Ülkemizin geçmişi, Dünya ve Türkiye tarihine damga vurmuş olaylarla dolu, fakat nedense halkımız toplumsal hafıza konusunda hep balık kıvamında kalmaya devam ediyor. Düşünmek, yorumlamak ve yeni dersler çıkarmak yerine, tercih edilen genelde unutmak yada unutmaya çalışmak oluyor. Kuşkusuz geçmişin tozlu sayfalarına baktığımızda, askeri darbelerle dolu tarihimizin en hareketli anlarını 70?li yıllar oluşturur. 70?ler, 12 Eylül darbesi ile, kurulması hedeflenen yeni sistemin kıyısından dönen ve büyük bir yenilgiye mahkum edilen insanların gerçekliğiyle yüzleşildiği yıllardır.
Yenildiler dediysek, hepten yok olmadılar elbette, yenilen ama bugün dahi fikirlerinin yaşatıldığı ve geleceğe miras kalmış bir kuşaktır onlar. İşte sözünü ettiğimiz bu kuşağa Vedat Türkali, alışık olmadığımız başka bir pencereden bakıyor ve Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Tek Kişilik Ölüm, Güven gibi romanlarından sonra yazın hayatına yeni bir ?dönem? romanı daha katmış oluyor. Bu roman ?Yalancı Tanıklar Kahvesi?dir.
– “Dağlarda vuruşa vuruşa, peşimize taktığımız köylülerle birlikte, kentlere inilecekmiş, asla kestirememişti. Bizim köydekilerin başına ben mi geçeceğim? Kim gelir ardımdan? Tulukçularım Muhsin eşkıya olmuş diyecekler! Köyden pehlivan Ali, Berber Mustafa onlar mı gelecekmiş??
Bu sözler romanımızın baş kahramanı, örgütsüz devrimci, Ege?li bir ağanın oğlu olan Muhsin?e ait. Ankara?da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencilerinden biri olan Muhsin?in sözlerinden anlaşıldığı üzere, ailesini reddetmek pahasına çıktığı bu yola kendisinin de zaman zaman inanmakta güçlük çektiği çok açık. İnandığı ve uğraştığı da pek söylenemez zaten.
Kız arkadaşı Reyhan?la yaşadığı karmaşa ile birlikte, gidiş gelişler ve sorularla dolu devrimciliğinin gelişimini sağlayan iki kişi var romanda. Bunlardan biri kitapçı Nedim hoca, diğeri yakın arkadaşı örgütlü solcu Salih.
– “Güzel de bizde nasıl olacak? Gençler dağa çıktı, kaç köylü toplandı çevresine? Jandarmaya fitlediler. Ölümleri öyle oldu. İşçi sınıfımızın durumu da ortada. Gençlerimizin özverileri ne getiriyor? Şu paslı soygun düzeninin ensesi kalınlaşıp göbeği şişiyor biraz daha.”
Bu sözlerse Muhsin?in sıkıştıkça fikir danışmaya gittiği, bazen işyerinde yardımcı olduğu, hocası Nedim?e ait. Nedim hoca, solcu-sağcı ayrımını ciddi almayan daha çok sapmaları, dönmeleri, üçkağıtçıları kısaca aydınım diye geçinen sığ kafalı liboşların takipçisi olan eski bir öğretmendir. Sürekli dönemin sol hareketlerinin hatalarına dem vurarak, değiştirmenin güçlüğünden söz ederken bir taraftan da Muhsin?in umarsız ve baba parasına mahkum hayatını sorgulayan biridir.
– “Üç beş terim attırarak Dünya değişmiyor! Müslüman Arap, Allah diye nasıl savaşıyor Emperyalizme karşı, git de gör! Biz dipsiz tencereye kapak yapıyoruz! Soygun, yağma, hırsızlık, baskı.”
Filistin?de savaşıp geldikten sonra, Muhsin?e değişen fikirlerini böyle ifade eder Salih ve Türkiye?de değişen şeylerin varlığından kavramaya çalıştıkları ile yeni bir yol açmaya çalışır. ?Sosyalist islamcı? olmak deyimi, o dönem solun toplumsallaşma gibi bir sorunu olmadığı düşünülürse, kapsama alanını genişletmek anlamındaki söylemleriyle çoğu zaman yersiz kalır. İşin aslı, dönem itibariyle Sol hareketler, çeşitlilikleri ve kapsadıkları toplamın genişliği ile Salih?in söylemlerinin çok ötesindedir.
– “Herkesi sürekli koşuluyor bu dünya! Uyarına gelmişse yalancı tanıklığa alıyor! Bir dilim ekmeği güç bulan, kendini özgür sanıyor! ?Kabahatin çoğu senin kardeşim!? diyor Nazım. Yalan mı? Özgürce düşündüğü kurmacasında bir sürü aydın! Allayıp pulluyorlar gerçek sorumluyu! Çoğu yüreksizliğinden göremiyor aslında. Karşılarına dikilen olmuyor mu? Ne yiğitler çıktı, yıkıldılar! İşler iyice zora vardı şimdi. Bir sürü şaşkın kaldı ortada. Pazarlık uyacak bir gün! Ellerinden düşürmedikleri sol kitapların hepsi rafa kalkacak! Bu çirkef dünyaya ne cici yalanlarla tanıklığa kalkışacaklar, bakın, görün!”
Yazının başında Vedat Türkali için alışık olmadığımız bir pencereden bakıyor dedik, bunun zaman zaman belirtmeye çalıştığımız bir çok sebebi var elbette. Kızmak, kızmamak ve saygı duymak arasında kalan bir dolu fikir bunlar. Tarihsel romanlarına sıkça rastladığımız ve kuşkusuz roman dilinde tarihi, özellikle ?sol? tarihi en iyi şekilde anlattığı düşünülen yazarlardan biridir, Vedat Türkali. Fakat ?Yalancı Tanıklar Kahvesi? ile yapmaya çalıştığı, 70?leri, 2000?lerden ışık tutarak anlatmaya kalkışmasıdır. Ve betimlediği sorunsalların yani solun kapsayamadığı toplum ve İslamcı ?sol? gibi başlıkların aslında bugünün konuları olmasıdır. Çarpıcı olansa baş kahraman Muhsin?in, romanın ilerleyen sayfalarında, solcu olup mücadele etmek bir yana, dini eğilimler sergileyerek kafa karışıklığını artırmış olmasıdır. Sorun elbette Muhsin?in dini inançları yada bunun kitapta nasıl anlatılmış olduğu değil, gösterilen ve resmedilen ?70?lerde devrimci genç? tipolojisidir. Doğru yada yanlış bilemiyoruz, belki bilinmeyen, ama yapılmış yanlışların, daha fazla tartışılması üzerine kurguludur roman. Gerçek olan bir şey var ki o da, yalancı tanıkların bugünde hala varolduklarıdır, tıpkı geçmişte olduğu gibi.
Canan Koçak