1968 Devrimci Eğitim Şurası / Komisyon 9: Türk Eğitiminde Öğretmenin Yeri Ve Sorunları

1968 DEVRİMCİ EĞİTİM ŞURASI / KOMİSYON 9:
TÜRK EĞİTİMİNDE ÖĞRETMENİN YERİ VE SORUNLARI

Yavuz BAYRAKTAR
Mehmet AYDIN
Şevket GEDÎKOGLU
Nevzat HELVACI
Şevki ÖCAL
Kemal SÜLKER
Osman VURAL
Ali BÜYÜKKUŞ
Lâtif HACISÜLEYMANOGLU
Şerif BAYINDIR

Ensar ALBAYRAK
Mahmut SOYLU
İsmail BIYIKLI
Fahri ARAL
Mustafa YALAMACILAR
Kadir HOLDÜR
Bildiriler:
1) Öğretmen Yetiştirme ve Yerleştirme;
Şevket GEDİKOĞLU
2) Öğretmenin Geçim ve Güvenliği;
Nevzat HELVACI, M. Şevki ÖCAL
3) Öğretmenlerin Örgütlenmesi;
Kemal SÜLKER
423
BİLDİRİ:
ÖĞRETMEN YETİŞTİRME ve YERLEŞTİRME
Bildiriyi sunan:
Şevket GEDİKOĞLU
Kadın Meslek Okulu öğretmeni
GİRİŞ
Eğitimin temel öğesi öğretmendir. Bu öteden beri bilinen, tekrarlanan
bir gerçektir. Diğer öğelerin etkili ve yararlı olması öğretmene bağlıdır. Onun
için gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar öğretmen yetiştirme sorunu üzerinde
önemle durmuşlar ve durmaktadırlar. Batılılaşma hareketlerinin başlamasından.
Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinden bu yana bizde de türlü
çare ve tedbirlere başvurulmuştur. Özellikle Cumhuriyet devrinde öğretmen
yetiştirmede bir çok denemelere girişilmiş, yeni okullar açılmış, yasalar,
yönetmelikler düzenlenmiştir.
Cumhuriyetin devir aldığı tek öğretmen yetiştirme kaynağı ilk öğretmen
okullariyle, istanbul Yüksek Öğretmen Okuludur. 1923 ? 1924 öğretim
yılında 13’ü erkek, 7’si kız olmak üzere 20 öğretmen okulu vardır. Öğrenci
sayısı da 3990’dır. 1924’te bu okulların öğrenim süresi beş yıla çıkarılmış;
öğretmen yetersizliğini gidermek, eğitimi yaygınlaştırmak ve mevcut
öğretmenleri yetiştirmek maksadiyle 1926’da Öğretmen okullarındaki öğrenciler
kadar genel bilgisi oluyda öğretmen olmak isteyenlere meslek dersleri
veren “A” kursları; çalışmakta olan öğretmenlerin ve yardımcılarının
pratik ve teorik meslek bilgilerini tazelemek, eksikliklerini tamamlamak
için “B” kursları; ayrıca ömürleri çok kısa olmakla beraber,, “ortaokullar
üzerine pedagoji” sınıfları açılmıştır. A, B kursları 1931 yılına kadar sürdürülmüştür.
Gene eğitimi köy toplumlarına kadar ulaştırmak amaciyle ve olumlu bir
düşüncenin sonucu olarak, 1927 ? 1928 öğretim yılında biri Denizli’de, diğeri
Kayseri ? Zîncirdere’de olmak üzere iki “Köy Muallim Mektebi” açılmıştır.
1932 ? 33 öğretim yılında da beş sınıflı şehir öğretmen okullannın altı yıla
çıkarılması uygun görülmüştür. Bunlar eğitim hayatımızda Cumhuriyetin
ileri ve olumlu adımlarıdır. Ancak, şehir öğretmen okullarının yetiştirdiği
öğretmenler şehir ve kasabalara yetişmemiş; bir çok iller bütçelerinin yetersizliği
yüzünden öğretmen alamamış, hattâ bazı iller öğretmenlerin maaş-
424
larını verememiş, Öğretmenlere borçlanmış ve bu yüzden öğretmen okullarının
öğrenci kadrosu artırılamamış ve yenileri de açılamamıştır. Köy mualöğrencilerinin
şehir ve kasabalardan alınması, köye göre yetiştirilmemesi
gibi nedenlerle, beklenen başarının sağlanamadığı gerekçesiyle, 1932, 1933
yıllarında kapatılmıştır.
Bu öğretmen yetiştirme düzeninin devrimin halka dönük yönünü ve
ülkenin eğitim gereksinmelerini karşılayamadığı görülünce, 1936 yalında
Eğitmen Kursları, 1937 yılında da Köy Enstitülerinin deneme devresi sayılan
yeni öğretmen okulları ve Köy Enstitüleri açılmıştır. Az zamanda meydana
getirdikleri eserleriyle, ürünleriyle Millî Eğitime, Türk toplumuna büyük
yararlar sağlayan, dünyanın dikkatini çekecek ölçüde değerli ve eğitim
tarihimizin tek ulusal hareketi sayılabilecek bu kurumlar da, iktidarla iş
birliği kuran belli çevrelerin etkileriyle 1954’te resmen kapatıldı ve öğretmen
okullarına çevrildi.
Cumhuriyetle beraber orta dereceli genel ve teknik okullara öğretmen
yetiştirme sorunu üzerinde de çalışılmaya başlanmıştır. 1925’te Yüksek Öğretmen
Okulu bir yönetmelikle yeni baştan kurulmuş; gene 1925’te Musiki
Muallim Mektebi, 1926 ? 1927 öğretim yılında Gazi Orta Öğretmen Okulu
ve daha sonraki yıllarda orta okulların öğretmen gereksinmesini karşılamak
üzere bölümleri artırılmış, Gazi Eğitim Enstitüsü adı verilmiş ve daha
sonra diğer eğitim enstitüleri açılmıştır. 1934 ? 1935 öğretim yılında bu
günkü Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulunun çekirdeği, “Kız Teknik Yüksek
Öğretmen Okulu”, 1937 ? 1938 öğretim yılında bu günkü Erkek Teknik
Yüksek Öğretmen Okulu da “Erkek Teknik Öğretmen Okulu”, 1955’de şimdiki
Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu “Ticaret Öğretmen Okulu”, 1961 ? 1962
öğretim yılında Akşam Kız Sanat Okullarına öğretmen yetiştirmek için bu
günkü Kız Sanat Öğretmen Okulu “Kadın Meslek Öğretmen Okulu” olarak
açılmıştır. Ankara ve İstanbul Üniversitelerinin fen ve edebiyat fakülteleri
de öğretmen yetiştirmede kaynak rolü görmüştür.
Bununla beraber, orta dereceli okullara öğretmen yetiştiren kurumların
gelişimi de sürekli olarak olumlu bir yönde yürümemiş, zaman zaman
geşitli anlayışların etkisi altında duraklamalar, gerilemeler görülmüştür.
Bir ara Yüksek Öğretmen Okulunun kapanışı, bunun tipik bir örneğidir.
Kuruluş ve gelişim seyri ana çizgileriyle belirtilen kurumların sürelerinde,
eğitim programlarında zaman zaman değişiklikler yapılmış, programların
bazılarında çağdaş eğitim ilkelerine yer verilmiştir. Fakat türlü nedenlerle
çokları eylernleştirilememiş, programların baş sayfalarına alınmakla
yetinilmiştir. Bu gün bile bilgi, kültür, eğitim, öğretim kavramları
ve kapsamları, bunları kazandırma yolları ve teknikleri üzerinde ilkten üniversiteye
kadar görüş birliğine varılamamıştır. Belleğe yüklenen ezber ve
basma kalıp bilgi ağırlığından, didaktif materyalist görüşten vaz geçilememiş,
toplumsal ve ekonomik gerçeklere, kalkınma, ilerleme yöntemlerine,
ulusal eğitim amaçlarına dayalı çevreye görelik ilkesi, iş ve etkinlik metotları
gereği gibi benimsenememiş, işler bir düzen haline getirilememiştir.
425
Hemen söyleyelim ki, öğretmen yetiştirme işi bu günkü kuruluş düzeniyle
de nicelik ve nitelik bakımlarından yetersizdir. Tutucu çevrelerin, politik
ve partizan düşüncelerin zaman zaman eğitim hayatımıza hakim olma-
]arı yüzünden harcanan emeklerle oranlı sonuçlara ulaşılamamaktadır.
I ? BU GÜNKÜ DURUM
A ? ÖĞRENİM ÇAĞI NÜFUSU, ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMEN
İLİŞKİLERİ :
Millî Eğitim Bakanlığınca düzenlenen ve ikinci beş yıllık kalkınma plânında
yer alan istatistiklere göre durum şöyledir:
1966 ? 1967 öğretim yılındaki öğrenim çağı nüfusu, öğrenci ve öğretmen
sayıları:
Bir öğretmene

