“Yirminci yüzyılın efsane kadını Marie curie, Barbara Goldsmith’in kalemiyle gerçek bir insan olarak karşımıza çıkıyor. Olağanüstü bir bilim kariyeri, aile, toplumun önyargısı ve kendi tutkulu mizacı arasında denge kurmaya çalışan mücadeleci bir kadın… Madame Curie – Saplantılı Deha, şaşırtıcı bilimsel başarısı ve kazandığı üne karsın ödediği bedelle, göz kamaştırıcı bir Curie portresi çiziyor.”
?Barbara Goldsmith?in bütün dünyada yankı uyandıran muhteşem kitabı, “Madame Curie-Saplantılı Deha” 2007 yılında yayınlandı.
Madame Curie gibi bir bilim kadınının mücadelesini anlamak, yüreğindeki ışığı ve insanlığa duyduğu sevgiyi hissetmek bakımından, cesaret verici ve mutlaka okunması gereken bir kitap. 2006 yılında Amerikan Fizik Derneği Büyük Ödülü, Barbara Goldsmith?e, Madame Curie-Saplantılı Deha kitabından dolayı verildi. Madame Curie, dünya bilim tarihinin kilometre taşlarından birisiydi ama kendisini sadece bilime adamış, laboratuarından çıkmayan bir bilim kadını değildi. Döneminin siyasal mücadelelerinde net tavır almayı bilmiş, omurgalı duruşa sahip bir yirminci yüzyıl aydınıydı.
Onun üzerine bu güzel kitabı yazan Barbara Goldsmith de öyle. O da kendisini yazın alanının doruklarına taşımış olan kitaplarının başarısıyla yetinmek ve bunların keyfini sürmek yerine dünyanın her köşesinde baskı altına alınmış yazarların sesi olmaya uğraşıyor, düşüncelerinden dolayı tutuklanmış yazarları kurtarmaya çalışıyor.
Bu amaçla 1986 yılında verilmeye başlanan PEN-Barbara Goldsmith Yazma Özgürlüğü ödülü, dünyanın dikkatini bu konuya çekmekte öncü bir rol oynamaya devam ediyor.
1921 yılında idama mahkûm edilen iki İtalyan işçinin, Sacco ve Vanzetti?nin masum olduğuna inanarak bu konuda görüşlerini açıklayan dünya aydınları arasında; Albert Einstein, H. G. Wells, Thomas Mann, Upton Sinclair, Dorothy Parker, Bernard Shaw, Anatole France, Bertolt Brecht, Romain Rolland, Sinclair Lewis ile birlikte Marie Curie de vardı.
Aynen bugün Barbara Goldsmith?in yapmakta olduğu gibi, dünyanın uzak bir köşesinde insan vicdanını yaralayan her eylem, her karar, her uygulama onu laboratuarındaki çalışmalarından ayırıyor ve vicdanlı bir aydın olmanın sorumluluğunu taşımaya çağırıyordu.
Marie Curie ve Barbara Goldsmith.
Aralarındaki donmuş zamana rağmen bilime, sanata ve insana duydukları saygıyla çabaları birleşen iki kadın.
Goldsmith bir anlamda Madame Curie?nin sessiz vasiyetini sürdürüyor ve bu kitabıyla da amacını taçlandırmış oluyor.
Bilimin ve sanatın zamana meydan okuyan gücüyle bu büyük insanı 21. yüzyıl kuşaklarına taşıyor.?
?Madame Curie?nin yüreği?, Zülfü Livaneli?nin 20.11.2007 tarihinde Vatan Gazetesi?nde yayınlanan yazısı.
Marie Curie’nin Yaşam Öyküsü
Marie Curie, Madam Curie olarak da bilinir. Asıl adı Maria Sk?odowska, 7 Kasım 1867 ? 4 Temmuz 1934 Polonya asıllı Fransız fizikçi.
Radyoaktivite üzerine çalışmalarda bulundu. Uranyumla yaptığı deneyler sonucu radyoaktiviteyi keşfetti. Toryumun rayoaktif özelliğini buldu ve Radyum elementini ayrıştırdı.
