Kategori: Anlatı

Nâzım Hikmet ve Kızılderililer

Kristof Kolomb’u anlatmak üzere Oregon’un Porta ilçesinde derse giren Bili Bigelovv adlı öğretmen ön sırada oturan bir kız öğrencinin cüzdanını alır. Bu olay tüm sınıfın gözleri önünde olmuştur. Herkes şaşkındır!… Böylesine açık yapılan hırsızlığa bir anlam veremez çocuklar. Kız öğrenci tepki göstermek zorunda kalır: “Cüzdanımı aldınız”… Ve öğretmen derse başlar:

OKUMAK İÇİN TIKLA

Sevgi Soysal: “Bir ara koğuşta ışıklar söndü, başımı kaldırıp baktım yukarıya, uzakta da olsa aydınlık, umut verici bir şeylerin mutlaka var olduğu inancıyla.”

25 Haziran 72, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Ankara Canım Mümtaz, Dün gece, sayımdan önceydi galiba, bir ara koğuşta ışıklar söndü, başımı kaldırıp baktım yukarıya—parmaklıklı pencerenin oraya, uzakta da olsa aydınlık, umut verici bir şeylerin mutlaka var olduğu inancıyla.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Sevgi Soysal: “Ayrıntıda ne mantıki şeyler vardır da bir bütün yaptıklarında büyük aptallıklara dönüşürler”

“Günboyu eğleniyorum onla; o da bana kızıyor, bütün kurallarının mantıki nedenlerini anlatıyor bana. Oysa, ayrıntıda ne mantıki şeyler vardır da bir bütün yaptıklarında büyük aptallıklara dönüşürler; tabii babamla böyle “ince!” konular konuşmuyoruz. Göl suyunun ısı dereceleri, kuyu pompasının ne zamanlar çekileceği ve banyodaki tuvalet kağıdının küvete değil de yandaki kovaya

OKUMAK İÇİN TIKLA

“Nedense seyircisi en az olan oyun, zulümdür.” Sevgi Soysal’dan iki mektup

“Haksızlık halkaları birbirlerine eklenmeğe başlamaya görsün, bu hain, bu zalim, bu çılgın oyuna o kadar çok insan katılır ki. Nedense seyircisi en az olan oyun, zulümdür. Bu oyuna kolaylıkla, nedenini, niçinini düşünmeden; ince eleyip sık dokumadan katılı-katılınıverilir. Ve bütün bunları düşününce acı çekmenin rasgele acı çektirenlerden olmaktan yeğ olduğunu anlıyorum

OKUMAK İÇİN TIKLA

1914 Savaşının İlk Saatleri- Stefan Zweig

1914 yazı, Avrupa toprağımıza o felâketi getirmemiş olsaydı da unutulmazdı. Zira böylesıne cömert, biraz tuhaf gelecek bir deyimle, böyle tam yaz gibi bir yazı ben az gürdüm , ömrümce. Gökyüzü günlerce ipek mavisiydi Hava yumuşaktı, ama yapış yapış değildi. Çayırlar güzel kokulu ve sıcaktı. Ormanların taze yeşilinden bolluk taşıyordu.

OKUMAK İÇİN TIKLA

“Lev Tolstoy öldü. Yüreğimden vuruldum, üzüntüden ve kalbimin kırıklığından hüngür hüngür ağlamaya başladım.” Maksim Gorki

Lev Tolstoy öldü. Bir telgraf aldım. Telgrafta sıradan sözcüklerle, öldü deniyordu. Yüreğimden vuruldum, üzüntüden ve kalbimin kırıklığından hüngür hüngür ağlamaya başladım ve işte şimdi yarı deli bir halde onu tanıdığım, gördüğüm haliyle gözümde canlandırmaya çalışıyor, acılar içinde onunla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum.

OKUMAK İÇİN TIKLA

“Dervişler afallamıştı. Doğaüstü bir yaratıkmışım gibi bakıyorlardı. Sonunda, Celâleddin Rumî’nin ruhunun içime yerleştiğine karar verdiler.” Nazım Hikmet

“Kesin bir zaman veremem. Çok net hatırladığım bazı olaylar var. Örneğin, dedemin beni döne döne dans eden dervişlerin toplantısına götürüşünü çok iyi hatırlıyorum. Çok insan vardı. Belki otuz, belki elli kişi toplanmışlar, karanlıkta ellerinde küçük ateşlerle kendilerince dua ediyorlardı.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Nazım Hikmet: “Stalin’e saygım tam, ama insan kendi düşünmeli! Artık biz kendimiz düşüneceğiz!”