Okul dışında Öğretmen şen öğren-
OkuIIar Çağ nüfusu Öğ. sayısı kalanlar sayzsı ci sayısı
İlk okullar
(742 yaş)
Genel orta
okullar
(13-15 yaş)
Lise ve dengi
okullar
(16-18 yaş)
Y. Okullar
(19-22 yaş)
TOPLAM
5 098 000 *
2 300 000
1 970 000
2 158 000
11 526 000
4 260 000
546 621
231 965
93 946
5 132 532
838 000
1 753 379
1 738 035
2 068 054
6393 468
96 000
14170
2 408
6450
119026
44
45
38
14,5
(**)
(*) Zorunlu öğrenim çağı Millî Eğitim Bakanlığı ve Devlet Plânlama istatistiklerinde
gösterildiği gibi 7-İ2 yaş değildir. İlköğretim kanununun 3.
maddesinde zorunlu öğrenim çağı 7-14 yaştır. Bu gwn Türkiye’de zorunlu
öğrenim çağındaki 13, 14 yaşları da eklenecek olursa, çağ nüfusu ile öğrencilerin
ve okul dışında kalanların sayılan yukardakinin çok üstünde
olur. Okul dışında kalan okul çağındaki ilköğretim çocuk sayısının yaklaşık
olarak iki milyon olduğunu kabul etmek gerekir. 1965 nüfus sayımı
istatistikleri de bu hususu doğrulamaktadır.
(**) Sayılar, Millî Eğitim Bakanlığı Bütçe ve Plânlama Dairesince hazırlanan
belgelerden alınmıştır.
426
Çizelgede yer alan ilkokul öğretmenlerinin 14 bini geçici, vekil ve yedek
subay öğretmendir. Ancak, 82 bini asil öğretmendir. Genel olarak ikinci beş
yıllık kalkınma plânında belirtildiği gibi, öğretim basamaklarmda “öğretmen
sayısının, yetersizliği meslekten olmayan elemanlarla kısmen giderilmeye çalışılmakta”
ve fakat bu durum “eğitimin niteliğini bozmakta”dır. Diğer yandan
öğretmen yetersizliği ve meslekten olmayanların çalıştırılması yüzünden
okullarda verim de düşmektedir. Örneğin, orta okullarda 1960’da % 70 olan
sınıf geçme ortalama oranı, 1965’de % 50’ye düşmüştür. Bu düşüş diğer kurumlarda
da görülmektedir.
Orta okullara nüfus çağının % 21’i, liselere % 6’sı, lise dengi okullara
% 1,7’si, ticaret liselerine % 0,8’i devam etmektedir. İkinci beş yıllık kalkınma
plânında sayılan 101’e çıkarılacağı saptanan ve anılan öğretim yılındı
sayıları 40 olan imam hatip okullarının birinci devreleri nüfus çağının % 7’sini
kapsamaktadır. Diğer yandan ayni plân devresinde lise ve dengi okullarda
çağ nüfusunun % 3.3’e çıkarılacağı belirtilmektedir
En çok düşündürücü olanı, ortalama okur yazarlık oranı % 32 olan ve
bazı illerde % 6’ya, °/o 3’e kadar düşen kadın nüfusundan ortaokul çağında
olanların % 0.9’unun, lise çağında olanların da % 0.46’sınm, ancak okula devam
etmekte olmasıdır. Bu gerçek yıllar yılı göz önünde dururken, ilk öğretmen
okullarından yılda 6-7 bin erkeğe karşılık, 2-3 bin kız öğretmen yetişmektedir.
B ? ÖĞRETMEN YETİŞTİRME DURUMU:
Öğretmen yetiştirme konusu, öğretmen yetiştiren kurumlarda başlayan
ve meslek hayatı boyunca devam edegelen sürekli bir eylemdir. Bu bakımdan
öğretmen yetiştirme konusunu:
1 ? Öğretmen yetiştiren kurum çalışmaları,
2 ? Öğretmeni iş başında geliştirme çalışmaları,
olmak üzere, iki ana dalda düşünmek zorunludur.
1 ? ÖĞRETMEN YETİŞTİREN KURUMLAR:
1967 ? 1968 öğretim yılında öğretmen yetiştiren kurumlar ve öğrenci sayılan
şöyledir:
Okullar Sayısı Öğrenci sayısı
Ilköğretmen okulları
Eğitim enstitüleri
Yüksek öğretmen okulları
Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu
Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu
TOPLAM 64064
427
80
10
3
1
1
55 000
5 812
1290
1184
775 ‘?
I . . . – _? . ^
Bunların dışında üniversitelerin fen ve edebiyat fakülteleri de kaynaklık
rolü görmektedirler. Ayrıca yedek subay öğretmenler, yeterli sınavları, geçici
öğretmen kursları ve başkaları öğretmenlik mesleği için öteden beri kaynak
olarak kullanlımakta, böylece öğretmenlik çeşitli kültür ve anlayışların
hakim olduğu bir meslek haline getirilmektedir.
İlköğretmen okullarından 14’ü erkek, 7’si kız ve 6’sı gündüzlü karma olmak
üzere 27’si altı sınıflı, 53’ü orta okula dayalı üç sınıflı öğretmen okuludur.
En çok öğrencisi bulunan okullar, ilk okula dayalı altı yıllık öğretmen
okullarıdır. Şehir ve kasabalarda açılan üç sınıflı öğretmen okullarının çoğu
yetersiz ve rastgele açılmış durumdadır. Durumları yukarıda kısaca belirtilen
öğretmen yetiştirme kaynaklarının, aşağıda açıklanan nedenlerle, istenen
nicelikte olduğu gibi, istenen nitelikte olduğunu da iddia etmek mümkün
değildir.
a) ÖĞRETMEN DURUMU:
Öğretmen yetersizliği, öğretmen yetiştiren kurumların en önemli sorunlarından
biridir. Genellikle bu kurumların kadroları tam olarak karşılanamamakta,
her basamaktaki öğretmen okulları eksik bir çok öğretmenle çalışma
zorunda bırakılmaktadır. Daha da önemlisi, yetişkin ve ülkücü öğretmenlerin
yer alması gereken bu kurumlar gelişi güzel atanmalarla çalışamaz
hale getirilmektedir. Şu yada bu nedenle görevlerinden uzaklaştırılan Bakanlık
genel müdürlerinin hemen hepsinin yüksek öğretmen okullarına, eğitim
enstitülerine atanması, henüz stajyer olan bir çok öğretmenin eğitim
enstitülerinde görevlendirilmesi ve ilk öğretmen okulu öğretmenlerinden çoğunun
ad çekme yoluyla atanmış eğitim enstitüsü mezunu stajyerlerin teşkil
etmesi, bunun en açık kanıtıdır.
b) ÖĞRENCİ DURUMU:
Öğretmen yetiştiren kurumların, özellikle son yıllarda olumsuz yönde
beliren önemli sorunlarından biri de öğrenci kaynağıdır. Öğretmen okullarının
çoğunluğu ile orta okula dayalı olması, geniş halk kitlesinin parlak zekâlı
çocuklarını, öğretmen okulları için bir kaynak olmaktan çıkarmıştır.
Köyün ekonomik koşulları içinde orta okulları bitiren yurt çocuklarından da
ancak liseye devam olanakları bulunmayanlar ve parasız yatılı lise sınavlarını
kazanamayanlar öğretmen okullarına girmektedir. Durum eğitim enstitülerinde
de aynıdır. Hiç bir fakülteye giriş hakkını alamayanlar, son çare olarak
eğitim enstitülerine bş vurmakta ve hattâ bunlar lise programlarının sağladığı
yararlarla çok kez öğretmen okulunu bitirmiş, kendilerinden daha yetenekli
gençlerimizin yerini almaktadır.
Son yıllarda fen fakültesini bitirenlerden öğretmen olmak istiyenler yok
denecek kadar azdır. Üniversite giriş sınavlarında en düşük puvan alanların
kayıt olduğu edebiyat fakültelerini bitiren gençlerimizin de, ancak başka çevrelerde
iş bulamadıkları takdirde öğretmen oldukları, son yılların bilinen bir
gerçeğidir. Bu düzen, yurdumuzda öğretmenler zümresini en azından orta ze-
428
kâh insanlar gurubu haline getirme tehlikesini daha şimdiden yaratmış bulunmaktadır.
c) PROGRAMLAR:
Cumhuriyet devrinden bu yana, ilk ve orta dereceli okulların programları
zaman zaman değiştirildiği halde, buna paralel olarak öğretmen yetiştiren
kurumların programlarında, özellikle yüksek öğretim derecesinde olanlarda
gerekli değişiklikler yapılmamıştır. Bu gün ilk öğretmen okullarında uygulanmakta
olan program, köy enstitülerinin öğretmen okullariyle birleştirilmesinden
bu yana bir değişikliğe uğramamış; eğitim enstitüleri ve diğer yüksek
öğretim derecesindeki kurumlanıl programlan ise, 25 – 30 yıldan beri sürdürülmüştür.
Ancak öğretim süreleri artırıldıkça, yada bir dal eklendikçe,
ilgili derslerin konulan getirilmiştir.
Köy enstitüleri dışında öğretmen yetiştiren kaynaklarda uygulanmakta
olan programlann amacı, teorik bilgi çeşitlerini tıka basa kafalara yerleştirmek
olmuştur. Programlarda nelerin ve biraz da nasıl öğretileceği belli
edilmekle beraber, ne yolda, nelerle ve niçin öğretileceği, hayatla olan ilişkileri,
bilgiyi hayata aktarmanın önemi ve gerekliliği, doğal ve toplumsal gerçekler,
ekonomik koşullar ve sonuçları üzerinde durulmamış, tedbirler ve
uygulama olanaklan sağlanmamıştır. Gerçi, “Öğretmen okullan ve Köy enstitüleri
programı” adı verilen programın baş sayfalarına alman Millî Eğitimin
amaçları ve aynca bu kurumların amaçları, eğitim ve öğretim esasları ile,
çağdaş eğitimin bazı ana ilkeleri benimsenmiş görünmektedir. Ama, bunlar
programa alınırken işleyiş düzeni, uygulama tedbirleri birlikte getirilmemiştir.
Bu yüzden amaç ve ilkelerin çoğu sayfalarda kalmıştır. Örneğin, söz
konusu programın amaç ve ilkelerinde:
? Öğrenciler “pedagojik sorunlar üzerinde incelemeler” yapmalıdır.
? Öğretmen okullan “İlkokullarda görevli öğretmenlerin meslekî gelişmelerine
yardım eden bir eğitim kurumu” olmalıdır.
? Öğrenciler “Araştırıcı, yapıcı ve sanat sever” olmalıdırlar.
? “Öğretmen okulu gerçek bir topluluktur. Öğrenciye geniş ölçüde etkinlik,
iş ve yaratma imkânlan sağlayan canlı bir çevre olmalıdır.”
? “Öğretmen okullarında pratik bilgilere ve maharetlere önem verilir.”
? “Öğretmen okulu hayata sıkı sıkıya bağlanmalıdır.”
? “‘Okul öğretmen adaylanna metotlu, verimli çalışma yollannı öğretir.
Onlan tenkidi düşünmeye sevk eder.”
? “Her öğretmen okulu çevresinin bir araştırma merkezidir.”
? ” Öğretmen okullan mezunlariyle daimî ilgilenir.” denilmektedir.
Köy enstitüsü denemesinden yararlanılarak programa alman bu çağdaş
eğitim ilkelerinin öğretmen okullarında o günden bu güne ele alındığı, gerçekleştirildiği
söylenemez. Çünkü öğretmen okullan, hattâ eski köy enstitülerinde
olanlar bile dar ve kapalı çevrelere sıkışmaktan, sadece okul içine
dönüklükten, teorik bilgileri ezberletmekten başka çaba göstermemişler;
429
doğal, toplumsal ve ekonomik olaylarla ilgilenmemişlerdir. Durum bu gün
de böyledir.
Söz konusu programda 20’yi bulan eğitim ilkeleri arasında örnek olarak
seçilen yukardaki görüş ve yargıların yerine getirilmesi, özellikle şehirlerde
bir iki küçük binada açılan ve sayıları 53’ü bulan öğretmen okullarının
koşullariyle hiç de mümkün değildir.
Programda “iş ve ev işi, tarım dersleri” adlariyle yer alan beceri dersleri
söz ve sınıf dersleri haline gelmiştir. Haftada ayrılan 1-3 saat tarım ve
iş dersleriyle hiç bir ciddî ve hayatî konu ele alınamaz, işlenemez ve sonuçlandırılamaz.
Kaldı ki ,yer yer bu dersler için öğretmen, toprak, işlik, işlikte
kullanılacak araç ve gereç de yoktur. Bu suretle bir yandan programın
benimsemiş göründüğü amaç ve ilkelerden çoğu söz ve fantaziden
ibaret kalmakta, diğer yandan bütün mezunlar köylerde işe başlamakta,
5-10 yıl köylerde çalışmatkadırlar. Bu durumda köy ve köy okulu ile ilişki,
hiç bir suretle olumlu ve verimli yürütülemiyen uygulama derslerine ve staj
çalışmalarına bağlı kalmaktadır.
Uygulamaalr düzenli ve doyurucu değildir. Yüksek derecedeki öğretmen
yetiştiren kurumların bazılarında uygulama çalışmalarına raslanmamaktadır.
Uygulama dersleri olan kurumlar da, türlü nedenlerle bulundukları yerlerden
ayrılamamakta, yetişmekte olan öğretmen adaylarının çalışacakları
okulların koşullarına uygun açıklamalar yapamamaktadırlar. Uygulama çok
kez klâsik anlamda ders vermekten ibarettir. Kaldı ki, özellikle öğretmenlik
mesleğine kaynak olarak kabul edilen üniversite fakültelerinde meslekî
formasyona yeteri kadar önem verilmemekte, konusu olan çocuğu, genci
tanımıyân öğretmenler yetiştirilmektedir.
Eğitim enstitüleri ve diğer öğretmen yetiştiren yüksek okullara gelince
: Bu kurumların programları da çok eskidir. Son yıllarda değişmeleri
için çalışılmaktadır. Eğitim enstitülerinin yeniden düzenlenen programlan
geçen 1, 8 ve 15 Temmuzda Tebliğler Dergisinde yayınlanmıştır. Yalnız konularında
değil, bazı amaçların ve ilkelerin saptanmasiyle programlarda
bir yenilik ve ilerleme göze çarpmaktadır. Bununla beraber, gençlere yeni
eğitim metot ve tekniklerinin, ileri eğitim akımlarının kazandırılması, gerekli
uygulamaların yapılması, bu programlarla da mümkün görülmemektedir.
Özellikle ikinci dünya savaşından sonra büyük bir hızla gelişen hattâ
değişen dünyamızda, eğitim programlarının da sürekli bir gelişim içinde olması
kaçınılmaz bir zorunluktur. Bu yüzden merkeziyetçi sisteme bağlı ülkelerde
bile çerçeve programlan esas alınmakta ve bu programlar günün,
çevrenin değişen gereksinmeleri, koşullan içinde yeni eğitim akımlan ve
buluşlan paralelinde uygulayıcı kurumlarca sürekli olarak geliştirilmektedir.
Halbuki, bizdeki düzen, öğretmen okulları programlarının bile yetkili
bakanlık organlannca düşünülmedikçe değiştirilmesini değil, geliştirilmesini
bile olanaksızlaştırmaktadır.
Oysa, asıl önemli olanı sadece en iyi programlan düzenlemek değil, bunlan
aksiyona, iş ve esere çevirmektir. Bu gün olanaklan elverişli olan kurumlarda
bile, programların saptadığı amaçlar, ilkeler görüş ve inanç ye-
430
tersizliği, alışkanlıklara bağlılık, türlü tutum ve davranışlar yüzünden gerçekleştirilememektedir.
Öğretmen yetiştiren kurumlarda hâlâ geçen yüz yılların
anlatma metodu ön plânda tutulmakta; iş, etkinlik, gözlem, deney yollan
göstermelik olmaktan kurtulamamaktadır. Daha önemlisi, yukarıda kısaca
belirtilen öğretmen atama düzeni ve öğretmen yetiştiren okullar mü
dürlüklerine yapılan atamalar da. Bakanlığın bu çağdaş eğitim ilkelerinin
gerçekleştirilmesine karşı bir tutum içinde olduğu sanısını vermektedir.
Oysa kî, birinci beş yıllık kalkınma plânından bu yana işe, üreticiliğe
dayalı eğitim programlarının düzenlenmesi üzerinde durulmakta ve tekrarlanmaktadır.
Nitekim, ikinci beş yıllık kalkınma plânında “Eğitimden beklenen
genel ve özel faydaların sağlanması amaciyle, bütün eğitim kademelerinde
öğretim programlan eğitimde iş ilkesini gerçekleştirecek yönde ve
yeterli bir beden ve sanat eğitimi programı ile desteklenerek düzenlenecektir,”
denmektedir. Gene aynı plânda programların “toplum yapısı değişmelerine
uyabilmek üzere değiştirilmesi ve yeniden düzenlenmesi”, değişen
bir dünya için hazırlanması, ilk öğretimi tamamlayıcı , yaygın eğitim
programlan”nm geliştirilmesi, “bütün ilk okullarda derslikler yanında bir
“işlik”in kurulması ön görülmektedir.
d) YÖNETMELİKLER:
Öğretmen yetiştiren kurumlarda uygulanan yönetmeliklerin karakteri
bürokratiktir; emredicidir. Demokratik düzen içinde bir toplum lideri olan
öğretmem değil, hür vatandaş yetiştirme ortamını sağlamaktan uzaktırlar.
Yetki ve sorumluluklara, görev ve hak esaslarına, iş birliğine dayalı disiplin
ve yönetim görüşünden ve uygulamalardan yoksundurlar. Yapılacak işleri
gösterir maddelerden, yasaklardan, cezalardan, buyurucu, yargılardan
ibaret sayılabilecek yapıda olan yönetmelikler, demokratik yönetim düzenine
uygun sayılamazlar.
e) BİNA ? EĞİTİM ARAÇLARI:
Öğretmen yetiştiren kurumların çoğu bina ve eğitim araçları bakımından
yetersizdir. Mevcut koşullar değil yeni eğitim programlarının, yönetmeliklerin
uygulanmasına, bu günkü öğretim programlarının, yönetmeliklerin
gereği gibi uygulanmasına elverişli değildirler. Her ilde derme çatma
yapılarda öğrenci sayıları 125-200 arasında bir ve bîrden çok öğretmen okulu
açma yolu tutulmuştur. Bu yolun eğitim enstitüleri içinde uygulandığı
görülmektedir. Bu gidiş ve tutum ekonomik değildir. Okullar pahalıya mal
olmaktadır. Bu suretle, bina ve öğretim araçlarının yeterli düzeye çıkarılması
güçleştirilmektedir. Bunun sonucu olarak, beklenen ölçüde ve nitelikte
öğretmenlerin yetiştirilmesi mümkün olamamaktadır.
2 ? ÖĞRETMENİ İŞ BAŞINDA GELİŞTİRME:
Çağımız eğitim anlayışına göre, öğretmeni iş başında geliştirme eylemini,
başlıca iki ana dalda düşünmek gerekir.
431
a) Yeni eğitim buluşlarını ve günümüz eğitim akımlarını öğretmene
ulaştırmak amaciyle düzenlenecek kurs ve seminerler, konferanslar, oturumlar,
b) Öğretmenin eğitim görevini en iyi biçimde yerine getirmede yardımcı
olma; rehberlik, bizim deyişimizle denetim.
a) KURS VE SEMİNERLER:
Bizde öğretmeni iş başında geliştirme öteden beri sözü edilen, öğretim
basamaklarında zaman zaman üzerinde durulan, sembolik de olsa uygulamaları
yapılan bir eğitim konusu olmuştur. Ancak bu yoldaki çalışmalar
sistemleştirilmiş, plânlaştınlmış, hattâ bu tip çalışmaların kavram ve kapsamı,
çağımız eğitim anlayışına uygun olarak anlaşılmış değildir. Bu yüzden
her derecedeki öğretmenlerin çoğunluğu, meslekle ilgili kurs ve seminerlere
bir kez bile katılmadan emekli olmaktadırlar.
Gerçi bu konuda son yıllarda Millî Eğitim Bakanlığında “iş Başında Yetiştirme
Bürosu” bu günkü adiyle “Eğitim Birimi” kurulmuş ve 1961’de 222
sayılı “İlköğretim ve Eğitim Kanunu” ile bu konu, ilk okul öğretmenleri için
yaptırma gücüne bağlanmıştır. Ancak, bir yandan anılan kuruluş ve yaptırma
gücü ile birlikte akçalı tedbirlerin getirilmemesi, diğer yandan Bakanlığın
bu konunun önemiyle oranlı ilgi ve anlayış göstermemesi yüzünden gerekli
ödenek sağlanamamakta, böylece düzenlenen ve seminerlerden geçirilen
öğretmen sayısı, mevcut öğretmen sayısına göre gülünç derecede az olmaktadır.
Ayrıca düzenlenen programlar ve uygulama tarzının öğretmenlere
meslek gelişiminde yararlı olduğu da kesinlikle iddia edilemez. Bundan
önemli olanı, bu tip çalışmalara tatillerini vererek katılan öğretmenlere
yükselme ve gönendirme (terfih) bakımından bu günkü düzende bir şey
kazandırmamış olmasıdır. Bu çalışmalara katılanlarla katılmıyanlar arasında
Bakanlıkça bir değerlendirme ve ayrım yapılmamaktadır. Bu yüzden
de söz konusu çalışmalar öğretmenler için çekici olmaktan uzaktırlar.
Özel yaptırma gücüne (müeyyideye) bağlanmış olmasına rağmen, yukarıda
belirtilen nedenlerle her yıl ders kesiminde yada öğretim yılı başında
yapılan iş başında geliştirme çalışmaları, öğretmenlerin zamanlarım
boş yere harcamaktan ötede bir yarar sağlamıyacak biçimde yürütülmektedir.
b) DENETİM ? REHBERLİK:
Günümüz deneticisinin fonksiyonu dünyanın her köşesinde tamamiyle
değişmiş bulunmaktadır. Artık eğitimde denetim yetkisi taşıyan her kişinin
tek görevi öğretmenin çalışmalariyle yakından ilgilenmek, öğretmenin okul
içi ve okul dışı eğitim sorunlarının çözümünde ona üstün yetenek ve bilgileriyle
yardımcı olmaktan ibarettir.
Bizde ise durum tamamiyle değişiktir. Öğretmen ve çalışmalariyle sürekli
bir ilişki içinde bulunan her basamaktaki okul müdürlerinin bu yönde
432
etkin olmaları, Bakanlığın yetki ve sorumlulukları bakımından süre gelmekte
olan tutum ve anlayışı ile olanaksızlaşmıştır. Esasen okul müdürlerinin
seçimindeki davranış da, bu günkü durumda müdürlerden bu konuda yararlı
olmayı etkinlikle beklenemez hale getirmiştir.
ilk ve orta dsrereli okullarda sürdürülmekte olan denetleme düzeni de
geliştirici, yol gösterici, yardımcı olmaktan uzaktır. Denetleyicilerin görevleri
çoğunlukla kovuşturma ile ilgili ve bir kaç saatlik gözleme dayanılarak,
okulun düzen ve bakımını, yönetim işlerini, smıf içi çalışmaları görülen
öğretmenlerin bir üst derece maaşa geçip geçemiyeceklerini saptayan
raporların düzenlenmesi olarak özetlenebilir.
Bu gün bütün yurtta ilköğretim müfettişleri bölgelerindeki öğretmenlerle
yılda en çok iki kez, -oda 2-3 saatlik bir süre ile- ilişki kurabilmektedirler.
Bu aralıklı ve kısa süreli karşılaşmalarla müfettiş, çalışma koşullan
ve olanakları içinde öğretmenin eğitim çalışmalarında karşılaştığı zorlukları
gidermede, sorunlarını çözmede yardımcı olmadan ötede daha çok, onun
kendi ölçüleri içinde başarılı olup olmadığını saptama yoluna gidebilmektedir.
Esasen yer yer tutucu ve gerici çevrelerin her an bir suçlama ve karalamasıyla
karşı karşıya bulunan gerçekçi ve Atatürkçü öğretmen, soruşturma,
kovuşturma görevini de yüklenmiş olan ve çeşitli baskılar altında çalışmakta
olduğunu bildiği müfettişe sorunlarını, zorluklarını açıklamaktan haklı
olarak çekinmektedir.
Orta dereceli okulların denetlenme durumu daha da olumsuzdur. Bu
gün orta dereceli okulların öğretmenleri, ancak üç yılda bir terfi yıllarında,
en çok bir ya da iki saat için derslerine giren Bakanlık müfetişleriyle karşılaşabilmektedir.
Bu koşullar altında denetleyicilerle, öğretmenler arasında
geliştirici, yol gösterici toplantıların, tartışmaların, görüş alış verişinin
yapılması tesadüflere, denetleyicinin anlayışına bağlı kalmaktadır.
Bu konuda sistem ve olanak yetersizlikleri yanında, denetleyicilerin bu
göreve atanmalarında gösterilen tutum ve davranışların, ölçülerin de büyük
önemi vardır. Kültür ve meslekî formasyon durumu, karakter ve kişiliği
ile öğretmenlere örnek olabilecek üstün nitelikleri taşımıyanlar, önce kendilerini
sürekli olarak geliştirmiyenler, ileri ve yeni eğitbilim akımlarını,
deneme ve buluşları izlemiyenler, hangi düzende olurlarsa olsunlar, rehberlik
görevini yerine getiremezler. Bu gibiler, otoritelerinin sarsılacağı
korkusu ile öğretmenlerle karşılaşmaktan, tartışmalara katılmaktan çekinirler.
Daha da kötüsü, bu gibiler ön yargılardan, saplantılardan kurtulamazlar.
Objektiflikten ayrılırlar. Politik akımlara, partizan tutumlara kapılırlar.
Bu biçim denetleyicilerin kişisel görüş ve kaprisleri yüzünden zarar
gören, yerinden, işinden edilen, mahkemelere kadar sürüklenen öğretmenlere
sık sık rastlanır.
Yüksek okullar öğretmenleri için rehberlik yada denetim, dünyanın
her köşesinde olduğu gibi, bizde de söz konusu değildir. Ancak dünya ülkelerinin
hiç birinde rastlanmıyacak bir atama düzeni ile, politik ve idarî yetkilere
dayanılarak, bu kurumlarda öğretmen çalıştırılması, bu sorunun
önem derecesini göstermeye yeterlidir.
433
c) YERLEŞTİRME:
Hangi öğretim basamağında olursa olsun, öğretmenlerin yurt içindeki
dağılımı dengesizdir. ‘Okulların, bölgelerin gereksinmeleri dikkate alınmadan
yapılan atamalarda, bir çok okullarda zorunlu ders saatini dolduramayan
öğretmenler bulunduğu gibi, aynı dersler diğer okullarda öğretmensizlik
yüzünden okutulamamaktadır. Ayrıca tarım, sanat, müzik, beden eğitimi,
yabancı dil gibi dersler de, bu derslerle ilgili olmıyan yetersiz öğretmenlerle,
dışarıdan sağlanan kimselerle kapatılmaktadır. Kısacası, ayarsızlık,
plansızlık, ayrımlı işlemler bir okulda öğretmen çokluğunu, diğer
bir okulda öğretmensizlikle ilgili güçlükleri meydana getirmektedir. Bunun
sonucu olarak öğretmenle ilgili sınıflar, şubeler açılmakta, şubeler kapatılmaktadır.
Bu ayarsızlığa bir de okullarda aşırı derecede müdür yardımcılarının
kulalnılması eklenince, varlık içinde yoklukla bolluğun nasıl boy
ölçüştüğü kolaylıkla anlaşılır. Bir memurun yapabileceği brokratik işler,
müdür yardımcısı adiyle bir öğretmene yaptırılmaktadır. Basit bir hesapla
orta derecedeki okullarda, sadece müdür yardımcılariyle boşuna harcanan
yıllık ders saati tutarının 30-35 binin üstünde olduğu görülecektir.
