Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik 1969 – 2009 – Ayfer Gürdal Ünal

Ayfer Gürdal Ünal, nitelikli çalışması ?Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik?te, 1969-2009 yılları arasında çocuklar için yazılmış ve erişilebilen kırk anlatıda, engelli imgesinin nasıl işlendiğini inceliyor; bu zaman zarfında engelliliğe bakıştaki değişimleri saptıyor. Ünal, söz konusu metinlerde engelliliğin, pencere arkasında sokakta oynayan arkadaşlarını izleyen ?zavallı sakat? yaklaşımından, toplum içine girmiş, aktif bir engelli imgesine doğru bir değişim gösterdiğini belirtiyor. Yazar, engelliyi, aile, okul, arkadaş ve dış çevre ilişkileri içinde inceledikten sonra, ayrı bir bölümde engellinin iç dünyasını da mercek altına alıyor.

Özürlü edebiyat engelli çocuğa karşı – İsmail Afacan
(19-12-2011 tarihli http://www.evrensel.net)
Ayfer Gürdal Ünal?ın yüksek lisans bitirme tezi ?Türk Çocuk Edebiyatında Engellilerin Temsili 1969-2009?. Ünal, çalışmasında 40 yıllık süreçte çocuk edebiyatında engelli karakterlerin nasıl işlendiğini anlatıyor. Bir yandan engelli tiplemelerini saptarken, diğer yandan çağdaş yaklaşımlarla tahlil ediyor. Çocuk edebiyatında engelli karakterlere yer veren 40 kitabı inceleyerek engelli anlatısının nasıl değişim ve gelişme gösterdiğini tespit etmeye çalışmış. 2011 Oğuz Tansel Çocuk Yazın Ödülü?nü kazanan Ünal?la Evrensel Basım Yayın tarafından kitaplaştırılan tezi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

İncelediğiniz kitaplarda özürlü, engelli, sakat gibi kavramlarla karşılaşıyoruz. Hangisi daha doğru bir tanımlama?
Devletin resmi dilinde ?özürlü? diye kullanılıyor. Örneğin Özürlüler Daire Başkanlığı var. Fakat tez boyunca ben ?engelli? kelimesini tercih ettim. Çünkü özür kavramı sanki bir azası eksikmiş, özür insanların kendisindeymiş gibi bir algı yaratıyor. Halbuki ?engel? kavramını kullanınca insanların toplum içine karışıp entegre olmasının, toplumun işleyişinden kaynaklandığı ifade ediliyor. Genel olarak iki farklı yaklaşım var. Bu iki farklı yaklaşım insanın günlük dilinde ?özürlü? ve ?engelli? kavramı kulanımında kendini gösteriyor.

Engelliler üzerine bir tez hazırlama fikri nasıl ortaya çıktı?
İlginç bir öğrenciyim; işletme fakültesi mezunuyken, 55 yaşında yeniden ALES?e girerek edebiyatta yüksek lisans yapmayı seçtim. Tabii ileri bir yaşta yüksek lisans yapınca: Çok ihtiyaç olan bir konuda tezinizi tamamlayın ki akademik hayata bir katkınız olsun. Engelli Çocuk Yayınları Derneğindeki çalışmalarımdan da biliyordum ki bu konuda çok büyük eksiğimiz var. Ne çocuk edebiyatında ne de gençlik edebiyatında engellilik üzerine yapılmış bir çalışma yok. Tezimi bu boşluğa bir katkım olabilir diye belirledim.

