Sermaye ilkesi ile üretimin, kendisini önceleyen ?artı-değer? üretimlerine göre, emeği daha üretken kılmakta, kuşkusuz önemli üstünlükleri var. Biz şu an ilgimizi çekmediği için sermaye ilkesinin üstünlüklerini henüz ele almıyoruz. Ayrıca değer ve artı-değerin kendisini üretimin içinde değil de ancak dolaylı olarak gösterebildiği köleci, feodal, komünal üretimlerin özgünlükleriyle de ilgilenmiyoruz. Sermaye ilkesinin üretkenliği geliştirme konusunda bazı genetik kusurlarının olduğunu daha önce saptamıştık. Bu kusur onun geçiciliğini de bize haber veriyordu. Şimdi üretken emek nedir sorusunun cevabını arayacağız. Marksistler bu konuda bir miktar kafa karışıklığı içerisindedir. Bu yüzden bir Kapital alıntısı bize yardımcı olacak. Aslında üretim ele alınırken genel olarak üretim, meta üretimi ve kapitalist üretim şeklinde bir ayrıştırma konunun kavranışında çok gereklidir. Alıntıda emek süreci derken genel olarak üretim kastedilmektedir. Yani üretimin, özel tarihsel biçimlerinden bağımsız evrensel yönü göz önünde bulundurulmaktadır.
Alıntı biraz uzun ve şöyle;
“Emek sürecini, soyut tarihsel biçimlerinden bağımsız, insan ile doğa arasındaki bir süreç olarak incelemeye başlamıştık Eğer emek sürecinin tümünü, sonucu açısından, ürün açısından incelersek, hem araçların, hem de emek konusunun üretim araçları olduğu, ve emeğin kendisinin üretken bir emek olduğu açıkça görülür. Üretken emeğin ne olduğunu yalnız emek-süreci açısından belirlemeye yarayan bu yöntem, hiç bir zaman kapitalist üretim sürecine doğrudan doğruya uygulanamaz. Şimdi bu konuyu daha geniş şekilde inceleyeceğiz.
Emek süreci tamamen bireysel olduğu sürece, bir ve aynı emekçi, sonradan ayrılacak olan bütün işlevleri kendisinde birleştirir. Kişi, doğal nesneleri, kendi geçimi için elde ederse, o kişiyi yalnız kendisi denetliyor demektir. Daha sonra başkalarının denetimi altına girer. Tek bir insan, kendi beyninin denetimi altında gene kendi kaslarını harekete geçirmeksizin doğa üzerinde bir iş yapamaz. Doğal bedende kafa ile elin birbirlerine bağlı olması gibi, emek-süreci de el emeğini kafa emeği ile birleştirir. Sonraları bunlar birbirlerinden ayrılırlar, hatta can düşmanı olurlar. Ürün, bireyin doğrudan ürünü olmaktan çıkar ve, kolektif emekçinin ürettiği toplumsal bir ürün, yani herbiri, emek konusu üzerindeki işlemlerin az ya da çok bir parçasını yapan bir emekçi topluluğunun ortak ürünü halini alır. Emek sürecinin bu ortaklaşa niteliği, gitgide daha belirli hale geldikçe, bunun zorunlu sonucu olarak, bizdeki, üretken emek ve bunu sağlayan üretken emekçi kavramı genişlik kazanmış olur. Üretken biçimde çalışmak için artık el ile çalışmanız da gerekmez, kolektif emekçinin bir parçası olmanız, onun yerine getireceği alt işlevlerden bir tanesini yapmanız yeterlidir. Üretken emeğin yukarda verilen ilk tanımı, yani maddi nesnelerin üretiminin asıl niteliğinden çıkartılan tanımı, bütünüyle alındığında, kolektif emekçi için de hâlâ doğrudur. Ama onu oluşturan üyeler teker ,teker alındığında artık geçerliğini yitirir.
Bununla birlikte, öte yandan, bizim üretken emek kavramımızda bir daralma oluyor. Kapitalist üretim, yalnızca meta üretimi değil, esas olarak artı-değer üretimidir. Emekçi, kendisi için değil, sermaye için üretir, Bu nedenle, artık yalnızca üretmesi yetmez. Artı-değer üretmek de zorundadır. Bir tek, kapitalist için artı-değer üreten, böylece sermayenin kendisini genişletmesi için çalışan emekçi üretkendir.”
Marx bu sözleriyle kafasının karışık olmadığını da kanıtlıyor. Halbuki, sanayi işçileri var, beyaz yakalılar var, çok değişik bir skalada gelir elde eden hekimler, şirket yöneticileri, üniversite hocaları, devlet memurları vb. Tüm bu kategorilerin üretken olup olmadığı tartışma konusudur ve birbirinden farklı cevaplar her zaman vardır. Marx alıntısı karmaşaya güzel bir cevaptır. Gerçi bu metnin günümüzün bu tartışmasıyla pek ilgisi de yoktur. Sadece denk gelmektedir. Marx’ın bu sözleri aynı zamanda herkesin bildiği sözlerdir. Tartışmalara bakılırsa Marx?ın sözlerinin bilinmesi pek bir işe yaramamıştır. Biz birkaç söz ekleyerek kendimizce bir netleştirme girişiminde bulunacağız.
Şimdi elimize bir kullanım değerini alalım. Onu evirip çevirmekle içerdiği emeğin nasıl bir emek olduğu konusunda pek hüküm veremeyiz. O kuşkusuz belirli bir emeğin ürünüdür ve belirli bir değere de sahiptir. Elimizdeki kullanım değeri pek ala yüz gram külçe altın olabilir. Bizim onu ne için kullanacağımız kimseyi ilgilendirmez. Onca para verip aldığımıza göre bizim için çok yararlı bir şey olduğuna kuşku yoktur. Yararlılığı çok çeşitli olabilir. Altının yararlılığı değer saklama ihtiyacımız, spekülasyon tutkumuz, fetişist güdülerimiz olabileceği gibi bu altın elektronik atölyemizin çok kritik bir girdisi de olabilir. Özetle onun için harcanmış olan emeğin yararlılığı konusunda kuşku duymaya hakkımız yoktur. Masamızın üzerinde duran bu altın külçesine baktığımızda onu dere yatağından toplayan emekçinin bu işi eğlene, eğlene mi yaptığını, yoksa yoğun bir gayret içerisinde mi olduğunu göremeyiz. Daha ötesi bu arkadaşın altın madeninde bir hafta çalışıp, haftalığı ile eve geldikten sonra işletme sahibine bir artı-değer bırakıp bırakmadığını da göremeyiz. Biraz daha uca gidersek o altını madenden çıkaranın, güney Afrika?da zenci bir köle olduğunu da görebiliriz. Masamızın üzerinde parlayan nesnenin içerisinde tüm bu ayrıntılar yitip gitmiştir. Bizim bilebileceğimiz tek şey belki de o güne kadarki birikimlerimizi bir kriz tehdidine karşı korumaya almak için altına yatırdığımızdır. Kasada duran diğer külçelerle birlikte, gerçekte orada yatanın, dere yatağındakilerin emeği olmadığını, bunun basbayağı kendi emeğimiz olduğunu fark edebiliriz. Şimdi kaç iş değiştirdiğimizi, nerelerde nasıl terlediğimizi, ne güçlüklerle para artırdığımızı hatırlayıp,, şu üretken emek konusundaki muamma hakkında düşünmeye başlayabiliriz.
Emek hakkında kendi kanıtı olan ürün açısından baktığımızda en sağlıklı hükmü vermiş oluruz. O yararlıdır ve kuşkusuz üretken bir emektir.
Bu aşamadan sonra dikkatimizi elimizdeki ürünün değerine yöneltebiliriz. Çeşitli ürünler farklı değerlerdedir. Bu yüzden bunlardan birindeki emeğin öbüründen üretken olduğu fikrine kapılmamız pek doğru olmaz. Çünkü her durumda ürünlerin karşılıklı niceliklerinde değişiklik yaparak bir denklik kurabiliriz. Bir gram altın, bir kilo demir denkliği kurduğumuzda her ikisinin üretimindeki emeğin eşit olduğunu ve her ikisinin de aynı derecede üretken olduğunu kabul etmekten başka çaremiz yoktur. O halde üründe yani bir yararlılık nesnesinde somutlandığı kadarıyla üretken olmayan emek diye birşey olamaz.
Demek ki, biz emek hakkında daha fazla ayrıntı elde edebilmek için, ürünü bir yana bırakıp, üretim sürecine göz atmalıyız.
Bir ürünün değeri onun üretilmesi için gerekli ortalama emek zamanı idi. Daha kısa bir anlatımla her ürün içerdiği soyut emek zamanı kadar bir değere sahipti. Bir gram altın eğer bir saat soyut emek zamanı içeriyorsa, bu miktar altını 5 saatte üreten bir emek süreci hakkında ne düşünebiliriz. Öncelikle bu süreç 5 saat çalışmış olmakla birlikte 1 saat değer üretmiştir. Yani sürecin 4 saati boyunca değer üretilmemiştir. Sonuçları açısından baktığımızda bir ya da beş saat olsun her iki emek süreci de yararlı ve değerli bir sonuç üretmiştir. Ama biz artık üretilen değeri önemsemeye başladığımız için 5 saatlik emeğin 4 saati bize üretken olmayan bir çaba gibi görünür. Basit meta üretimi koşullarında, yani ürünlerin üretiminin sermaye olgusu tarafından etkilenmediği koşullarda, her bireysel üretici, kendi ürününü içerdiği soyut emek zamanına göre değişmek durumundadır. Üreticinin değeri algılamış olduğu bu koşullarda, gerekli süreyi aşmak emekçinin kendisine de bir kayıp olarak görünür. Yorulmuş olması onun etkinliğini azaltabilir ama o hep gerekli süreden de kısa bir zamanda ürünü elde etmeye çalışır. Bu aşamada artık üretken emek sadece bir yararlılık nesnesi üretmekle tanımlanamaz olur. Bir saatlik ürünü iki saatte üreten emekçi yararsız emeğinin bedelini yoksulluk olarak derhal öder. Kaybettiği süre alternatif bir maliyettir ve süreç içerisinde bu maliyet onun kasasında borç hanesinin büyümesi ile kendisini gösterecektir. Burada henüz kapitalizm yoktur. Basit meta üretimi köleci, feodal vb gibi klasikleşmiş tarihsel dönem adlandırmaları içinde yer almaz. Basit meta üretimi hem teorik bir varsayımdır. Hem de küçük yerel pazarların varolma imkanı bulduğu her durumda, pratik bir olgudur. Hatta kapitalizmin basit meta üretimi içerisinde boy attığını söylemekte de pek sakınca yoktur. Özetlersek öncelikle ve esas olarak, kullanım değeri üreten emek,her durumda üretken emektir. Emeğin değer üretimi açısından yararlılığı gündeme geldiği andan itibaren, üretken emek değer üreten emek olur. Bu koşullarda yararlı emek kendisini, soyut emek zamanı olarak ifade ettiğimiz ortalamaya doğru sıkıştıran bir basınç içerisinde bulur. Bu basınç bir yandan emeği bir öz disiplin tutkusu ile donatır. Öte yandan toplumda emek üretkenliğini yükseltecek tekniklere ilişkin arayışı çılgınca artırır. ABD’nin geçmişinde yaygın bir basit meta üreticiliği dönemi vardır. Hatta bu durum kapitalizmin bu topraklarda boy atabilmesini epey güçleştirmiştir. Basit meta üreticiliğinin emek üretkenliğini yükseltecek tekniklerin aranışı konusunda kapitalizme göre çok daha güçlü tutkular yarattığına kuşku yoktur. Ancak bu tutku aynı zamanda üretimde ölçek büyümesine yol açarak kendi sahasının, yani basit yada küçük meta üretimi sahasının aşılması sonucunu verir. Kapitalizmin ABD topraklarında yüksek bir üretkenlik zemininde boy atmak zorunda kalması biraz da bu yüzdendir. Aslında üretkenliği artıran tekniklere yönelik sempatinin amerikan kültüründe halen önemli bir yeri vardır. Ancak kapitalizm bu alanda yarattığı fülüstrasyon ve dejenerasyon sayesinde, özünde olumlu olan bu kültürün zedelenmesine yol açmıştır.
Kapitalizm Marx?ın deyişi ile esas olarak meta üretimi değil artı-değer üretimidir. Emekçi kullanım değeri üretmekle, değer üretmekle kapitalist üretimin parçası olamaz. O artı-değer de üretmek zorundadır. Bu yüzden kendi hesabına çalışan hekim, öğretmen üretken emekçi gibi görünmez. Onlar bir okul ya da hastanenin patronunu emekleriyle zengin etmeye başladıktan sonra en verimli emekler olurlar. Anlaşılacağı üzere üretkenlik kavramı hangi yönden baktığımıza bağlı olarak değişmektedir. Bu görecelilik üretken emek kavramını biraz bulanıklaştırmaktadır. Marx kapitalist üretimi açıklamakla ilgilendiği oranda üretken emeği artı-değer üreten emek olarak tanımlamak durumundadır. Eğer biz zihnimizde üretimin genel ve özel yönlerini karıştırmak eğiliminde isek bir karmaşa içerisine düşmemiz kaçınılmaz olacaktır. Örneğin bir öğretmenin kapitaliste kar ettirdiğinde üretken olduğu, ama özel ders verdiğinde yada bu işi bir kamu görevlisi olarak yaptığında üretken olmadığı söylendiğinde içinizde bir soru işareti doğuyorsa, bahsi geçen karmaşanın içerisindesiniz demektir. Aynı şekilde ekonomik parametrelerden yola çıkarak artı-değer oranını saptamaya çalışan bir araştırmacı devlet memurlarını üretken olmayan emek olarak hesabın dışında tutuyor, yada bunları artı-değeri tüketen öğeler olarak ele alıyorsa aynı karmaşaya düşüyor demektir.
Bu karmaşayı ortadan kaldırmak için üretimin değişik durumlarına ilişkin kategorileri net olarak sınıflamak gerekmektedir. Bir sürü söz yerine bu kestirme yolu kullanıp, gerekirse daha sonra söz söylemekten yanayız.
Kapital bazı temel kategorilerin tanımı ile başlar. Bu kategoriler arasında emek süreci ile yada genel olarak üretim ile ilgili olanlar öncelikle bir yana konulmalıdır. Emek, insan ile doğa arasındaki madde alışverişi olarak üretimin öncesiz sonrasız koşuludur. Kullanım değeri, hem nesnenin özel biçimi olarak, hem insan ihtiyaçlarına uygun biçim olarak yine evrensel bir kategoridir. Benzer biçimde emeğin iki yönlü niteliği yani somut ve soyut emek evrensel kategorilerdir. Nesneye biçim veren somut yönü ile emek kullanım değerlerini yaratır. Nesne doğada da bir biçim ile varolduğu oranda kullanım değerinin kaynağı hem doğa hem somut emektir. Değer yararlı soyut emeğin cisimleşmesi olarak yine evrensel bir kategoridir. İnsanın değer kavramını soyutlaması meta üretimini, hatta kapitalizmin ortaya çıkmasını gerektirmiştir. Bu yüzden değer kategorisinin evrensel yönüyle kavranması biraz zor olmaktadır. İnsanın mikropları keşfetmesi mikroskop ile kesin hale gelmiştir. Tıpkı bunun gibi meta dolaşımı da değerin keşfedilmesinde mikroskop işlevi görmektedir. Bazı zihinlerin meta dolaşımı olmadığında değerin de ortadan kalkacağını düşünmeleri, mikroskop aradan çıkınca mikropların da yok olacağının sanılması gibidir. Üretim araçları ve girdileri yine evrensel kategorilerdir. Bu araçlarda biriktiği kadarıyla cansız emek birikimi yine evrensel kategorilerdir. Hiçbir aletin olmadığı koşullarda insanın eli, onun edindiği alışkanlıklar için gereken çaba göz önünde bulundurulduğunda karşımızda hem üretim aracı, hem cansız emek birikimi bulunur. Tüm bu kategoriler meta üretimi ve kapitalist üretim açısından da zorunlu kategorilerdir. Meta üretimi ile değerin biçimleri gündeme gelir, değişim değeri, nispi biçimin fiyat biçimine evrimi, eşdeğer biçimin para biçimine evrimi, değişim ve Pazar, meta kavramları kapitalizm öncesinin kategorileridir. Fiyat biçiminin ortaya çıkmasının ardından, değer içermeyen şeylere de bir fiyat atfedilmesi imkanı doğar. Böylece sanal meta ortaya çıkar. Sanal meta kapitalizmi önceler. Kapitalizm ile birlikte sermaye kategorisi gündeme gelir. Artı-değer, kar, rant faiz kavramları da bu üretim biçiminin öğeleridir. Feodal, köleci vb üretim biçimleri sınıflı toplum biçimleri olarak kapitalizme ait kategorileri içerebilirler. Meta üretimi ile kapitalizm arasındaki ayırt edici farkları ele aldığımız oranda tam biçimlerini kapitalizmde bulan kategorilerin hikayesini bir yana bırakıyoruz. Ticaret sermayesi olarak değil, üretken sermaye olarak klasik sermaye ücretli emeği, yani emeğin metalaşmasını varsaymak zorundadır. Ancak ücretli emek bile kapitalizmi önceler. Örneğin devlet memurları ücretli emek kategorisidir ve ne kadar yaygın olursa olsun kapitalizm anlamına gelmezler. Hisse senedi, temettü, sermaye artırımı, sanal sermaye artık net olarak kapitalizme ait kategorilerdir. Meta borsası, metaların türev araçlarının borsası da kapitalizm öncesine aittir. Kapitalizm ile birlikte sermaye ve sermaye türevlerinin borsaları listeye eklenir. Kapitalizm bir sonal biçim olarak tüm kategorileri değişik biçimlerde içerir.
Gelelim güncel duruma, bir kapitalist işletme ücretli emek kullanır, ürünleri pazarda satarak bir kar elde eder. Bu birikmiş emeğin valorizasyonu demektir. Değerlenen birikmiş emek, sermaye adını alır. Bir diş hekimi basit meta üreticisidir. Ürettiği metayı kendisi satar. Bu kapitalist üretimin yanı başında olsa da, basit meta üretimidir. Hemen her evde temizlik, yemek vb birçok yararlılıklar üretilir. Buradaki üretim genel olarak üretimdir. Üretilen değer üretildiği yerde tüketilir. Bu komünal üretimdir. Karl Marx?ın evinde ömür boyu çalışan, Helen sevgi dışında hiçbir zorlayıcı bağ olmadığı halde İngiltere?nin göbeğinde feodal ilişki kalıntısıdır. Türkiye?de pasaportuna el konularak çalıştırılanlar, yada kaçak oldukları için aynı şekilde çalışanlar köleci üretimin tezahürüdür. Anlaşılacağı üzere modern Türkiye geçmiş tüm üretim biçimlerini içerisinde barındırmaktadır. Devlet memurları çeşitli hizmetlerle kuşkusuz değer üretmektedirler. Ancak bunlar ne meta üretimine, ne de kapitalizme aittir. Üretimleri bir artı-ürün, artı-hizmet ve dolayısıyla, gizli bir artı-değer üretiyor olsa ve kendileri özgür ücretli emekçiler olsalar bile bu üretim kapitalizm değildir. Üretilen artı-değerin dolaylı yollardan sermaye sınıfına akıyor olması hiçbir şeyi değiştirmez.
Bir öğretmen ister özel okulda, ister devlet okulunda, isterse özel ders vererek mesleğini icra etsin aynı şeyi yapmış olur. Ancak bunlardan sadece özel okuldaki artı-değer üretimidir ve kapitalizm açısından sadece bu üretken emektir. Konuya genel olarak üretim açısından baktığımızda ise hepsi üretken emektir, değer üretir. Üretilen değerin bir kısmı her üç örnekte de emekçi haricindeki birisinin eline geçiyor olabilir. Özel okuldaki bu ele geçirişin kapitalist yoludur. Diğerin de devlet aracılığı ile üretilen artı çok çeşitli yerlere dağılabilir. Özel ders değerinin altında satılmak zorunda kalınıyorsa yine bir artı-değer transferi yaşanmış olur. Eğer amaç kapitalist ilişkilerdeki artı-değer oranını saptamak ise hesaplamalar bu çerçevedeki üretim ile sınırlanmalıdır. Ancak bu kapitalist ilişkilerin dışındaki alanlardan sızan değeri ayrıştırmış olmaz. Kamusal, komünal, bireysel üretimlerden sızan değerleri ayrıştırmak yerine total bir inceleme yapmak istenirse, bu da bu sefer kapitalist ilişkilerin incelenmesi olmamış olur. Oysa değer teorisi çerçevesindeki bir niceliksel analiz girişimi teorinin somutun zenginliğinden ayrıştırılmasının tersi bir süreci gerektirir.
Üretken emeği şu ana kadar üç değişik şekilde tanımladık, herhangi bir kullanım değeri üreten emek, değer üreten emek, artı değer üreten emek. Bu üç tanımdaki emek her durumda bir insan ihtiyacını üretir. Ancak artı değer olgusuyla birlikte sanal değerler yada sanal sermaye gündeme gelir. Bu aşamadan sonra değerin soyut emek zamanı olarak tanımlandığı boyutu terketmiş oluruz. Reel üretim açısından değer olmayan şeyler burada değerdir, artı değer olmayan şeyler artı değerdir. Sanal değer, sanal artı-değer bir gerçek, finansal yatırıma duyulan ihtiyaç bir olgu iken bunlarla ilişkili emek süreçleri de artık reel birer ihtiyacın karşılanması anlamına gelirler. Bu emekler hem artı-değer üretimi açısından, yani kapitalizm açısından, hem de değer üretimi açısından üretken kabul edilmelidirler. Ne var ki parantezin dışında bir eksi işareti içerideki pozitif değerleri negatifleştirecektir. Ekonominin reel alanı ile sanal alanı rahatlıkla birbirinden ayırt edilebildiği için sınırları kesin olarak bilmemizin önünde bir engel yoktur. Belirli bir yararlılığı elde etmek için gerekli emek zamanı değerin temel tanımı idi. Bir toplum belirli bir evrenin ardından finansal işler için emeğinden önemlice bir yüzdeyi ayırmak durumunda kalıyorsa, bu zorunluluğun olmadığı varsayımsal bir duruma oranla, geri üretim yöntemlerine mahkum kalmış toplumları çağrıştırmalıdır. Ancak finansal emeğin gerekliliğinin bir olgu olarak yaşandığı bir toplumun iç ilişkilerini açıklarken böyle dışsal bir varsayıma başvurmak doğru olmayacaktır. İlgili emeğe duyulan ihtiyaç esas olmalıdır. Kapitalizm üretken emeğin tanımını bir yandan artı değer üretimine daraltırken, bir yandan da onu reel kullanım değerleri alanının dışına doğru genişletmektedir. Bu tarihsel biçim böylelikle üzerinde yükseldiği temel ile bir anlaşmazlığa düşmüş sayılmalıdır. Marx?ın sermayenin engeli kendisidir şeklindeki sözleri bir de böyle anlaşılabilir. Kapitalizmin genetik kusurları arasına yüksek nitelikli bir emek bölmesini sanal alana doğru kaydırması eklenmelidir. Bu emeğin toplam emek içindeki payı üretkenliğin değişimi ile her ne kadar azalacak olsa da, bu olgu tüm emek türleri için geçerlidir. Kapitalizmin içinden doğup büyüdüğüne göre ve kapitalizme özgü oluşu yüzünden finansal emeğin büyüme eğilimi taşıdığını da varsayabiliriz. Ancak tıpkı işçi sınıfının üretimden ücret olarak aldığı payın, tüm artı değeri ortadan kaldıracak büyüklüğe erişmesi sistemin işleyişi tarafından nasıl kendiliğinden olanaksız kılınıyorsa, finansal emeğin tüm emeği kaplaması da aynı şekilde imkansız kılınacaktır. Zaten hiçbirşey kendi özü tarafından ortadan kaldırılamaz. Öz, şeyin varlığını kurar, özün tüm hareket ve dolayımları bu yüzden şeyin varlığı ile uyumlu olmak zorundadır. Bu yüzden kapitalizm kendi tanımı yada özünden kaynaklanan etkilerle imkansız kılınamaz. Daha önce de söylediğimiz gibi bir şey ancak kendi özüne dışsal bir etmen tarafından ortadan kaldırılabilir. Marx bir felsefe doktoru olarak, üstelik Hegel okulundan çıkmış en önemli Hegel eleştirmeni olarak, dahası akıl yürütürken hiçbir boşluk bırakmayan Spinoza?nın yok sayılması olanaksız iken, nasıl olup da kapitalizmin özüne ait öğelerce ortadan kaldırılabileceğini iddia edebilmiştir? Bu zor soruyu, belki bir şarkı sözü ile yanıtlayıp bırakmak en iyisi olur. ?Ne kolay, en iyi kafaların yanılması?. Bir de Spinoza üzerinden, ?ne kısa, en iyi kafaların yaşamları? diyerek tamamlanmamış sözlere dikkat çekelim. Spinoza az sayıdaki eseri ile, eserleri okunmaksızın geçirilen hayatların, yaşanmış sayılamayacağı birisidir.
İnsan ancak aklın yolunda yürümekle özgür olabilir ve bu yürüyüşte Spinoza ile karşılaşmaktan kaçınmak olanaksızdır.
Suat Kamil Aksoy