Öğretmen çalıştırma, atama ve yer değiştirme açılarından, bir de bölgelerin
durumu dikkate alınacak olursa, özellikle doğu ve güney doğu ille
rindeki okulların azlığı ve açılmış olanların da öğretmen yetersizliği ile
kıvrandığı açıkça görülecektir. Bu gerçek ikinci beş yıllık kalkınma plânında
da belirtilmektedir. Ayrıca, yüksek okul ve üniversitelere giriş sınavlarındaki
başarı oranları, mezunların çoğunlukla ilk kez bu bölgelere atanmaları,
gene bu illerde görülen sık sık yer değiştirmeler de, bu yetersizliği belirtecek
durumdaır.
Öğretmenlerin atanma ve yer değiştirmeleriyle ilgili yönetmeliklere ve
bunlardaki hükümlere rağmen, bu işler düzenli, güvenli ve adil esaslara
bağlı olarak yürütülememektedir. Türlü nedenlerle bu değişmelerin bütün
öğretim yılı boyunca sürdürüldüğü görülmektedir. Bundan öğretmenler,
öğrenciler ve halk büyük ölçüde zarar görmektedir. İsteğe bağlı normal yer
değiştirmeleri yanında, başta politikacıların, yöneticilerin gelişi güzel isteklerine
uyularak büyük çapta yer değiştirme işlemleri yapılmaktadır.
Programların amaç, ilke ve konularında açıkaç saptanan, çevrenin ve
tüm ülkenin toplumasl ve eknoomik sorunlarım, ulusal değerlerini, yer altı
ve yer üstü servetlerini işliyen, bunların korunması, artırılması üzerinde
titizlikle duran, bunları öğrencilerine ve halka benimsetmeye çalışan öğretmenlerden,
program gereği olarak yaptıkları bu görevlerinden ötürü, yerleri
değiştirilenler görülmektedir. Bu türlü tutum ve işlemler öğretmenler
üzerinde güvensizlik yaratmakta, göreve bağlılığı zedelemekte, programların
uygulanmasını engellemekte, eğitim hizmetlerini aksatmaktadır. Kısacası,
işlenen suçlar, önemli kusurlar, eksikler, başarısızlıklar dışında; karalama
yolu ile, yöneticilerin kişisel ve politik takdirleriyle öğretmenlerin yerlerinden,
görevlerinden tedirgin edilmeleri güvensizliğin, çatışmaların en
üzücü olayları arasında yer almaktadır.
434
Bütün bu ağır ve yer yer olanaksızlıklarla,türlü engellerle dolu koşullara,
huzursuzluklara,, öğretmjen yetiştiren kurumlardaki aksaklıklara, iş
başında tamamlyıcı, geliştirici yardım ve destekten yoksun bulunmasına
rağmen, Türk öğretmem köyde kentte esirgemezliğin, gönül tokluğunun
örneği, güçlüklerle, bilmezlikle, gerilikle savaşın yenilmez güçleri olarak başarı
ile çalışmakta, Atatürk devrimlerini, Atatürkçülüğü yayma ve kökleştirme
savaşını vermektedir.
II ? ÖNERİLER
1 ? Öğretmen yetiştiren kurumların kuruluş ve dağılışı :
a) Öğretmen yetiştiren kurumlar bölgesel özellikler, gereksinmeler
dikkate alınarak yurdun her köşesine serpiştirilmelidir.
b) Öğretmen adaylarının geniş halk kitlelerini sorunlariyle birlikte yakından
tanımaları için, öğretmen yetiştiren kurumlar sadece şehir ve kasabalarda
değil, kırsal toplumlar arası bölge merkezlerinde de açılmalıdır.
c) Bina, toprak, araç ve çevre yönlerinden uygun olnııyan koşullar için
de öğretmen yetiştiren kurumların açılmasına gidilmelidir. Bu durumda
olanlardan geliştirilmesi mümkün olmıyanlar kapatılmalıdır.
2 ? Öğretmenlerin atanmaları:
a) Öğretmen yetiştiren kurumların öğretmen kadroları boş bırakılma-,
malı, her ders öğretmeni tarafından verilmelidir.
b) Öğretmen yetiştiren okulalra ad çekme suretiyle de olsa gelişi güzel
öğretmen atanmasına son verilmelidir. Bu kurumlara seçme yoluyla yetişkin
ve ülkücü öğretmenler atanmalı; özellikle müdürlerin önderlik niteliği
taşıyan kişiler olması üzerinde titizlikle durulmalıdır.
c) Yüksek dereceli öğretmen yetiştiren kaynaklara öğretmen atanması
kesin olarak bu kurumların yetkili kurullarının seçimine bağlanmalıdır.
Ayrıca, bu kurumların saptayacağı koşullara uygun ve gereksinilen oran
da yeterli öğretmen yetiştirilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır.
d) Çeşitli kaynaklardan öğretmen yetiştirme yoluna son verilmeli, bunun
için gerekli tedbirler alınmalıdır. Meslek dışı kimselerin de öğretmenlik
yapmalarına en kısa zamanda son verilecek surette öğretmen yetiştirme
kurumları geliştirilmelidir.
3 ? Öğrenci kaynağı:
a) Halk kitlelerinin ileri zekâlı çocuklarını, gençlerini öğretmenlik mesleğine
çekebilmek için, ilköğretmen okulları, ilk okula dayalı olarak geliştirilmelidir.
Bu çağ çocuğunun meslek seçimi yapamıyacağı bir gerçekse de,
toplumumuzun toplumsal ve ekonomik koşulları; meslek seçimi yönündeki
sakınca düşünülmeden bu kurumların ilk okula dayalı olmasını gerek-
435
tirmektedir. Bu husus ilk öğrenimden sonra ileri öğrenim yapma olanaklarından
yoksun köy çocukları için, gelişme olanağı sağlayaacktır. Böylece
Anayasanın ön gördüğü eğitimde fırsat eşitliği ilkesine uygun önemli bir
adım atılmış olacaktır.
b) Orta dereceli okullara öğretmen yetiştiren kaynaklara öğretmen
okulunu bitirenlerin daha geniş ölçüde alınma olanakları yaratılmalı ve üniversite
öğrenimi yapma hakları tanınmalıdır.
c) öğretmenlik mesleğinin orta zekâlı insanlar toplumu haline gelmesini
önlemek için öğretmenlik mesleği maddî ve manevî yönlerden çekici hale
getirilmelidir.
d) Öğretmen yetiştiren kurumlar karma öğretim yapan kurumlar haline
getirilmelidir.
e) Ülkemizde kadın eğitiminin taşıdığı önem ve zorunluluk dikkata alınarak,
öğretmen yetiştiren kurumlara alınacak kız öğrenci sayısı gereksinmeler
oranında artırılmalıdır.
4 ? Programların geliştirilmesi:
a) Öğretmen yetiştiren okullar programlarının en kısa zamanda ele alınmalı,
çağdaş eğitim ilkelerine ve yurdumuzun toplumsal, ekonomik koşullarına,
gereksinmelerine uygun olarak geliştirilmelidir.
b) Öğretmen yetiştiren kurumların programlan geliştirilirken, bu okulların
çevrenin birer kültür ve kalkınma merkezi niteliğini kazanması ön görülmelidir.
Bu nedenle köy enstitüsü denemesi üzerinde önemle durulmalıdır.
Öğretmen yetiştiren kurumlar mezunlariyle olan ilişkilerini sürdürecek
surette örgütlenmelidir. Buna göre öğretmen adaylarına sadece okul içi değil,
okul dışı eğitim çalışmalarını başarı ile yürütebilecek güç ve alışkanlıklar
kazandırılmalıdır.
c) Programların düzenlenmesinde ve geliştirilmesinde bu gün süregelmekte
olan merkeziyetçi tutum ve anlayışa son verilmli, programlar bu
günkü sitatik durumundan kurtarılmalı, bunların uygulayıcı kurumlarca
yeni eğitim buluşlarının ışığı altında, çevrenin gerçekleri, gereksinmeleri yönünde
sürekli olarak geliştirilmesi olanağı sağlanmalıdır.
d) Öğretmen yetiştiren kurumlar programlarının düzenlenmesi ve geliştirilmesi,
öğretmen yetiştirdikleri basamaktaki okul programlarına paralel
olarak yürütülmelidir. Bunun için, her basamaktaki okul programlarının da
ana program ilkeleri içinde, bir an önce ele alınarak, düzenlenmesi, geliştirilmesi
gereklidir.
e) Öğretmen adaylarının halkla olan ilişkilerini artırma, meslek ve toplum
sorunlarım benimseme ve çözümleme açısından, istenen biçimde yetişmelerini
sağlamak için, geliştirilecek programlarda özellikle sürekli uygulamalar
toplumsal gerçeklerimiz yönünde sistemleştirilmeli, yapıcı, yaratıcı
çalışmalar haline getirilmelidir.
436
f) Bütün eğitim kurumları programlannda yer alan tanm ve sanat çalışmalarını
üretici ve verimli hale getirebilmek için, bu dalların öğretmenlerini
yetiştirmek üzere, öğretmen yetiştiren kurumlarda özel tedbirler alınmalıdır.
g) Özellikle orta dereceli okullara öğretmen yetiştiren kurumların programlarında
meslek formasyonuna yeteri kadar yer verilmelidir.
h) Program geliştirme çalışmalarında eğitimle ilgili üniversite fakültelerinin
ve eğitim enstitüleri pedagoji bölümlerinin görev almaları ve bu çalışmaların
yürütülmesinde bilimsel yönden gerekli iş birliği sağlanmalıdır.
5 ? Yönetmeliklerin değiştirilmesi:
Öğretmen yetiştiren kurumların yönetmelikleri demokratik düzen içinde
toplum önderleri olan öğretmeni yetiştirecek görüş ve işleyiş düzenine
uygun hale getirilmelidir.
6 ? Bina – eğitim araç ve gereçlerin sağlanması:
Öğretmen yetiştiren kurumlar programlarının uygulanmasıiu sağlayacak
bütün olanaklara kavuşturulmalı, bu alanda mevcut eksiklikler hızla
giderilmelidir. Özellikle toprak, işlik ve üretim kuruluşları, lâboratuvar, kitaplık,
toplantı salonu, diğer bina, araç ve gereçler, ders kitapları sağlanmalıdır.
7 ? Öğretmenin iş başında geliştirilmesi:
a) Öğretmenlere yeni buluş ve uygulamaları duyurmak, geliştirilen programlan
gereği gibi tanıtmak, çalışmalannda karşılaştıkları sorunlan çözebilmelerine
yrdımcı olmak için, bu tip çalışmalar sürekli ve bütün öğretmenlerin
gerektikçe yararlanabilecekleri kadar yaygın hale getirilmelidir.
Bunun için de, gerekli olanak ve koşullar kesinlikle sağlanmalıdır.
b) Öğretmeni iş başında geliştirme amaciyle düzenlenecek kurs, seminer
ve konferanslar kesinlikle bir gereksinmenin karşılığı olmalıdır. Ayrıca
bu çalışmalar, gerek programlar ve gerekse kaynak kişiler yönünden, yararlı
olacak nitelikte olmalıdır.
c) Kurs ve seminerlere katılan ve katılma belgesi alan öğretmenlere
çalışmanın önemi oranında bazı haklar sağlanmalı, bu yolla emek, gelişme
istek ve çabası değerlendirilmelidir.
d) Eğitim alanındaki her çeşit yöneticiler, konulariyle ilgili kurs ve seminer
görmüşler ve yukanda belirtilen nitelikleri taşıyanlar arasından seçilmelidir.
e) 222 sayılı kanunla yapılması zorunlu görülen yaz çalışmalanmn olumlu
ve yararlı olarak gerçekleştirilmesi için, gerekli olanaklar sağlanmalıdır.
437
8 ? Denetim – rehberlik durumu:
a) Millî Eğitim Bakanlığının ve diğer yönetim basamaklarının bu günkü
denetim anlayışı yerini, rehberlik anlayışına bırakmalıdır.
b) Müfettiş kadroları rehberlik görevini gereği gibi yapacak niteliğe kavuşturulmalıdır.
c) Bakanlık müfettişliği Mîllî Eğitim Bakanlarının lütfedeceği bir görev
olmaktan çıkarılmalı, müfettiş olabilme koşullan kesinlikle saptanmalıdır.
‘ ?
d) Özellikle Bakanlık müfettişleri eğitbilim konusunda özel seminerlerr
den geçmiş ve rehberlik konusunda yeterli düzeye ulaşmış kişilerden seçilmelidir.
e) Müfettişler bilimsel yönden bölgelerindeki eğitim fakültelerine eğitim
enstitüsü pedagoji bölümlerine bağlı olmalı, çalışmaları bu kurumlarca
değerlendirilmelidir.
f) Kovuşturma ve soruşturmada görevlendirilen müfettişlerle, rehberlik
alanında çalışacak müfettişler kesin olarak ayrılmalıdır.
g) Politik etkilerden kurtulabilmeleri için, müfettişlere meslek hayatında
teminat sağlanmalıdır.
h) Rehberliğin en etkin bir üyesi olan okul müdürleri, eğitim çalışmalarında
önderlik yapabilecek kişilerden seçilmelidir.
9 ? Öğretmenlerin yerleştirilmesi:
Yersiz ve haksız atamalarla, yer değiştirmelerle tedirgin edilen yurt öğretmenlerinin
gönül rahatlığına, güvene kavuşturulması için alınacak en
olumlu tedbir, hakim teminatına ve bu teminatı gerçekleştiren kuruluşlara
benzer teminat ve kuruluşları öğretmenlik mesleği için de sağlamaktır. Bu
günkü koşullarla bunların gerçekleştirilmesi sağlanamadığı takdirde, hiç değilse
aşağıdaki tedbirlerin alınması zorunludur.
a) Bölgeler arası, hattâ okullar aarsı öğretmen dengesizliğini gidermek
için, merkez ve illerdeki öğretmen atama işlemleri belli ve kesin ilkelere bağlanmalı,
hazırlanan yrleştirme plânları eksiksiz uygulanmalıdır. Bu gün çekilmekte
olan öğretmen sıkıntısını giderecek önemli bir yol da, eğitimle hiç
ilgisi olmayan büro işlerinde çalıştırılan müdür yardımcılarının öğretmen’
lik görevlerine getirilmesidir. Yalnız okul yönetiminin eğitsel konularını müdür
yardımcılarına bırakmak ve büro işlerinden onları almak, okul müdür
yardımcı sayısının büyük çapta azalmasına yol açacak ve ayni oranda öğretmen
kazanılmış olacaktır.
b) Yerleştirme plânlarının her türlü politik etkilerden uzak olarak uygulanabilmesi
için, atama ve yer değiştirme komisyonlarının kuruluşu değiştirilmeli,
komisyonlara katılan öğretmen temsilcilerinin sayısı, yönetici
sayısının üstünde olmalıdır.
c) Gereksiz ve haksız yer değiştirmelerini önlemek için, öncelikle
789 sayılı kanunun 22. maddesiyle ve öğretmen nakilleri konusunda Bakanlık
438
Müdürler Komisyonuna verilen nakil kararı alma yetkisi kaldırılmalıdır.
Her hangi bir yer değiştirmeyi gerektiren hallerde, bunu kararlaştırma yetkisi,
yetkili öğretmen temsilcilerinin çoğunlukta olduğu komisyonlara verilmelidir.
d) Disiplin kurullarında da ayni yola gidilmeli, bu kurullarda yetkili
öğretmen temsilcilerinin çoğunlukta olması sağlanmalıdır.
BİLDİRİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR
Söz alan delegeler genellikle “yurdumuzda öğretmen yetiştirme ve yerleştirmesinde
kasıtlı bir yozlaştırma olduğunu” Meri sürdüler:
“? Öğretmenin gerçek ve kaçınılmaz görevi, tarihin ve toplumsal gelişimin
içinde devrimi gerçekleştirmektir. Öğretmen yetiştiren kurumların
müfredat programlarının öğretmen adayı genci bu kaçınılmaz tarihî göreve
hazırlamak amaciyle düzenlenmesi gerekir. Bugün öğretmen yetiştiren
okullarda tutucu ve devrim kırıcı nitelikte eğitim veren programlar uygulanmaktadır.
Köy enstitüleri sisteminin yetiştirdiği Atatürkçü ve devrimci öğremenlerden
ödleri kopanların yönettiği okullar, şartlandırılmış öğretmen
yetiştirme gayretindedir.
Öğretmen böylece içinden çıktığı sömürülen ve ezilen sınıfa ihanet etmek
durmuna düşmekte, halka gerçeği anlatmaktan çekinmektedir. Oysa
ulusunun geri bırakılmış olmasının en başta gelen sorumlusu olan öğretmen,
bu çemberi kırmak, Atatürkçülün ve devrimciliğin hakkım vermek
zorundadır. Bunun için sürülmek, ezilmek, ekmeğinden olmak gibi korkular
ona yasal görevlerini, insanlık görevlerini, bunların yerine getirilmesinden
duyulacak kıvancı unutturamaz. Büyük bir yargı organı olan Danıştay kararlarının
uygulanmaması da öğretmeni mücadelesinden alıkoyamaz.
Bugün ülkemiz bir yeni sömürgecilik metodu ile emperyalist işgal altındadır.
Gemileri azgın ve sarhoş asker sürülerini en güzel şehirlerimizin
sokaklarına kusmaktadır. Bu sarhoş askerler sokaklarımızda nağra atar ve
şuna buna edepsizce sarkıntılık ederken devrimci Türk gençliğini karşısında
bulur ve bir çatışma başlar. Türk polisi sarhoş saldırganı değil, ulusal,
onuru koruyan genci yakalar, onu hırpalar. Böyle ağır bir durumu basından
öğrenen öğrenci bunun nedenini öğretmenine sorsa ona nasıl bir açıklama
yapılacaktır? Devrimci toplumcu öğretmen elbet durumu bütün acılığı ve
açıklığı ile anlatacaktır çocuklara.
Sonuç şu oluyor ki, biz öğretmenlerin görevi, bütün anlamıyla devrimi
gerçekleştirmeden, bu davaya bütün ağırlığımızı koymadan başarılı olamaz.
. Egemen sınıflar eğitim sistemini kendi çıkarlarını sürdürücü bir nitelikjte
düzenlemişler, kanunlarla, yönetmeliklerle bunu pekiştirmişlerdir.
Biz devrimci öğretmenler olarak bu çemberi kırma gücüne sahip olmalıyız.”
“?> Öğretmenin görevini tam anlamı ile Atatürkçülük ve devrimcilik
439
çizgisinde başarabilmesi, onun huzur ve güvenlik içinde yaşamasına bağlıdır.
Oysa öğretmenin evi yoktur. Köylerde yeni yapılan ilkokullar yanında
kurulan öğretmen evlerine gerekli önem verilmemektedir. Eski evler de onanlmadığı
için harap olup yıkılmaktadır.
Bir öğretmenin gücünü tazelemesi, kendini yetiştirmesi için okuması
, gerek, hepiniz biliyorsunuz, kitaplar pahalıdır. Çok da çıkmaktadır şükür.
Ama öğretmenin bunları zamanında ve eksiksiz satmalması kolay değildir.
Konut ve kitap sorunu çözümlenmeden öğretmenden beklenilen randımanın
alınması olanaksızdır.
Bir başka nokta da, öğretmen okulannda görev verilecek öğretmenlerin
iyi seçilmeleridir. Yetenekli ve değerli bir öğretmenin yetiştireceği öğretmen
adayı elbet ülkücü olacak,» mesleğine, çocuklarına ve halkına tam anlamı
ile kendini verecektir.
Bugünkü öğretmen okulu öğretmen ve idarecileri, bunun tam tersini gerçekleştirmek
amacı .güdülerek, özellikle seçilmektedirler. Bir öğretmen oku-*
luna, müessese köy enstitüsü iken oradan mezun olan eski öğrenciler alınmamaktadır.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar, tarihin akışını durduramıyacaklardır. Biz
yetiştireceğimiz çocuklara durumun sakatlığını ve devrimlere aykırılığını
öğreteceğiz. Böylece Kemalist prensiplerin ışığı altında Kemalist düzen mutlaka
gelecektir.”
Söz alan Mehmet EMİRALİOCLU, bildiri hazırlayanlara teşekkür ettikten
sonra şöyle devam etti:
“? Öğretmen görevlendirilmesinde üzerinde durulması gereken bir kanun
vardır. 4539 sayılı olan bu kanun, Bakana birtakım kişileri koruma, kimi
örgütlerin kadrolarını şişirme, istemediklerini de tedirgin etme gibi kuruluş
amacına aykırı kullanma olanağını vermektedir. Memurin Kanununa
ek olarak politik bir baskı aracı gibi kullanılmak üzere 1949’da çıkarılan bu
kanun 2. maddesiyle Bakanlara “Merkez ve iller teşkilâtında aylıkla çalışan
herhangi bir memuru, tayinindeki usule göre, yapılması o Bakanlığa ait
bir iş için, orada Bakanlık teşkilâtı ve boş vazife bulunup bulunmamasıyla
kayıtlı olmaksızın, kadrosuyla yurt içinde dilediği yerde çalıştırabilme” yetkisini
vermektedir. Düşünün “Bakanlık teşkilâtı ve boş vazife” bulunmasa
da, bir öğretmenin keyfe göre sürülmesi ne demektir?
Bir baskı aracı olarak çıkarılan bu kanunun Anayasa ile çeliştiği bir yâna,
iyi niyetle uygulanması halinde öğretmenler için özellikle seçim öncelerinde
ne korkunç bir “Demokles kılıcı” olduğu düşünülmelidir.
Devrimci Eiğitm Şûrası olarak Türk ulusunun % 61’inin temiz ahundan
alfabesizliğin lekesini silmek, Türk toplumuna ulusal bilinç kazandırmak
istiyorsak Köy Enstitülerinin açılması zorunlu olduğunu belgeleri ve dayânaklanyla
ortaya koymalıyız. Bundan sonrası, bu memleketi Köy Enstitülerine
kavuşturmayan yetkili ve sorumluların vebali olsun. Nasıl olsa açmayacaklar,
boşuna Köy Enstitüleri dileğinde bulunmayalım görüşü yanlıştır.
440
Bir de şu var: Bu gün ilkokullarımızda mesleği öğretmenlik olmayan arkadaşlar
açhşmaktadır. Aşağı yukarı 20-25 bin öğretmen açığımız var. Hele
küçük köylere daha uzun yıllar öğretmen gönderme olanağına sahip değiliz.
Onun için Eğitmen sitemi tekrar uygulanmalıdır.
Atama ve yargılama kurularının da yapıları değiştirilmelidir. Örneği.-ı
İl Millî Eğitim Disiplin Kurulundaki partili üye çıkarılarak yerine TÖS’ten
üye sokulmasına çalışılmalıdır.”
Eğitmen Şerif BAYINDIR söz aldı. Konuştuğu her toplantıda eğitmen
konusunu ele alışının temcit plâvına benzetilmemesini istedi ve şöyle devam
etti:
“? Biz eğitmenler de 30 yıldır memleket kültürüne hizmet etmekteyiz.
Bu bakımdan, tıpkı köylerdeki toplayıcılar gibi her kapıyı çok çok çaldık ve
köydeki her çocuğu okulumuza aldık. Biz köylerde sadece eğitmenlik yapmadık.
Köy Kanununa göre köy idarecisi, 4274 sayılı kanuna göre toplum
kalkındırıcısı, 3238 sayılı kanuna göre de halk eğitimcisi olmak gibi görevlerimiz
de vardı. Biz köy bekçisi gibi kapı kapı dolaştık. Okul çağında bebesi
olan evleri. Yahu, Ahmet, Mehmet, Ali, Veli, Hasan, Hüseyin neden bebeyi
okula göndermiyorsun? diye onlara çıkışır, onları sıkıştırırdık. Bazı kapılardan
da kovulduğumuz oldu. Kötülük mü ettik bu memlekete? Zararlı mı olduk
bu halka biz? Yok. Biz en uzak köylerin bebelerinden hazineler devşirdik
bu memlekete. Ülke yöneticilerinin hep aynı imtiyazlı sınıftan olması yüzünden
gelecek yozlaşmayı köyden yetiştirip aydınlar arasına kattığımız öğrencilerimizle
karınca kararınca önledik. Böylece köy hazinesinden bulup çıkardığımız
bebeler arasından öğretmenler, yöneticiler, doktorlar, profesörler,
uzmanlar çıktı. Bunu siz benden iyi bilirsiniz. Sonra bizden kimileri
köye örnek oldu. Bağ kurdu. Arıcılığı geliştirdi. Kavak dikti. Kooperatif örgütledi.
Günah mı ettik bunları yaptığımız için? Hor görülmek mi ihmal
edilmek mi olmalıydı bu çabaların karşılığı? Biz güzel işler yaptık. Yıllarca
çalıştık. Gönlümüzü vere vere. Karşılığında bize bir emekliliği bile çok gördüler.
Bu bizim kişisel kaygımızdır. Bunun yanında ulusal kaygımız şudur:
Eğitmen örgütüne bu halkın ihtiyacı vardır. Biz yoksulluk içinde çalıştık.
Yeni eğitmenlere olanak verin. ‘Onlar daha rahat çalışsınlar ve daha güzel
sonuçlar alsınlar. Aman meslekte eğitmen bulunmasını savunalım. Memleket
buna muhtaçtır.”
Bundan sonra M. Rauf İNAN ve 22 arkadaşının verdiği şu önerge okundu.
Önergede :
“Öğrenci sayısı bir öğretmene az, yada bir öğretmene çok ve iki öğretmene
az olan küçük yerleşme yerleri için -çevrelerinde toplum önderliği de
yapacak – eğitmen örgütünden yararlanmak zorunluğu vardır:
1. Yeni koşullara uygun ve geçmiş uygulamaların yöntemleri ile yeteri,
kadar eğitmen yetiştirilmesi,
2. Uygulaması geniş ve olumlu sonuçlarıyla değerini ortaya koymuş olan
eğitmen örgütünün tekrar kurulmasının rapora eklenmesi” isteniliyordu.
441
BİLDİRİ:
ÖĞRETMENİN GEÇİMİ ve GÜVENLİĞİ
Bildiriyi sunanlar:
Nevzat HELVACI
?TÖS Hukuk Bürosu Md.
M. Şevki ÖCAL
TÖDMF Avukatı
G İ R İ Ş
Kamu görevlerinin başarı ile yürütülebilmesi, görevlilerin güvenlik içinde
çalışabilecekleri bir ortamın hazırlanması ile sağlanabilir. Çalışma güvenliği
sağlanmamış görevlilerin işinde verim, kendisinde huzur aramak boşunadır.
İç ve dış sömürücülerin egemen olduğu az gelişmiş ülkelerde memur
güvenliği daha büyük tehlikelerin içindedir. Söz, yazı ve düşünce özgürlükleri
sınırlı, sosyal ve ekonomik hakları yetersizdir. Bu bakımdan ülkemizde
de memur güvenliğinin sağlanması önemli ve büyük bir sorun olarak
ortadadır.
1961 Anayasası ve 657 sayılı kanun bu konuda bazı hükümler geitrmiştir.
Güvenlik, emeklilik, çekilme, sendika kurma, isnat ve iftiralara karşı
korunma gibi konulara ilişkin bu hükümlerin eleştirilmesi ve değerlendrilmesi,
eğitim devriminin gerçekleştirilmesi bakımından ayrı bir önem taşır.
Öğretmenin güvenliği sorunu biri hukuk, diğeri ekonomik olmak üzere iki
ayrı açıdan incelenecektir.
î. ÖĞRETMENİN GEÇİMİ
1) Maaş :
Çalışanlara, günlük yaşayışlarını sürdürmeleri, biyolojik görevlerini
yapabilmeleri için belli bir gelir sağlanır. Beden ve fikir işçilerinin çalışabilmeleri,
çalışırken harcadıkları enerjiyi yeniden kazanabilmeleri için belli bir
gelirin sağlanmasında zorunluk vardır. Beden işçilerinin gelirine ücret, devlet
memurluğu yapan fikir işçilerinin gelirine ise aylık denmektedir.
442
Gerek Osmanlı Devletinde, gerekse Cumhuriyet döneminde, yargıç ve
subaylarda olduğu gibi, maaşları genel memur statüsü dışında düzenlenmiş
sınıflar vardır. Fakat, kendine özgü sınıfsal bir yapısı ve özelliği olduğu
halde öğretmenlik, devletin diğer memurlarından ayrı düşünülmemiş ve
maaşları da genel memuriyet statüleriyle düzenlenmiştir. Bunun sonucunda
da, Tanzimattan beri çok düşük bir gelir çizgisinin üstüne çıkamamıştır.
Bugün de, Tanzimattan beri süregelen bu düşük gelir çizgisinin üzerine
çıkamamammın ezikliği ve çaresizliği içerisindedir. Çalışan diğer sınıflarda
olduğu gibi bugün de Türk öğretmeni, karnını doyurmaktan ve insanlık onuruna
yaraşır bir geçim düzeyine ulaşmaktan uzaktır. 125 bin öğretmenin
75 bini, 350 ile 800 lira arasında maaş alır. İlkokul öğretmeni 800 lira maaş
derecesine gelebilmek için 18 yıl, ortaokul öğretmeni ise 15 yıl bekler. Uzun
bir öğrenim ve uzmanlık dönemi geçirmiş, 18 yıl meslek tecrübesi olan bir
öğretmen için, kendisine ödenen 800 lira aylık gelir, harcanan emeğin karşılığı
değildir. Bu “Herkesin, çalışma ve emeğinin karşılığında âdil bir ücrete
hakkı vardır” diyen Anayasa hükmüyle alay etmektir. Öğretmenin taban
maaşının ise, 20 aslî maaşın karşılığı olarak 350 liradan başlamış olması,
günümüzün ağır geçim koşulları karşısında insafsız bir umursamazlık olmktadır.
Bu konuda, işveren durumundaki patron – devlet, rahatsızlık duymayan
bir tutum içerisindedir. Patron – devlet, âdil ücret anlayışında, çağdaş
çizginin çok gerilerinde yol almaktadır.
İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerin aylık geçinme endeksleri,
4 nüfuslu bir aile için, 1500 liranın üzerinde bir geliri öngörmektedir. Ankara
– Hacettepe Biyo-kimya Enstitüsü’nün 5 nüfuslu bir aile için hesapladığı
gelir de 1500 liranın biraz üzerindedir. Sağlam istatistik verilere dayanan
aylık geçinme endeksleri ve bilim kurumlarının bulguları gözönüne alınırsa,
350 lira alan bir öğretmen, karısı ve bir çocuğu ile büyük kentlerde
yalnız kuru ekmek yemektedir. Türk öğretmeninin bu çilesi yeni değildir.
Yarım yüzyıldan beri öğretmenin 3/4’ü, devlete karın tokluğuna hizmet etmiştir.
Günümüzün ekonomik koşulları ve fiyatlar seviyesi gözönüne alınarak
buz dolaplı, arabalı, betonarme meskenli, yaşayış düzeyi normal bir öğretmen
ailesinin devlete maliyeti, ayda 3000 lira olarak hesaplanmıştır. 125 bin
öğretmenin devlete yıllık maliyeti ise, bu yaşayış düzeyi üzerinden 4 milyar
liraya yaklaşmaktadır. Bu rakam Türkiye bütçesinin 1/5’idir. Öğretmene bütçeden
bu paramn harcanması, tüm devlet hizmetleriinn durması anlamına
gelir.
Türkiye’nin ekonomik bir çıkmaz içinde bulunduğunu, ekonomik zenginliklerinin
dışta ve içte küçük bir azınlık tarafından nasıl sömürüldüğünü iyi
bilen öğretmen topluluğu için, yüksek bir hayat düzeyi, hayal-ülkü olarak
kalacaktır. Buz dolabı, araba, mesken, tam gıda, utandırmıyacak biçimde
bîr giyim, insanlık onuruna yaraşır uygar bir yaşam düzeyi, günümüz koşullan
içerisinde akim almıyacağı bir lüks ve fantazidir. Bununla birlikte, tüm
gereksinmeleri karşılanmış, uygar ve geçim endişesinden kurtulmuş bir yaşayış
düzeyi, bu ülke öğretmenlerinin dinmiyen istekleri olarak kalacaktır.
443
Zira Türk öğretmeni biliyor ki, üzerinde yaşadığı vatanın kaynaklan,
iyi değerlendirildiği, belli bir azınlık yararına sömürülmediği zaman, kendisine
üstün bir yaşayış düzeyi sağhyacak zenginliktedir.
Ayrıca, Türk Öğretmeni, Türk toplumunun diğer çalışan sınıflarının üzerinde
ve dışında, onların aleyhine olabilecek egoist bir uygulamanın ve özlemin
içinde olmak istemez. Geçim düzeyinin, ulusal gelirin yükselmesi, ulusal
gelirin âdilâne bölüşülmesi, memleketin yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarının
korunması, değerlendirilmesi ve sömürtülmemesi ile yükseleceğini
bilmektedir.
Yıllık ulusal gelirden, 900 lira pay alanların bulunduğu bir geri kalmış
ülkede, o ülkenin öğretmenleri bütçe oyunlariyle fazla haklar elde edemezler.
Geçim düzeyinin yükselmesi, tümüyle bir ulusal ekonomi düzeni ve ulusal
gelir sorunudur.
Bu gözlemlerimizle varılmak istenen amaç, öğretmene aylık emeği karşılığı
ödenen gelirin, uygar ölçüler karşısında ne kadar düşük kaldığını göstermekte,
öğretmenin aylık geliriyle, ulaşılmak istenilen yaşama düzeyi arasındaki
büyük farka dikkati çekmektedir.
Yukarıda kısaca üzerinde durulduğu gibi, öğretmenin geçim durumu,
toplumun diğer sınıflarının geçim durumlarıyla, geçim güçlükleri, yada refahiyle
sıkı sıkıya ilişkilidir. Memleketin ekonomik düzeni, sosyal yapısı, ekonomiye
yön veren siyasal tercih ve tutum, öğretmenin geçimi üzerinde doğrudan
yada dolaylı olarak etkilidir. Bu nedenle öğretmen kuruluşları, ekonomik
düzen, millî gelir, üretim ilişkileri, yabancı sermaye üzerinde duracaklar,
ekonominin gerek kendilerinin, gerekse toplumun diğer çalışan sınıflarının
yararına işlemesine çalışacaklardır. Bu konuda düşüncelerini söyliyecekler,
eleştireceklerdir.
2) Öğretmenin geçimiyle ilgili başka gelirler:
Çalışanların özlük hakları rasyonel ilkelere bağlanmamış ülkelerde, fiyat
değişikliklerinin geçim üzerindeki olumsuz etkilerini bir dereceye kadar
azaltmak için, geçici, işi kökünden halletmiyen bir takım yama tedbirlere
başvurulmaktadır. Öğretmenlere maaşları dışında ödenen, ders ücreti, eğitim
ödeneği, makam tazminatı, ikinci görev ödenekleri bu kabil ödemelerdir.
Çeşitli adlarla ödenen bu ek ödemeler, maaş birliğini bozmuştur. Benzer
hizmetin karşılığında, farklı gelir elde edilmektedir. Özellikle, ikinci görevler
yoluyle, millî eğitimde imtiyazlı öğretmen sınıfları yaratılmıştır. Bakanlık
merkez örgütündeki yönetici – öğretmen sınıfı, bugüa ayda iki maaş almaktadır.
Başmüsteşardan, şubelerde çalışan müdürlere kadar inen bir öğretmenler
sınıfı, özlük haklar bakımından ayrıcalıklı bir sınıf haline getirilmiştir.
Örneğin bir genel müdür, önce, otuz kıdem yılını doldurmuşsa, 150 aslî
maaşın karşılığı olarak 3000 lira, ikinci olarak da 100 aslî maaşın 2/3’si olan
1000 lira alır. Böylece, ayda iki maaş alan bir öğretmen yöneticiler sınıfı
ortaya çıkmış ve bu yönetici kadro, 350 lira ile geçinmek zorunda kalan ilk-
444
okul öğretmeninin geçim sıkıntısına karşı tedbir aramak hassasiyetini (duyarlığını)
kaybetmiştir.
Ders ücretleri, günümüzün ekonomik koşullan karşısında harcanan
emeğin karşılığı değildir. Ders saati başına ödenen 10 ve 15 lira, çok gerilerde
kalmış bir ekonomik döneme aittir. Ayrıca, Üniversitede uygulanan ders
ücretleri sistemiyle, Millî /Eğitim Bakanlığında uygulanan ders ücretleri
sisteminde aşın farklılıklar vardır. Üniversite ders saati başına 40 ile 100 lira
arasında değişen ücret verir. Bir ortaokul öğretmeninin, ders saati başına
bir profesöre ödenen geliri elde edebilmesi için, 10 saat çalışması gerekmektedir.
Bir yüksek okul öğretmeninin ise, 7 saat çalışması lâzım gelecektir.
Bu, öğrenim düzeyi ve yapılan işin niteliği ne olursa olsun, öğretim hizmetlerinin
karşılığını takdirde, insafsız ve adaletsiz bir ölçüsüzlüğü göstermektedir.
Ayrıca, ders ücreti, öğretmenin gelirinin istikrarlı bir kalemi değildir.
Aslolan, oturmuş, kararlı, değişmiyen bir gelirin varlığıdır. Ders ücreti, öğ-‘
retmen açığının kapanması sonucunda kalkacaktır. Nitekim bugün dahi bazı
okullarda ücretli ders yoktur.
Kısaca söylemek gerekirse, öğretmene maaşı dışındaki ek ödemeler, geçici,
yama tedbirlerdir. Öğretmene, insanlık ve meslek onuruna yaraşır bir
yaşayış düzeni sağhyacak, tek kaleme indirilmiş bir maaş ödenmelidir. Uzun
emekler, yorucu araştırmalar sonucu hazırlanmış bulunan Personel Kanununun,
maaşlar konusunda kabul ettiği sistemi, geciktirmeden uygulamalıdır.
Bazı aksiyan yanlan düzeltildiği takdirde, Personel Kanununun maaşlar
konusunda koyduğu ölçüleri ve değerlendirmeleri, çağdaş ve ileri buluyoruz.
Sınıflar, dereceler, kademler, gösterge ve her yıl, memleketin genel gelir durumuna
göre değişen emsal sistemi, ileri ve adaletli bir uygulama ortaya
koyacaktır.
“iktisadî ve sosyal hayatı, adalete, tam çalışma esasına ve herkes için
insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağhyacak şekilde düzenlemek”;
“Çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde
gelişmesi için malî, iktisadî ve sosyal tedbirler almak” Devletin görevidir. Bu
bir Anayasa emridir. Bu nedenle, malî yetersizleri ileri sürerek. Personel Kanununun
malî hükümlerinin her yıl ertelenmesini uygun bulmuyoruz.
II. ÖĞRETMENİN GÜVENLİĞİ
Sosyal Güvenlik:
Sosyal güvenlik kavramının, sosyal devlet kavramiyle sıkı ilişkisi vardır.
Sosyal devlet anlayışına yükselememiş toplumlarda, kişilerin sosyal güvenliği
ve sosyal güvenliği sağhyacak tedbirler üzerinde düşünülmez. Kişi,
devletin kendi hayatını geliştirici, yükseltici ve koruyucu ödevlerinden habersizdir.
Bu anlayışın egemen olduğu toplumlarda, açlık, sefelet, işsizlik,
geçim sıkıntılan, kişilerin kendi kusurlan sonucu olarak görülür ve düşü-
445
nülür.: Sosyal devlet ve sosyal güvenlik anlayışı, bu görüşe bir tepki olarak
ortaya çıkar. Sosyal devlet, açlığın, işsizliğin, yeterli gıda elde edememenin,
sağlık ve mesken hizmetlerinin iyi yürümemesinin nedenlerini, kişisel iradelerin
dışında, daha derinlerde arar. Bu sorunların kökenlerini memleketin
ekonomik yapısında, siyasal düzeninde ıbulur.
İşte bu anlayışa yükselmiş bir devlette, sosyal güvenlik tedbirleri söz
konunu olmıya. başlar. Sosyal güvenlik tedbirleri devletin görevi olur. İşsize
iş, meskensize konut sağlanması, hastaya ilâç ve doktor bulunması, devletin
görevleri arasına girer.
Sosyal güvenlik denilince, çalışanların geçim olanaklarının düzeltilmesi,
emeğinin karşılığını alması, ücret ve maaş sorunlarının halli, gıda ve
mesken sağlanması, işsizlik, sakatlık, hastalık ve kocama hallerinde bakılması,
kısacası, insanın hangi sosyal sınıf ve düzeyde bulunursa bulunsun, insanlık
onuruna yaraşır yaşama olanakları içinde bulunması anlaşılır. Bir
başka deyişle .sosyal güvenlik, çalışan halk sınıflarının, siyasal ve sosyal otorite
tarafından bugünkü ve geçekteki yaşayışının güvenlik ve garanti altına
alınması, anlamına gelir.
Öğretmenin sosyal güvenliği işe,, günlük yaşayışında, geçim sıkıntısının
ağırlığından kurtulması için, normal bir gelir düzeyine ulaşması, hastalığında
bakılması, sağlığının korunması, konut sağlanması, sakatlığında yardım
edilmesi, dinlenme olanaklarının yaratılması, ve kocalığında gelir sağlanması
sorunlarını kapsar.
Bugün öğretmen.Emekli Sandığının’ sağladığı, klâsik ve çok yetersiz hizmetlerin
dışında, sosyal güvenlikten yoksundur.
Hastalığında, güya, devlet hastahanelerinde bakım ve tedavisi parasızdır.
Fakat, dağ başlarında, ıssız ovalarda, dere içlerinde görev yapan öğretmenin,
şehre yüzlerce kilometre uzaktan nasıl tedavi ve bakım göreceğini sormak
lâzımdır. Parasız bakım, bedava ilâç için, okul müdürleri, Millî Eğitim Müdürlükleri
ve Bakanlık arasında uzayıp giden bürokratik ağırlık ve kırtasiyecilik
de ayrı bir sorundur.
İlkokul öğretmenlerinin sağlık güvenliğini sağlamak amaciyle kurulmuş
bulunan, İlkokul Öğremenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı, bu konuda
yeterli bulunmamaktadır. 85 bin üyesi bulunan bu sandık, 1967 yılında üyelerine
2 milyon lira sağlık yardımı yapmıştı. İlk bakışta küçümsenemiyen
bu miktar, üye sayısına oranlandığında, 4 nüfuslu bir ailede birey basma 4
liraya kadar inmektedir ki bu parayle iki kutu aspirin alınabilir.
Konut sorunu hiç halledilmemiştir. Babadan kalma evi yoksa, hiç bir
öğretmen, aylık maaşiyle mesken edinmek durumunda değildir. Konut sorununu
halletmek amaciyle kurulan Öğretmenler Bankası, 10 yıldan fazla
bir zamandan beri yalnız 384 öğretmene kredi açabilmiştir. Öğretmenin konut
sorunu, maliyeti milyarlara varan bir daya olarak yatmaktadır.
Hastalık ve sakatlığa karşı güvenliği yoktur. Hastalık sebebiyle meslekten
ihraç edilmiş öğretmenler pek çoktur. Emekli Sandığına olan ödentileri
de belli yılı doldurmamış olan bu öğretmenler malulen emekli adı altında
446
meslekten uzaklaştırılmakta ve çoluk çocuklariyle sefalete terkedilmektedirler.
Yaşlılığı, emeklilik maaşiyle güvenlik altına alınmışsa da, emeklilerin
perişan halleri gözümüzün önündedir.
Çocukları için yurtlar, kreşler, bakım ve eğitimevleri yoktur. Köydeki ve
üniversite dışındaki şehirlerde görev yapan öğretmenlerin çocuklarına yüksek
öğrenim yaptırmaları, kendilerini sefalete atmaktadır. Büyük ve ağır
fedakârlıklara katlanmalarını gerektirmektedir. Nereden bakılırsa bakılsın,
öğretmenin çağdaş sosyal güvenlik tedbîrlerinden yoksun olduğu ortadadır.
Sosyal güvenlik tedbirleri almak Devletin görevidir. Bu sorunu, toplumun
tüm sınıflarının sorunu olarak ele almak, Türk toplumunun bütün çalışan
sınıflarını, Sosyal Sigortalar, Sosyal Yardım Sandıklan ve Emekli
Sandığı manzumesi içinde toplamak gereklidir. Biz, kurtuluşu, toplumun bütün
kişilerin çatısı altında toplamış, büyük, malî olanakları yeterli bir Sosyal
Sigortalar sisteminde görüyoruz.
Hukuk Güvenliği:
Memurun Yargılanmasıyla İlgili Sorunlar :
Memurların görevlerinin ifası sırasında ve görevlerinden dolayı işledikleri
suçların adlî merciler önüne getirilmesi, genel hükümlerden ayrı bir prosedüre
tâbi tutulmuştur. 1329 tarihli Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunu
Muvakkat hükümlerine göre yapılmakta olan bu soruşturmalar, çeşitli
nedenlerle günün ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır:
1 ? Bu kanun Osmanlı İmparatorluğu zamanından kalmıştır. Kanunlar
genellikle yürürlüğe girdiği zamanın ihtiyaçlarım karşılamak üzere hazırlanmaktadırlar.
Bu nedenle toplumun ancak belli bir zamandaki ihtiyacına
cevap verebilir. Evrim kanunlarının gereği olarak toplumlar devamlı bir değişim
ve gelişimin içindedirler. Buna karşı kanunlar yapıldığı andaki yürürlüğünü
devam ettirip gitmekte ve toplumdaki bu değişmeye paralel değişme
gösterememektedir. Örneğin bu kanunun 3. maddesi “Tahkikatı iptidaiye evrakı
mevaddı atiyede beyan olunan usulü veçhiyle ait olduğu meclise tevdi
olunur ve bu meclisin memurinden olan azaları içtimâ ederek süveri atiye
veçhiyle tetkikatı idariyede bulunur” demektedir. Bugün toplumun bu konudaki
ihtiyacı değişmiştir, dili ve şartlan değişmiştir, düşünceleri değişmiştir;
fakat bu kanun değişmemiştir. Bu nedenle kanunun yürütmek istediği
düzenle toplum düzeni arasında sürtüşmeler doğmakta ve bu sürtüşmeden
fertler ve toplum zarar görmektedir.
2 ? Memurun yargılanması usulünü tesbit eden bu kanunun adı “Memurin
Muhakematı Hakkındaki Kanunu Muvakkat”tır. Adından da anlaşılacağı
gibi bu kanun geçici bir süre için yürürlüğe konmuştur. Bu süre altmış yıldan
beri geçmediği gibi bundan sonra da geçeceğe benzememektedir.
447
3 ? Bu kanun, yargı usulünde birliği bozmaktadır. Memurların işlediği
suçlardan dolayı diğer vatandaşlardan ayn bir usulle yargılanmasını haklı
kılacak inandırıcı hiçbir gerekçe göstermek mümkün değildir. Çünkü bu konuda
ceza mevzuatımızda hükümler mevcuttur. Durum bu iken ayrı bir kanunun
koruyucu hükümleri arkasına sığınmak isteği bürokratik devlet oluşun
ve bürokrat hâkimiyetini ve alışkanlıklarını sürdürmek arzusunun tipik
bir örneğidir.
4 ? Soruşturmacıların tarafsızlığı ve yeterliği:
Memurin Muhakematı Kanunu hükümlerine göre yapılan soruşturmalarda
soruşturmacı sıfatı taşıyan kişiler, idarenin birer ajanıdırlar, tdari hiyerarşi
içinde astlık, üstlük gibi bir rütbenin sahibidirler. Soruşturmacılar yaptıkları
soruşturmanın sonuçlarına karşı hiçbir güvenlik hükmü ile donatılmadıklarından,
soruşturmada tarafsız davranmaları çoğunlukla ikişisel er-,
dem sorunu olmaktadır. Ayrıca politik ve idarî baskılar tarafsızlık ilkesini
zedelemektedir. Bugüne değin bunun sayısız örnekleri görülmüştür.
Bundan başka bir ceza soruşturmasını yapma işi, yeteri kadar bilgi ve
uzmanlığı gerektiren bir konudur. Bu konuda duyulan ihtiyaç savcılık gibi
bir mesleğin geliştirilmesini gerektirmiş ve bu meslek için belli bir alanda
uzun süreli bir öğrenim ve staj şart koşulmuştur. Bir suçla ilgili delilleri
toplama, toplanan delilleri değerlendirme ve buna göre gerekli işlemleri
yapma işi kamu düzeni ile de yakından ilgili bulunmaktadır. Bu bakımdan
soruşturma görevi yeterli ellere verilmelidir.
5 ? İdare kurullarının tarafsızlığı ve yeterliliği:
Soruşturmacı tarafından hazırlanan ilk soruşturma evrakı idare kurullarına
geldikten sonra, bu kurullar tarafından incelenmekte ve ilgili memur-
(hakkında lüzumu muhakeme veya meni muhakeme kararı verilmektedir. îdare
kurulları il veya ilçelerde daire başkanlarından kurulmaktadır. Bu kurulun
üyeleri kendi alanlarında yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olabilirler, ancak
ayrı bir uzmanlığı gerektiren hukuk alanında ayni yeterliğe sahibolduklan
ileri sürülemez. Bu kurulun üyesi olan bir doktorun, bir veteriner hekimiiı
veya bir tahrirat kâtibinin hukukla ilgisi herhangi bir vatandaşınkinden
farklı değildir.
Görevle ilgili ve görev sırasında işlenmiş suçlarından dolayı memurdan
şikâyetçi olan genellikle idaredir. Ayni suçlardan dolayı soruşturma yaptıran
ve karar veren de idare olduğuna göre, adaletin tarafsız tecellisi mümkün
değildir. Politikacıların ve üst kademelerin baskıları da eklenince tarafsız
karar verebilmek daha da güçleşmektedir.
6 ? Memurin Muhakematı Usulü adaletin tecellisini geciktirmekte, adlî
masrafları artırmaktadır:
Uygulama göstermiştir ki, hakkında bu kanun hükümlerine göre soruşturma
açılmış bir memurun mahkeme önüne çıkarılması bir yıla yakın bir
süre almaktadır. Buna son soruşturma da eklenince süre daha da uzamakta
ve cezanın önleyici etkisi azalmaktadır. Ceza hukukunda kamu yararı,
448
suçlunun süratle cezalandırılmasını gerektirir, işin sürüncemede kalması
toplumun adalet duygusunu zedeler. Şüpheli durumun uzun süre devam etmesi
sanık bakımından da sakıncalıdır.
Soruşturmacıların ve idare kurullarının yetersizlikleri ve çoğu kez tarafsız
davranamamaları nedeniyle verilen yanlış kararlar yüzünden boş yere
büyük oranda emek, para ve işgücü harcanmaktadır. Tarafgirlik ise birçok
halde suçun cezasız kalması sonucunu doğurmaktadır. Bütün bu sakıncaları
yüzünden bu kanun uygulamadan kaldırılmalıdır.
Disiplin Hukuku ve Öğretmenin Güvenliği:
Disiplin hukuku, bir yandan kamu hizmetlerinin yürütülmesi için meydana
getirilmiş olan çalışma düzenine ve memur ile memurun bağlı olduğu
kurum arasındaki statüye aykırı davranışları müeyyide altına alırken, öte
yandan idareye karşı memurun güvenliğini sağlamak ve keyfi tasarrufları
önlemek gibi koruyucu bir nitelik taşır. Ceza hukuku ile disiplin hukuku arasında
bu bakımdan önemli ayrılıklar vardır. Ceza hukukunda cezalandırmaktan
amaç, toplum düzenini korumak ve bu düzene aykırı hareket ve davranışları
önlemektir. Böyle bir ceza, etkisini, ceza görenin temel hakları ve özgürlükleri
üzerinde gösterir. Disiplin hukukuyla, devlet memurları için meydana
getirilmiş çalışma düzeni korunmak istendiğinden bu cezalar, ilgililerin
temel hak ve özgürlükleri üzerinde değil, çalıştıkları kurumla bunlar
arasındaki münasebetlerde kendini gösterir.
Bugün yürürlükteki disiplin hükümleri öğretmen güvenliğini sağlamaktan
uzaktır; çünkü:
1 ? Öğretmenlerle ilgili disiplin hükümleri çok dağınık bir mevzuat
içinde yer almaktadır. 1702, 4357, 5442, 657 sayılı kanunlarla bunların ek ve
tâdillerinde, öğretmenlerle ilgili disiplin hükümleri mevcuttur. Bu çeşitli
kanunlardaki değişik hükümlerin öğretmenler tarafından bilinmesi ve buna
göre davranılması imkânı yok gibidir. Bu nedenle mevzuat birliğinin sağlanması
önemli işlerden birisidir.
2 ? Disiplin cezası vermeye yetkili âmir ve kurulların fazlalığı ayrı bir
problemdir. Bir ilkokul öğretmenine ceza vermeye yetkili âmir ve kurullar
şunlardır: 1 ? Okul Müdürü, 2 ? ilköğretim Müdürü, 3 ? ilköğretim Müfettişi,
4 ? Kaymakam, 5 ? Millî Eğitim Müdürü, 6 ? Vali, 7 ? Millî Eğitim
Bakanı, 8 ? ti Millî Eğitim Disiplin Kurulu, 9 ? Bakanlık Disiplin Kurulu.
Orta dereceli okul öğretmenlerinin durumu da bundan çok az farklıdır. Her
an ceza tehdidi altında olmak ve hemen her üst tarafından cezalandırılabilmek
durumunda iken öğretmenin güvenliğinden söz açmak mümkün değildir.
3 ? Kanunlardaki disiplin suçlan yuvarlak ve elâstikî hükümlerle ifade
edilmiştir. Meselâ, “Okul içinde ve dışında öğretmenlik vakarına uymıyacak
hareketlerde bulunmak” hali bir disiplin suçu sayılmıştır. Herhangi bir davranışın
bu madde ile cezalandırılması mümkündür. Davranışın öğretmenlik
449
vakarına uyup uymadığı takdire bırakılmıştır ve bizde takdir henüz keyfilikten
kurtulamamıştır.
657 sayılı kanun, disiplin suçlarını ayrı ayrı sayma usulünü de terketmiştir.
Kanunda disiplin cezalarının çeşitleri sıralanmış ve “Durumun niteliğine
ve ağırlık derecesine göre” bunlardan en uygun görülenin verilmesi
esası kabul edilmiştir. Bu konuda 124. maddedeki yetersiz bir sınırlama ile
yetinilmiştir.
Bu durumda öğretmen hangi fiillerin suç olduğunu ve bu fiillere hangi
cezaların verileceğini bilmeyecektir. Suç işlemekten kaçınmayı önliyen bu,
durum ayni zamanda ceza verecek makam ve kurulların keyfi işlemlerini de
artıracakttır. Disiplin hükümlerinin bu şekilde düzenlenmesi “fiilin işlenmesinden
önce unsurları kanunla tayin edilmiş olmıyan bir fiil suç sayılamaz”
şeklindeki ceza hukukunun ana kuralına da aykırı düşmektedir. Bu anlayış
Batı sistemlerine uygun düşse bile henüz idarenin tarafsızlığı ve hukuka
bağlılığı sağlanamamış ülkemizin şartlarına uygun düştüğü söylenemez.
4 ? Disiplin cezası vermeye yetkili âmir ve kurulların tarafsızlığı:
Yürürlükteki disiplin hükümlerine göre idare hem davacı hem de yargıç
durumundadır. İdare hem kendisine kurulmuş olan çalışma düzenine aykırı
davranıştan şikâyetçi olmakta, hem de bu şikâyeti soruşturup ceza.
vermektedir. Bu durumu tarafsızlık ilkesiyle bağdaştırmaya imkân yoktur.
İl Millî Eğitim Disiplin Kurullarının kuruluş ve işleyiş biçimi mantık
ölçülerinin dışındadır. İl Millî Eğitim Disiplin Kurulunda, İl Daimî Encümeninden
bir üyenin bulunması, öğretmenlerin Özel İdareden maaş aldıkları
devreden kalma bir hükümdür ve bugün partizan düşünceleri kurulda hâkim
kılmaktan başka hiçbir işe yaramamaktadır. Orta dereceli okul müdürlerinden
en kıdemlisinin kurul üyesi olması ise, ilk ve orta dereceli okul öğretmenlerinin
1702 sayılı kanuna tâbi olduğu dönemden kalmıştır. Sonraları
ilkokul öğretmenlerinin disiplin işleri ayrı bir kanunla -ki bu kanun 4357 sayılı
kanundur – düzenlenmiş, fakat kurul üyeliklerinde değişiklik yapılmamıştır.
İl Millî Eğitim Disiplin Kurulunda bir de öğretmen temsilcisi bulunmaktadır.
Bu temsilci il merkezinde çalışmakta olan ilkokul öğretmenlerinin kendi
aralarından iki yıl süre için seçecekleri bir öğretmendir. Disiplin Kurulu
il ve ilçelerle bütün köylerde çalışan öğretmenler hakkında karar vermeye
yetkili olduğu halde, temsilcinin sadece il merkezinde çalışmaka olan öğremenler
ararından seçilmesi de bu hükmün sözde demokratik olduğunu göstermektedir.
5 ? Çıkar yol, bağımsız disiplin mahkemelerinin kurulmasıdır. Öğretmen
ve memurun idare karşısındaki güvenliği ancak teminatlı hâkimlerden
kurulu bağımsız idarî mahkemeler eliyle sağlanabilir. İdare hem müşteki,
hem müddei, hem de yargıçlık sıfatlarını taşıdıkça tarafsız ve âdil bir disiplin
uygulamasından söz edilemez. Disiplin suçlan kanunla tanımlanmalı,
karşjlığmdaki ceza gösterilmeli ve disiplin adaleti bağımsız disiplin mahkemeleri
eliyle gerçekleştirilmelidir.
450
İdarî İşlem ve Tasarruflara İlişkin Sorunlar:
1 ? idarî İşlemlerin Kanuna Uygunluğu:
Kamu hizmetinin aksamadan yürütülebilmesi için idarenin bazı yetkilerle
donatılması zorunludur. Ancak bu yetkiler anayasaya uygun olarak kabul
edilmiş kanunlara aykırı şekilde kullanılmamalıdır. Millî Eğitim Bakanlığı,
Özellikle takdire bağlı tasarruflarla öğretmenin elinden rahat çalışma olanaklarını
almıştır. Bugün 789 sayılı kanunun 22. maddesiyle 5439 sayılı kanunun
2. maddesi öğretmenin başında Demoklesin Kılıcı gibi asılı durmaktadır.
Bir öğretim yılında iki kez üç kez görev yeri değiştirilen öğretmenle ıvardır.
Bu işlemlerin hiç birisi için kanunda yer bulmak mümkün değildir. İşlemler
her seferinde Danıştay kararlariyle tres yüz edilmekte, fakat kamu hizmetinin
selâmeti ve öğretmenin huzuru zarar görmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığınca uygulanan takdirî tasarruflarda görülen sakatlıklardan
biri de bunların büyük bir kısmından yetki saptırması halinin mevcudiyetidir.
Takdir yetkisinin kullanılması ile ilgili objektif ölçüler vardır
ve bunlardan en önemlisi tasarrufun kamu hizmetinin aksamadan yürütülmesi
amaciyle yapılmış olmasıdır. Birçok halde politik amaçlar bu amacın
yerini almakta ve “ihtiyaç” paravanasına sığınılmaktadır. Bulunduğu yerde
otuz saat ders okutmakta olan bir öğretmen “ihtiyaç” kaydiyle nakledilmekte
ve yeni görev yerinde kadro fazlası olduğunu görmektedir. Takdir yetkisi
hiçbir halde keyfiliğe izin vermez. Esasen hukuk devleti olmanın gereği de
keyfî tasarruflar yerine, kanunî tasarruflar koymayı emreder.
Devlet memurluğuna atamalarda, ilerleme ve yükselmelerde liyakat ve
eşitlik esası, nakil ve yer değiştirmelerde objektif ölçüler ve her çeşit idarî
işlemde kanuna uygunluk, hukuka bağlı ve saygılı idarenin asgarî niteliğidir.
2 ? Kanunların verdiği haklar ve görevler suç sayılamaz:
Aşağıdaki sorular soruşturma geçiren bazı öğretmenlere sorulmuş ve bu
soruşturmalar sonunda bazı idarî işlemlere girişilmiştir.
? Hangi düzeni arzu ediyorsunuz, arzu etmediğiniz düzen hangisidir?
? Türkiye’nin fakir olduğunu niçin söylediniz?
? Ramazan ayında neden çay içtiniz?
? Öğretmenler Derneği toplantısına ne sıfatla katıldınız?
Törenlerde ve anma günlerinde devrimleri, Atatürk’ü ve Cumhuriyet ilkelerini
anlatmak, Atatürk’ün sözlerinden parçalar nakletmek ve yurttaşlık
bilgisi derslerinde Anayasayı okumak zaman zaman idarî soruşturmalara
konu teşkil etmiş, idarî ve inzibatî işlemlerle öğretmenlerin mağduriyetine
sebep olmuştur. Millî Eğitim hizmetlerinde partizanlığın yeri olmamak lâzım
gelir. Halbuki uygulamada kanunların verdiği haklar ve görevler bile
suç sayılmaktadır.
451
3 ? İşlemlerde Kurnazlıklar:
Kanunen ceza sayılmamakla beraber cezadan daha ağır sonuçlar doğuran
idarî işlemlere sık sık başvurulmak suretiyle hem öğretmenin savunma
hakkı ustalıkla kısıtlanmakta hem de dolayıl yollardan cezaî sonuçlar alınmaktadır.
Bakanlık emrine alma işlemi bunun örneklerinden biridir. Bu işlem
knuna gör eceza olmayıp geçici bir tedbirden ibarettir. Uygulamada,
soruşturmanın selâmeti gerekçesiyle Bakanlık emrine ahann memur altı ay
süreyle maaşının çok az kısmını almakta ve bu süre içinde görevine iade edilmeyip
yine bu kanun hükmüne göre emekliye sevkedilmektedir. Memurun
adlî ve inzibatî takipleri lehine sonuçlandırması durumu değiştirmemektedir.
Halbuki 1961 Anayasasının 118. maddesinin memur güvenliğini sağlayan
hükmü karşısında bugün Bakanlık emrine alma yolu ile bir memurun memuriyet
statüsü ile ilişiğinin tamamen kesilmesi hukukan caiz ve mümkün değildir.
Memurlar artık ne doğrudan doğruya azil ve ne de dolaylı olarak (Baknlık
emrine alma yoluyla), savunma hakkını kullanmadan ve yarı kazaî disiplin
prosedüründen faydalanmadan, idarî yoldan görevleri ile ilişkileri tüm
kesilemez. Her halde bu kurnazlıklara bir son verilmeli ve öğretmene görevini
güvenlik içinde yürütmesinin şartlan hazırlanmalıdır.
4 ? Eğitim teşkilâtı ve öğretmenler 5442 sayılı İl idaresi kanunun şümulünden
çıkarılmalıdır. Bu suretle öğretmen kasaba politikacılarının ve
politika heevslisi idare âmirlerinin baskısından kurtarılmış olur.
Meslek Kuruluşları ile Sağlanan Güvenlik
Kamu Personeli Sendikaları
Devlet Personelinin sendika kurma hakkını 624 sayılı kanun düzenlemektedir.
Sendikaların kuruluş, yetki ve etkinliklerini düzenliyen bu kanun
Anayasamızın bu konudaki direktifine uyularak hazırlanmıştır. Üç yıllık denemelerin
ışığında bu hakkın düzenlenmesi ve kullanılmasında görülen aksaklıkları
gözden geçirmek yararlı olacaktır.
Anayasamızın 46, maddesinde çalışanların önceden izin almaksızın sendika
ve meslek birlikleri kurabilecekleri ve bunlara serbestçe üye olabilecekleri
belirtildikten sonra kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kanunla
düzenleneceği ifade edilmiştir. Bununla beraber kanun koyucunun iradesi
de bazı ölçülerle sınırlanmış bulunmaktadır.
a) Anayasa kamu görevlilerine sendika adı altında meslek birlikleri kurma
hakkım tanıdığına göre kurulacak meslek birliklerinin sendikalara özgü
özellikleri taşıması imkânını da tanımış demektir. Aksi halde kurulacak
meslek birlikleri sendika adını taşısa bile gerçekte sendika sayılamaz. Böylece
kanun koyucu sendika hakkım düzenlerken, bilimsel olarak sendikalarda
bulunması gerekli özellikleri kanuna koymak ve kurulacak meslek birliklerinin
sendika şeklinde oluşmasını sağlamak zorundadır.
b) Bir hakkın düzenlenmesinde kanun koyucunun uyması gereken genel
sımr Anayasanın 11. maddesinde gösterilmiştir. Her ne bahane ile olur-
452
sa olsun bir hakkın özüne dokunulamıyacağı şeklindeki sınırlama kamu personeli
sendikaları için de söz konusudur. Binaenaleyh sendika hakkını düzenliyen
bir kanun, hakkın özüne dokunacak sınırlamalar getirmek değil bu
hakkın kullanılışı ile ilgili uygun şartlan hazırlamak durumundadır.
Sendika Hakkı Grev Hakkım da içerir
Grevsiz sendika olamaz. Bu bakımdan grev hakkı olmaksızın, kurulan
sendikalar bu adı taşısalar bile biçimsel örgüt olmaktan öteye geçemezler.
Personel örgütleri gerçek sendikal savaş verebilmeleri için önce grev silâhını
elde etmek zorundadırlar.
Anayasa metninde devlet memurlarının grev yapıp yapamıyacaklan hakkında
bir hüküm mevcut değildir. Ancak gerekçe ve meclis tutanakları incelendiğinde
bu hakkın tanınmak istenmediği anlaşılmaktadır. Bundan başka
657 sayılı devlet memurları kanunu ile 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları
Kanununda memurlann grev yapamıyacağı hakkında açık hükümler yer
almaktadır. Bu şartlar altında devlet memurlarına ve onlann sendikal örgütlerine
grev hakkı tanınması bir anayasa sorunu olarak çözümü uzun vadeli
bir hedeftir.
Devlet Personeli Sendikaları Kanunu Hazırlanırken Yanlış Ölçüler
Kullanılmıştır.
624 sayılı kanunun gerekçesinde, bu kanun hazırlanırken şu amaçların
gerçekleştirilmek istendiği belirtilmektedir:
a) Anayasaya göre bütün çalışanların meslekten doğan hak ve menfaatlerini
korumak üzere serbestçe kuracaklan teşekküllere muvazi olarak
Kamu hizmeti görevlilerinin bu alandaki hakkını düzenlemek.
b) Kamu hizmeti görevlilerinin hak ve menfaatlerini düzenler ve korur
iken devlet hizmetinin de elbirliği ile daha verimli hale gelmesini sağlamak.
c) Kamu hizmeti görevlilerinin meslekten doğan müşterek hak ve menfâatlerini
demokratik esaslara göre korumalarına imkân verirken bu teşekkülleri
türlü tesirlerden bilhassa uzak tutmak ve demokrasinin temel ilkesi
olan idarenin tarafsızlığı prensiplerini her hal ve kârda zedelemeden
sakınmak.
Bu amaçlar sendika hakkı ile yakından ilgili olmadığından sendika hakkını
düzenliyen bir kanunla bu amaçlan gerçekleştirmeye çalışmak ve bu nedenlerle
bazı sınırlamalar getirmek kanunu asıl amacından saptırmıştır.
Çünkü:
1 ? Sendikalar birer idarî ünite olmadığından devlet hizmetinin daha
verimli hale getirilmesi ve idarenin tarafsızlığının sağlanması sendikalar
aracılığı ile gerçekleştirilemez.
2 ? Sendikalar demokratik yapının temel unsurlarından biridir. Demokratik
düzenin korunması sendika özgürlüğünün sınırlandırılmasıyla değil
iyi düzenlemesiyle sağlanabilir. Sendika kurmak personel için bir hak olduğuna
göre, sınırlama bu hakkın kullanılması ile ilgili olmalıdır. Sendika-
453
laiin anayasa düzenine aykırı davranabileceği ihtimaline karşı hakkın özüne
dokunan yasaklar koymak bizzat anayasaya ve anayasa düzenine aykırı düşer.
Kanundaki Eksiklikler:
1 ? Sendikaların gerçek sendikal eylemlerde bulunabilmeleri ancak sendika
yöneticilerine güvenlik sağlamak suretiyle gerçekleştirilebilir. Yönetici
güvenliği sağlanmadıkça sendikalar her türlü idarî baskının muhatabı oimaktan
kurtulamıyacaklardır. Kanuna bu konuda gerekli ve yeterli hükümler
konmalıdır. . ?? ı
2 ? Belirli sayıda sendika yöneticisinin, yöneticiliği süresince izinli sayılması
zorunludur.
3 ? Kamu Personeli Sendikalarının memur statüsünün düzenlenmesi
ile ilgili konularda söz sahibi kılınması gerekliidr. Bu yolla toplu sözleşme
yapılamamsından doğan eksiklikler giderilebilir.
Sınırlamalar:
a) Kanunun Kapsamı Bakımından Yapılan Sınırlamalar:
1 ?? Özel kanun ve yönetmeliklere göre kamu hizmeti görmekte olan
personel ile muvakkat personele sendika kurma ve sendikalara girme imkânı
tanınmamıştır. Bu personel 274 sayılı kanuna göre de sendika kuramadığından
hiç değilse 624 sayılı kanun kapsamına alınmalıdır.
2 ? 624 sayılı kanunun 7. maddesinde sayılan kamu personeline sendika
kurma ve sendikaya girme hakkı tanınmamıştır. Bu personelden bazı hizmet
dallarında bulunanların, örneğin Dışişleri Bakanlığı memurlarının bu
haktan yoksun bırakılışı hiçbir gerekçe ile izah edilemez.
b) Sendikal eylemler bakımından sınırlamalar:
1 ? 624 sayılı kanunun 13. maddesinde sendikaların yapacağı faaliyetleı
sayılmıştır. Böylece kanun sendikaların faaliyet alanını sınırlamış bulun
maktadır. Bu faaliyetler incelendiğinde sendikaların derneklerden çok fark!1
olmadığı anlaşılır. Halbuki sendikalar dernekler gibi tek amaçlı kuruluşla*
olmayıp bir mücadele organıdırlar. Faaliyet alanlarının da bu amacı ger
çekleştirecek şekilde düzenlemek zorunludur.
2 ? Yasak faaliyetleri gösteren 14. maddedeki hükümlerin bazıları açık
hktan yoksundur. Örneğin siyasî faaliyet yasaklanmıştır, fakat siyasî faali
yetin tanımı yapılmamıştır. Açık yer toplantıları ve gösteri yürüyüşü yapıl
masını yasaklıyan hüküm anayasaya aykırıdır. Dış kaynaklardan yardım kabul
etme ve milletlerarası teşekküllere katılmada Bakanlar Kurulu iznini
şart koşan hükümler gereksiz kısıtlamalar getirmektedir.
c) Mücadele Araçları Bakımından Sınırlamalar:
Denilebilir ki 624 sayılı kanunla sendikal mücadele araçları sendikaların
elinden özellikle alınmıştır. Bugünkü haliyle sendikalar üyeleri adına bir takım
dileklerde bulunma hakkına sahip olup, yerine getirilmemesi halinde
yapabileceği çok az şey vardır. Bu eksiklik sebebiyle grev, toplantı ve gösteri
yürüyüşü ve temsil haklarının önemine bir kere daha dikkati çekmek isteriz.
454
Sonuç olarak. 624 sayılı kanun güçsüz ve yetersiz sendikalar kurulmasına
yol açmıştır. Memurlardan itaat ve boynu eğiklik bekleyen idare, onu
mücadelenin silâhlarından yoksun bırakmak suretiyle bu durumu sürdürmek
istemiştir. Sendikaların, işverenle eşit koşullar içinde mücadelesini yürütebilmesi
halinde gerçek bir sendika hak ve özgürlüğünden söz edilebilecektir.
BİLDİRİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR
Nevzat HELVACI “Öğretmenin Geçim ve Güvenliği” konulu M. Şevki
ÖCAL ile birlikte hazırladıkları bildiriyi okudu. Tartışmaya geçildi:
Tartışmada öğretmenlik fonksiyonu üzerinde duruldu. Bir doktorun
reçetesini nasıl hekim olmayan bir vekil yazamazsa, bir hâkimin kararım
nasıl hukukçu olmayan vekili veremezse öğretmenlik formasyonu olmayan
bir kişinin de sınıfa girip ders verememesi gerekir. Bunun için Şûra bir karar
almalıdır” denildi :
“? Öğretmenlik bir meslektir. Bir sanattır. Onu ancak bu meslek, bu
sanat için özellikle yetiştirilmiş elemanlar yapar. Ayrıca öğretmenlik meslek
ve sanatının ulusal bir niteliği vardır. Bir ulusun yarınlarını omuzlayacak
gençleri ancak o ulusun kaderine kendi kaderini bağlayan kişiler hazırlayabilir,
yetiştirebilirler. Bu kutsal göreve yabancıların ortak edildiği
görülmemiştir. Ne yazık ki bizim bugünkü durumumuz çok acıdır. Barış
gönüllüleri adı altında birer CÎA ajanı, birer casus olduklarına hiç kuşkumuz
olmayan Amerikalılar sınıflarımıza girmekte, toplum yaşantımıza
burunlarını sokmaktadırlar. Bu onur kırıcı tutuma mutlaka bir son verilmelidir.
Bir başka noktayı göz önünde bulundurmak gereklidir. İlkokul müfredat
programının felsefesi çocukları hayata hazırlamaktır. Çocuk ortaokula
geçtiği zaman, işin rengi değişiyor. Çocuk örümceğin ağını, yada sineğin
kanadını çizemedi diye sınıfta kalır, hattâ belgelenir.
Sanat okullarında okuyan çocuklar mezun olduktan sonra, yetiştiği
iş dalında çalışmaz, şu yada bu dairede kâtip olur. Bu sonucu Kız Sanat
Enstitüsünden çıkanlar içinde de görürüz. Gençlerimiz kendi ülkelerinde
iş bulamazlar, Almanya’ya giderler. Şûra bu durumu açıkça ortaya koymalıdır.”
Cihat ARIKAN öğretmenlerin gruplaşması konusuna değindi.
, “? Öğretmen arkadaşlarımızı üç gruba ayırmak mümkündür: Bir grubu
TÖS üyesi; devrimci ülkücü arkadaşlar. Bu arkadaşların eğitime katkıları
cidden zorludur, ihmal edilmiş bir halkı uyarmak için hiçbir çabadan
geri kalmamaktadırlar. İkinci grubu nemelazımcılar teşkil eder. Bunlar
bir örgüt içinde. olmanın gücünü ve etkinliğini anlamamış görünmektedirler.
Çekimser dururlar. Bunların eğitim çabalarının güçlü olması bek-
455
lenemez. Üçüncü grupta kendilerine milliyetçi diyen öğretmenleri görüyoruz.
Bunlar arkalarım egemen sınıfa dayamışlardır. Zevkleri ve paşa gö’
nülleri nereyi çekiyorsa orada vakit geçirirler. Görevlerini şöyle böyle ya*-
parlar.
Bugün Türk köyü 20 yıl önceki köy değildir. Bugün köyde bir kıpırdama
başlamıştır. Yazık ki bu kıpırdama olumsuz yöndedir. Öğretmenliğimin
ilk yıllarında köy kahvesine girdiğimde saygı ile karşılanırdım. Bugün öyle
değil durum. Kahveye girdiğim zaman 20 yıllık dostlarım bile beni görmemezlikten
geliyorlar. Dünkü gibi başarılı çalışamıyorum. Çocuklarda da
bir ezilmişlik, bir yılgınlık görülmektedir. Bu olumsuz durumun nedenlerini
iyi görmeliyiz. Başta köylere kadar ısrarla yayılan gerici gazeteler,
mollaların, hocaların camilerdeki vaazları buna sebep olmaktadır. Bununla
beraber köy öğretmeninin devrimci uyarma çalışmaları, kelle koltukta
devam etmektedir ve devam edecektir.”
Adem YILDIZKAN, öğretmenler üzerindeki siyasi baskılardan yakındı
ve halka dönük bir eğitimin ne suretle gerçekleşebileceğini anlattı.
Behzat AY öğretmen güvenliğinin gereğince sağlanmasının, öğretmen
geçiminin Anayasa çizgisinde bir düzeye çıkarılmasının gerçek bir mücadele
ile başarılabileceğini belirterek şöyle devam etti:
“? Sendikacılıkta dilemek* dilenmek yoktur. İstemek ve direnmek vardır.
Eğer istemiyorsak, eğer direnmiyorsak hakkımızı alamayız. Sendikacılığın
kapsamında “grev” hakkı vardır. Ama kamu personeli sendikaları için
bu hak yasaklanmıştır. Anayasanın 28. maddesi, “Herkes önceden izin almaksızın,
silâhsız ve saldırısız toplanma veya gösteri yürüyüşü yapma hakkına
sahiptir” dediği halde, 624 sayılı kanun bu hakkı elimizden almakta
ve Anayasaya açıkça karşı çıkmaktdır. Ne acıdır ki Anayasayı savunduklarını
haykınp duran siyasi prtilerden hiçbiri bu açık haksızlık nedeniyle
Anayasa Mahkemesine başvurmamışlardır.
Bu hüküm işveren karşısında iş yapanların elini ayağını bağlamıştır.
Bu yüzden biz tam anlamıyla bir baskı grubu olamayız. Ve bu yüzden
biz, devlet adına bize işveren Millî Eğitim Bakanlığına karşı etkili bir mücadele
yapamıyoruz. Bir çok devrimci üyelerimiz bu yüzden kıyıma uğramaktadırlar.
Bu engizisyona Sendikamız engel olamamaktadır.
Peki ne yapaacğız? Sendikacılığı, tarihi gelişimine uygun ve bugünkü
durumun gerektirdiği silâhlarla donatmak için çetin bir savaşa girişeceğiz.
Direneceğiz. Direnme de küçük boykotlarla başlayacak. En sonunda Sendikacılık
kavramının içinde bulunan bütün hakları elde edeceğiz. Bunun yavaş
yavaş eyleme geçen bir gelişme gereği olduğunu ilkönce kendimiz kabul
edeceğiz, sonra da karşımızdakilere kabul ettireceğiz. Bunun için koşullar
uygundur. Meyveler olgunlaştı. Ağacı artık sallayabiliriz. Stratejimiz direnmektir.
Taktiğimiz Anayasacı olmaktır. Anayasadan yana bütün devrimci
güçler, işçiler, gençler bizim yariımızdadır, bizimle beraberdir. Savaşımız
halk ve hak savaşıdır.”
456
Bundan sonra Prof. Dr. Muammer AKSOY ve 14 arkadaşı bir önerge
verdi. Öğretmen güvenliğinin, bu yoldan Anayasa hükümlerinin hiçe sayıldığını
açıklayan önergede şöyle deniliyordu:
“Anayasa ilkelerine ve kanunlara bağlı kalarak partizanlık yapmayı red
deden öğretmenlerin, iktidarca cezalandırıldığı Danıştay kararlarıyla sabit
oldukça, tarafsız idarenin bekçisi olması gereken Cumhurbaşkanının, öğret
menin güvenliğini yok eden ve tarafsız idare esasım baltalayan bu gibi baskılardan
kaçınması yolunda en kesin uyarmalarda bulunması Devrimci Eğitim
Şûrası’nm dileğidir.
Memleketçi (Atatürk’çü) öğretmenler lehine verilmiş olan Danıştay kararlarının
uygulanmamasından Millî Eğitim Bakanlığının (doğrudan doğruya
veya dolanlı olarak) kaçınması ise, Anayasa’nın en önemli direklerinin
çökertilmesi anlamına geldiğinden, Mahkeme > kararını hiçe sayan ve böylece
Hukuk Devleti ilkesini tanımayan bir iktidara karşı, Cumhurbaşkanının, yeminine
ve ödevlerine sadık kalarak bütün yetki ve olanaklarını kullanmak
suretiyle gerekli her adımı atması, onun kaçınılmaz ödevidir. Devrimci Eğitim
Şûrası, bu adımları tezelden atması amacıyla Sayın Cumhurbaşkanına
yazılı ve sözlü olarak (bir heyet halinde) başvurulmasını ve Anayasaya zıt
olan bu duruma son verdirecek çabalar esirgendiği takdirde, kendisi için istifa
etme zorunluğunun belirtilmesini karar altına alır.”
Bildiriyi hazırlayanlardan Nevzat HELVACI, eleştiricilere karşılık vermek
üzere kürsüye geldi ve özetle şu konuşmayı yaptı:
“Öğretmenlik her meslekten daha çok nitelikler isteyen bir meslektir
Öğretmen yarının insanını yetiştirecektir, yetiştireceği insana bir dünya gö
riişü kazandırmak zorundadır. Şûramızda çok isabetli olarak ‘devrim için
eğitim” ilkesi kabul edilmiştir. Bu sloganın da ifade ettiği gibi, öğretmenin
işi bugünün ve yarının koşullarına göre, ulusal çıkar ve emekçi sınıf yararına
davranış gösterecek devrimci, uyanık ve yönü ileriye dönük insan yetiştirmektir.
Çünkü devrimci eylem devrimci düşünce ile başlar. Bu nitelikte
insan yetiştirecek kişi elbette niteliksiz biri olamaz. Bu nedenle arkadaşlarımızın,
öğretmen yetiştirme konusunda, titizlik isteyen görüşlerine katılmamak
mümkün değildir.
Ancak şu noktayı unutmamak gerekir ki, bugün içinden geldiği sınıfın
devrimci düşüncesine sahip çıkan öğretmen, kurduğu örgütle birlikte düşünce
özgürlüğünün, öğrenme ve öğretme özgürlüğünün savaşını yapmaktadır.
Öğretmenin okuduğu kitaptan dolayı soruşturmaya uğradığı yerde öncelik
kazanan sorun budur. Bu savaşın kazanılması ve diğer sorunların çözümlenmesi
herşeyden önce belli bir bilinç içinde örgütlenmek ve kişisel mücadelenin
yerine örgütsel mücadeleyi koymakla olur. Bugün öğretmenin neyi öğreteceğini
emperyalistler ve onların içerdeki ortakları tâyin etmektedirler.
Halbuki öğrenme ve öğretme özgürlüğünün sadece bir Anayasa cümlesi olmaktan
öte bir anlamı vardır.
Anayasa’mızm 45. maddesi “Devlet çalışanların yaptıkları işe uygun ve
insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlamalarına elverişli ada-
457
letli bir ücret elde etmeleri için gerekli tedbirleri alır.” demektedir. Öğretmenlere
ödenen ücretin bu seviyenin çok altında olduğunu bilmeyenimiz
yoktur. Buna rağmen bu az gelişmiş ülkenin öğretmeni bütçe oyunlarıyla
diğer vatandaşlardan farklı bir gelir elde etmek gibi bencil bir arzu ve uygulamanın
takipçisi olamaz. Bu koşullar’içinde öğretmene verilecek her kuruş
para yoksul vatandaşın zaten kifayetsiz olan nafakasını azaltacaktır. Fakat
öğretmen -şunu da bilmelidir ki, bu ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynakları
öğretmene özlediği refahı sağlayacak zenginliktedir. Ancak bu refahın sağlanması
her çeşit sömürünün sona erdiği gerçekten toplum yararına işleyen
bir ekonomik düzen kurulmasıyla mümkündür. Bu noktada öğretmenin ekonomik
sorunu, toplumumuzun ezilen ve sömürülen sınıflarının sorunlarıyla birleşmekte
ve özdeşleşmektedir. Öğretmen ancak bu sınıfların bilincine ulaşmasındaki
başarısıyla kendi sorununu da çözümlemiş olacaktır. Çünkü tek basma
bir öğretmen sorunu yoktur, onun sorunu Türkiye’nin genel sorunu içinde
bir parçadır. Bu nedenlerle öğretmenin ve onun devrimci örgütünün mücadelesi
bu yöne dönük olmalıdır. Öğretmenin geçim ve güvenliği de bu anlayış
içinde ele alınmak zorundadır.
458
BİLDİRİ :
ÖĞRETMENLERİN ÖRGÜTLENMESİ
Bildiriyi sunan:
Kemal SÜLKER
Devrimci işçi Sendikaları Konfederasyonu
Genel Sekreteri
? I ?
İşçilerden sonra kamu hizmetlilerinin ve devlet memurlarının örgütlenmeye
geçmesi üzerine örgütlenme biçimi üzerinde geniş tartışmalar yapılmaya
başlandı. 1946’da yeniden işçi sendikası kurulması olayından bu yana hâlâ
işçilerin bile karmaşık örgütler içinde bocalamaları, hâlâ büyük çoğunluğuyla
örgütlenme biçiminde anlaşamamaları bir gerçektir. Böyle olduğu için
öğretmenlerin örgütlenmesi konusunda değişik görüşlerin ortaya atılmasını
olağan karşılamamız gerekir.
Bunu böylece saptadıktan sonra öğretmenlerin nasıl bir örgütlenme modeli
seçmelerini öngördüğümü açıklayabilmek için kendileri gibi düşündüğüm
fikir arkadaşlarımın birleştikleri bazı gerçekleri hatırlatmam ve bilgilerimizi
tazelemeye fırsat vermem benim için önemli bir ödevdir.
? II ?
Öğretmenler, bir kısım Batı_ ülkelerinde “işçi sendikası” gibi sendikalar
kurmuş ve işçi sendikalannın katıldıkları üst kurullara katılmışlardır. Bizde
ise öğretmen henüz fikir işçisi değil, devlet memurudur. Bu nedenle de memur
sendikaları için çıkarılmış yasalara bağlı bulunmaktadır. Unutmamak
gerekir ki sosyal sınıflar gerçeğini yönetici kadroların görmeye başlaması
bizde Batıdan çok sonra olmuştur. / Onun için memurların hele öğretmenlerin
üretim ve mübadele araçları mülkiyetinden tüm yoksun bulunmaları,
onları sömürülenler arasına sokmakta, fakat artı – değer yaratmamaları
nedeniyle kendilerini işçi sınıfı’ndan saymaya pek imkân görülmemektedir.
Ancak özellikle geri bırakılmış toplumlarda olduğu gibi Türkiye’de de
memurlar, doktorlar, mühendisler ve daha çok öğretmenler içinde sayılan
on binleri aşan insan, emekçilerin dâvası yanında cesaretle mücadele vermektedir.
Aydınlarımızın emekçi sınıfının sömürüsüne karşı cesaretle çıkmakta
bulunmaları, aynca işgücünü satarak geçinmek zorunda olduklann;
459
da hatırdan çıkarmayarak bir değerlendirme yapacak olursak öğretmenlerimizi
işçi sınıfına çok yakın bulmak zorundayız. Ancak öğretmenleri “işçi
sınıfı” mn bir parçası saymaya herhalde bilimsel düşünce cevaz vermez.
Yalnız şunu biribiriyle karıştırmamakta yarar vardır:
Örgütlenme açısından öğretmenleri işçilerin örgütlenme statüsüne bağlamak
ve işçi örgütlerinin üst kuruluşlarında (bir konfederasyon içinde) aynı
amaçlar etrafında çalışmak başka şeydir, öğretmenleri, dolayısiyle de memurları,
mühendisleri, yüksek kademe yöneticilerini “işçi sınıfı” içinde saymaya
yanaşmamak başka şeydir.
? III ?
Sosyal sınıfların varlığı karşısında öğretmenleri, yada öğretmenlerin
yaptığı “iş” i bir alt yapı kurumuna bağlamak acaba mümkün müdür? Son
zamanlarda böyle deyimlerin çıkması, artık bilimsel açıdan çoktan çözümlenmiş
sorunlara dönmek, vakit kaybetmek olur kanısındayım. Bana
göre, eğitim kurumları birer üst yapı kurumlarıdır ve öğretmenlerin eğitimde
devrim yapabilmeleri üretim araçları ve mübadele vasıtaları üzerindeki
mülkiyetin değişmesine bağlıdır. Bu değişiklik, hiç şüphesiz siyasî iktidarın
el değiştirmesiyle sağlanır. Buradaki “el değiştirme” nin aynı sınıfların çıkarlarını
savunan burjuva partilerinden birinin yerine ötekinin geçmesi değil,
burjuva sınıfı yerine emekçi sınıfının iktidara gelmesi kastedilmiştir.
Böyle bir iktidar değişikliğini demokratik yoldan başarmada elbette işçi sınıfının
gücü tek başına yeterli olmamaktadır. Köylüleri kazanmak kadar, aydm
tabakayı, bizde ise özellikle öğretmenleri, küçük memurları, zanaatkarları
aynı safta toplamak zorunludur. Çünkü patron karşısında (devlet kapısında)
emeğini satan işçinin sömürülmesi gibi, öğretmen de, küçük memur
da emeğini satarak aylık almakta ve elbette sömürülmektedir. Bu sömürülme
işçi sınıfı ile memurları birleştiren, aynı cephede mücadele etmelerine
yol açan önemli bir etkendir. Ne varki.memurları “işçi” saymak ve sömürülen
kitleler arasında hiç bir ayırım gözetmemek yolu seçilirse o zaman işçi
sınıfının devrimci öncülüğü içinden çökertilmiş olacaktır. Ama, hiç bir zaman
öğretmenleri “kişi olarak” noksan, devrimci özü eksik saymak doğru
olmadığı gibi, işçi sınıfını, sayıca çokluğu bakımından da öncü saymak, ona
birtakım ayrıcalıklar tanımak gerektiğini savunmak da doğru değildir. Zaten
işçi sınıfının en son amacı -hepimizce çok iyi bilindiği gibi- bütün insanlığın
çıkarım birleştirmek, bütün insanların her alanda hür ve bağımsız
yaşamasını sağlamak, kafa ve kol emeği ayırımım kaldırarak emeğin sömürüsüne
son vermektir. Sosyal eşitsizliğin ortadan kalkmış olduğu, sömürüye
son verildiği, insanın insana kulluğuna paydos denildiği bir dünyanın yaratılmasında
işçi sınıfının devrimci ve demokratik öncülüğü etrafında öğretmenlerin
yer alması, bu amacın gerçekleşmesini kolaylaştırmakta üstün ve
yararlı bir yanı vardır. O da, kendisine bir şey öğretene karşı sonsuz saygı
duyan köylü kardeşlerimizin daha kolaylıkla bilinçlenmesine yardım etmesidir.
Öğretmenler, toplumcu kampta yer alınca, memleketimizin en çok sömürülen
emekçi kitlesi köylü emekçilerinin gözbağlarınm çözülmesi daha kolay-
460
laşır. Köylülerin daha çabuk bilinçlenmesi, emeğin zahmetini çeken en genç
sınıf olan işçi sınıfının insanlığı kurtarması çabalarının verimini arttıracak-
. tır. Öğretmenlere bu önemli görevleri açısından bakmak, onların, eğitim eylemini
nasıl anlamamız gerektiğini de bize gösterir.
? IV ?
Eğitimin amacı ne olmalıdır, geri bırakılmış Türkiye’mizde?
Herhalde bu soruya bütün sömürülen ve geri bırakılan ülkelerin uyanmış
toplumcuları birbirine yakın, hattâ birbirine eş cevaplar verirler. Kendileriyle
fikir birliği ettiğim insanlarla, yukarıdaki soruyu şöyle cevaplandırmaktayız
:
Eğitimin amacı:
a) Olayları objektif ve akla uygun ölçülerle değerlendirmeyi başarmalı,
b.) Sosyal dayanışma gergine inandırmak,
c) Uygarlıktan tüm toplumun yararlanması gerektiğini kabul ettirmeli,
d) Herkesin özgürce düşünebilmesini, ıbasmakaljipçı yerine her olayı
ve her görüşü bağımsızca eleştirici bir değer yargısına vardıncı yolu
açmalı,
e) Nihayet, toplumumuzda sosyal sınıflar arasında gittikçe derinleşen
eşitsizliğin, ekonomik bağımlılığın bilimsel nedenlerini, köklerini
gösterecek bir metod uygulamalıdır.
Bu amaçların izlenmesi, nüfusumuzun büyük çoğunluğunu teşkil eden
köy ve şehir emekçilerinin, yurt işlerinde söz ve karar sahibi olmalarının
demokratik yoldan başarılmasını kolaylaştıracaktır. Yukarıda da söz ettiğim
gibi, eğitim ordumuzun toplumcu bîr anlayışı yerleştirmede ve toplumcu
bir düzeni gerçekleştirmede büyük görevi vardır. Her ulusun kendi toplumcu
düzenini kurarken, toplumcu felsefenin temel ilkelerine bağlı kalmakla
beraber, asıl kendi ulusunun gerçeklerine yer vermesi ve kendi emekçilerinin
inanlı çabasıyla ve bağımsız bir eylem ve örgüt içinde uğraşılarını sürdürmesi
gerektiği öğretmenlerce de geniş kitlelere anlatılmalıdır. Türk ulusunun
bağımsızlığı ve Türkiye Cumhuriyetinin hükümranlığının önde gelen
ortak inancımız oluşunda hiç bir tereddürümüz bulunmadan belirtmek gereklidir
ki toplumcu bir düzenin kurulmasında işçiler kadar öğretmenlerin
-de sayılmayacak kadar çok yaran vardır. Öğretmenler, kolaylıkla kafalarımıza
şunu yerleştirebilirler:
Toplumcu düzenimizin kurulması yolunda canla başla çalışırken uluslararası
ilişkilerde tam bağımsızlık, toplumcu uluslarla tam eşitlik içinde
dayanışma gözetilmelidir. Toplumcu felsefenin ve toplumcu ahlâkın süregelen
öğretilerinden yararlanırken herşeyden önce toplumcu kültür ürünlerimizin
de kendi ulusal kaynaklarımızdan yararlanması öncelikle gözetilmelidir.
Ve öğretmenlerin; özgürlüğün, bağımsızlığın, insan kişiliğinin gelişmesi
gereklerinin neler olduğunu en iyi bilen insanlar olması nedeniyle bu toplumcu
uğraşıda işçi sınıfının yanında yer alması kadar doğal bir şey yoktur.
461
Görüşlerimin fikir yapısını ve hareket noktalarını kısaca özetledikten
sonra şu konuya geçebiliriz:
Öğretmenlerin örgütlenmesi nasıl olmalıdır?
Bunu cevaplandırmadan önce şu gerçeşi hatırlamalıyız:
Örgütler amaç değil, araçtırlar. Hangi amacın gerçekleşmesine -açık,
yada çıkarlarımızı örtecek sahte amaçlar- çalışıyorsak, ona göre örgüt kurarız
ve o örgütün iç yapısını ona göre ayarlarız. Bu arada kendi bilincimizin de
bu örgütlenme yapısı üstünde hatırısayıhr ağırlığı bulunmaktadır. Hele yasaların
örgütlenme özgürlüğünü ne dereceye kadar tanımış olması, hiç unutulmayacak
bir etkendir örgütlenmede.
İşçi hareketleri tarihinde çok önemli bir yeri olan 28 Eylül 1864’teki
Saint Martin’s Hail toplantısı (İngiltere’deki mitingin neden ve sonuçlarına
geçmeyeceğim) İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa’daki
işçi hareketlerinin ve sınıf bilincinin aynı olmadığını göstermiştir. Bu neden
le de bu memleketlerdeki işçilerin ve öteki emekçilerin örgütlenme yapılan
birbirine benzememekteydi. Nitkim bugün de (1968 dünyasında) İngiltere,
Amerika, Fransa, Almanya, İsrail,’ Doğu bloku memleketleri, İtalya, İspanya,
Türkiye v.s. memleketlerdeki sendikalaşma tipi ve yönü ve de amacı
(yalcın amacı kadar uzak amacı da) gerçekleştirme aynı yolu seçmemektedirler.
Bir işyerinin ana üretim cinsi gözönünde tutularak o işyerindeki bütün
işçiler (ana üretimi tekstil kabul etsek; dokumacılar, elektrikçiler, marangozlar,
sosyal hizmetlerde çalıştırılanlar, ambalâjcılar v.s.) aynı işkolu sendikasına
yazılabilirler. Fakat bazı memleketlerde bir fabrikanın çeşitli işlerinde
çalışanlar kendi aralarında da ayrı sendikalar kurmayı gerekli görebilmektedir.
Yâni bir işyerinde altı-yedi sendikaya yazılı işçiler bulunmaktadır.
Bazı memleektlerde işkolu 16’ya kadar düşürülmüştür. Bu sayı bazı
memleketlerde çok arttırılmıştır. Bazı memleketlerde müstakil sendikaların
kurdukları federasyonlara itibar edilmektedir. Bazılarında şubesi ve lokal
leri olan millî sendikalar el üstündedir. Bazı memleketlerde sendikalarla siyasî
partiler arasında organik bağlar vardır. Bazılarında böyle bir bağdan
kaçmılmakta, bazılarında yasaklanmış bulunmaktadır. Bazı memleketlerde
işçi sendikaları (öğretmen sendikaları da) üyelerinden siyasî parti aidatı
(ödentisi) kesebilmektedir, bazı memleketlerde bu yasaklanmıştır, bazılarında
sendikanın anlayışına bağlıdır. Bazı memleketlerde sosyalist partilerin
kurulması serbesttir, bazılarında yasaktır, bazılarında serbest mi, yasak mı
olduğu bir Anayasa tartışması gibi zaman zaman ortaya atılmaktadır. Bütün
bu politik gerçekleri işçilerin örgütlenmesi ve haklarını alması açısından
büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle siyasî partiler konusuna bu kadarcık
değinmekle yetiniyorum. Örgütlenme tipini saptamadan önce Türkiye’-
deki örgütlenmenin geçirdiği evrelere ve örgütlenmede karşılaşılan güçlüklere
ve engellemelere pek kısa çizgilerle işaret etmeliyim ki, önereceğim örgütlenme
tipinin geçerliğini anlatmaya çalışabileyim.
462
_ VI ?
İşçilerin sendikalar içinde örgütlenmesi, kapitalist düzenin sömürüsü
karşısında mücadele birliğini sağlamak nedeninden doğmutşur. Bu bakımdan
kapitalist sömürünün bulunmadığı yerdeki sendika tipleriyle kapitalist sömürünün
o ülkede ve ülkedeki egemen sınıfların uluslararası ekonomik faaliyetlerde
sürdürdüğü sömürü çapma göre sendika tipi ve anlayışı değişmektedir.
Ülkenin yönetiminde bulunan sınıflara göre değişik sendika tipinin bulunması
ve bu sendikaların başka başka fonksiyonlar yapagelmeleri nedeni
bundandır. Amerikan sendikacılıgıyla, İngiliz sendikacılığı, Alman sendikacılığıyla
İsrail sendikacılığı, İsveç sendikacılıgıyla, Sovyet sendikacılığının
farklı oluşu hem egemen sınıfların farklı oluşundan, hem de geçirdikleri
soyal mücadelenin ayrı ayrı safhalardan geçmesinden ötürüdür. “Sendikacılık
her şeye yeter” anlayışının bulunduğu ülkede işçi sınıfının üst tabakaları
çok doyurulmuş ve sınıf bilinci çok törpülenmiş demektir. Zira “sendika
her şeye yeterlidir” inancında olanlar, kapitalist toplum düzenindeki
mütemadi işçi-işveren çekişmesinin sürmesinden yanadırlar ve o düzenin
işçi sınıfı yararına değiştirilmesinden zarar göreceklerin eğitimi ve öğretisine
bağlanmışlardır. Sendikacılık her şeye yeter, diyenler partilerin görevlerini
unutmakta ve zaman zaman siyasî partilere akıl verme hevesiyle böbürlenmekte,
sınıf gerçeğine inanmadıkları için “bütün partiler filân noktada
birleşmelidirler” gibi geri zekâlı konuşmalar ve demeçler vermektedirler.
Toplumun sosyal ve ekonomik mücadelesini ve çeşitli meslek gruplarının
kendi durumlarından çok toplumun ilerlemesi yolundaki çabalarını o
ülkede yasaklanmış bir anlayışa veya uygulamaya bağlamakta ısrar etmektedirler.
Bu tutum, çeşitli partilere ayrılmış işçilerle o anlayıştaki sendikacılar
arasında daimî bir çatışma yaratarak işçi sınıfının birliğini ağır şekilde
zedelemektedir. Bu görüşün yanlışlığı Sovyet Devrimiyle temelinden yıkılmıştır.
Hatta sosyalist devrimin başarıya ulaşmasının birinci günü işçi ve
köylü sınıfı ittifakının canlı bir sembolü olarak Svedlov’un devlet başkam
olması, sendikacılığın herşeye yettiği inancında olanların yanılgısını ortaya
koymuş ve artık Avrupa’da bu görüş iflâs etmişti. Şimdi Türkiye’de bu
müflis anlayışın biçare varisleri türemiş, yada türemektedir. Özellikle Fransa’da
Charte D’Amiens’in yol açtığı sakat görüşe sarılanlar, işçi sınıfının müt
tefikleriyle iktidara gelebileceği ispatlandıktan sonra içtenlikle hatalarını
açıkladılar ve şu inanca sarıldılar:
İşçi sınıfı tek başına döğüşemez. Tarım işçileriyle, çiftçilerle, küçük esnaflarla,
zanaatkarlarla, aydınlarla »kapitalizmin egemenliği altmda sömürülen
ve bu sömürülmenin bilincine varan serbest meslek sahipleriyle ittifaîc
halinde çalışması insan özgürlüğüne saygılı bir düzenin kurulup sömürüye
kapalı ışıklı bir dünyaya kavuşmak için şarttır.
Bu inanç Fransız sendikacılarını “sınıf mücadelesinin içinde kesinlikle
ve cesaretle yer alabilecek politik örgütlerle fikir birliği yapmayı kabul etmekte
birleştirdi. Ve 1920’de Tours’da yapılan Sosyalist Partisi Kongresi,
Enternasyonale katılma kararım verdi.
463
Artık yalnız Fransız sendikacılarının değil Kıta Avrupası sendikacılığının
şiarı şu olmuştu:
Bütün partilerin “üstünde” özel bîr yer alarak grevle hak peşinde koşmayı
bir tarafa bırakmak, sımf mücadelesini sendikalarla yan yana yapmak
ta kararlı partilerle anlaşmak!
Daha sonraları bu aşamadan da geçirilerek, işçi sınıfının öncülüğü etrafında
emekçi sınıf ve tabakaların haklarını gözeten ve onları temsil eden bir
partinin rehberliğinde sendikacılığı bir bilinçlendirme okulu durumuna getirmek
inancı ve yolu çok genişledi. Bu arada şu sorun da ortaya çıktı:
işçi sınıfını yönetmek ve onu başarıya ulaştırmada öncülük sendikada
mı olmalıdır, politik partide mi? Bu soru da bir kaç yılı doldurduktan sonra
şu inanç pekişti:
İşçi sınıfını yönetmek görevi baskı ile elde edilmez, mücadele ile kazanılır.
Parti veya sendikalardan hangisi işçi sınıfının güvenini sağlayabilirse
işçi sınıfının öncülüğünü yapma hakkı onun olacaktır.
Bu dönemde de parti ile sendikalar arası mücadele bir hayli sürmüş ve
muhtelif memleketlerde ayrı ayrı öncülük edebiyatı yapıldıktan sonra yetki
ve görev açısından partinin öncülüğünde karar kılınmıştı. Hattâ uluslararası
bir iki örgütün tüzüğünde yer alan şu hüküm, işlemez olmuştu: “Madde
2 ? Millî sendika merkezleri ile öncü niteliğini kazanmış parti arasında
fiilî bağlantı bulunması şarttır.”
Bu madde, İngiliz işçi örgütleriyle, İngiliz İşçi Partisinin, Belçika Sendikalar
Birliiğ ile Belçika Sosyalist Partisi arasındaki ilişkileri düzenliyen
ilkelerin birbirine eklenmesinden ortaya çıkarılmıştı. Ve bu ilke .işçi sınıfının
bilinçlenmesinden çok, burjuva sözcülerinin ekmeğine yağ sürüyor ve toplumcu
akımı kötüleme fırsatı yaratıyordu. Bu nedenle kısa bir sarsıntıdan
sonra bu ilkelerden vaz geçildi. Sonuç şu oldu:
Sendikacılar, devrimci bir partiye daha çok üye olmaya başladılar vs
partinin politikasında etkin olmanın yollarını buldular, toplumcu eylemde
sendikacılar hem parti organlarında, hem de sendika organlarında mücadelede
piştiler. Deneylerini arttırdılar. Böylece partinin mi, yoksa sendikanın
mı işçi sınıfının yöneticisi olması gerektiği tartışması da fiilen ortadan kalkmış
bulundu. Çünkü bilgili ve cesur sendikacıların hem meslek örgütünde,
hem de partinin üst organlarında görev almasını engelleyecek hiç bir kayıt
yoktu ve bir çok sendikacılar böylece Bakan oldular, milletvekili oldular,
başbakan oldular ve olmaktalar.
Şimdi Türkiye’ye gelelim.
işçilerin gizli örgütler kurarak sosyal mücadelelere giriştikleri tarih başlangıcı
en azından 1850’dir. Bunu Polis Nizamı’nm Örgütlenmeleri bastırmak
ve grevleri önlemek görevinin polislere verilmesinden anlıyoruz. Bildiğimiz
ilk grev de İ872’de Kasımpaşa Tersanesi işçilerinin başarıyla sonuçlandırdıkları
harekettir. Sendika kelimesinin kullanılarak Örgütlenmeye yönelme-
464
miz 1907’lerdedir. Bu gelişmelerden 5 yıl sonra, Selanik Valisi, Dahiliye
Nazırlığına yazdığı tahriratta (19 Teşrinievvel 1327) “Selanik’te bilcümle
amelenin sendikalar teşkili gittikçe tevessü ettiği ruhsat ilmühaberi
itasında tereddüd edildiği… ve nihayet ruhsatname verilmiş olan sendikaların
men’i için bir Meclisi Vükelâ kararı alınması lüzumu” bildirilmiştir.
Sendikalaşma ve grev artık Türk emekçilerinin bildiği şeylerdir. İstanbul
reji tütün işçilerinin ağır polis baskılarıyla kırılan 1906 grevini, yine grevcilerin
tevkifi ile bastırılan Ağustos 1908 mürettipler grevi izlemiştir. Hemen
hatırlatalım ki 1908 Anayasası cemiyet kurma hakkını getirdikten sonra o
yıl içinde Temmuz ve Eylül ayları arasında 30 kadar grev hareketi olmuştur.
Bunu aynı yıl içinde iktidara gelen İttihat ve Terakki Cemiyetinin, iktidara
gelmesinde etken olan işçilerin grev hareketini ve örgütlenme alanını kısıtlayan
Bakanlar Kurulu kararıyla çıkarılan Tatili Eşgal Kanunu Muvakkati
izlemiş ve 6 ay içinde Mecliste yalnız sosyalist milletvekillerinin itiraz ettiği
bir oturumda kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Bu acı sonuçtan şu ders alınmıştır: Partilerin köşebaşlannı emekçiler
ve onlarla birlikte mücadele yapan aydınlar tutmadığı takdirde muhalefetteki
partilerin sözlerine inanmak hatalıdır. İşçi hareketi ulusal niteliği olmakla
beraber uluslararası bir dayanışmayı da gerektirir. Başka ulusların
emekçi sınıflarının mücadelesinden alınacak öğretilerden kendi koşullarımıza
göre yararlanmak olağandır. Zira bu tür yararlamayı kapitalist sınıf zaten
yapagelmektedir.
İşçi sınıfı öncülerinin sınıf bilinciyle geniş işçi kitlelerinin bilinci arasındaki
açıklığı kapamak için de öğretici, eğitici çabalara da önem vermek gerekir.
Hele grev döneminde bilinç yüzeyinde birleşmede büyük önem vardır.
Bu öğretilerden Türk işçi sınıfı yararlanmıştır. Nitekim Mürettibini Osmaniye
Cemiyeti daha derli toplu çalışmaya başlamış, uluslararası işçi hareketiyle
ilgilenmiş ve temasa geçmiş ve 1909’da İşçi Gazetesi’nin yayımına
başlanmıştır.
31 Mart 1909 faciasından işçi örgütleri çok zarar görmüştür. Osmanlı
Sanatkâran Cemiyeti kurulmuş, o yıl yeni grevlere gidilerek işçilerin mücadele
ortamı genişletilmiştir. Sosyalis kulüpler kurulmuş, 1910’da Osmanlj
Sosyalist Fırkası çalışmaya başlamıştır. Medeniyet gazetesi sosyalist kültüre
öncelik vermiştir. Ama sosyalizme karşıt sınıfların egemenliği yüzünden
Divanı Harpler kurulmuş, partiler, dernekler kapatılmış, gazetelerin yayım
durdurulmuştur. Bu anti demokratik davranışa karşı tepki, ne yazık ki güçlü
olmadığı için buna benzer olaylara sık sık rastlanmıştır.
İşçilern aynı işkolunda çalışanlarının ortak sorunları için bir birlik kurma
fikri (Federasyon şeklinde) 1911’de belirmiştir. Reji işçilerinin kurduğu
Amele İttihat Cemiyei’nin bu teşebbüsü Drama ve Kavala tüütn işçileri sendikalarmca
da kendileri açısından değerlendirilmiştir. Ama federasyon fikri
pek yaygmlaşamamış ve o dönemde gelişememiştir. 1912 Osmanlı Sosyalist
Fırkasının yeniden örgütlenmesi ve yeniden sendikaların kurulması üzerinden
bir yıl bile geçmeden Babıâli Baskını’nın cezasını, Sıkı Yönetim ilân edilmesiyle
kapatılan örgütler çekmiştir.
465
Birinci Dünya Savaşı’mn başlaması ile işçiler kendi sorunlarını bir yana
bırakarak memleket savunmasına koyulmuşlardı. Buna karşılık, o güne kadar
hiç bir işçi sorunu ile ilgilenmeyen, grevlerde işçileri desteklemeyen birtakım
Medrese adamları, bu kez işverenlerin dürtüsü ile askere giden erkek
işçilerin yerini doldurmak için kadın işçilerin fabrika hayatına atılmalarını
savunan bir cemiyet kurmakta sakınca görmemişlerdi. Cemiyetin adı
şöyle idi: Kadınları Çalıştırma Cemiyyeti İslâmiyyesi…
Savaş sonucunun ne olacağı bilinmediği bir dönemin karışıklığı belirmiştir
:
Usta ve memurlar Osmanlı Mesai Fırkasını kurarlarken aynı yıl (1919’da)
Sosyal Demokrat Fırkası ve Türkiye Sosyalist Fırkası kurulmuş, Anadolu’da
da Müdafaai Hukuk Cemiyetleri ve direnmeler kendini gösterirken İşçi Çiftçi
Sosyalist Fırkası da işçi sınıfının çıkarlarını savunmak amacıyla çalışmaya
başlamıştır.
1920’de istanbul, Millî Kurtuluşa giden eylemin içine örgütlerle katılmıştır.
Anadolu Şömendöfer Amelesi Cemiyeti, Kasımpaşa Seyrisefain Amelesi,
Tramvay Şirketi Amele Cemiyeti, Beyenlmilel Deniz işçileri Derneği, Beynelmilel
Marangoz işçileri Derneği, Beynelmilel Bina İşçileri Derneği, millî
kurtuluş hareketini destekleyen örgütlerden en önemlileri olmuştur.
Bunu şu görüşü kuvvetlendirmek için anlatıyoruz: İşçiler daima millî