KALIP TİPLER ÇOCUKLARIN ZİHNİNE YERLEŞİYOR

Çocuk yazınında engelliler anlatılırken kalıplaşan tiplemelerden bahsediyorsunuz. Bu tipler hakkında bilgi verir misiniz?
Kalıp tipler kavramını Rubin Watson?un çalışmasında gördüm. Acaba bizim eserlerimizde de bu kalıp tipler var mıdır diye düşündüğümde bu tiplerin bizde de olduğu ortaya çıktı. İlk kalıp tip engellinin acıklı ve acınacak olarak temsil edildiği anlatılar. Bu kalıp tipi Kemalettin Tuğcu?nun kimi kitaplarında görebilirsiniz. Sonra kötücül olarak çizildiği, yük olarak gören tecrit edilmiş olarak gösterilen eserler var. ?Horoz Adam ve Korsan?ları da aile köyden kente göç ediyor. Kapıcı ailesi olarak yerleşen aile çocuğu evden dışarıya çıkarmıyor, çocuk sabahtan akşama televizyon izliyor. Kat sakinleri onu görüp de işten atmasınlar diye bizzat kendi çocuklarının varlığından rahatsızlık duyuyorlar. Tecrit ediyorlar çocuğu? böyle örnekleri görmek mümkün edebiyatımızda. Çocuk edebiyatında, engelli karakteriyle alay edilmesi önemli bir sorun. Sulhi Dölek?in ?Ömer? öyküsünde alay edilme anı öyküleştirilir. Sonra Hüseyin Ergül?ün öyküsünde çocukla yine alay edilir. Öyküde çocuğun adını bile bilmiyoruz. Alay edilişi, yere düşüşü, tekrar koltuk değneklerine alınıp okulun bahçesinden çıkışını eserdeki anlatımda gözlemliyoruz. Yani demek istediğim çocuklar bu tip öyküleri okudukları zaman ?Engelli ile alay edilir anlayışı?, kalıp tip olarak zihinlerine yerleşiyor. Dolayısıyla engellinin toplum içerisinde ikinci konumda olmasını doğuran etmenlerden biri de bizzat edebiyatın kendisidir.

En farklı ve çarpıcı çalışma hangisiydi?
Ali Çınaroğlu?nun ?Terzi Masalı? ve Sevim Ak?ın ?Horoz Adam ve Korsan?ı çok özel kitaplar. Mehmet Atilla?nın ?Deniz Yıldızı? öyküsü de etkileyici bir çalışma. Bunlar yazarın engelliyle eşit duran, ince işlenmiş çalışmalar. Mesela Sevim Ak, engellinin gözünden olayı anlatıyor. Bu özellik, incelediğim kırk eserin içinde yalnızca 3 tanesinde var. Bu hakikaten çok enteresan, yazarların önemli bir kısmı, eserin başında engellinin konumunu bakmadan ötekileştiriyor. Bu durumun iki nedeni var. Birincisi kitabı yazayım diyor ama engellinin iç dünyasını bilemiyor. İkincisi de kaygı olabilir, ?biz? eki kullandığımız zaman onun gözünden onun yüreğinden, onun düşüncesinden gösteriyoruz demektir. Yazar açısından düşünüyorum; bunu kim okuyacak? doğal olarak çocuklar. Çocuklar engelli mi? büyük bölümü değil. Okuyan çocuk, engelli ana karakterle özdeşleşmekte zorluk çekecek. Yazar belki de bundan dolayı ötekileştirmekten kaçınmamış olabilir.

YURT DIŞINDA DA ENGELLİLER İKİNCİ KARAKTER

Çocuk Edebiyatında engelli anlatısı yurt dışında nasıl?
Aynı bizdeki gibi. Almanya?da doktora tezi hazırlayan Barbara Habel, Avusturya ve Almanya edebiyatında engelli anlatımını incelemiş. Engelliler bizzat edebi metinlerde ikinci karakter durumunda. Engellinin gözünden anlatan edebiyat eserleri görmemiş. Sonra İspanyollar da aynı sonuçlara ulaşmış. Bunu Amerika ve İran yazınlarında görmek mümkün.

Örnek alabileceğimiz modeller yok mu?
Özellikle İskandinav ülkelerinde çok iyi örnekler var. Norveç?te Engelli genç insanlar için üretilen kitapların dokümantasyon merkezi var. İçinde engelli karakter bulunan çocuk kitapları toplanıyor ve yılda bir defa katalog hazırlanıyor. Bunun içerisinde üstün özelliklere sahip olan kitaplardan küçük açıklamalar var. Norveç?in dağ köyünde bir çocuğunuz var okumasını istiyorsunuz. Bunu merkezi kütüphaneye söylüyorsunuz, kitaplar ayağınıza kadar geliyor. Engelliler için böyle bir zincir oluşturulmuş, bunu devlet destekliyor ve finanse ediyor.

Çocuk edebiyatında engelli anlatısı nasıl olmalı?
Engelli, diğer engelsiz karakterle eşit olmalı. Örneğin bir satranç şampiyonasında okulunu temsil eden, bir aşk yaşayabilen, kızan, üzülen, engelsiz karakter ne yapıyorsa onu yapan, hatta engelsiz karakterin engelli karakterle tanışıp iç dünyasında bir değişim geçirebilen karakterler olmalı. 

