fen ve mühendislik lisans programlarında zorunlu işyeri eğitimi uygulamasına yönelik paylaşımlarda bulunulmuştur. (yok.gov.tr)
Mühendislerin iş bulma olanakları, çalışma tatmini ve gelir ve yaşam düzeyine yönelik olumsuzluklar hayal kırıklığı nedeni olarak görülmüştür.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin 1990 yılında başlayan yetkin mühendislik çalışmaları 2006 yılında yayınlanan bir yönetmelikle yasallaşmıştır. Bu düzenleme ile bir mühendislik fakültesi mezununun “ yetkili mühendislik ” yapabilmesi için branşlara göre 1-5 yıl arasında yetkili bir mühendisle çalışması gerekmektedir. Sonrasında sınava girip sertifika alması gerekmektedir. Bu uygulama, mühendislik niteliklerini standartlaştırıp esnek istihdama uydurulduğu ve belgesizlerin (yetkin olmayan ya da olamayanların) emek gücünü değersizleştirdiği gibi nedenlerle eleştirilmiştir. Mühendislik liyakatinin deneyimle, kıdemle edinilebileceği vurgulanmıştır. Mühendislikte sürekli meslek içi eğitimin önemi üzerinde durulmuştur. Türk Mühendis ve Mimarlar Odası Birliği yöneticileri Hizmet Ticaret Genel Sözleşmesi ve Avrupa Birliği uyum süreci kapsamında eğitim programları ve mesleki yeterliliğin karşılıklı yapılması için düzenlemeler yapılması gerektiği belirtmişlerdir. Eğer karşılıklılık sağlanmazsa Türkiye’de yetişen mühendislerin sadece diploma ile dünyanın hiçbir yerinde yeterli görülmeyeceği fakat başka ülkelerden Türkiye’ye gelen mühendislerin sadece diplomaları ile çalışabileceği vurgulanmıştır. Prekarizasyonun yaygınlaşması bu sorunun ana nedeni olarak görülmüştür. (T. Bora, 2015: 62)
Beyaz yakalılarda işsizlik aidiyet ve kimlik kaybı da oluşturmaktadır. İşsizlik, mezun olup diplomasını almış bir kişinin liyakatlerinin (yeterlilik, uygunluk) karşılığını alamadığı hissine kapılmasına neden olmaktadır. Liyakat sorunu ile ilgili olarak Türkiye’de oluşan yeni burjuvazi oluşumundan ve siyasal iktidar yardımıyla kamu bürokrasisinde kurulan hâkimiyetten söz edilmiştir.
Türkiye’deki işsizlik sorununun gençlerin “büyümesinin” ve “bağımsızlaşmasının” önünde bir engel olarak görülmüştür. Bu süreçte işsiz gençlere en büyük destek ailelerdir. Ailelerin de ekonomik durumlarına göre bağımlılık düzeyleri ve biçimleri değişmektedir. Örneğin; yoksul ailelerde işsiz çocukların ailelerin maddi durumu kısıtlı olduğu için iş seçme ya da eğitimlerini uzatma lüksleri yoktur. Geleceğe yönelik çok yüksek beklentilere girmezler, buldukları işlere razı olurlar, genelde erken evlenirler. Orta ve üst sınıf ailelerde işsiz çocuklar aile desteği ile günlük geçimlerini sağlayarak aileye bağımlı hale gelirler. İstedikleri işi bekleme lüksüne sahiptirler. Eğitimlerini uzatma, evliliği erteleme gibi durumlar ortaya çıkmaktadır. Aileye olan bağımlılıkları artmakta, kalıcılaşmaktadır. Geleceğe yönelik beklentilerini yüksek tutma eğilimindedirler.(Çelik, 2008: 429-444 aktaran T. Bora, 2015: 66)
Beyaz yakalı işsizlikte artan orta yaş işsizliği dikkate alınmadığı görülmüştür. Birçok sektör ve işletme de istihdamın kısa süreli sözleşmelerle yapılması, “doldur-boşalt” tekniğinin kullanılması genç işgücünü istihdam etme eğilimini arttırmaktadır. Bu kişilerin tecrübe sahibi olmaları, uzun ve etkileyici CV’ye sahip olmaları onlar için bir dezavantaja dönüşmektedir. Çünkü işverenler yüksek ücret endişesi duymakta ve yönetici kadrosu da bu kişilerin rakip olabilecekleri düşüncesiyle işe almamaktadırlar. Otomasyon ve bilgisayarlaşma orta yaşlıları değersizleştiren bir başka etkendir. Emekli beyaz yakalıların geçinmek için çalışma zorunlulukları artarken CV ve “doldur boşalt” tekniği gibi nedenlerle iş bulmaları zorlaşmaktadır. (T. Bora, 2015: 68)
İşsizliğin insanlar üzerindeki etkilerinden de bahsedilmiştir. Beyaz yakalı işsizlerin eğitimlerinin, diplomalarının işe yaramaz hale gelmesi, değersizleşmesi onlarda duygusal ve manevi olarak bir yıkım oluşturmaktadır. Bu duruma tepki olarak da bazı platformlar, kurultaylar, formlar oluşturulmuştur. “Ataması yapılmayan öğretmenler platformu”, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 40. genel kurul kararıyla 2009’da “Ücretli ve İşsiz Mühendis Mimar ve Şehir Planlayıcıları Kurultayı” düzenlenmiş, 2010’da DİSK’e (Türkiye devrimci işçi sendikalarına) bağlı Genç-Sen sendikası “Gençler geleceksiz, mezunlar işsiz” başlıklı bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantıda işverenlerin her isteğini yaptırabilmek ve daha ucuz işgücünü talep etmeleri nedeniyle üniversite mezunlarının işsiz kalması vurgulanmıştır. “Plaza Eylemcileri Platformu” ile finans ve sigorta alanında çalışanların ve işten çıkarılanların hakları savunulmuştur. “Çağrı Merkezlerinde Çalışanlar Derneğinin” faaliyetleri, 2011’de bazı sendika, dernek ve girişimci tarafından düzenlenen “Güvencesizler Formu” prekarizasyona yönelik oluşmuş faaliyetlerdir. (T. Bora, 2015: 70)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir