Site Devleti (Polis), Rasyonalizm ve Bilim

Site Devleti (Polis), Rasyonalizm ve Bilim

Antik Yunan tarihi uzmanları şu noktada ittifak halindedir: M. Ö. 8. ve 7. yüzyıllar arasında ortaya çıkan Site devleti (Polis) Eski Yunan tarihinde köklü bir yenilik oluşturdu ve toplumsal hayat açısından “belirleyici” bir olgu teşkil etti. O kadar ki, modern siyasetin kökenlerini araştıran siyaset kuramcısı H. Arendt, “Avrupa’da siyasetten bugün de anlaşılan şeyin” ilk kez bu sitelerde ifadesini bulduğunu ileri sürmüştür. Düşünürün “insanların ortak yaşamının normatif ve örnek teşkil edici örgütlenme biçimi”[18] olarak tanımladığı sitelerin özgün niteliği neydi? Ve bu nitelik nereden kaynaklanıyordu?

Site devletinin (Polis’in) özgün niteliği, “söz”ü, yani konuşmayı en etkili iktidar aracı haline getirmesiydi. Söz ve akıl anlamına gelen “logos” ancak bu şekilde siyasal işlev kazanıyor ve “kendinin, kurallarının ve etkinliğinin” bilincine varıyordu.[19] Homer’le başlayan bu “şaşırtıcı ve harikulade” gelişmede sözle eylem birleşiyor ve Yunan trajedisinin de temelini atacak şekilde, büyük sözler söyleyen özgür vatandaşlar bu şekilde büyük eylemler gerçekleştirmiş sayılıyorlardı.[20] Aynı süreçte, dinî ibadetlerdeki terimler ya da kralların “adalet”i ifade ederken kullandığı sözcükler tılsımlarını kaybediyor ve konuşma, iktidar kazanmak için tartışma ve inandırma sanatı haline geliyordu. Yunanlılar bu sanatı kutsallaştırdılar ve bir Tanrıça (Peitho) himayesinde toplum hayatına egemen kıldılar.

Yunanlılar alfabeyi Fenikelilerden almış ve onda kendi dillerinin ses özelliklerine uygun değişiklikler yapmışlardı. Söz, eylem statüsüne yükselince, sözün yazılı ifadesi de özel bir ilgi konusu oluyordu. Böylece sözün ve dilin kullanılışı araştırma konusu haline geliyor ve bu da retorik, sofizm gibi konuşma sanatlarına (ya da “bilim”lerine) zemin hazırlıyordu. Aristo’nun gerçeği arama, bulma ve kanıtlama amacına yönelik mantık çalışmaları da aynı ortamın ürünü oldu.

Site’nin ilk özelliği “söz”ü iktidar aracı kılması ise, ikinci özelliği de toplumsal yaşamda bir “kamusal alan” yaratması olmuştur. Burada “kamusallık” sözcüğünün günümüzde bile karışıklıklara yol açan iki anlamıyla karşılaşıyoruz. Aslında birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki anlamdan ilki, bireylerin özel ilgi ve çıkar alanlarının dışında, ortak, “kamusal” bir “ilgi ve çıkar alanı”nın ortaya çıkmasıydı. İkincisi ise bu alanın despotik yönetimlerin gizli usullerinin aksine, herkese (daha doğrusu “özgür vatandaş”lara) açık ve saydam bir niteliğe bürünmesiydi.[21] Kuşkusuz bu ortak ve saydam çıkar alanı, seçkinlerle sınırlı kalsa da, kendi içinde “demokratik” bir nitelik taşıyordu ve bu niteliğini de kölelerin yarattığı artı-ürüne borçluydu. Site yaşamındaki özgürlükten sadece köle sahipleri yararlanıyor ve bunlar da üretime bağımlı olmayan yaşamlarının sağladığı (ve Yunanlıların skholè, Romalıların da otium olarak adlandırdıkları) “boş zaman”larını siyasal tartışmalara hasrediyorlardı.[22]

Yunan sitelerinde özgürlük hiçbir şekilde köleler üzerinde hüküm sürmek anlamına gelmiyordu; aksine, evden ve üretimden (“Oïkos”tan) uzaklaşmak, istediği yere gidebilmek, istediğini yapabilmek anlamını taşıyordu. Bu ortamda kutsal gizemlere, mabetlere ve kâhinlere güveni sarsılmış kimi özgür vatandaşlar da hayatlarını tamamen gerçekleri arama ve bulma arzusuna vakfediyorlardı. Özellikle Aristo’nun çabalarının ürünü olan ve Ortaçağ’a da damgasını vuran “bilim dalları” da bu rasyonel araştırma ortamı içinde gelişti.

İlk ve çarpıcı örneklerini Herodot ve Thucydides’de gördüğümüz tarih-yazıcılığı da bu antik bilimler arasında sayılıyor muydu?

Antik, Ortaçağ ve hatta bir ölçüde de çağdaş “bilim”lerin babası sayılan Aristo, bu soruya “hayır!” diye yanıt vermiştir. Aristo’nun, tarihçiliği bilim saymayan ve Ortaçağ’a egemen olduğu gibi günümüzde de çok taraftar bulan görüşü gerçekten ilginçtir ve burada mutlaka anlatılması ve tartışılması gerekir.

Aristo, tarih-yazıcılığı konusundaki düşüncelerini Poetica başlıklı eserinde ifade etmiştir. Klasik Yunan kültürünün büyük sentezcisi, konuyu iyi bilenlere hitap eden bu eserinde, aslında, destan ya da trajedi şeklinde iyi bir şiir yazmak için gerekli olan tüm kuralları ortaya koymaya çalışmıştı. Tarihçilikle karşılaşması da bu bağlamda oldu. Aristo Poetica’da tarih-yazıcılığını şiir ile karşılaştırıyor ve şiiri, “tarih gibi özeli değil, geneli anlattığı için”, bilim sayıyordu. Atinalı düşünürün bu konuda yazdıkları şunlardır: “Şairin rolü gerçekten olanları değil beklenen şeyleri, zorunluluğa ya da olasılığa uygun şekilde ortaya çıkacak şeyleri söylemektir. Aslında tarihçiyle şair arasındaki fark birinin kendisini düzyazı ötekisinin ise dizelerle ifade etmeleri değildir. Herodot tarihini dizeler haline koysaydık, yine de bu şiir değil, şiir haline sokulmuş tarih olurdu. Fark şuradan ileri geliyor: Tarihçi olanı, şiir bekleneni söylüyor. Bu nedenle de şiir tarihten daha felsefi, daha asil bir şeydir. Şiir daha çok genel olanı, tarih de özel olanı anlatır. Genel olan, şunun ya da bunun, zorunluluğa veya olasılığa uygun olarak yapacağı şu ya da bu şeydir; sonradan şahıslara isimler de verse şiirin yaptığı budur. Özel ise Alkibiades’in yaptıkları ya da başına gelenlerdir.”[23] Atinalı filozofun yüzyıllara damgasını vuracak olan tarihçilik anlayışı budur.

Aristo, tarih-yazıcılığını değil de şiiri bilim olarak nitelerken göz önünde bulundurduğu yazın türü daha çok trajedi idi. “Trajedinin dayanağı, deyim yerindeyse ruhu, tarihtir; diyordu Aristo; ikinci olarak da karakterler gelir”.[24] İşte tarihi de içeren bu yazın türünü bilimsel kılan şey de “karakter”lerin genelliği idi. Aristo’ya göre “sonuna kadar götürülmüş asil bir edimin taklidi” olan trajedilerde korku, merhamet, sadakat, intikam gibi genel duygular bazı isimler altında (Antigon, Elektra vb.) bireylerde somutlaşıyorlardı. Buna karşılık filozofun tarihî özgüllük için verdiği Alkibiades örneği de dikkatli bir seçimin ürünü olduğu izlenimini veriyordu. Gerçekten de Perikles’in kuzeni olan bu Atinalı asil, kahramanlıklar, korkular ve ihanetler içinde geçen ve sonunda da bir siyasal cinayetle noktalanan yaşamıyla tam bir özgüllüğü temsil ediyordu.

Aristo’nun bilimsel bulduğu şiir (trajedi) dalının geçmişten çok geleceğe (olasılık temelli beklentilere) dayanması ilginçtir ve düşüncesi bu yönüyle de tarih-yazıcılığını etkilemiştir. Bunun dışında, düşünürün, tarihî sürecin önemli bir öğesini teşkil eden “zamansallık” konusundaki çözümlemeleri de sonraki nesilleri etkileyecektir.

Taner Timur,
Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi
YORDAM KİTAP