İnsanı aramak onun salt biyolojik, antropolojik yapısı ile sınırlı değildir; o, tüm işlevselliği ile sosyal bir tür olarak hem öznel hem de kolektif yaşayan/var-olan bir canlı tür olduğuna göre, Nazım Hikmet Ran?ın ifade ettiği gibi ?bir ağaç gibi tek ve hür/bir orman gibi kardeşçesine? yaşamasını, yaşatmasını bildiği ölçeklerde ?insan? olarak tanımlanmayı hak edecektir. Diğer türler ile insan türü arasında o kadar ortak/benzer yanlar vardır ki; ?İnsanın ve yukaru hayvanların, özellikle maymunların (Primates) ortak bir çok içgüdüleri olduğu artık gösterilmiştir sanıyorum. Hepsinin duyguları, duyumları, sezgileri aynıdır; acıları, duygulanmaları; kıskançlık, kuşku, imrenme, gönül borcu ve gönül yüceliği gibi daha karmaşık olanları bile benzerdir. İnsan ve yukarı hayvanlar, hile yapar ve hınçlanıp öç alırlar; bazen alay edilmekten alınırlar ve hepsinin şakacı bir yanları bile vardır. Şaşarlar ve merak ederler. Hepsinde aynı yetiler, bezenme, dikkat, yargılama, seçme, bellek, hayalgücü, birleştirim (ascosiation) ve sağduyu, çok farklı ölçülerde olmakla birlikte, vardır. Aynı türün bireyleri, zeka bakımından, kesin aptallıktan üstün zekalılığa kadar, farklı aşamalarda bulunur. Hepsi de, insandan daha seyrek olmakla birlikte, çıldırabilir.? (1)

Toplumsal olarak yaşayan türlerden ?Utanç/Şerem? duygusunu geliştiren tür olarak insan hem farklılaşmış ve hem de utancın ne olduğunu unutmuş görünmektedir. Kültür denilen olgu doğaya yabancılaşmayla başlar ve ona dönemediği oranda yozlaşır. Kültür tarihsel ve sosyal olarak üretmektir, yozlaşma ise tam tersine bunu tüketmek ve gerilemek ile eş anlamlıdır. Evren ve doğa insan düşüncesinden ve bilincinden bağımsız olarak vardır. Ayakları üzerine kalkan canlı türü olarak insanın bağımsız kalan ellerinin ?ilk alet ? olduğu gerçeği kültürel birikimin temellerini ve öncesini oluşturmaktadır. İnsan serbest kalan ellerini kullanarak üretmenin ve yaratmanın sonsuz keşfine çıkar. İlkel olandan karmaşığa doğru yeniden üretim beyin dokusunun hareketinde ve hücresel çoğalmasında ve soyutlama ile dil ve şekilsel anlatım biçimlerine doğru dönüşürken el-beyin-dil etkileşim ve dönüştürmesi sayısal ve işlevsel olarak zincirleme sürer. Ne ok ne yay ne bardak ne yılan şekilli ?S- harfi ne de dalın çatallı şekli olan ?Y- harfi doğal olarak kendiliğinden yoktur. Tüm bunlar en basit örnekler olarak insan yaratmaları ve soyutlamaları olarak ortaya çıkan doğaya yabancılaşmalardır.

Arkeolojik kalıntılar üzerinde yapılan araştırmalar ve geri kaldığı düşünülen topluluklar üzerinde yapılan araştırmalar ve gözlemlerden sosyal insanın topluluk halindeki yaşayışında sokak kavramının olmadığı görülmektedir. Ve yine bir canlı türü olan maymun toplulukları üzerinde yapılan araştırmalar ve gözlemlerde de benzer bir değerlendirme ile karşı karşıya kalınmaktadır. O zaman sokak kavramının daha gelişkin olduğu tanımlanan zaman dilimlerine ilişkin yine insan cinsinin bir yaşayış biçimi olduğu anlaşılmaktadır. Hem ilkel sayılan topluluklarda ve hem de alt kategori olarak değerlendirilen hayvan topluluklarında yavrularının sahipsiz bırakılmadıkları görülmektedir. Sokak kavramı gelişkin olduğu söylenen toplumsal yapılarda, ilkesizlik, güvensizlik,kargaşanın egemen olduğu korunmasız alanlar olarak belirginleşir.

