Mehmet Eroğlu?nun 2009 yılının Mart ayında yayımladığı romanı ‘Mehmet: Fay Kırığı-1’ uçurumun kenarına götürülen ülkemizin çatlaklarını konu alan üçlemenin ilki. *”Roman, birbirlerinden çok farklı yaşam biçimi ve inançlarla yaşayan sınıfların kopukluklarını anlatıyor. Yazar ?fay kırığı? ile toplumsal anlamda kopuklukları ve bunun tehlikelerini dile getiriyor. Yine mecazi anlamda bu toplumun büyük depreminin nedeni olarak da toplumsal kopuklukları görüyor. Müslüman ile laik, Türk ile Kürt, zengin ile yoksul, kadın ile erkek arasındaki çatlaklıklara dikkat çekiyor.”
İlk kitapta, Mehmet Hakkari?de savaşmış bir asker, Mehmet gençliğinde solcu, Mehmet eski işsiz yeni genel müdür, Mehmet eski maceracı yeni uzlaştırmacı, Mehmet aşktan ağzı yanmış bir yeni gerçekçi, Mehmet zengin koca adayı, Mehmet Müslüman bir burjuva sınıfının yükselişinin geleneksel İstanbul burjuvasinin çöküşünün tanığı, Mehmet toplumun fay çatlaklarının kenarında yaşayan bir fırsatçı? Peki romanın ilk cümlesinde sorulduğu gibi nasıl bir insan Mehmet?
*ASUMAN KAFAOĞLU, 27/03/2009 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki
Silah arkadaşı diye bir deyim vardır. Askerlik arkadaşlığından öte, ölüm karşısında birlik duygusunu da barındırır anlamında. Birlikte savaşan insanların ortak kaderlerini simgeler. İlk anlamında öte bir dostluk görsek de, silah arkadaşlığı birlikte ölüme gitmenin verdiği yıpranmış duyguları da kapsar. Aslında bakılırsa, birlikte savaşmış olmak silah arkadaşı olmayı beraberinde getirmez. Birlikte öldürmüş olmanın ötesinde bir ortaklık duyulmadığı zamanlar vardır.
Mehmet Eroğlu?nun yeni romanı Mehmet: Fay Kırığı-1 birlikte savaşmış ve birlikte öldürmüş ama dost olmamış beş adamı anlatıyor. Toplumun farklı kesimlerinden gelen beş gencin, Hakkâri?de askerlik yaptıktan on iki sene sonra yolları yeniden kesişiyor. Artık ne genç ne de askerdirler; onları bunca sene bir arada tutan da silahlar değildir. Beş adam yıllar sonra ortak menfaatleri için İstanbul?da buluşurlar.
Roman kahramanı Mehmet, giriştiği işlerde ve kadınlarla ilişkide başarısız olmuş, hayatına yeni bir düzen vermek niyetindedir. Onu 2005 sonbaharında İstanbul?a bir iş için çağıran Cenk ise, çok varlıklı İstanbullu sanayici bir ailenin hırslı büyük oğludur. Aileden kalma itibarlı şirketi yine eski silah arkadaşlarından Kayserili Yakup?un ailesine satmak ister. Ancak, Yakup?un dinci ve muhafazakâr ailesi ile nasıl diyalog kurulacağını bilemez. Mayın tarlasında Yakup?un parçalanan bedenini kurtaran Mehmet, her iki tarafın da güvendiği biri olarak bu alışverişte rol oynamak üzere çağrılmıştır. Aile fertleri arasında çıkacak aksilikleri gidermesi için Mehmet?e göstermelik bir genel müdürlük teklif edilir. Bunun büyük bir şans olduğunu anlayan Mehmet hiç tereddüt etmeden kabul eder.
Roman, birbirlerinden çok farklı yaşam biçimi ve inançlarla yaşayan sınıfların kopukluklarını anlatıyor. Eroğlu, bir üçleme olarak planladığı romanlara Fay Kırığı Üçlemesi adını vermiş. Mehmet, bu üçlemenin ilk cildi. Yazar ?fay kırığı? ile toplumsal anlamda kopuklukları ve bunun tehlikelerini dile getiriyor. Yine mecazi anlamda bu toplumun büyük depreminin nedeni olarak da toplumsal kopuklukları görüyor. Müslüman ile laik, Türk ile Kürt, zengin ile yoksul, kadın ile erkek arasındaki çatlaklıklara dikkat çekiyor.
Taşra-İstanbul farklılığı
Romanın merkezinde İstanbullu ve Kayserili ailelerin farklılığı yatıyor. Mehmet bu iki ailenin temas noktasında duruyor. Aileler arasındaki farklılık da en aşikâr kadınlarda görülüyor. Bir yanda yalılarda, lüks semtlerde yaşayan, estetik ameliyatlarla gençliğini korumaya çalışan, marka düşkünü ve haz peşinde dominant kadınlar; öte yanda başları örtülü, edilgen, evden izinsiz çıkmaları yasak, erkeklerin kolayca azarladığı kadınlar var. Mehmet, iki ailenin denge noktasında durduğu gibi, iki ailenin kadınlarının da tam arasında kalıyor.
Biri taşralı diğeri İstanbullu birbirlerinden olabildiğince farklı ailenin fertleri, para söz konusu olduğunda hiç farklı davranmıyorlar. Mehmet de, paranın başrol oynadığı bir sahneye ilk kez çıkmasına rağmen, oyunun kurallarını hızla öğreniyor. İlk dersinde tehdit ve rüşvetin önemini öğreniyor: ?Adama baktı. Tehdit ve rüşvet… Zenginliğin dilini öğreniyordu. Bu kez gülümsemedi. Karşısında uzlaşmayacak, gerekirse şiddet ve acımasızlıktan yana olabilecek, inancın ve açgözlülüğün melezi biri duruyordu.? Mehmet?ten taraf tutması beklendiğinde ilk başlarda bocalıyor fakat zamanla tek tutması gereken tarafın kendisi olduğunu öğreniyor. Aksi takdirde bu hırs dünyasında kolaylıkla yok olacağını anlıyor. Bir tarafın dinci, ötekinin sosyetik yüksek sınıf olması aslında para ilişkilerinde fazla fark etmiyor, olayların özü değişmiyor. Sadece aksesuarlar değişiyor. Birinin hiç boş bırakılmayan kadehi diğerinin gümüş tespihi, zengin ahlakında fazla rol oynamayan detaylar olarak görünüyor. Mehmet de zenginler sınıfına katılmaya hevesli olduğu için asıl anlaması gerekenin zengin ahlakı olduğunu görüyor.
Roman toplumun farklı sınıflarını güzel zıtlıklarla göz önüne seriyor. Romanda önemli bir karakter olarak yer almayan fakat anlamsal olarak gelecek ciltlerde yeniden bahsedileceği kuşku götürmeyen Zeynep (Rojin) karakteri, PKK için gözcülük yapmış biri. Romanın merkezine yerleştirilmiş bir karakter izlenimi veriyor. Roman kahramanının da çözülmesinde önemli rol oynuyor Zeynep karakteri. Yazar özellikle sadece toplumun zengin ve yoksul, çalışan ile patron gibi kırılmalarının ötesinde etnik çatışmalara da yer vermek istemiş. Mehmet?in birlikte olduğu kadınlarla kıyaslayınca Zeynep belki de ona en yakın olanı, ona en benzeyeni fakat karşı cins olarak görmeyeceği biri.
Mehmet, günümüz Türkiye?sinden portreler sunan bir roman. Toplumun bir kesitini anlatmak yerine, farklı kesimlerin diyaloglarını anlatıyor. Mehmet Eroğlu?nun romanlarında dikkat çeken şeylerin başında başarılı diyalog gelir her zaman. Gerçekten de Eroğlu günümüz romanında en inandırıcı diyalogları yazan yazarlardan biri. Tiyatro sahnesi gibi görselleştirdiği mekânı anlattıktan sonra bırakır karakterler kendilerini anlatsınlar. Bu sayede okur daha nesnel bir bakışa sahip olduğu izlenimi edinir. Dürüstçe kendini ifade eden karakterlerin büyük bir çoğunluğu da keskin bir hazırcevaplıkla konuşur, bu da kurgunun gerilimini artıran bir unsurdur.
Eroğlu?nun önceki romanlarında en sık eleştirilen şey iyi ile kötüyü keskin çizgilerle ayırması olurdu. Mehmet?de bu ahlaki duruşa başvurmamış yazar. Ne eski solcu dürüst sendikacı karakter ne de entelektüel akademisyen, ahlaksal doğruları temsil ediyorlar. Romanda yine de en doğru ve bilge kişi kendini içkiye vermiş, çevresi tarafından sevilen fakat kokusuna zor dayanılan bir şair. Roman kimseyi yüceltmediği için, karakterler daha inandırıcı olmuşlar.
Bir başka dikkat çeken unsur da roman karakterlerinin Şemdinli?de savaşmış olmalarına ve kahramanca hayat kurtarmalarına rağmen, bu olayların gerçekçi bir tonda anlatılıyor olması. Kahramanlıklar şövalyelik gibi sunulmuyor romanda. Aslında hayat kurtarmak her zaman bir kahramanlık da olmuyor, Mehmet bunun ezikliğini bile hissediyor zaman zaman. Bununla birlikte, romanın belki de tek zayıf noktası, roman kahramanlarının temsil ettikleri sosyal sınıfların tipik örnekleri olmaları. Kayserili dindar işadamı Abdullah Bey tam ondan beklenecek kurnazlığıyla, sosyetik orta yaşlı Kevser bencil ve kibirli duruşuyla, başörtülü Emine güçsüzlüğüyle, olmaları gereken kalıplar dışına taşmayan karakterler. Yine de büyük bir keyifle okunacak bir roman Mehmet.
Tanıtım Yazısı
“Hakkâri?deki askerliğin ardından on yıl boyunca hiçbir işte dikiş tutturamayan Mehmet Esen, 2005 Temmuz?unda İstanbul?dan cazip bir iş teklifi alır. Bu şaşırtıcı teklif, aynı bölükte birlikte savaşmış beş asteğmeni yıllar sonra bir araya getirecektir: Cenk Plevneli, İstanbul?da batmak üzere olan bir Holding?in varisi; Altan Kısa, bir sendika yöneticisi; Prof, yorgun bir öğretim görevlisi; çok zengin ve muhafazakâr bir Kayseri?li ailenin büyük oğlu Yakup Kadıoğulları ise İslamiyet ile kapitalizmin birbiriyle bağdaşmayacağına inanan birisidir. Mehmet?i İstanbul?da daha önce tanıdıklarından çok farklı iki kadın da beklemektedir: Hazza ve günaha inanan, acının yararsızlığını tekrarlayan Simin ile, Yakup?un türbanlı olduğu için üniversite eğitimini yarıda bırakan, güzelliğini gizleyen kız kardeşi Emine. Eroğlu?nun Türkiye?nin değişen çehresine baktığı ?Fay Kırığı? üçlemesinin ilk kitabı olan ?Mehmet?in odağında ayrı dünyalara ait iki insanın aşk öyküsü yer almasına rağmen, romanın fonunu, zenginliğini Anadolu?daki köklerinden, nüfuzunu ise İslamcı hükümete yakınlığından alan muhafazakâr Kadıoğulları Grubu?nun, İstanbul?un en eski ve tanınmış şirketlerinden olan Plevne Holding?i ele geçirme serüveni oluşturur. Aşk, ayrı dünyaları birleştirebilir mi? Müslüman bir burjuva sınıfı yaratılması İslamiyet?e nasıl uygun düşer? Kuran?ın ahlâkı kapitalizmle bağdaşır mı? Romanda tartışılan sorunsallar bunlar olmakla beraber, romanın kahramanı Mehmet?in bu süreçte hangi tarafı seçeceği de bir anlamda günümüzün bireylerini yakından ilgilendiren bir tercihtir. Mehmet Eroğlu, adları ?Mehmet?, ?Emine? ve ?Rojin? olan ?Fay Kırığı Üçlemesi?yle ayrı dünyaları, o dünyalara ait insanları ve Güneydoğu?da yirmi beş yıldır süren savaşın 1993-1994 dönemini anlatırken, aynı zamanda ülkemizin -Laik-Müslüman, Türk-Kürt çatlakları eksenindeki- son on beş yıllık bölünüşünün bir panoramasını ustaca çizer.”
Ayşe Çavdar’ın Yazarla Roman üzerine Söyleşisinin Bir Bölümü
Yeni Aktüel Kültür Sanat Sayı 188
– Fay Kırığı’nın ilk kitabı “Mehmet”, bir şekilde içinde bulunduğumuz siyasi atmosferle büyük bir uyum sergiliyor. Aslında Fay Kırığı’nda anlattığınız hikâyenin ortasında yer alan Mehmet’i şimdi yayımlamanızın nedeni bu uyum mu?
Fay Kırığı serisi üç kitaptan oluşuyor. Birincisi Mehmet, ikincisi Emine, üçüncüsü de Rojin. Olayları dönemlere ayırırsak Mehmet 2005-2006, Emine 2006-2007, Rojin ise 1993-94’te geçiyor. Ben bu üçlüyü aşağı yukarı beş yıl önce tasarlamaya başladım. Bugünü düşünerek planlamamıştım. 1993-94’te Güneydoğu’da savaşan bir grup asteğmeni anlatıyordum. Aynı zamanda o savaşı dağda yaşayan bir Kürt kızı da vardı, ki burada Zeynep olarak ortaya çıkıyor. O beş asteğmen birbirlerinden çok farklı insanlardı. Farklı durumları temsil ediyorlardı. Sonradan yazmaya 2005’ten başlamaya karar verdim. Ama bu romanın tipleri 2005 düşünülerek ele alınmadı, zaten tasarlanmaları da üç-beş sene öncesine dayanıyor. Tabii bugüne neredeyse birebir oturuyor. Benim zaten İslami hareketin geleceği ile ilgili görüşlerim, tespitlerim 1990’larda yazdığım Yürek Sürgünü adlı romanda da vardı. Orada da sosyalizmin gerilediği, solun bir alternatif olmaktan çıktığı ve herkesin sola arkasını döndüğü bir dönemde onun yerini alabilecek politik hareketlere ilişkin kestirimler yaparken bunun içinde Müslümanlığın bir damarının da olabileceğini söylemiştim. Hatta içinde şiddet öğeleri taşıyan bir başka damarın da ortaya çıkabileceğini ifade etmiştim. Nitekim 10 sene sonra Hizbullah cinayetleri vs. ortaya çıktı. O açıdan alırsak bu kurgu ta o zamanlara yöneliyor.
– Mehmet, İslami diyebileceğimiz sermaye ile İstanbul’a daha evvelden yerleşmiş sermaye arasında bir köprü oluşturmaya çalışıyor. Bu aradaki çatlak Mehmet’in varlığı ile doldurulabilecek nitelikte mi?
Türkiye’de birkaç önemli sorun var. Türk-Kürt sorunu etnisiteye dayalı bir sorun. Diğeri laik-Müslüman gerilimi. Üçüncüsünden yıllardır söz edilmiyor, çünkü bu ikisinin gölgesinde kaldı. O da zenginlik-yoksulluk ekseni. Fay Kırığı serisi esas olarak bu gerilimler üzerinde şekilleniyor. Ama sonuçta roman sosyal sorunların anlatıldığı bir yer değil, insanların anlatıldığı bir yer. Bu çatlaklar etrafındaki insanları anlatmaya çalışıyorum. Müslümanlığın içinden ne çıkabilir, Müslümanlıkla kapitalizm ne kadar iç içe geçebilir, tartışmaya çalıştığım noktalar bunlar. Bir büyük uzlaşmazlık ve belirginlik var. Onu anlattığım kitle gerçek hayatta da var ve birbirlerine pek tahammül edemiyorlar. Mesela İstanbul’daki belediye seçimlerinde her iki tarafın birbirlerine söylediklerini görüyoruz, uzlaşmaya yönelik, medeni bir tavırla yürütülen ilişkiler değil. Son derece hasmane ve karşı tarafı yaralamaya yönelik tavırlar. Onun için kırık diyorum.
– İslami sermaye ile İstanbul sermayesinin Güneydoğu’daki çatışma esnasında buluşmaları bir tesadüf mü? Mehmet en nihayetinde geçici olarak askerlik yapan sıradan biri, bu iki tarafı birbiriyle uzlaştırmaya gücü yeter mi?
Rojin romanında bunların savaştıkları taburun da hikâyesi anlatılacak. Ortada Mehmet’in temsil ettiği bir grup var. İktidarı sağa-sola götüren de o grup. Romanın bir yerinde söylüyor: “Bu ülke en çok senin gibileri, Mehmetleri yetiştiriyor” diyor. Mehmet de “kendimi kurtarmalıyım, esnemeliyim, taraf tutmalıyım” diyor. Asıl isteği Seferihisar’da bir zeytin bahçesi gibi görünüyor. Ama fırsatını bulunca denize bakan evden, Boğaz’a bakan bir pencereye taşıyor kendini. Türkiye bugün bu insanların ülkesi. İlkeli, geçmişteki varlığını ancak toplum için bir şey yaptığı anda anlamlı bulan, şovalyeliği savunan, toplumsal bir vicdanı olan insanların devri bitti. Olanlara da “dinozor” diyorlar. Biraz daha ağzı bozuklar “enayi” diyor. Şimdi dinozor olmayan uyanık ve fırsatçılara kaldı ülke. Türkiye’nin kaderini bugün bu ortadaki grup belirliyor.
Kitabın Künyesi
Mehmet: Fay Kırığı 1
Mehmet Eroğlu
Agora Kitaplığı
320 sayfa, Mart 2009
Mehmet Eroğlu Hakkında Bilgi
Ağustos 1948 tarihinde İzmir’de doğan Mehmet Eroğlu, 1967 yılında ODTÜ Müh. Fak. İnşaat Mühendisliği Bölümüne girdi. Öğrenci derneği başkanlığını yaptığı bu fakülteden de 1971 yılında, 12 Mart Darbesi ardından kurulan sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmasına başlandığı sırada mezun oldu.
Mehmet Eroğlu, iki yıl süren yargılamanın (Dev-Genç Davası) sonucunda, 1973 yılında, Ankara 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesince, TCK’nun 141-142 maddesine muhalefetten 8 yıl ağır hapis ve 2 yıl sürgün cezasına mahkum edildi, ancak mahkûmiyetin 1974 genel affıyla ortadan kalkmasıyla, bu tarihten itibaren mühendis olarak çalışmasını sürdürdü.
Mehmet Eroğlu’nun yazmaya başlaması da bu döneme rastlamaktadır. 1974’de kaleme almaya başladığı ilk romanı Issızlığın Ortası’nın yazımı 1976’da bitti; ancak 1979 Milliyet Roman Ödülü’nü kazanmasına rağmen, 1980 yılındaki 12 Eylül darbesini izleyen karanlık günlerde -solcu ve anti-militarist unsurlar taşıdığı ve sakıncalı olduğu iddiasıyla- yayınevince romanın basımından vazgeçildi. Yazarın 1981’de tamamladığı Geç Kalmış Ölü adlı ikinci kitabı da, yayınevinin benzer gerekçeler ileriye sürmesi sonucunda ilk romanıyla aynı akıbeti paylaştı.
Mehmet Eroğlu’nun edebiyat dünyasıyla buluşması, yazmaya başlamasından on, -ödül kazanmasından ise beş yıl- sonra, ancak 12 Eylül darbesinin etkilerinin hafiflemesiyle mümkün oldu ve romanları 1984 yılından itibaren art arda yayınlanmaya başladı: 1984 yılında Issızlığın Ortasında (ilk yayımında Ortası, Ortasında olarak değiştirilmiştir) ve Geç kalmış Ölü; 1986’da Yarım Kalan Yürüyüş; 1989’da Adını Unutan Adam. Bu dört romanıyla Türk Edebiyatında kendine özgü, değişik ve sağlam bir yer edinen Mehmet Eroğlu birbirini bütünler nitelikteki ilk iki romanıyla Milliyet Roman Ödülü’nün ardından ülkemizin en değerli edebiyat ödüllerinden birisi olan Orhan Kemal Roman Armağanı ile Madaralı Roman Ödülleri’ni kazandı.
1989 yılında, on beş yıl boyunca çalıştığı kamu kesiminden siyasi baskılar sonucunda istifa etmek zorunda kalan Mehmet Eroğlu, bu tarihten itibaren bir yandan mühendislik kariyerini sürdürürken, bir yandan da yazmaya devam etti ve 1994’de Yürek Sürgünü adlı beşinci romanını tamamladı. Daha sonraki beş yıl boyunca yazmanın yanı sıra, daha çok müzik ve senaryo yazımına ağırlık verdiğinden, altıncı romanı Yüz:1981, Mehmet Eroğlu’nun 1999 yılında, sadece yazmak ve bir sivil toplum örgütünde gönüllü çalışmak amacıyla mühendislik yaşamını noktalamasının ardından, ancak 2000 yılında yayımlanabildi.
Mehmet Eroğlu, 1999 yılından bu yana Ankara’da, um:ag (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı) bünyesinde sürdürülen Yazma Seminerleri kapsamında yaratma cesareti, kurgu ve senaryo yazım teknikleri dersleri vermekte, Uygulamalı Yazma İşlikleri düzenlemektedir. Zamanın Manzarası adlı yedinci romanı 2002 Ekiminde, sekizinci romanı Kusma Kulübü Şubat 2004’de Düş Kırgınları 2005 Eylül’ünde son romanı Belleğin Kış Uykusu ise 2006 Aralığında yayınlanan yazar, Ankara’da yaşamaktadır.