OSMANLI DÖNEMİNDE SADAKA PENCERESİNDEN BAKILIYOR

İlk eser 1969 yılında yazılmış. Tezinizde 2009 yılına kadar yazılan eserleri inceliyorsunuz. 40 yıllık süre zarfında çocuk anlatısında ne gibi değişiklikler olmuş?
1969 yılındaki Kemalettin Tuğcu?nun ?Garip? isimli eseri benim ilk bulabildiğim eser. Tuğcu, engelli karakterini işleyen beş eser yazmış, en üretken yazarımız bu bakımdan. Tabii bilmek lazım ki Kemalettin Tuğcu?nun kendi bacaklarında da engel var ve yazdığı romanlarda belki kendinden de parçalar bulmak mümkün. Tezde ileri sürdüğüm gibi o devirde Tuğcu dede tarafından Osmanlı hanedanına dayanıyor, o dönemde engellilere ?muhtacın? diye bakılıyor, sadaka penceresinden yaklaşılıyor. Böyle bir bakış açısına sahip bir ailede yetişiyor. Tuğcu dolayısıyla kendi zihin dünyasında muhtaç durumda görmüş engelliyi. Bu durum eserlerine yansıyor. Ağlayan, isyan eden, ailesinin istemediği engelli tipi sıkça romanlarında görüyoruz. ?Sakat Adam? onun bir roman başlığı. 1970?lere geldiğimizde çocuk edebiyatında engelli toplumun içinde yer alıyor. Ayla Kutlu?nun ?Merhaba Sevgili?si bu dönemde yazılan bir eser. Bu eserde trafik kazası geçiren küçük kızın kolu kesiliyor, küçük kıza hastane ekibi yardım ediyor. Daha sonra normal hayatına ve okuluna dönen küçük kız arkadaşlıklarıyla ilişki kurmaya devam ediyor. Bu eserde zavallı durumu katiyen yok. Daha da yakın tarihlere geldiğimizde 2008 yılında Sevim Ak, ?Horoz Adam ve Korsan?ı yazıyor. Burada bir paradigma değişikliği görüyoruz. Engelliden ?farklı?ya geçiliyor. Mesela Zeynep Cemali, ?Patenli Kız? isimli kitabında net bir tavır alıyor ve ?Bize özürlü demeyin biz engelliyiz? diyor. Bunu Şelale karakterine söylettiriyor.

MUKTEDİR BEDENE GÖRE ENGELLİ ÖLSE DAHA İYİ

Foucault?nun İtaatkar Beden tezi çarpıcı bir örnek. Bu konuyu biraz açabilir miyiz?
?İtaatkar beden?i ben ?muktedir beden? olarak tezde kavramsallaştırdım. Muktedir beden bütün her şeyi kendi bakış açısıyla algıladığından sadece onun dedikleri geçerli. ?Tekerlekli sandalyeye mahkum? söylemini incelersek. Normal olarak düşündüğümüzde tekerlekli sandalyeye mahkumiyet yoktur. Engelli, tekerlekli sandalyeyle özgürlüğe kavuşur. Bu durum muktedir bedenin bakış açısıyla mahkumiyet olarak görülüyor. Bizzat burada sorgulanması gereken bir şey var. Şimdi Melike Funda Kaynak?ın ?Güneşe Açılan Pencere? romanını incelersek orada karakterimiz şöyle bir durumda kalıyor. Eğer ameliyat olabilirse yürüyebilecek ama ameliyat olması aynı zamanda tehlikeli. Bu durumu arkadaşlarıyla sohbet konusu yapıyor. Arkadaşlarından biri diyor ki: ?Böyle olacağına öl? diyor. Bu işte tipik bir muktedir bedenin muktedir olmayan bedene yaşama hakkı üzerinde kendinin söz söyleme hakkı görmesi. Kısacası nasıl bir insanın engelli kalmasıyla ölümü aynı kefeye koyuyor.

Kitabın Künyesi
Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik 1969 – 2009
Ayfer Gürdal Ünal
Evrensel Basım Yayın / İnceleme Dizisi
İstanbul, Aralık 2011, 1. Basım
160 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir