Herhalde insanın yanılabilirliğini kabul etmeyecek kimse yoktur. İnsan sistematik bir mantık yürütme işinde bile kolaylıkla hata yapabilir. Zaten böyle bir gerçekliğimiz olmasaydı yazılmış bilgisayar programları kusursuz çalışabilirlerdi. Halbuki bu yazılımlar bile nice denemelerin ardından fark edilememiş kusurlarıyla birlikte kullanıma sunulurlar. Bu yazılımların kullanılabilir hale getirilmeleri bile insanın zihin gücü sayesinde değildir. Bir işlemci onun kusurlu mantığını kusursuzca uygulamaya sokuyor ve böylece kusurlarının ortaya çıkmasını sağlıyor olmasaydı insan yaptığı hatalı yazılımı düzeltme şansı da bulamazdı. O gerçekliğin çok belirli ve kusursuzca işleyen yapısı tarafından sürekli hizaya getirilmek suretiyle parlak işlere imza atar. Bu insan kusursuzca fikir yürütemeyişinin yanı sıra, çeşitli duyguların, güdülerin ve rastlantıların etkisi altında kusurlu aklını da işe yaramaz kılabilir. İnsanın bir de, kendi oluşmuş fikirlerine kör bir bağlılık eğilimi vardır. Bunu biraz kütlenin eylemsizliğine benzetebiliriz. Onun fikirlerinin herhangi bir kütlesi olmamasına karşın, değişime direnci bazen çok güçlü olabilir. Çok büyük kütleler bile az da olsa her etki ile kıpırdarlar. Fikirler ise her tür etkiye karşın bir ömür boyu zerre kadar kıpırdamyabilir. Böyle durumlar insanın kendi ruhsal varlığının temel dayanakları haline gelmiş fikirler sözkonusu olduğunda apaçık görünürler. Örneğin Marx ya da Engels sınıf mücadelesine kendi hayallerinin temel itici gücü olarak bakmaları nedeniyle işçi sınıfını çok önemsemek zorunda idiler. Aksi onların ruhsal varlıklarını zedelerdi. Böylece onlar işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi konusunda gerçekliği anlama ve kabul etme imkanlarını, gerçekliğin anlaşılmasının zorluğu yüzünden değil, sırf kendi gerçeklikleri yüzünden yitirmişlerdi.
Elbette bu onların gerçekliğin bir başka boyutunu yetkin bir biçimde kavramalarına mani olmayacaktır. Zira gerçeklik sonsuzdur, onun bir yanını anlayamayıp öbür yanını çok iyi kavrayabilirsiniz. Sıradan bir insanın gülüp geçeceği bir inanç ve onun tarikatına mürit olmuş bir bilim adamı varolabilir. Bu bilim adamı farmakoloji, kimya ya da genetik alanında önemli keşiflere de imza atabilir. Bir yanı ile kör inanışların ağlarına kapılmış olup, öte yanıyla çok aydınlık yönler barındırabilen insan bir olgudur ve hiç kimse bu olgudan muaf değildir. En başta da kendimiz. Peki ne yapabiliriz?
Suat Kamil Aksoy