Polonya’nın Varşova kentinde 7 kasım 1867 tarihinde doğan Marie Curie (doğduğunda adı Maria Sk?odowska), ablası Brenya ile birlikte öğretmen anne-babanın eğitimi ile yetişti. Gençlik yıllarında Varşova, Rus yönetimi altındaydı. Siyasi aktifliği, Varşova’dan ayrılmasını gerektirdi. İlk olarak Cracow’a giden Maria orada istediği bilimsel eğitimi alamayacağını gördü. Ailesinin parasal desteğinin az olması sebebiyle Paris Sorbonne’da tıp eğitimi alan ablası Brenya’ya eğitiminde yardım etmeye karar verdi. Ablası da karşılığında matematik ve fizik eğitimi alması için yardım edecekti.
1891 yılında Paris’e ablasının yanına gitti. Küçük bir tavan arasında kötü koşullarda yaşayarak eğitimini sürdürdü. İki yılda sınıfının birincisi olarak fizik derecesi aldı. 1894 yılında ikinci derecesi olan matematiği de bitirdi. Bir sonraki hedefi ise öğretmenlik diploması alıp Varşova’ya dönmekti.
1894 yılında, kardeşi Jacques ile piezoelektriği keşfeden Pierre Curie ile tanıştı. 35 yaşındaki Pierre Curie, Endüstriyel Fizik ve Kimya Okulu laboratuvarının başkanıydı. Maria ve Pierre, ortak bilimsel ilgilerinin de katkısıyla birbirlerine bağlanıp, Temmuz 1895’te evlendiler. Bu tarihten itibaren Maria Sk?odowska yerine Marie Curie adını aldı.
1896 yılında öğretmenlik diplomasını aldıktan sonra 1897’de, daha önce Henri Becquerel (okunuşu: Bekerel)’in duyurduğu, uranyum tuzlarının yaydığı, sonraları radyoaktivite olarak adlandırılacak ışın üzerine detaylı araştırmalara başladı. Fakat Eylül 1897’de ilk kızı Irene’in dünyaya gelmesi, çalışmalarına ara vermesine sebep oldu.
1898 başlarında çalışmalarına hız veren Marie toryumun da bu ışınları yaydığını farketti. Bu noktada eşi Pierre de kendi çalışmalarını bırakarak Marie’ye yardım etmeye başladı.
Bu arada Becquerel, iki farklı uranyum mineralinin daha aktif olduğunu keşfetti. Mineralleri çeşitli kimyasal işlemlerden geçirdikten sonra polonyum ve radyum elementlerini elde etti. Temmuz 1898’de Curie’ler yeni radyoaktif bir element olan ve uranyumun radyoaktif bozunmasından ortaya çıkan polonyumu bulduklarını duyurdular. (İsmini Marie’nin vatanı Polonya’dan esinlenerek koydular). Eylül 1898’de Fransız kimyacı Eugene Demarçay’ın spektroskopi yöntemi ile tanımlanmasına yardım ettiği, doğal radyoaktif element radyumu duyurdular.
Marie, 1903 yılında doktorasını vererek Fransa’da gelişmiş bilim alanında doktora unvanı alan ilk kadın oldu. Aynı yıl kocası ve Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü’nü alarak, tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın oldu.
1904 yılında eşi Pierre Sorbonne’da öğretmenliğe başladı. Marie de Sevr’deki bir kızlar okulunda fizik öğretmenliği yapmaya başladı. Aynı yılın sonlarına doğru ikinci kızları Eve doğdu. O sıralar Marie ve Pierre,radyasyondan kaynaklanan rahatsızlıklar geçirmeye başladılar. Radyumun dokuya verdiği zarar, araştırmacılar tarafından kabul edilmeye başlanmıştı. Aynı zamanda, radyumun etkisinin kötü dokulara uygulanarak tedavide kullanılabileceği fikri de doğmaya başlamıştı. Amerikalı mucit Alexander Graham Bell, kanserin tedavisi için tümöre radyum verilmesini önermişti.
19 Nisan 1906’da Pierre Curie bir at arabasının çarpması sonucu öldü. İki çocuğu ile dul kalan Marie, kocasının Sorbonne’daki öğretmenlik görevini sürdürdü ve 1908’de Sorbonne’daki ilk kadın profesör oldu.
Curie ve Poincare 1911’de Solvay konferansı sırasında radyum ve polonyumun keşfi ve araştırılmasındaki rolünden ötürü Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. Böylece tarihte iki Nobel ödülüne sahip ilk kişi oldu. Yaptığı çalışma bir elementin radyoaktif işlemlerden sonra başka bir elemente dönüşebileceğini gösteriyordu. Bu kimya alanında yepyeni bir sayfaydı.
Bu başarılarının yanı sıra kişisel saldırılara maruz kaldı. İlk olarak tümü erkeklerden oluşan Fransız Bilim Akademisi bir oyla üyeliğini reddetti. Ardından, Paul Langevin ile arasında aşk ilişkisi olduğuna dair dedikodular yayılmaya başladı. Evli ve Pierre Curie’nin yakın dostu olan Paul Langevin ile Marie arasındaki bu dedikodu gazetelere Langevin skandalı olarak yansıdı ve Marie’nin ikinci Nobel Ödülünü alması bile arka plana atıldı. Langevin gazetenin baş editörünü halkın önünde yapılacak düelloya davet etti. Editörün silahını çekmemesi ile o zamanın anlayışıyla gülünçleşen olay, konunun kapanmasını sağladı.
Marie Curie, Aralık 1911’de Nobel ödülünü almak için Stokholm’e gitti. Buradaki konuşmasında, Pierre Curie’nin yardımlarını küçümsemediğini de belirterek, radyoaktivitenin atomun bir özelliği olduğu hipotezinin kendi çalışması olduğunu duyurdu. Fransa’ya geri dönen Marie Curie, çalkantılı geçen yılın etkisi ile depresyona girdi.
1914 yılında Paris Üniversitesi’nde Radyum Enstitüsü kuruldu ve Marie Curie ilk müdür olarak atandı. Hayatı boyunca radyumun tıptaki önemine dikkat çekti. I. Dünya Savaşı sırasında kızı Irene ile birlikte, genç kadınlara x ışını teknolojisini öğretti. Ayrıca fizik tedavi uzmanlarına savaş ortamında radyoloji ekipmanını nasıl kullanacaklarını gösterdiler. Bu esnada yüksek dozda radyokaktif ışına maruz kaldılar.
1920’li yıllarda bilime katkısını sürdürdü. Varşova’daki Radyum Enstitüsü’nün kurulmasında önemli rol oynadı. Başkan Herber Hoover’ın kendisine verdiği 50.000 dolar ödülle Varşova’da yeni kurulan laboratuvara radyum aldı.
1934 yılında Fransa’nın Savoy kentinde kan kanserinden öldü. Hastalığı, aşırı dozda radyasyona maruz kalmasına bağlandı. Bu yüzden ona “bilim için ölen kadın.” denildi. Radyokaktivite çalışmalarından dolayı, radyokativite birimine “curie” denilmektedir.
‘Sıkıcı bir an bile yok… Goldsmith, bilim ve öykünün doğru bir harmanlanışıyla okuyucuyu bir harikalar ülkesine götürüyor.’
San Francisco Chronicle
‘İnsani sarıyor… Goldsmith bir simgeyi insanlaştırmış.’
Washington Times
‘Güçlü, canlı, iç açıcı bir portre’
Kirkus Reviews
Efsane Değil Gerçek Curie – Irmak Zileli
(Radikal Gazetesi, 30/11/2007)
Barbara Goldsmith’in kadın olması, Curie’yi nesnel bir biçimde değerlendirmesini, ona eleştirel bakmasını engellememiş. Kitapta Curie, zaaflarıyla, hatalarıyla yani tüm gerçekliğiyle anlatılıyor.
Barbara Goldsmith’in Madame Curie biyografisi nesnellik ölçütlerine bütünüyle uyuyor. İlk kadın bilimci olarak tanınan, kadınların sadece ev işleriyle yükümlü görüldüğü, okula gitmesinin bile büyük şans sayıldığı bir çağda (20. yüzyılın ilk yarısı) bütün yoksulluğa ve zorluklara direnerek çok önemli bilimsel buluşlara imza atan Curie’nin biyografisi, yine bir kadın yazar olan Barbara Goldsmith tarafından kaleme alındı. Yazarın da bir kadın olması, nesnelliği zedeleyici bir etken olabilecekken aksine bir avantaja dönüşmüş. Barbara Goldsmith, Curie’nin kadın olmasından kaynaklı olarak yaşadığı zorlukları anlayabilmiş, onları tüm ruhuyla hissetmiş. Bu, kitabın her satırında kendini hissettiriyor. Kitabın yazarı ile kahramanı arasındaki bu ortaklık her okurun dikkatini çekecektir. Ancak gözden kaçması olası bir başka noktaya dikkat çekmek istiyorum. Kitabı Türkçeye kazandıran da bir kadın! Saadet Özkal’ın duru ve güzel Türkçesi bir yana, Özkal’ın bir sözcüğü ısrarla seçtiğini düşünüyorum. Üstelik bu sözcük söz konusu yapıt açısından büyük bir önem taşıyor. Saadet Özkal kitap boyunca ‘bilimci’ sözcüğünü tercih etmiş. Türkçedeki yaygın kullanımı ‘bilim adamı’ olan bu sözcüğe tepki olarak feminist yazarlar ‘bilim kadını’nı kullanır. Kimi de ‘bilim insanı’nı tercih eder. Özkal’ın ‘bilimci’ sözcüğünü kullanması tesadüf değil. Üstelik yaşamı boyunca bilim dünyasındaki erkek egemenliğine karşı kendini kanıtlama mücadelesi vermiş bir ‘bilimci’ olan Curie biyografisine bu tavır çok da yakışmış.