Bu gün teknolojinin almış olduğu yol ve kültürel birikim ile birlikte düşünüldüğünde insan türü kendisi ile övünebilecek bir gelişme içerisinde olduğunu söyleme gücüne sahip görünmektedir.

Güvenliği,ilkesi,kuralları olmayan sokak olarak tanımladığı alanlara üstelik en çok korunması gerektiği büyüme çağındaki yavrularını terk eden ve bunu kanıksayan , görmezlikten gelen, öteki çocuk kavramına sığınan insan türü kültürel birikimini tüketme eğilimine girmiş yozlaşmaya başlamış demektir.

İnsan, sokak çocuğu kavramından/olgusundan/gerçeğinden utanç duymalıdır!…

?İnsan ile aşağı hayvanlar arasındaki en önemli farkın ahlak duygusu ya da bulunç (vicdan) olduğunu öne süren yazarların bu düşüncesine tümü ile katılıyorum? (2) diyen Darwin biyolojik olarak insan tanımı ile yetinmek istemediğini belirtmektedir. Vicdan, toplumsal yargının bireydeki yankısıdır.

Tartışan tek canlı türü insandır; uzlaşamayan ve kavga eden tek tür olmadığı gibi…Tüm canlılar bir şekilde iletişim kurmaktadırlar, ama, bir konuyu enine boyuna masaya yatırıp düşünce açıklamasında bulundukları henüz görülmemiştir. Canlıların çoğu iç-tepkisel ve kalıtımsal güdüleri ile davranırlar, insan diğer türlerden farklı olarak iç-tepkilerini denetleyebilir ve kalıtımsal etkilerini aşarak davranabilir! İnsanın tür olarak geldiği/kat-ettiği aşama itibariyle bunu diğer türlerden farklı olarak gerçekleştirebiliyor olması tarihsel/biyolojik/kalıtsal ve kültürel birikim ve evrimleşmesinin sonucudur; ne ilk insan türleri şimdikine, ne de şimdiki insan türü ilk türlerine benzememektedir.
İnsan yaratmasaydı da var-olacaktı; bir terliksi gibi…Ama o zaman tanım olarak “insan” olmayacaktı…
Her imge bir yaratmadır!
?İnsan aşağı hayvanlardan, yalnızca en çeşit sesleri ve düşünceleri birbirleriyle birleştirme gücünün aşağı yukarı sonsuz büyük olması ile ayrılır; ve bu, besbelli, insanın zihni yetilerinin pek çok gelişmiş olmasına bağlıdır…konuşmanın gerçek bir içgüdü olmadığı besbellidir, çünkü her dilin öğrenilmesi gerekir…küçük çocuklarımızın agularından da anladığımız gibi, insanın konuşmaya içgüdüsel bir yönsemesi vardır; oysa hiçbir çocuğun, bira yapmaya, ekmek pişirmeye, yazmaya, içgüdüsel yönsemesi yoktur.? (3)
?…dilin sürekli kullanımı ile beynin gelişimi arasındaki ilişki elbette çok daha önemlidir…sözcükler ister söylensin ister söylenmesin, karmaşık bir düşünce zinciri, onların yardımı olmaksızın, cebir işaretleri olmadan yapılan uzun bir hesaptan daha çok sürdürülemez.? (4)
Dil konusunda Noam Chomsky’nin etüdleri/araştırma ve incelemeleri dikkatle incelendiğinde diller arasındaki geçişlerin o denli zor olmadığı görülecektir. Ne ki, insan yavrusunun büyüme aşamasında anadili ile olan ilişkisi onun düşünme kalıplarını da bir açıdan belirlediği için konuşma dilinde gramer doğaçlama olarak kendini yaratır. Yazın dilinde bunu sağlayabilmek için eğitim/öğretime gereksinim olacaktır. Bir dili hem sözlü hem de yazılı anlatımda kullanmadaki yetkinlik bir “üstün olma” durumu değildir; ki, insanlar arasındaki en güçlü iletişimin anlatı ve yazı olduğu düşünülürse iletişimdeki bozulmaların, kırılmaların, yanlış değerlendirmelerin bir çoğu dil üzerindeki egemenlik ile ortadan kalkacaktır. Dil üzerindeki egemenliğin erk-egemenlik ile ilgisi yoktur. İngiliz dilinin Dünya dili olma yönündeki eğilimi aslında bir kültür-emperyalizmi olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle her coğrafyadaki tüm dillerin yaşatılması gerekir. Tüm Dünya Halklarının tek dil üzerinden ortaklaşa iletişim kurabilmesi ilk olarak göze hoş görünse ve anlamlı olsa da sonuçta bir renksizlik demektir. Her dil toplumun dokusunu oluşturan bir olgu olarak kültürel birikimin, şekillenmenin, çeşitliliğin sağlanmasını temin eden en büyük araçtır. Hiç bir dil ve kültür yok olmamalıdır. Dünya gezegeni tüm diller eşliğinde tartışacak insan toplumlarını barındırmaktan sevinç duymalı.

kültürler arası diyalog, tarihsel bir içeriğe sahiptir; tüm dillerin bilinmediği zamanlarda da kültürler arası diyalog vardı ve dil-in olduğu her yerde sosyal bir doku var demektir, bu dokuda yer alanlar kendi dilleriyle iletişim kurarlar; salt dilin dile anlatacağını düşünmek anlamsızdır. Dil bir araçtır çünkü…imgesel düşünce ve dil arasında sıkı bir ilişki olmasaydı insan kendini yaratamayacaktı. Bir dili “mükemmelleştirmek” değil sözü edilen, dili yaşayan dokusu ile özgür bırakmak ve kendi akıntısında yaşamasını sürdürmesini sağlamaktır. Bir dili yetkin kullanmak ise yaşadığı zaman/eğrisi ile sınırlıdır, bu durum gelecekle ilgili değildir.
Ve Noam Chomsky diyor ki; ?…önce öldürüldüler, sonra unutuldular…Çevremizi sarmış olan acı ve baskıyı sessizce kabullenmek zorunda değiliz. İnsan türü, evrimsel kayıtlarda çok yakın bir dönemde ortaya çıkmış ve çok büyük zararlar verdikten sonra hızlıca ortadan kaybolmuş olan ?evrimsel bir hata- olduğunu kanıtlayabilir ve bu hiç de küçük bir olasılık değil. Bunu kabullenmek zorunda da değiliz.? (5)
Utanç topluma mal edildiğinde birey onun yükünden kurtulma şansı bulacak resim şekillenmeye başlayacaktır. İstenen de belki bu olsa gerek; utancı kitlelere mal etmek…Bir ironi, bir virüs, bir kanserli hücre dokusu gibi o insanın hep içinde olacak ve kendine yabancılaştırarak varlığını sürdürecektir. ?Neye baksam utanacak bir şey var. Ama utanç da diğer şeyler gibi; insan onunla uzun süre yaşadığında mobilyalarından biriymiş gibi alışıyor…her evde bir kültablasında yanan, bir duvarda çerçevelenmiş asılı duran, bir yatağın üzerini örten utançla karşılaşabilirsiniz. Ama kimse artık farkına varmıyor. Herkes çok nazik? (6)

Benlik duygusu henüz karmaşıklaşmadan önce, ilkel benlik denilen aşamada iken ak-töresel utançlar da ilkeldi/-kötü, geri anlamında değildir-/, ne zaman ki insan toplulukları politize olmaya başladılar ?insanın politik hayvan olarak tanımlanması gibi? o zamandan bu yana toplumsal töreler/baskılar utancı farklılaştırdılar. Bir kum saati tersine dönmüş ve her şey onunla birlikte tepe-takla olmuştu. Her olgu nasiplenirken, utanç duygusunun bundan kurtulması olanaksızdı. ?Utancın zıttı nedir? Şerem çıkartıldığında geriye ne kalır? Orası açık: utanmazlık? (7) Utancın tersinden utanmazlık ile örtüşmesi ancak gelişkin sayılan benliklerde yaşanabilecek bir olgudur. Saf utançsızlık ile kirli utançsızlık arasındaki fark buradan gelmektedir. ?Utançla utanmazlık arasında, etrafında döndüğümüz mihver uzanıyor; bu iki kutuptaki meteorolojik koşullar da aşırı uçlarda. Utanmazlık, utanç: şiddetin kökleri.? (8)