1953 yılının Mart ayında, kalp krizinin ardından “Barviha” sanatoryumunda yattığını anlatmıştın bana. Stalin’in hastalanmasını ve ardından ölümünü, itinayla saklamışlar senden. Kötü haberin sağlığını olumsuz yönde etkileyeceğinden endişelenmişler.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Manevi kızı, Nâzım Hikmet’i anlattı: “Her somut ânı, sonuna kadar yaşardı”

65 yıl önce şair Nâzım Hikmet Türkiye’den kaçtı, Sovyetler Birliği ise onun ikinci vatanı oldu. “Türklerin Puşkin’i” olarak isimlendirilen bu romantik insanın gelişmiş sosyalizmin ülkesinde nasıl yaşadığını, Moskova Tiyatro Sanatı Enstitüsü’nden, şairin manevi kızı Prof. Anna Stepanova anlattı.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Pablo Neruda: Gölge ile ışık arasındaki o çok eski öldürücü savaşımı bugün, bütün dehşeti ile görmekteyiz.

Cinayet Granada’da İşlendi Şu satırları yazdığım günlerde İspanya’da başarılı bir askeri darbenin bilmem kaçıncı yıl törenleri yapılmakta! Madrid’de, Franco maviler ve sırmalar içinde, etrafında koruyucuları, yanında Birleşik Amerika, İngiltere ve öteki ülkelerin büyükelçileri olduğu halde, askeri birliklerin geçit törenini izliyor. O günlerin savaşından habersiz gençlerden oluşmuş bu askeri birlikler.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Onat Kutlar: Yıllar önce bir kez, bir tek kez, bir törene katılmam olanağı bulunmadığı için üzülmüştüm.

Hastalandığından haberim olmadığı için o gün seni uzaktan da olsa görmeye geldim. Hava güneşli ve sıcaktı ama beklediğimiz çevrili, küçük ve her yanını otlar bürümüş avlu serindi… Neredeyse bütün bir yazı güz karanlığında geçirdiğimizden yadırgamadık. Melek hem incelikli hem coşkun mizahıyla bize çevreyi tanıttı.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Jean-Paul Sartre: Tüm haklarımızı yitirmiştik, hele en başta konuşma hakkımızı.

Sartre 1936-1943 yılları arasında bir yazar olarak yoğun bir çalışma sonunda ortaya birçok yazınsal ve felsefi yapıt koymuştur. İmge gücü üzerine yazdığı denemenin hemen ardından 1937’de tanınmış Fransız edebiyat dergisi «Nouvelle Revue Française»de ilk uzun öyküsü Duvar yayınlandı. 1938′ de ilk romanı Bulantı (İğrenme) / La Nausée çıktı, 1939’da Duvar

OKUMAK İÇİN TIKLA

Bir Anı – M.Şehmus Güzel

Yıllardan 1980. Mevsimlerden yaz. 12 Eylül 1980 askeri darbesi henüz yapılmamış, dünyamız henüz tamamiyle kararmamış, anamızdan emdiğimiz helal süt burnumuzdan henüz getirilmemişti. Epey dert görmüş, gösteri yapmış, avaz avaz özgürlük, adalet, eşitlik ve kardeşlik türküleri yırlamış, kimi kez gülmüş, pek sık da ağlamış, vurulan arkadaş, meslektaş, tanıdık, tanımadık ve can

OKUMAK İÇİN TIKLA

Türkiye’nin en büyük şairi benim, ama hapistekiler ve sürgündekiler hariç…’

Ellili yıllarda Niyazi Akıncıoğlu ile Ahmed Arif ağabey-kardeş gibidirler. O günleri şöyle anlatır Ahmed Arif: “Niyazi abi oğlu gibi seviyordu beni. Ben de büyük şairlere müthiş hayranım. Hâlâ öyleyimdir. Yaşları küçük de olsa çok iyi bir şair beni baştan çıkarır. Canımı vermek isterim. Cemal Süreya o yüzden benim çok sevdiğim

OKUMAK İÇİN TIKLA

Ahmed Arif: “Sevdadır bu teyze”

Ahmed Arif Ankara’da tutuklanır. İstanbul’da yargıç karşısına çıkarılacaktır. Ankara’dan iki komiser ve dört polis nezaretinde yola çıkarlar. Ahmed Arif, “Serçe kadar canım vardı. Boğazımda kanama vardı. Hastaydım. Ekmek çiğneyemez, yemek yiyemezdim. Zaten zayıf bir çocuktum, büsbütün zayıflamışım. İşte böyle bir günde götürdüler beni…” diye o günleri anlatacaktır.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Karl Marx’ın büyük kişiliğine dair küçük ipuçları

Daha genç bir öğrenciyken babam, Karl Marx’ın ateşli bir hayranıydı. Marx’ın Londra adresini, kendisi gibi aynı öğrenci kulübünün üyesi olan Miguel’den alarak ona bir mektup yazdı. Marx bu mektuba babamı sevinçten uçuran bir yanıt verdi. Böylece aralarında yavaş yavaş· düzenli hale gelen bir yazışma başladı. Mektuplar Marx’a A. Williams adıyla gönderiliyordu; zira bu tür yazışmaları hükümet

OKUMAK İÇİN TIKLA