Jose Saramago?nun ?Körlük? romanını okuyanlar hatırlayacaktır. Roman araba kullanmakta olan bir adamın, yeşil ışıkta aniden körleşmesi ile başlayıp, körlüğü başkalarına bulaştırması ile devam ediyordu. Bu körlük, bildiğimiz körlüklerden biraz farklıydı. Bir salgın gibi bütün şehre yayılmakla kalmayıp, aynı zamanda halkı sonsuz bir beyazlığa hapsediyordu. Şehirde başlayan bu körlük salgını ile varolan tüm ahlaki değerler yok oluyor, toplum körleştikçe cinayetler ve tecavüzler artıyordu. Sağ kalan güçlüler dışında, körlükten etkilenmeyen bir kişi vardı. Görme yetisini yitirmeyen ve tüm bu olanlara tanıklık eden kişi, kör olan ilk adamı muayene eden doktorun karısı idi.?Körlük? şehri kaplayan kaosla devam ediyor ve bir cinayetle son buluyordu. Neden kör olmuşlardı? Bunun nedeni belki bir gün keşfedilecekti. Romanda dendiği gibi, belki de onlar zaten kördü, gören körler ya da gördüğü halde görmeyen körler. Aniden ortaya çıkan beyaz körlük, yine bir anda yok oluyordu. Tanık olunan tüm bu ahlaksızlıklarsa bir daha hatırlanmamak üzere kapalı kapılar ardına saklanıyordu.
Jose Saramago?nun ?Görmek? romanı ise, ?Körlük? romanının devamı olarak kabul edilebileceği gibi, önceki romandan tamamen bağımsız da okunabilir. Her iki romanda da simgesel olarak kullanılan öğelerle eleştirilen ve yerden yere vurulan ?liberal demokrasi?, hükümetlerce saptırılan tüm yönleriyle okuyucuya sunuluyor. Kitapta anlatılan yer, adı belirsiz bir ülkenin başkenti, yani yıllar önce beyaz körlük olayını yaşamış olan şehir, bu kez başka bir olayla okuyucunun karşısına çıkıyor. Havanın çok kötü olduğu bir gün şehirde seçimler yapılıyor. Halkın büyük bir kısmının son dakika oy vererek katıldığı bu seçim, beklenenin aksine ilginç bir sonuç veriyor. Merkez parti (Mep), Sağ parti (Sap), Sol parti (Sop) gibi bir çok partinin katıldığı seçim sonuçlarına göre halkın %75?i beyaz oy yani geçersiz oy kullanarak hükümeti şaşırtıyor. Seçimlerin ikinci defa tekrarlanması ile sonucun değişeceği zannedilse de, beklenenin aksine sonuç değişmiyor. Beyaz oyların oranı, hükümetin aldığı tüm önlemlere rağmen %83?ü buluyor. Tüm ülkede başkentte gelişen bu duruma karşı, büyük bir şaşkınlık ve alaycılık gelişiyor. Hükümet, temsili demokrasiye saldırı olarak kabul ettiği, panik ve çaresizlikle seyrettiği bu yönetememe halini ortadan kaldırmak için, ohal (olağan üstü hal) ve ardından sıkıyönetim ilan ediyor. Kitlesel ve örgütsel bir başkaldırı hareketi kabul edilen beyaz oyların sebebi, hükümetin ve onlarca ajanın araştırmalarına rağmen bulunamıyor. Halkın tüm sorulara verdiği tek cevapsa, kişilerin seçme seçilme ve anayasal hakları olduğu yönünde oluyor. Hükümetin belirlediği başka bir şehre göç edişi, şehrin savunmasız ve çaresiz halka terk edilişi ile devam eden abluka, yıllar önce şehirde gerçekleşen beyaz körlükle bağlantı kurularak devam ediyor. Hükümetin kendini aklamak adına her türlü yola başvurması, suçluları aramakla görevlendirilen polis memurları, belirlenen günah keçileri, günümüzle ilginç benzerlikler taşıyor.
Vaktiyle kör olanlar, duymak istemeseler bile, belki hala kör oldukları gerçeği ile yüzleşiyor. Beyaz oyun, oyunu o yönde kullananlar için görmenin bir ifadesi olduğu anlaşılıyor. ?Uluyalım, diyor köpek (sesler kitabı)? ile başlayan roman, ?bir kör başka bir köre sordu. Bir şey işittin mi, üç el silah atıldı, diye yanıtladı öteki, ama birde uluyan köpek sesi vardı, sustu, atılan üçüncü el silah sesinden olmalı. Bereket versin öyle olmuş, uluyan köpeklerden nefret ederim? ifadeleri ile son buluyor.
Romanda dendiği gibi ?örgütlü bir devlet yenik düşmez, yoksa dünyanın sonu gelir, ya da bu, yeni bir dünyanın başlangıcı olur.? NEDEN OLMASIN?
Makalenin Yazarı: Canan Koçak