Utancın ters-yüz edilmiş hali görülemez ise o yüklendiği kişinin öz-saygısını ve güven duygusunu tümden ortadan kaldırır ve şiddetin besleyeni olur. Salman Rushdie bu konuda diyor ki; ?İnsanları uzun süre aşağıladın mı içlerinden vahşet fışkırıyor. Sonradan, öfkelerinin enkazını gözden geçirirken şaşkın, inanamaz, genç görünüyorlar. Bunları biz mi yarattık? Biz? Ama biz sıradan çocuklarız, iyi insanlarız, böyle bir şey yapabileceğimizi…sonra ağır ağır gurur baş gösteriyor, güçlerinden, karşı saldırıda bulunmayı öğrenmekten duyulan gurur.? (9)
İnsanı ararken insanın insanla didişmesi, hor ve hoş görmesi sürekli yaşanacaktır. Çünkü insanı tanımlamak hem çok basit/sıradan hem de oldukça karmaşık bir olgudur. İnsanın ne olduğu ve ne olması gerektiği ikilemine verilecek yanıtların birden fazla olması bu karmaşık dokunun belki de temel nedenlerinden biridir. Türlere bakıldığında insanı diğer türlerden ayıran en belirgin farkın olan/olması gereken ikileminde olduğu görülecektir; diğer türlerde bu iki olgu çakışıktır ve çatışma yaşanmaz; oysa, insan türünde bu o kadar ve devasa açıyla farklılaşmıştır ki, belki de insan türünün anlamak istemediği bu makas farkıdır; aslında onu aşması ve her şeyden önce canlı olduğunu bilmesi için bunu görmesi gerekir; insan, her şeyden önce bir canlı türüdür ve ?insan? tanımı sosyolojik bir imgedir. İnsan salt düşündüğü için insan değildir; sosyal bir ortamda bulunduğu için insandır. Bu nedenle insan tanımını fizyo/biyolojik ve hormonal olarak açıklamak olanaksızdır. Bir insan bebeği ormanda büyüsün, fizyo/biyolojik olarak inana benzer ama o insan değildir. Bu nedenlerledir ki hangi boyuttan bakılırsa bakılsın insanın, tarihsel belleği ile bilinçli tercihler yapabilen sosyal bir hayvan türü olduğu görülecektir.

Yazan: Nejdet Evren
Nisan 2010, Batı

KAYNAKLAR
(1) İnsanın Türeyişi, Charles Darwin, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ekim 1985, Öner Ünalan çevirisi, S:94
(2) Age, S: 115
(3) Age, S: 101/102
(4) Age, S: 104
(5) Noam Chomsky, Demokrasi ve Eğitim, Editör: C.P.Otero, bgst Yayınları, Birinci Basım, Mart 2007, S: 211
(6) Utanç, Salman Rushdie, Metis Yayınları, İlk Basım Eylül 2005, Aslı Biçen çevirisi, S: 31
(7) Age, S: 43
(8) Age, S: 128
(9) Age, S: 129

Previous Story

Acayip Havalar – Kate Evans. Küresel ısınma konusunda tarihin ilk çizgi romanı

Next Story

Dikanka Yakınlarında Bir Çiftlikte Akşam Toplantıları – Nikolay Vasilyeviç Gogol

Latest from Charles Darwin

CHARLES DARWİN: Kimi düşün adamları, acının sözde insan ahlakını mükemmelleştirdiğini sanarak, bu gerçeği insan ilişkileri çerçevesinde açıklamaya kalkıştılar. Yeryüzündeki insan sayısı, duyulara sahip diğer bütün varlıkların sayısıyla kıyaslandığında bir hiçtir…

CHARLES DARWİN DİNSEL GÖRÜŞLERİM (OTOBİYOGRAFİ) Bu iki yıl boyunca din konusunda çok düşünmek zorunda kaldım. “Beagle” gemisiyle yaptığım yolculuk sırasında tam bir Ortodokstum. Bazı
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