16 Temmuz 1917 doğumlu olan A. Kadir, 1 Mart 1985 yılında, altmış sekiz yaşında ölmüştü.
“Bizim hiçbir hürriyetimiz yok,/ hiçbir hürriyetimiz,/ ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek./ Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,/ ben burda en büyük çileyi doldurayım,/ ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç./ Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,/ ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.”
Bu şiirin adı “Çile”dir. Bu şiir sadece A. Kadir’in değil, Türk şiirinin de özgün [aşk] şiirlerinden biridir; ve aynı ölçüde, A. Kadir’in Toplumcu 40 Kuşağı içindeki ayırıcı yerini de işaret eder. Bu ayırıcı yer, bu şiirin, ontik (varlıksal) bir durumu dile getirmesinden kaynaklanır. Sadece “Çile” değil, “Seni seviyorum”, “Ekecik Dağları”, “Olur Biter”, “Ve Sanki”, “Kader”, “Soğuklar”, “Bir Sevda Türküsü” isimli şiirleri de, aynı problemin, aynı varoluş durumunun farklı biçimlerini dile getirmesi, bize, A. Kadir’in, bu büyük imgeyi kendi varoluş hikâyesinden çıkardığını göstermektedir.
Ancak bir soru: A. Kadir, “Bizim hiçbir hürriyetimiz yok” derken, burada kastettiği “bizi”, onun bütün şiiri üzerinden nasıl tanımlamamız gerekir.
Sadece “Çile” değil, bir A. Kadir şiirinden söz edecek isek, öncelikle “Bir Kayısı Ağacı”, “Cibali”, “Hoş Geldin Halil İbrahim”, “Çile”, “Bir Bardak şarap zehir Oldu”, “Bir Sevda Türküsü”, “Ekmek”, “Dört Pencere”, “Sar Sıcak Sıcak” şiirlerinden söz etmemiz gerekir.
Ancak A. Kadir, kendi şiirinden çok, çevirileri ve 1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet adlı kitabıyla tanınır. Ama A. Kadir’in şiirleri, bu ‘iş’lerine önceldir. Kitaplarının, yayınlandıkları tarihleriyle birlikte bir dökümü, asıl meselenin nereden kaynaklandığını gösterir.
A. Kadir’in verimini beş grupta sınıflandırmak mümkün: 1- Şiir kitapları: Tebliğ (1943), Hoş Geldin Halil İbrahim (1959), Dört Pencere (1962), Mutlu Olmak Varken (1968) ve ‘bütün şiirler’ olarak ölümünden sonra yayınlanan Mutlu Olmak Varken (1988). 2- “Bugünün diliyle” dizisi: Bugünün Diliyle Mevlana (1955), Bugünün Diliyle Hayyam (1964), Eski Çağlar Tarihi [Bugünün diliyle Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kadim” şiiri, 1965), Bugünün Diliyle Tevfik Fikret (1967). 3- [Azra Erhat’la birlikte] Homeros çevirileri: İlyada (1958), Odysseia (1970). 4- 1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet (1966). 5- [Asım Bezirci’yle birlikte] Eluard’dan Seçme Şiirler (1961) ile Brecht’ten Halkın Ekmeği (1972) kitaplarındaki şiirlerin çevirisi.. [Ve daha başka çeviriler.]
Türk şiirinde ilk
Burada iki şey dikkat çekicidir: Birincisi; yayınlanış tarihi bakımından, şiirlerini içeren kitapları, çeviri ve …Harp Okulu Olayı… kitaplarından öncedir. A. Kadir, ilk şiir kitabını yirmi altı yaşında yayınlarken, çeviri faaliyetine kırk yaşlarına doğru başladığı görülmektedir. 1968 yılında yayınlanan, dördüncü şiir kitabı, Mutlu Olmak Varken, aslında ilk üç kitabına kırkbeş şiirin daha eklenerek birarada basımını içerir. Buradaki önemli olan hususlar şu: Tüm şiirleri tarih sırasıyla ilk defa yayınlanmaktadır; bu bir. İkincisi, kitapta yer alan ilk şiir[leri] olan, [örneğin] “Yaşantım” şiiri 1938 tarihlidir. Bu şiirin ikinci bölümü şöyle: “Doğrusu pek huysuzmuşum,/ hiç unutmam,/ sonraları annem derdi:/ ‘Bir türlü susturamazdık,/ günlerin ağlamakla geçerdi./ Bilmem ki neden güldün,/ dayının Yemen çöllerinden/ künyesi geldiği gün.” Biçemindeki rahatlık, bu şiirin A. Kadir’in ilk şiiri olmadığını gösterirken, içeriğinde anlatılan hikaye, Türk şiirinde bir ilkliği ve bir tekliği dile getirmektedir: Kurtuluş Savaşı’nda cephede ölen askerlerin, ölüm bilgisinin ailelerine “künye” ile bildirildiği bilgisi, Türk şiirinde ilk defa bu dizelerle dile getirilmektedir.
Asım Bezirci, A. Kadir’in ilk şiirlerinin, Faruk Nafiz Çamlıbel ile Necip Fazıl Kısakürek etkisinde olduğunu, ancak Nâzım Hikmet’in şiirlerini okuyunca, etkinin yön değiştirdiğine işaret eder. (Temele Gül Dikenler, s. 76-77) A. Kadir ise, ilk şiirlerine ilişkin şu bilgileri vermektedir: “Artık daha çok Nâzım’ın e3tkisinde yazıyordum şiirlerimi. Defterler dolusu şiir yazdım. Hiç biri yok şimdi bu şiirlerin. Ankara Harp Okulundayken bu defterleri bir arkadaşım evinde saklıyordu. Bir gün korkusundan yakmış.”
Yukarıdaki sınıflandırmada dikkat çeken bir diğer veri ise, şairliği dışındaki bütün edebi etkinliğinin 60’lı yıllarda vücuda gelmiş olduğudur.
Olup bitene, A. Kadir’in biyografisinden, başına gelenlerin anlatısından hareketle bakıldığında, gerçeklikte olan, yukarıdaki sınıflandırmada betimlendiği gibi değildir aslında. Asım Bezirci anlatıyor: “Tebliğ 1943’te çıkar. Çevrede geniş yankılar yaratır. Övgüler, yergiler birbirini kovalar. Sağcı basının (özellikle Orhan Seyfi ve Yusuf Ziya’nın) ihbarcı, kışkırtıcı yazıları dolayısıyla 15 gün sonra toplatılır. Kadir gözaltına alınır. 17 gün Sansaryan Han’da hücrede kalır, 4 gün aç susuz bırakılır. Sonra, yargı önüne çıkarılmadan, sıkıyönetimce sürgüne gönderilir.” (Temele Gül Dikenler, s. 78) “İstanbul sıkıyönetim altındaydı” diyor, A. Kadir. İkinci Dünya Savaşından dolayı, 1941 ile 1947 arasında İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiştir. Dört bucuk yılını sürgünde geçirir A. Kadir: Muğla, Balıkesir, Konya, Adana, Kırşehir.. Yukarıda adarlını andığım şiirlerinin dayandığı kendine özgü şiirini de bu sürgün yıllarında inşa etmiş A. Kadir.
Tekrar geriye dönelim: A. Kadir, ilk şiir kitabı Tebliğ çıkmadan önce şiirlerini, yönetiminde de yer aldığını belirttiği, Yürüyüş dergisinde yayınlar. Yürüyüş dergisinin imtiyaz sahibi Ömer Faruk Toprak. Toprak’ın, 40 Kuşağı Toplumcu şiiriyle ilgili yazılarını dikkate almak gerekir. Ömer Faruk, “Yazınımızda Toplumcu 40 Kuşağı Olgusu” başlıklı yazısında, kuşağın adlandırılma ifadesine ilişkin önemli bir ayrım yapar. Ona göre, “40 Kuşağı” ifadesi yerine “Toplumcu 40 Kuşağı” ifadesinin kullanılması gerekir. Çünkü Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel, Behçet Necatigil gibi şairler de 40 kuşağındandır. “Ama 1940-1945 arasında faşizme, baskıya, tek partiye karşı duran ‘Toplumcu 40 Kuşağı’” şairleri, Hasan İzzettin Dinamo, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat, A. Kadir, Niyazi Akıncıoğlu, Fethi Giray, Suat Taşer, Mehmet Kemal ve Ömer Faruk Toprak’tan oluşmaktadır. Toprak, Toplumcu 40 Kuşağı şairlerinin, maruz kaldıkları baskıyı da, “1940 Kuşağı” başlıklı yazısında şöyle dile getirir: “Hem CHP, hem DP yönetimine karşı çıkmanın ne demek olduğu bugün iyi değerlendirilmiyor. Sürgünlerde, hücrelerde, mapushanelerde geçen bütün hayat ayrıntıları ile bilinmiyor daha. Çünkü o dönemde baskı gizli kapaklı yapılırdı. Gazeteler yazmaz, radyolar söylemez, herkes susardı.” Milliyetçi ve İslami kesimden hiçbir şairin, söz konusu dönemde, bu denli bir baskıya maruz kalmamış olması oldukça manidardir.
Şu dizeler, “Bir Sevda Türküsü” şiirinden: “Bakıyorum avucumda yazıya: / Avucumdan bir kuş uçar, Saimem.”
Yücel Kayıran
(http://kitap.radikal.com.tr/ 13.03.2015)