kurtuluşlardan ve bağımsızlıklardan yana olmuşlardır. Yabancıseverliklerini
adlarında belirten hiç bir cemiyetin içinde işçiler yer almamış, buna karşılık
ulusal amaçlarla greve gitmiş, gizli cephane taşıma örgütleri kurmuştur. Bu
durum yeni sömürgecilik akımının yaygınlaşmasına kadar devam etmiştir.
Siyasî partilerin, iktidara geçmeyi amaç bilmelerini gözönünden uzak tutmazsak
en az 1922’den bu yana geçen 46 yıllık bir süre içinde işçilerin ve
sendikaların başkonusu olan işsizliğin azalacağı yerde yaygınlaştığım ve arttığını
hatırlarsak sendikaların ve de işçilerin mutlaka bir siyasi parti içinde
de örgütlenmeleri ve toplanmaları gereğini kolayca anlarız.
istanbul işçi örgütlerinin birliğini belirtmek amacıyla Ağustos 1922’de
verilen bir konferansta şöyle denmişti: “İşsizlik, bütün işçi sınıfını düşündürecek
ve tehdit edecek bir mahiyet kesbetmiştir. Mütareke ile başlayan
bu müthiş âfet muhtelif âmillerin tesiriyle en hâd devresine girmiş
bulunuyor. 1920 senesinde doklarda çalışan 400 işçinin grevi 1500 iş arayanla
kırılmıştı.”
Bugün de işsizlik hâlâ âfet olmakta devam ediyor ve emekçi sınıf ve tabakalarla
onlara yandaş güçlerin iktidarda bulunmaması bu âfetin önlenmesine
imkân bırakmıyor.
Bir çöküntü ve kuruluş dönemi olan 1922’de işçi sınıfının dağınıklığı ve
bu dağınıklığa karşı en doğru yolu gösteren fikirlerin azınlıkta kalması olgusuyla
yüz yüze gelmişizdir. Çünkü Meşrutiyetten beri birtakım maceracı
kişiler işçi örgütleri kurarak çeşitli yolsuzluklara girişmiş, rezillikler yapmıştır.
Kendilerine gelir sağlama amacından tutunuz da, bir yer kapmak
isteyenlere ve hattâ işverenlerin parasıyla örgüt kuranlara kadar her türlüsünü
1922’lerde görmüşüzdür. Bir kısım sendikalar kişilere bağlı birer kuru-
466
luş niteliğini korumuş ve herşey o kişinin varlığıyla kaim olmuştur. Nitekim
o yıllarda Mürettipler Cemiyeti, Tütün Amelesi Cemiyeti, Garsonlar Cemiyeti,
Berberler Cemiyeti, Türkiye İşçi Derneği, Beynelmilel İşçiler ittihadı…
gibi ve yine kişilere bağlı partiler: Türkiye Sosyalist Partisi, İşçi Sosyalist
Fırkası, Türkiye Müstakil Sosyalist Fırkası… Ve bu örgütlerde çok kere işçi
hareketlerinde pek zararlı roller oynamış ve işçilerce kendi başlarına bırakılmış
kişiler birtakım basın tarafından övülmüş, resimleri basılmıştır. Bu
örgütler karşısında en önde gelen Türkiye İşçi Derneği, işçi sınıfının çıkarlarını
tavunmada titizce hareket ederken Polis Müdürlüğünce Kasım 1922’de
kapatılmıştır.
Bu gerçek örgütün kapatılmasından sonra özellikle bir işkolunda örgütlenme
açısından nasıl dağınıklığa düşüldüğünü göstermede öğretmenler
için de yarar vardır.
Bu bölüme özellikle dikkati çekmek isterim.
? VIII ?
Tramvay işçileri, ayrı ayrı depolarda toplanan işçilerdir. Bu işçiler arasında
biletçileri denetleyen işçiler de vardır. İşletmenin çıkarım gözetmek
üzere görevlendirilmiş “işçi” niteliğinde üst tabaka yöneticileri de vardır.
Hattâ Metro Han’da bürolarda ve anket’te çalışan işçilere kendilerinin
tramvay vatmanı veya biletçisinden üstün olduğu telkin edilmiştir. Hele tamirhanelerde
çalışanlara “teknik bir üstünlük” fikri aşılanmaya çalışılmıştır.
Böyle bir ortamda politika da çekiciliğini arttırmıştır.
İşte böyle bir dönemde, yâni 1923 yılı başında tramvay işçilerinin kapıldıkları
beş ayrı akım vardır :
1) Başında Müstakil Sosyalist Partisi’nin istihalesinden doğan Umum
İşçiler Birliği’nin bulunduğu akım. Birliğin başında Şakir Efendi
var. Şakir Efendi, Mütareke yıllarında İştirakçi Hilmi’nin yedeğinde
İşgal Ordusu Subaylarından Kapiten Benet’in telkinleriyle tramvay
işçilerini yönetmiştir.
2) Başında Nuri Efendi’nin bulunduğu başka bir cemiyetin kurulmasına
çalışanların temsil ettiği akım. Nuri Efendi, tramvay işçilerinin bölünmesini
isteyenlere malzeme hazırlamakla uğraşıyor.
3) Amele Siyanet Cemiyetinin temsil ettiği akım. Başında Avni Bey var
ve Avni Bey, Tramvay Şirketinin memurlarından biri. Cemiyete de
yüksek kademeden kimseleri ve onların etkilerinde olanları almağa
önem veriyor.
4) Eski İmalâtı Harbiye ustalarından Milletvekili Numan Usta’mn
kurmağa çalıştığı Sendikalar Birliğine katılma çabasında olanlarm
alcımı… Numan Usta, görünüşte iyi niyetle çalışmakta, işçilerin gerçek
çıkarlarını gözetmekte. Ancak yeteri kadar bilgiden ve tecrübeden
yoksun.
5) Bu dört akımın hiç birine katılmayarak gelişmeleri izleyen grubun
kapıldıkları akım.
467
Bunlar dışında, kapatılan Türkiye İşçi Derneği’nin hasretini çeken tek
tük işçi…
Biraz karıştırılınca görülmüştür ki, kapitalist düzenin gelişmesinde çalışan
ve Ticaret ve Sanayi Birlikleri etrafında kapitalistleri derleyip toparlamağa
uğraşanların kurduğu tsanbul Amele Birliği’nin başındakiler tramvay
işçilerinin arasına ayrılık tohumunu ekmişlerdir. İzmir’de açılacak Birinci
iktisat Kongresi’ne katılacak işçi grubunun liberal bir iktisat politikası
izlenmesine karşı çıkmaması arzulanmaktadır. Böyle bir hava içinde Tramvay
Şirketi’nin işçi politikası şu olmuştu:
Her şeyi yapmak gerekir. Zorunluk varsa “tehlikeli” sayılan kimseleri
de elde etmelidir. Bunları ele geçirmek için büyük paralar da harcanabilir.
Ele geçmeyenler saf dışı bırakılır. Ama ne pahasıan olursa olsun işçinin tek
bir vücut gibi, birleşmesine ve gelişmesine ve de büyük bir güç halinde hak
istemesine imkân vermemek lâzımdır. Nitekim işçileri korumak için kurdurduğunu
söylediği Ameleyi Siyanet Cemiyeti’nin yaşatılması için avuç dolusu
paralar harcanmıştır. O cemiyete girenler, yetenekleri bulunmadığı halde
yükseltilmiş mükâfatlandırılmıştır. Bu yeteneği olmayanlara üstün yetkiler
verilmesi sonucunda, kazalar artmıştır, ancak kaza ve kayıplar hep “tesadüflere
bağlanmış, “kaderi ilâhî” ile izah edilmiştir. Tramvay işçilerinin
dağınıklığı sağlanmıştır ve her biri ayrı bir havadaki önderlerin samimi düşüncelerindeki
doğruluk payı ne olursa olsun, tramvay işçileri, “topluluktan
kuvvet doğar” gerçeğini bilen Tramvay Şirketi yöneticilerinin arzuladıkları
sonuçta birleşmişlerdir.
Beş parçaya ayrılmıştır tramvay işçileri…
Her biri bir havadan çalmıştır.
Orkestra yerine, curcuna doğmuştur.
Bu politika öteki işçi örgütlerinde de etkisini göstermiştir. 1922 Temmuzunda
birbirinden habersiz, dağınık işçi örgütlerini bir birlik etrafında
toplamak için toplantılar yapılmıştır. Dokuz toplantı sonunda iş “komisyona
havale” edilmiştir. Birleşme gerçekleşememiştir.
istanbul. Millî Hükümete katıldıktan sonra Numan Usta, işçi örgütlerinin
birleştirilmesine çalışmıştır. 16 örgüt toplantıya katılmıştır. Hazırlanan
birleşme protokolü, İzmir İktisat Kongresinden sonraya bırakılmışın İzmir
Kongresinde toplanan işçi liderleri birleşmeden yana hararetli konuşmalar
yapmışlardır, istanbul’a dönülmüştür. Ama istanbul Amele Birliği yöneticileri,
bütün işçi sınıfının kendi dalaverelerine ve çıkarlarına âlet etmeğe muvaffak
olamayacaklarını anlayınca Nisan 1923’de 30-40 kişilik bir grubu sopalarla
donatmış ve toplantının yapıldığı Türk Mürettibin Cemiyeti salonunu
basmış, gürültü çıkarmış, toplantı salonunu işgal etmiş, bir saat
kadar süren bu baskından sonra, baskına uğrayanların soğukkanlılığı yüzün
den kanlı bir çatışma olmadan tecavüz geçiştirilmiştir. Sonunda istanbul
İşçi Teşkilâtlan Heyeti Müttehidesi adında bir örgüt kurulması kararına varılmıştır.
Üstelik yaklaşan Milletvekili seçimlerinde bir iki sandalya kapmak
amacı güdülmediği anlatılmak için bu örgütün resmen kuruluşu seçim sonuna
bırakılmıştır.
468
Nihayet 1 Mayıs gelmiştir.
Adapazan’ndaki İmalâtı Harbiye işçileri 1 Mayısı kutlamaya hazırlanmışlardır.
Reji tütün işçileri 1 Mayısa rastlayan Sah günü grev yapmaya karar
vermişlerdir. Ankara’da aynı yönde çalışmalar olmuştur. Zonguldak ve
Ereğli kömür havzasında 1 Mayıs öncesi örgütlenme çahşmaları yapılmıştır.
Sadece tramvay işçileri böyle bir uğraşıya katılamamıştır.
Bugüne geçelim:
Tramvay işçilerinin yerini alan.Türkiye Motorlu Taşıt işçileri Sendikası,
işçi hareketi içinde en sağdaki akımın içindedir ve köşebaşlannı tutan yöneticiler
birliği sağlamış, ancak sendikacılığın ana ilkelerini, ana amaçlarını
rafa kaldırmıştır. Yöneticilere yapılan muhalefet, işbirlikçi bir tutumla
kolayca bastırılmaktadır.
? IX ?
Bütün bu anlattıklarımdan sonra amacı arasında “Anayasamızın koyduğu
temel ilkelere uygun şekilde ülkemizin ekonomik, sosyal ve kültürel
kalkınmasına katkıda bulunmak ve bu yönde çaba göstermek” de bulunan
Türkiye Öğretmenler Sendikası nasıl örgütlenmelidir? sorusuna kısaca cevap
vermek isterim : Bütün öğretmenler fi. bölümde belirttiğim eğitim anlayışında
birleşmeyi doğru bulacaklarsa ne federatif örgütlenmeye heves etmeli,
ne kademe sendikacılığına umut bağlamalıdır. Aynı amaçların gerçekleştirilmesi
için birleşmelidir. Mîllî Eğitim Bakanhğınm teşkilât şemasına
göre, karşı teşkilâtım kurmalıdır. Bakanın karşısında TÖS Genel Başkam,
Müsteşar karşısında Genel Sekreter, Genel Müdürler karşısında Genel Başkan
Vekilleri. Ve böylece ayrı uzmanlık isteyen öğretmen gruplarının sorunlarının
kolayca ele alınması ve en olumlu tekliflerin yapılması sağlanabilir.
Ayrıca her kademeden ikişer kişinin seçileceği ve sayısının bu kademe ve
uzmanlık dallarına göre tespit edileceği Genel Yönetim Kurulu. Bu kurula.
Genel Başkan başkanlık edecektir.
Yönetim Kurulu, kendi arasından dört kişilik bir Yürütme Kurulu seçebilir.
Buna başkanın katılmasıyla Yürütme Kurulu beş kişiyi bulur. Yürütme
Kurulu, her üç ayda bir Yönetim Kuruluna çalışmalar hakkında bilgi
verebilir. Yönetim Kurulu üyeleri de Yürütme Kuruluna direktifler verebilir.
Şubelerinin üçer kişilik Yürütme Grubu bulunabilir. Ayrıca 9 kişilik birer
de Danışma Grubu seçilebilir. Bunlar dışında Bölge Müfettişlikleri düşünülebilir.
Ve ayrıca her altı ayda bir Şubeler Başkanlarıyla Bölge Müfettişlerinin
ve de Genel Yönetim Kurulunun katılmasıyla Büyük Danışma Kurulu
toplantıları, bu kurula istişarî karar alma yetkisi verilerek, yapılabilir.
Doğal olarak her örgütte bulunması gerekli disiplin kurulu, denetim kurulu
da olacaktır.
TÖS Tüzüğünün 45. maddesinde yer alan bürolar, yemden organize edilebilir
sanırım.
Böylece öğretmenler, ilkokuldan en üst bilgi kurumuna kadar bir örgüt
içinde ,geri kalmış Türk toplumunu her türlü bağımlılıktan kurtaracak bir
toplum yüzeyine kavuşturmak için, Türk işçi sınıfının demokratik öncülüğü
469
etrafında birleşmiş büyük ve etkin bir yan kuruluş olarak Anayasanın bütünüyle
uygulanmasını ve her günkü hayatımızda sosyal adaletin ve insanlık
onuruna yakışır bir toplum düzeninin kurulması çalışmalarında bilinçlendirici
devrimci bir etki yaparak gerçek demokrasinin kurulmasına sayısız
katkılarda bulunabilir. Bilimin ve deneylerin çoktan çözümlediği gerçeklere
yeniden çözüm aramakla vakit geçirmeden TÖS’ün devrimci kurumlar ara
sındaki yerini saptamakta geç kalınmadan ,ÎŞÇİ sınıfının en devrimci sınıf
niteliği gözönünden uzaklaştırılmadan herbirimiz kendimize düşeni, hiç bir
kişisel mevki peşinde koşmadan ve bize yapılan ve de yapılacak olan bölücü
telkinlere gülüp geçerek birliğin yıkılmaz anıtını bilgili ellerimizle kurmalıyız.
Bu birlik, kof birlik değil, amacı devrimci, özünü yitirmemiş, sulandırmamış,
Anayasa doğrultusunda bir birliktir.
BİLDİRİ ÜZERİNE TARTIŞMALAR:
Söz alan Prof. Dr. Muammer AKSOY öğretmen örgütlerinin lokallerindeki
durumu eleştirdi ve dedi ki:
??”? Bozuk düzenin, kapitalist düzenin en açık niteliği kumardır. Bütün
özel teşebbüsün temeli kumardır. Bir yolunu bulacaksın, ayak oyunu ile,
çalışmadan, punduna getirip zengin olacaksın. Bütün sosyalist fikirlerin temelinde
kumara karşı olmak vardır. Hattâ doğumdaki kumara karşı olmak
vardır. Mirasın biraz da kumar olan, tesadüf olan yanı ortadadır. Türkiye’de
devlet radyosunda durmadan, hergün kumar reklâmı yapılır. Böyle
olunca o memlekette çalışmaya, emeğe karşı hiçbir itibar ve ilgi gösterilemez.”
Konuşmacı bundan sonra Milli Piyango, Spor-Toto, banka, basın ve türlü
ticari işletmelerin ikramiye çekilişlerine ilişkin yayınlan eleştirdi, sözü
öğretmen lokallerine getirdi ve devam etti:
“? Üzülerek söylemek zorundayım ki, gittiğim birçok il ve ilçede uğradığım
lokallerde çok değerli öğretmenlerimizin kâğıt oyunu ile vakit öldürdüklerini,
kumar oynadıklarını gördüm. Öğrencilerine kuman, tesadüfen para
kazanmayı değil, alınteri ile kazanmayı örgütleyen öğretmenlerin lokallerinde
bu durumun görülmesi acıdır. Devrimci ve ülkücü öğretmen arkadaşlanmızın
lokallerinden bu kötü alışkanlığı atmaları için ciddi bir savaşa
girişmelerini dilerim.”
M. Rauf İNAN ile Aydın ARIKÖK şu öneride bulundular:
“? Devrimci Eğitim Şûrası toplumsal oluşumumuzda bir atılım niteliğindedir.
Burada varılan kararlar öğretmen kitlesinden yeni çabalar, girişimler
ve her öğretmenden yeni ödevler ister. Bunun ilk girişimi olarak devrimci
özlükteki bütün öğretmen örgütlerinin lokallerinde bu amaçla çalışmalar
yapmak, buralan bir eğitim ve kültür merkezi haline getirmek, öğretmen
kitlesinin en değerli gücünü ve zamanını savurganlığa götüren, değersizleştiren,
dinamizmi öldüren oyunculuğu bu lokallere yaklaştırmamak
için “karar alınmasını” istediler.
470
KOMİSYON RAPORU:
TÜRK EĞİTİMİNDE ÖĞRETMENİN YERİ ve SORUNLARI
.. GENEL İLKELER
Gerçek bilimle sıkı ilişkileri olan ve çağdaş dünya gelişmelerinden sürekli
olarak yararlanan eğitim, tek başına genel ekonomik ve sosyal yapıdan
ayrı olarak düşünülemez.
Gerçek anlamda devrim, bu ekonomik ve sosyal altyapının değiştirilmesine
yönelik hareketlerdir. Buna göre şu anda yapılan olumlu tüm çaba
ve uğraşıları “DEVRİM İÇİN EGÎTÎM” diye nitelendirmek gerekmektedir.
Devrim iiçn yapılacak eğitimde öğretmenin yerini belirtirken “Eğitimin
amaç mı yoksa araç mı?” olduğunu iyice anlatmakta yarar vardır. Hiç şüphesiz,
eğitim devrim için bir araçtır. Türk toplumunun içinde bulunduğu ağır
koşullardan kurtulup sosyal adaletin, insan hak ve hürriyetlerinin tam olarak
sağlandığı sınıfsız toplumcu bir düzeye erişmesi bir devrim hareketidir.
Bu devrim demokratik yollardan; ezilen, sömürülen sınıfların siyasi iktidara
ağırlıklarını koyması ile mümkün olacaktır.
Bu devrimci eylemin gerçekleşmesi için eğitimin bir araç olduğunu belirtmiştir.
Öğretmen de eğitici durumda olduğuna göre Türk toplumunun
insanca yaşama düzeyine erişmesinde etkin rol oynayacaktır. Ezilen, hor
görülen insanların en büyük yardımcısı, destekçisi ve ışık tutucusu olacaktır.
Öğretmen okul içinde ve dışında mutlu bir Türkiye’nin kurulması koşullarını
araştıracak, bu konuda durmadan somut örnekler vereceklerdir. Kısaca
öğretmen, ezilen sınıfların ekonomik ve sosyal düzen içindeki yerini
anlayan, bu sınıfların çocuklarına suuf bilinci veren bir çaba içinde bulunmalıdır.
Genellikle halk çocukları’ olan öğretmenler, halkımızın emperyalizmin
pençesinden kurtulmasiT tam bağımsız ve emekten yana Türkiye’nin kurulması
için çalışmaları gerekmektedir. Her fırsatta Türk -ulusunun geri kalış
nedenleri üzerinde duracak olan öğretmenler, halkla elele yürüyecek, bu
uğurda en büyük savaşı verecektir.
Türk devrimi, halkın uyanışını, dirilişini, gerçekleri açık seçik görmesini
sağhyacağından öğretmenin burada büyük payı olacaktır. Hiçbir Türk öğretmeni
yıllarca halkımızı sömüren bir düzenin yanında olamaz. Halkımızın
mutluluğu, insanca yaşama olanaklarına kavuşması Türk öğretmenini sonsuz
derecede memnun edecektir. Türk halkının yarınları için bir savaşı göze
alan Türk öğretmeninin de bu konuda başarısızlıklara uğramaması için
bazı sorunları vardır. Bunların çözümlenmesiyle Türk halkının devrimci eğitime
daha çok katkıda bulunacağı, bir gerçektir.
471
ÖNERİLER:
A) ÖĞRETMEN YETİŞTİRME:
1. Öğretmen yetiştiren kurumlar yurdun her köşesine serpiştirilmelidir.
2. Bilhassa kırsal toplumlara öncelik tanınmalıdır.
3. Öğretmen okullarında dersler, Türk halkının gerçeklerine göre öğretilmelidir.
4. Öğretmen okulu mezunları yüksek dereceli okullara alınmalı ve kendi
branşlarında Üniveriste öğrenimi yapma olanaknarı sağlanmalıdır.
5. Öğretmen yetiştiren kurumların karma eğitim ve öğretim yapmaları
birçok bakımdan gerekli görünmektedir.
6. Öğretmen yetiştiren kurumlar, bölgenin kültür merkezleri olmalıdır.
7. Öğretmen yetiştiren kurumlara üstün başarısı ve rehberlik bilgisi
tesbit edilen öğretmenler atanmalıdır.
8. Öğretmenlerin iş içinde geliştirilmesi için yasalara uygun çalışmalar
yapılmalı ve tedbirleri alınmalıdır.
9. Altı yıllık öğretmen okullarına (Yani Köy Enstitülerine) yalnız köy
çocukları alınmalıdır.
10. Öğretmen okulları köye göre öğretmen yetiştirmeli ve bunlar iyi bir
stajdan geçirilmelidir.
11. Öğretmen okulu mezunu olmayanlara kesinlikle öğretmenlik verilmemelidir.
12. Öğretmen denetim işlerinin rehberlik anlamında ele alınıp gerekli
yetiştirici tedbirlerinin alınması, çalışma düzeninin sağlanması lâzımdır.
B) ÖĞRETMEN YERLEŞTİRME:
Memleketimizin dört bir yanındaki okullara dengeli bir şekilde her
branştan öğretmen atanmaları yapılmalıdır.
C) ÖĞRETMENİN EKONOMİK SORUNLARI:
Çalışan diğer sınıflarda olduğu gibi, Türk öğretmeni, insanlık onuruna
yaraşır bir geçim düzeyine, memleketin yeraltı ve üerüstü zenginliklerinin
tam bağımsız bir şekilde değerlendirilmesiyle ve bir kaleme indirilmiş maaşla
kavuşacağına inanmaktadır.
1. 291 sayılı yasaya gör askerliklerini er öğretmen olarak yapan 1300
öğretmenin 18 aylık maaşlarının ödenmesi gereklidir.
2. Er öğretmenlerin askerlikte geçen 4 aylık eğitim sürelerinin terfilerine
sayılması gerekmektedir.
3. Eğitmenlerin başarılı yıllarının terfi ve emekliliklerinden sayılması
şarttır.
472
4. Geçici öğretmenlerin statüleri ve özlük hakları yeniden düzenlenmeli
ve bundan sonra bu müessese işletilmemelidir.
D) ÖĞRETMENİN GÜVENLİĞİ:
I. Sosyal güvenlik:
a. Öğretmenin sosyal güvenliği yok gibidir. Öğretmenin aile kişilerini
de içine alan bir genel sosyal sigorta kurulmalıdır.
b. Konut işini çözümlemek için Emlâk ve Kredi Bankasında dar gelirliler
için az faizli uzun vadeli bir yapı fonu kurulmalıdır.
c. Uzak yurt köşelerinde görev yapan öğretmen çocuklarını okutmak
için büyük şehirlerde yurtlar kurulmalıdır.
II. Hukuk güvenliği:
1. Öğretmenlerin hukuk güvenliğine kavuşturulması kaçınılmaz olmuştur.
Öncelikle 1329 sayılı Memurin Muhakematı hakkındaki geçici hükümler
yürürlükten kaldırılmalıdır.
3. il ve Bakanlık disiplin kurulları kaldırılıp yerine tam bağımsız
disiplin mahkemeleri kurulmalıdır.
3. Eğitim örgütü ve öğretmenler 5442 sayılı il idaresi Kanununun
kapsamından çıkarılmalıdır.
4. 657 sayılı yasa disiplin cezalarının çeşitlerini sıralamış, hangi durumlarda
hangi cezaların verileceğini belirtmemiştir. Bunun açıklığa kavuşturulması
gerekmektedir.
5. Milli Eğitim Bakanlığının merkez ve taşra örgütleri kuruluş kanunu
mutlaka değiştirilmelidir.
6. Talim ve Terbiye Kurulu üyeleri atama ile saptanmamah, bu konuda
demokratik seçimlerle yurt çapında uzman öğretmenler arasında yeterli
kişiler Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine getirilmelidir.
7. Hâkimler teminatı gibi öğretmenler teminatı da sağlanmalıdır.
Bunun için “Yüksek Öğretmenler Kurulu” kurulmalı, öğretmenlerin atama,
nakil, terfi gibi önemli işlerini bu kurul yürütmelidir.
8. Bakanlık emrine alınma mutlaka kaldırılmalıdır.
9. Anayasa ilkelerine bağlı öğretmenlerin, iktidarca cezalandırıldığı
sabit oldukça, tarafsız idarenin bekçisi olması gereken Cumhurbaşkanının,
öğretmenin güvenliğini yok eden ve tarafsız idare esasını baltalayan bu gibi
baskılardan Bakanlığın kaçınması yolunda en kesin uyanlarda bulunması
Devrimci Eğitim Şûrası’nın dileğidir.
473
Atatürkçü öğretmenler lehine verilmiş olan Danıştay kararlarının uygulanmamasından
Milli Eğitim Bakanlığının doğrudan doğruya veya dolanlı
olarak kaçınması, geciktirmesi Anayasa’nın en önemli direklerinin çökertilmesi
anlamına geldiğinden, mahkeme kararını hiçe sayan ve böylece
hukuk devleti ilkesini tanımayan bir iktidara karşı Cumhurbaşkanının, yeminine
ve ödevlerine sadık kalarak bütün yetki ve olanaklarını kullanmak
suretiyle gerekli her adımı atması, onun kaçınılmaz ödevidir. Devrimci Eğitim
Şûrası Sayın Cumhurbaşkanının bu adımı tezelden atmasını bekler, ak
si bir tutumu onu istifa zorunluğu karşısında bırakacağına inanır.
III. Örgütsel güvenlik:
1. TÖS’ün öğretmenler için daha verimli çalışmalar yapabilmesi amacıyla
uzmanlık kolları kurup, en kısa zamanda çalışmalara geçmesi zorunludur.
2. Öğretmenin daha güçlü çalışabilmesi için TÖS’ün bir DİRENME
FONU kurması şarttır.
3. TÖS üyelerinin sağlık durumlarını daha olumlu bir şekilde çözebilmek
için “Sağlık Fonu” kurulmalıdır.
4. Personel Sendikalarına grev hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü
hakkı verilmesi yolunda çalışmalara hemen geçilmelidir.
5. Sendika yöneticilerinin güvenliği kanunda yerini almalıdır.
IV. TÖS’ten bekledüdlerimiz:
1. TÖS şubelerinde emperyalizmi, Türkiye’nin çıkmazlarını ve sonuçtaki
çıkar yolun ezilen sınıfların yönetime ağırlık koyması olduğunu anlatacak
eğitim çalışmalarının yapılması zorunludur.
2. Türkiye’nin geleceğini hangi temeller üzerine kuracağımızı daha
iyi belirlemek için, her TÖS şubesi bulunduğu yerde “Sosyal Yapı” araştırması
yapıp, bunları doküman halinde bulundurmalıdır.
3. Yine her TÖS şubesinin bulunduğu yerin “Bölgesel Eğitim” durumunu
saptaması gerekmektedir.
4. TÖS Devrimci Öğrenci Örgütleri ile sıkı ilişkide bulunmalı, her
TÖS şubesi bunun bilincine varmalıdır. Büyük kentlerde gençliğin yaptığı
Anti-Emperyalist mücadeleyi, halka anlatacak Devrimci Öğretmenler, bunu
bîr görev saymalıdır.
Ayrıca Devrimci Gençliğin Anadolu’da yapacağı her eylemde, TÖS şubeleri
yardımcı olmalı, direkt olmasa bile dolaylı olarak bu eylemlerin içine
girip, desteklemeleri zorunlu bir yurt görevidir.
5. “DEVRİM ALFABESİ” hazırlıklarının TÖS Genel Merkezince yapılıp
en kısa zamanda bastırılma olanaklarının sağlanması gerekli görülmektedir.
Rapor okundu oy çokluğu ile kabul edildi.
474

DEVRİMCİ EĞİTİM ŞURASI
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ Sayfa(Bş-Bt):5-8

GENEL BAŞKAN FAKİR BAYKURT?UN DEVRİMCİ EĞİTİM ŞÜRASI?NI AÇIŞ KONUŞMASI Sayfa(Bş-Bt):15-28

KOMİSYON – 1 DEVRİMCİ EĞİTİMİN AMAÇLARI İLKELERİ YÖNTEMİ Sayfa(Bş-Bt):29-36

KOMİSYON – 2 GERİ KALMIŞ ÜLKELERİN EĞİTİMİ ÜZERİNDE EMPERYALİST ve KAPİTALİST ETKİLERİ Sayfa(Bş-Bt):37-115

KOMİSYON – 3 ANAYASADA EGlTİM İLKELERİ ve ÜLKEMİZDEKİ TEMEL ÇELİŞKİLER Sayfa(Bş-Bt):117-138

KOMİSYON – 4 BUGÜNKÜ EĞİTİM KURUMLARI ve YENİ KURUMLARA İHTİYAÇ Sayfa(Bş-Bt):139-250

KOMİSYON – 5 TÜRK TOPLUMUNUN KÜLTÜR ve SANAT SORUNLARI Sayfa(Bş-Bt):251-300

KOMİSYON – 6 TÜRK EĞITIMINDE ÖĞRENCI SORUNLARI Sayfa(Bş-Bt):301-366

KOMİSYON – 7 KÖY ENSTİTÜLERİ UYGULAMASINDAN ÇIKAN SONUÇLAR Sayfa(Bş-Bt):367-394

KOMİSYON – 8 EKONOMİK ve TEKNOLOJİK AÇIDAN DEVRİMCİ EĞİTİM Sayfa(Bş-Bt):395-422

KOMİSYON – 9 TÜRK EĞİTİMİNDE ÖĞRETMENİN YERl ve SORUNLARI Sayfa(Bş-Bt):423-474

KOMİSYON – 10 TÜRK EĞİTİMİNİN PLANLANMASI Sayfa(Bş-Bt):475-498

ŞÛRA BİLDİRİSİ Sayfa(Bş-Bt):499-502

TÜRKİYE ÖĞRETMENLER SENDİKASI GENEL BAŞKANI FAKİR BAYKURT?UN KAPANIŞ KONUŞMASI Sayfa(Bş-Bt):502-505

DEVRİMCİ EĞİTİM ŞÜRASI’NDAN NOTLAR Sayfa(Bş-Bt):507-508

ŞÜRA’YA KATILANLAR Sayfa(Bş-Bt):509-521

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir