Bellek yoksa suçta günahta yoktur?
Bir sabah yatağımızdan kalktığımızda, belleksiz, acılarımızdan ve bütün anılarımızdan arınmış olarak uyansak, unutmak istediğimiz tüm ?an?larımız birdenbire silinse ve biz adımız dahil kendimize ait hiçbir şeyi hatırlamasak, ne kadar süredir yaşıyoruz?, kaç yaşındayız? bilmesek, ve tüm bu çok bilinmeyenli denklemin içinde, acaba hayatımız nasıl olurdu?
Bir olasılık bu, unutkanlığın zarıyla kaplanmış olan bilincimiz, bize hüzün veren her türlü anıdan koparınca kendini, hayal etmesi zor olsa da, sıfırlanan yaşam çizelgemizle, daha huzurlu olurduk yada hayatımızda ki bu duraklama hali bizi daha çok sıkıntıya sokardı. Kim bilir? Belki de en sonunda büyük bir darbe ile hayatımızda ki bu unutkanlık zırhı parçalanır ve gerçekler tüm açıklığıyla su yüzüne çıkardı.
Mehmet Eroğlu, ?Belleğin Kış Uykusu? romanında, çoğumuzun hayalini bile kuramadığı böylesi bir karmaşayı konu edinir. Yarattığı bay M ile aradığı yalnızca kaybolmuş bir bellek değildir. Aslında aramaktan çok sorguladığı, bütün hayatımıza yön veren, seçimlerimiz ve tercihlerimizdir.
Anısız bir göçebelik, belleksizlik bu demektir!
Kahramanımız bay M, o akşamüstü, göğsünde garip sızıyla geçmişi olmayan, anısız bir güne uyanır. Belleği onu hafifmeşrep bir sevgili gibi terk etmişe benziyordur. Üstünde bir tren bileti bulunan ve yolculuğa çıkmak üzere hazırlanmış olan bavulu, onu evden çıkmaya zorlar. Bay M, hangi zamanda ve nerede olduğunu merak etse de, tüm bu belleksizliğini sorgulamak yerine, biletini aldığını bile hatırlamadığı o trene biner. Önce adını, sonra yüzünü ve ardından tüm anılarını hatırlamaya çalışır. Zamansız bir geceye yola çıkan bu trenle sorguladığı geçmişi, tazelenen tüm ?an?larıyla, her şeyi baştan yaşamasına yol açar.
Hayatıyla ilgili tüm sırlarını bu trende açıklığa kavuşturup, geçmişe ve geleceğe aynı anda bir yolculuk yapar. Kompartımanlarda karşılaştığı her insan, bay G, palyaço ve diğerleri, onu belleğinin kayıp odalarına taşır ve ellili yaşlarında başladığı yolculuğu, yaşının gençleşmesi ile devam eder. Babasının ölümü, annesinin iki çocukla birlikte yapayalnız kalışı, kardeşi Ahmet?in işkenceyle öldürülüşü, ölen çocukları, terk edemediği karısı ve sevdiği kadın arasında kalışı, belleğiyle buluştukça anımsadıkları ilk olaylar olur.
Hayatımız çoğu zaman fark etmediğiz bir noktada kırılır ve sonsuza kadar değişir?
Herkesin hayatını alt üst eden, bazen çekip gitmenin en iyisi olduğunu düşündüğümüz ve bizi derinden sarsan ?an?larımız olmuştur. Bay M?yi bu içsel yolculuğa taşıyan ve onu geçmişiyle yüzleştiren de böylesi bir durum.
Bu trene niye binmişti? ve ondan istenen neydi? İstedikleri ve hayal ettikleriyle değil de, elde edebildikleriyle yaşayan her insan, en az bir kez yazgısını değiştirmeyi düşlerdi. İşte o an bu andı. Bay M?ye bahşedilen acısız bir hayat seçeneğiydi. En derin ve en tutkulu istekler acılarımızdan doğsa da, insan acısız bir hayatı seçebilir miydi? Sürekli mutluluk, yaşamın olduğundan başka hiçbir olasılık içermemesi demek değil miydi? Acılarımız, umutlarımız ve mutluluklarımızla hayat bir bütündü. Palyaçonun dediği gibi, hayat yaptığımız, yapacağımız, ve çoğu kez de yapamadığımız seçimlerden ibaretti. Unutmak istediği acıları onu bu yolculuğa sürüklemişti.
Ve hayatına anlam veren tüm anılarıyla birlikte, bir Pazar akşamüstü tekrar uyandı. Belki hala rüya görmeye devam ediyordu.
?İrademizin hükmetmediği tek yaşam benzeri şey rüyadır. İşte bu nedenle en özgür olduğumuz zaman da rüyalarımızdır. Ve rüyalar tatmin olmamış isteklerimizden doğar?Keşke birlikte rüya görebilseydik…?(s.271) YADA HAYATIN FARKINA VARSAYDIK?
Canan Koçak
Belleğin Kış Uykusu, Yazar: Mehmet Eroğlu, Yayınevi: Agora Kitaplığı,
Sayfa Sayısı: 275 sayfa, Baskı Tarihi: Aralık 2006