Barbara Goldsmith’in kadın olması, Curie’yi nesnel bir biçimde değerlendirmesini, ona eleştirel bakmasını engellememiş. Curie, zaaflarıyla, hatalarıyla, saplantılarıyla, bilime adanmışlığıyla, yani tüm gerçekliğiyle anlatılıyor kitapta. Üstelik Curie’nin, Barbara Goldsmith’in yaşamındaki yeri ‘aklı bunlara ermeden’ öncesine uzanıyor. Goldsmith daha küçük yaşta, nereden bulduysa bir fotoğraf edinmiştir. Duvar panosuna asmış olduğu o fotoğrafta hüzünlü bir kadın ona bakmaktadır. İki yanında kızlarıyla poz vermiş olan bu kadın Marie Curie’dir. Curie’nin bakışlarındaki hüzün Barbara’yı ta yüreğinden yakalamıştır. O günlerde kendine ‘idol’ olarak seçtiği Curie’nin yaşamını bir gün kaleme alacağı aklına gelir miydi Barbara Goldsmith’in? Evet ‘yeni yetme’ dönemlerinde bir idol olarak seçtiği Curie, bu kitapla ilgili araştırmaları sırasında gerçek bir insana dönüşmüş: “Efsanevi Madam Curie belki dünyanın en ünlü bilim kadını olarak kaldı. Radyum onun muazzam keşfi sayıldı ve radyasyon tedavisi aracılığıyla kanserin tedavisinde buna çok büyük bir önem atfedildi. Peki ama bu doğru mu? Onun bilime en büyük katkısı gerçekten bu mu? Hiç kuşku yok, geçen yüzyıl boyunca Madam Curie’nin yaşamı müthiş bir mükemmellik görüntüsüne büründü. Ama bu görüntünün ardında gerçek bir kadın vardı. Benim peşinden gitmeyi arzuladığım kişi işte oydu.”
Saptantıların ardındaki yaşam
Barbara Goldsmith’in yapıtını ‘gerçekçi’ kılan en temel özellik Madam Curie’yi yaşadığı toplumsal, siyasal ve tarihsel zeminden koparmadan ele alması. Kitabı okurken Curie’yi gerçek bir ‘sahne’de hayal edebilmenizin, onu gerçekten anlayabilmenizin, tanıyabilmenizin koşulu bu. Onun çocukluğunun geçtiği yıllarda Polonyalılara yönelik ayrımcılığı bilmeden, içinde büyüttüğü hırsı da anlamanız mümkün değil; babasının kızlarının başarılı birer bilimci olması için gösterdiği çabayı da… İlk Nobel’i kazandığında, ödülün sadece kocasına mal edilmesinin ardındaki toplumsal gerçekleri bilmeden Madam Curie’nin bir kadın bilimci olarak verdiği mücadeleyi anlayamayacağınız gibi.
Goldsmith sadece toplumsal ve siyasal ortamı değil, Marie Curie’yi Madam Curie yapan, çocukluk yıllarını anlatırken de aynı gerçekçi yöntemi kullanıyor. Marie’nin annesinin dönemin sıradan kadınlarından biri olmadığını görüyoruz. Kadınların ev işleri yapmak ve çocuklarına bakmaktan başka bir işlevinin olmadığı bu çağda Marie’nin annesi Bronislava’nın evlenmeden önce öğretmenlik yaptığını ve hatta başöğretmenliğe kadar yükseldiğini öğreniyoruz. Bunun gibi Marie Curie’nin ailesine dair pek çok veri, Curie’nin kişiliği ve yaşam çizgisinde izlediği yolu anlamanızı sağlıyor.
Barbara Goldsmith, Madam Curie’yi kadın mücadelesinin bir timsali olarak aktarmıyor okura. Toplumsal ve tarihsel koşullarda bir kadın bilimci olarak görmezden gelinişini, başarılarının yanındaki erkeklere mal edilişini, bir kadın olarak özel bir çaba harcaması gerektiğini anlatıyor evet, ama buna ek olarak Madam Curie’nin büyüklüğünün bunların çok ötesindeki gerçeğine işaret ediyor. Madam Curie ve Pierre Curie’nin laboratuvarlarında çocuklarını ihmal etme pahasına nasıl bir fedakârlıkla çalıştıklarını, onları buluşturan bilim aşkını tüm gerçekliğiyle aktarıyor: “Aşk, Pierre’le Marie’nin radyuma başka işlerine gösterdikleri soğuk, bilimsel bakışla bakmalarını engelledi. Radyuma maruz kalmanın tehlikelerine karşı uyarırken bile, Curie’ler uykuya dalmadan önce onun güzel ışıltısını görebilmek için yatakların başucunda küçük bir şişe radyum tuzu bulunduruyorlardı. Marie radyumdan ‘çocuğum’ diye söz ediyordu.”
Ve bir bilimcinin kendini kobay olarak kullanışına tanık oluyoruz: “Pierre ortaya çıkabilecek tıbbi sonuçları görmek için kendi kolunu on saat radyuma maruz bıraktı. Şunları gözlemledi: ‘İnsan kesinlikle hiçbir şey hissetmiyor, ama on beş gün sonra üst deride iyileşmesi çok zor bir kırmızılık beliriyor ve dokununca acıyor’. Laboratuvar hayvanlarının ölümüne neden olan radyuma maruz kalmanın tehlikelerine karşı uyarılmasına rağmen şöyle yazıyordu: ‘Yaramdan memnunum. Karım da benim kadar mutlu.”
Goldsmith’in yapıtı yalnızca bir Madam Curie biyografisi değil, aynı zamanda başta Pierre Curie olmak üzere dönemin bilimcilerinin yaşamlarından izler taşıyan, kesitler sunan bir çalışma. O yılların bilim dünyasına dair derin gözlemler ediniyorsunuz kitabı okuduğunuzda. Bir de tabii toplumsal ve siyasal koşullar ile bilim dünyası arasındaki ilişkileri görmek açısından da öğretici. Ve okura tartışılmak üzere pek çok soru bırakıyor eser. Bu sorulardan bir kısmı o dönemin bilimcilerinin tartıştığı sorular. Bir buluş yapan bilim adamının içinde bulunduğu çok temel ikilemlere tanıklık ediyorsunuz: “Ya bu buluş kötü amaçlara hizmet eden ellere geçerse?”
Kitabı bir tek kişinin biyografisi olmaktan çıkaran bir başka özellik ise toplumun bilimsel buluşlar karşısındaki tepkilerine de değinmesi. Yani kitapta tek taraflı bir anlatım yok. Bilimcilerin dünyasından baktığı gibi, toplumun onlara bakışını da anlatması açısından çok yönlü bir eser var karşımızda. Röntgenin bulunuşunun ardından yayınlanan karikatürler bunun en tipik örneği.
Madam Curie’nin biyografisinin başında Zülfü Livaneli’nin sunuşu yer alıyor. İlk Nobel ödülünü aldığı törende Madam Curie’nin konuşmasına izin verilmemişti, konuşmayı kocası Pierre Curie yapmıştı. Kuşkusuz Marie Curie’ye övgüyle dolu bir konuşmaydı bu. Madam Curie’nin bütün başarıları “yanındaki yöresindeki” erkeklere mal edilmeye çalışıldı. Ve o bunları umursamadan bilimsel çalışmalarına gömüldü. Durmaksızın çalıştı. Sanıyorum kendisiyle ilgili bir eserin “bir erkek” tarafından “sunulmasına” da aldırmazdı… Yine de insan Madam Curie’nin bir Livaneli sunuşuna ihtiyacı var mıydı diye sormadan edemiyor…”
Kitabın Künyesi
Madame Curie / Saplantılı Deha
Barbara Goldsmith,
Çeviren: Saadet Özkal,
Remzi Kitabevi,
2007
223 sayfa
?????? ( Türkçesi: merhaba )